Elazia, büyükçe bir kasede patlamış mısırları dikkatle tutarak, adımlarını hızlıca attı. Mutfaktan geçerken, her an sesini duyduğunda kendisini daha da gerilen, tik tak diye öten ahşap saatin sesi, kafasında yankı yapıyordu. Mavi gözleri, odanın köşesindeki duvarda asılı olan saatteki her saniyeyi takip ederken, saat 20.53'ü gösterdiğinde göğsüne bir ağırlık çökmüş gibi hissetti. Saatin tıkırtısı, her geçen saniye içinde kaygısının artmasına neden oluyordu. Bir anlığına durakladı, derin bir nefes alıp mısır kasesini sağ eline sıkıca kavrayarak, hızla salonun ortasında bulunan orta sehpanın üzerine bıraktı. Ellerindeki gevrek mısır tanelerinin ağırlığı, bedenine biraz olsun rahatlık verse de zihnindeki huzursuzluk devam ediyordu. Hızla kanepeye yöneldi ve kendisini tüm yastıklarla gömülü olan kız kardeşi Zoe’nin yanına bıraktı.
Kanepe yumuşak ve huzurlu bir yer gibi görünse de, Elazia sadece birkaç saniye içinde bedeni sanki ağırsız bir taş gibi kanepeye oturdu. Bir yandan telefonu cebinden çıkarırken, mısırların gevrek sesini duyduğu bir anda ekranına odaklandı. Gözleri, bir an için ışıkla parlayan telefonun ekranına kaydı. Mesajlar, son aramalar ve gelen çağrılar arasında kaybolan dikkati, babası Gordan’ın saat 20.30’da yaptığı bir çağrıyı hatırlatıyordu. Ama bir geri dönüş yoktu. Zihninde bir şeylerin eksik olduğunu, bir eksiklik hissi taşıdığını hissetti. Annesi Anna’dan aldığı mesajlar da hala tek tikti, hiç yanıt yoktu. Ne de olsa bir şeyler ters gitmişti, bunu hissedebiliyordu. Büyükanne ve büyükbabasının da ev telefonuna ulaşamıyordu.
İçindeki kaygı kabarmaya başlamıştı. Amcası Hector’a da bir arama yapmış, ama ondan da hiçbir yanıt alamamıştı. Beş dakika geçmişti. O beş dakika… bir yanda saatin tik takları, bir yanda yanıt vermeyen telefon… Sanki bir şey bekleniyordu ama gelmiyordu. Beş dakika, bir normal son çağrı süresi olabilirdi, ama Elazia amcasının her durumda, her koşulda telefonu açacağını bilirdi. Hangi saatte olursa olsun, hangi durumda olursa olsun… O, Elazia ve Zoe'yi seven, her zaman yanlarında olmaya çalışan, sevgi dolu bir amcaydı. O yüzden o beş dakikalık süre, Elazia’nın zihninde sanki sonsuz bir zaman dilimi gibi uzuyordu.
Öğle saatlerinde babası Gordan ile konuşurken, akşam yemeği için pizza söyleyeceklerinden bahsetmişlerdi. Ama o an, yemek ve pizza gibi sıradan şeyler hiçbir şey ifade etmiyordu. Annesi Anna da sabah okula giderken ona ve Zoe’ye matematik ödevini yapmaları gerektiğini söylemişti. O an, annesinin sesindeki güven verici ton hâlâ Elazia’nın kulaklarında yankı yapıyordu ama içindeki kaygı, her şeyin sıradanlığını yavaşça silip atıyordu. Gözleri, ekranda beliren zaman çizelgelerini izlerken, kaybolan cevaplar ve bitmeyen belirsizlik, bir başka evreye geliyordu.
Zoe, patlamış mısır kasesini biraz daha yakına çekerek, uzanırken mısır tanelerinin arasına ellerini daldırdı. Gözleri, ekranda hızlıca geçip giden televizyon kanallarına odaklanmıştı. Ama bir bakışta, Elazia’nın gerilmiş yüz hatlarını fark etti. Derin bir iç çekişle ve hala mısırları karıştırarak, kardeşine bakıp hafifçe gülümsedi. “Çok gergin görünüyorsun abla,” dedi, sesindeki rahatlık ve dikkatsiz ton, Elazia’nın içindeki huzursuzluğu görmemiş gibi.
Elazia, bir an için gözlerini kız kardeşinden kaçırdı, ama yine de ona bir şey söylemeden duramadı. Zihnindeki kaygı, her geçen saniye biraz daha büyüyordu. Zoe’nin rahat tavrı, Elazia’nın içinde biriken gerginliği daha da vurguluyordu. Zoe, kumanda ile kanallar arasında geziniyordu, ama Elazia’nın dikkatini sadece kendi düşünceleri çekiyordu. Zoe’nin endişesiz tavırlarına karşın, Elazia hala tedirgindi. İçinde bir şeyler eksikti. Onun için her şey sıradan bir akşam gibi görünmüyordu. Annesi Anna’nın sabahki ayrıntılı tavsiyeleri, babasının akşam yemeği için pizza sipariş etmeye karar vermesi, hepsi bir anda geçmişin sıradan olayları gibi uzakta kalıyordu. Zoe’nin söyledikleri, gerçekliğinden çok bir kaçış gibi geliyordu.
Zoe, kumandayı bir kez daha hızlıca çevirdi ve kanallar arasında kaybolan görüntülerden biri Elazia’nın gözlerini çekti. Zoe’nin sesi, Elazia’nın kaygılarına rağmen onu biraz olsun geri çekti. “Annem büyük ihtimalle Araştırma Merkezindedir, babam da suçluları kovalıyordur ve amcamsa bir barda içiyor olmalı,” dedi, sanki her şeyin yerli yerinde olduğunu düşünüyor gibi.
Elazia, kardeşinin söylediklerini duyarken, onun bu soğukkanlı ve rahat tutumuna, içinde birikmeye başlayan kaygı hissiyle tezat oluşturan bir hüzünle bakıyordu. Anne ve babasının meslekleri, ikisinin de ne kadar meşgul olduklarını ve bazen geç geldiklerini biliyordu. Ama bu gece, her şey biraz farklıydı. Annemin araştırma merkezinde olması, babamın suçluları kovalıyor olması, bunlar hepsi ne kadar tanıdık ve normal olsa da, Elazia’nın içinde gerginlik yaratıyordu. Amcasının barda içiyor olması ise, Elazia’nın aklında çözülmemiş bir soru gibi duruyordu.
Elazia, kız kardeşinin söylediklerine karşın gözlerini devirerek ters ters ona baktı. Gözlerindeki sinir, bir anlığına yüzüne yansıdı, fakat hemen arkasından içindeki huzursuzluk biraz daha derinleşti. Zoe’nin rahat tavrı, her zaman olduğu gibi Elazia’yı çileden çıkarıyordu. Kız kardeşi, onu hiç anlamıyor gibiydi. Elazia’nın gerginliği ve kaygısı biriken bir yük gibiydi, ancak Zoe, her zamanki gibi, tamamen farklı bir dünyada yaşıyordu. Kız kardeşi her durumda rahat olmayı başarırdı.
Zoe, başını kırlentlere gömerek, patlamış mısırları avuçlayıp ağzına attı. Mısırların gevrek sesi, Elazia’yı düşüncelerinden uzaklaştırırken, iç çekti. Kız kardeşi hala rahat, hala kaygısızdı. Zoe, mısırları yerken, “Biraz daha tuzlu yapabilirdin,” dedi. “Sonuçta bu patlamış mısır.” Elazia’nın içinde biriken gerilimden tamamen habersizce söylenip duruyordu. Konuyu değiştirmek istercesine söylenen bu cümle, Elazia’nın sabrını iyice sınırlandırıyordu. Kız kardeşi, gerçekten de her şeyin bu kadar basit olduğunu düşünüyordu.
Zoe, Elazia’nın koluna dokundu ve sesini alçaltarak, biraz daha şikayet eder gibi, “Ve kolam nerede? Kolamı unutmuşsun,” dedi. Sesindeki hafif alaycı ton, Elazia’nın sabrını iyice taşırmıştı. Kız kardeşi, onun kaygılarına ve endişelerine hiç yer vermiyor, sadece kendi rahat dünyasında, her şeyin üzerine konforla oturuyordu.
Elazia, artık dayanamayarak sinirle bir kırlenti kapıp, hızla kız kardeşine doğru fırlattı. Kırlent, Zoe’nin yüzüne doğru hızla ilerlerken, “Ayakların ve ellerin var. Mutfağa gidip alabilirsin velet,” diye kızgınca bağırarak söyledi. Sesi, tıpkı bir yıldırım gibi keskin ve sertti. Zoe, bir anlığına şokla bakakaldı, fakat sonra biraz daha alaycı bir şekilde kırlenti kenara iterek gözlerini devirdi. Elazia’nın kızgınlığına karşılık, o sadece hafifçe mırıldandı, sanki hiçbir şey olmamış gibi.
Zoe’nin Elazia’nın kızgın bakışlarına rağmen hiçbir şey olmamış gibi davranması, Elazia’nın öfkesini daha da körüklüyordu. Kırlent, Zoe’nin suratına çarpmıştı ama o, sadece bir anlığına şaşkın bir ifadeyle baktı ve sonra rahatça geri yaslandı. Bir kaşını kaldırıp, mısırları çiğnerken alaycı bir şekilde mırıldandı: “Her şey o kadar ciddiye alınacak kadar önemli mi, abla?”
Elazia, bu sözlere karşı kendini tutamayarak sertçe cevap verdi. “Üçüne de aynı anda ulaşamam sence normal mi?” Sesi, her kelimeyle daha sertleşiyor, her birinden daha fazla kaygı ve endişe akıyordu. İçindeki huzursuzluk giderek artıyor, birikiyordu. “Babam çağrılarıma geri dönmüyor ve annemin interneti kapalı.”
Zoe, omuzlarını silkip, başını tekrar kırlentlere gömerek, “Belki de karı ve koca olarak romantik bir gece geçirmek istemişlerdir,” dedi, sakince. Sessizce kıkırdadı. “Annem ve babam bizi bir gece ekti diye bu kadar gerilme abla.”
Zoe’nin sözleri ona anlamlı gelmese de, bu durumu sonlandırmaya karar verdi. “Saçmalama ama haklı olabilirsin.” dedi ve sesindeki keskinlik her geçen saniye arttı. Bir an durdu, sonra devam etti: “Belki de fazla tepki veriyorum,” dedi, anlık bir sakinleme yaşayarak.
Zoe, bir süre hiçbir şey demedi. Gözleri tavana kaymış, mısırları yerken, sanki Elazia’nın söylediklerini duymamış gibi davranıyordu. Ama Elazia, başka hiçbir şey duymak istemediği için gözlerini yumdu ve içinden derin bir nefes aldı. Rahatlamak için boynunu kütletti ve gerildi.
Bir süre sonra Zoe’nin sesi, huzursuzluğunu biraz olsun hafifletti. “Eğer biraz daha gecikirlerse kayıp ihbarı vermeye ne dersin?” diye sordu, alayla. “Bu içini rahatlatır mı?” Yine de sesinde bir alay vardı ama bu kez biraz daha yumuşamış gibiydi. “Kolamı da kendim alacağım. Mutfağa gitmek için ayaklarım var, biliyorsun,” dedi gülerek, bu sefer Elazia’nın öfkesini dindirecek gibi.
“Ellerinde var,” diye ekledi Elazie gülerek. Zoe mutfağa doğru hareket ederken, Elazia başını arkaya yasladı ve gözlerini tekrar kapadı. Gecenin gerilimi hala vardı, ama biraz olsun rahatlamıştı.
Zoe mutfağa doğru ilerlerken, Elazia derin bir nefes alıp gözlerini kapadı. O an, içinde biriken tüm kaygıların ve korkuların ağır yükü, omuzlarında hissettiği baskı daha da belirginleşti. Kafasında dönen düşünceler bir an olsun durmuyor, her an her şeyin yanlış gidebileceği fikriyle çalkalanıyordu. Ama aynı zamanda, bu kaygıların çoğunun gereksiz olduğunu, biraz fazla panik yapmanın aslında hiçbir şeyin çözümüne katkı sağlamayacağını da biliyordu. Kardeşinin kaygısız tutumu, Elazia’yı bir nebze olsun rahatlatıyordu. Zoe’nin söyledikleri, hiç de ciddiyetle almadığı o basit cümleler, Elazia’nın içindeki gerginliği, komik bir şekilde bir nebze olsun hafifletmişti. “Gerçekten o kadar panik yapacak bir şey var mı?” diye düşünüyordu içinden. Kardeşi her zaman bu kadar rahat olabiliyordu, belki de gerçekten fazla düşünüyordu.
Zoe, mutfaktan dönerken, Elazia başını yavaşça kaldırıp, yumuşak bir gülümseme ile karşılık verdi. Kardeşinin kaygısız tavrı karşısında, biraz olsun yumuşayan ruh haliyle ona bakıyordu. O kadar da kötü değildi, değil mi? Kaygı, gerginlik ve endişe... Belki de her şey biraz daha basitti. Belki gerçekten de fazla abartıyordu.
“Gerçekten belki de biraz fazla abartıyorum,” dedi Elazia, sesinde hafif bir yumuşama vardı. Kendine itiraf ediyordu, fazla kaygının sadece daha fazla gerginlik yaratmaya neden olduğunu biliyordu. “Bazen bu kadar kaygı sadece beni daha da geriyor,” diye ekledi, bu kelimeleri söylerken omuzlarındaki yük biraz olsun hafifliyordu.
Zoe, kolasını alırken, Elazia’nın gözlerinden rahatlamayı fark etti ve hafifçe gülümseyerek, “Sana söyledim abla, gecikseler de her şey yolunda,” dedi. Kollarını havada hareket ettirerek, “Ya bir akşam kaçamağı yapıyorlardır, ya da işlerin bitmesi zaman almıştır,” diye espriyle ekledi. Onun bu kaygısız, rahat tavrı, Elazia’nın biraz daha gevşemesini sağlıyordu.
Elazia, başını hafifçe sallayarak, “Evet, belki de,” dedi ama yine de içindeki huzursuzluğu tamamen atamamıştı. Hala kaygılar vardı, ama biraz olsun hafiflemişti. İçindeki bu kaygıyı atmak, Elazia için hala kolay değildi ama Zoe’nin rahat tavrı bir nebze ona yardımcı olmuştu. “Hadi bir film aç ve izleyelim,” dedi, biraz daha sakinleşmiş bir şekilde.
Zoe, bir yudum kolasını içtikten sonra, bir an duraksadı, ama bir şey demeden kumandayı eline alarak ekranları yeniden değiştirmeye başladı. Bu kadar basit bir şey yapmak, Elazia’yı rahatlatmaya yetiyordu. Zoe komedi kategorisinde hızlıca bir film buldu ve kısa bir an sonra kendilerini filme kaptırmışlardı. O an, Elazia için zaman biraz daha yavaşlamıştı, ruh hali biraz daha yumuşamış, gerginlikten biraz olsun uzaklaşmıştı. Her geçen dakika, kaygılarının biraz daha azalmasına neden oluyordu. Zoe, izledikleri filmdeki komik bir sahneye gülerken, Elazia hafiflemiş bir şekilde ona eşlik etti. Gülümsemek, bir süreliğine kaygıları geride bırakmak, çok daha rahatlatıcıydı. Birkaç uzun dakika boyunca odada sessizlik hakimdi, sadece televizyonun arka planda çalan sesi ve bu sessiz anın huzurlu atmosferi vardı. Kaygıları tamamen kaybolmasa da, artık onları daha yönetilebilir bir şekilde hissedebiliyordu. İçindeki baskı, sıkışmışlık hissi biraz olsun gevşemişti. Zoe’nin kaygısız tavrı, Elazia için gerçek bir rahatlama kaynağıydı. Kız kardeşi, her durumda soğukkanlı kalabiliyor ve ona ihtiyaç duyduğunda en büyük destek oluyordu.
Zoe’nin gözleri ekrana odaklanmışken, Elazia bir an için sadece kardeşinin yanında olmak ve bu anın tadını çıkarmak istedi. Zoe izledikleri filmdeki bir espriye kahkahalarla gülerken, Elazia da gülerek ona eşlik etti. Birlikte gülmek, gerilimin biraz olsun çözülmesine yardımcı oluyordu. Aralarındaki bu rahatlık, Elazia’yı bir nebze olsun huzurlu hissettiriyordu. Ancak birden, televizyonun ekranı kararmaya başladı. İlk başta Zoe, sadece küçük bir sinyal sorunu olduğunu düşündü, ama hemen ardından ekranda beliren acil durum yayını yazısı, her şeyin değişmesine neden oldu. Ekrandaki görüntü hızla bozuldu ve yerine kırmızı şeritlerle çevrili büyük harflerle yazılmış bir mesaj belirdi:
VATANDAŞLARIMIZA DUYURULUR. BU BİR ACİL DURUM YAYINIDIR.