Zoe’nin yüzünde daha fazla endişe belirginleşmeye başladı. Elazia, tüyleri diken diken olmuş bir şekilde ekranın her detayını dikkatle izlerken, tüm gece boyunca hissedilen rahatlık ve güven duygusunun kaybolduğunu fark etti. Ekrandaki yazı, her şeyin değişeceğini ve daha fazlasının olduğunu işaret eder ggibiydi.M İki kardeş de birbirlerine bakarak, ne yapacaklarını, ne olacağını anlamaya çalışıyordu. Sessizlik, bir anda odanın her köşesine yayıldı. Sadece televizyonun kırmızı şeritli mesajının ardındaki belirsizliğe odaklanmışlardı. Gözleri birbirine kenetlenmişti, bir yanda korku ve belirsizlik, diğer yanda bu karmaşanın içinde nasıl bir yol izleyecekleri sorusu vardı.
Zoe, Elazia’ya baktığında ablasının gözleri hâlâ ekranın donuk ışığında sabitlenmişti. Kendi içinde bastırmaya çalıştığı huzursuzluk, ekranın kararıp o kırmızı yazı belirdiği anda yükselmiş, kalbinin atışlarını hızlandırmıştı. Artık mısır kâsesi dizlerinin üzerinde öylece kalmış, kolası yarım kalmıştı. İçini kemiren belirsizlik, gözbebeklerinde yavaş yavaş bir korkuya dönüşüyordu. Elazia ise dışarıdan bakıldığında hâlâ sessizdi ama çenesinin kenarında sıkılan kaslar ve alnındaki hafif gergin çizgiler onun da içten içe ne kadar tetikte olduğunu belli ediyordu.
Zoe, ablasının sessizliğinden daha çok rahatsızlık duyuyordu. Elazia normalde bir kriz anında hemen kontrolü eline alır, yüksek sesle düşünür, plan yapardı. Ama bu defa, sadece izliyordu. Elini kardeşinin omzuna koyarken, “Sadece izleyelim. En fazla ne olabilir ki?” dediğinde sesi neredeyse fısıltı gibiydi ama tonunda ciddi bir gerilim vardı. Parmaklarının Zoe’nin omzunda biraz fazla sıkıldığını fark eden Zoe, yutkundu.
Televizyon ekranında önce parazitli bir geçiş oldu, ardından ani bir “Acil Durum Yayını” bistrosu geçti. Alarm sesleri arka planda yankılanıyor, kırmızı şeritler ekranın altını sarıyordu. Birkaç saniye sonra stüdyo görüntüsüne geçildi. Kadın spikerin yüzü ışıkların altında terliyordu, dudakları kuru ve gözleri donuktu. Elinde tuttuğu kağıtları sıkıca kavrıyor, başı hafifçe öne eğik bir şekilde, sanki kendini toparlamaya çalışıyordu.
“İyi… iyi akşamlar sayın seyirciler,” diye başladı, sesi çatallıydı. “Size ulaştıracağımız haber... üzülerek söylüyoruz ki son derece olağandışı ve endişe verici. Az önce Ulusal Güvenlik Ajansı’ndan alınan resmi bilgilere göre, şehir merkezinde tanımlanamayan ve giderek artan şiddet olayları yaşanmıştır.”
Kağıtlara göz gezdirirken sesi kısa süreliğine kesildi, derin bir nefes aldı.
“Yetkililer, bu olayların bilinen hiçbir hastalık ya da toplumsal hareketle açıklanamayacak kadar sıra dışı olduğunu belirtti. Görgü tanıklarının ifadelerine göre, saldırganlar son derece agresif, bilinçsiz bir şekilde hareket ediyor ve çevrelerindeki insanlara rastgele saldırıyorlar.”
Kameranın hafifçe yaptığı yakın çekimde, kadının göz bebeklerinde korku açıkça görülebiliyordu. Ellerini kağıtlardan ayırmadan devam etti:
“Yaralanan bireylerde benzer belirtiler gözlemlenmiş; kısa süre içinde şuur kaybı, yüksek ateş ve davranışsal bozukluklar bildirilmiştir. Şu an için enfeksiyonun kaynağına dair resmi bir bilgi bulunmamaktadır.”
Ekranın sağ üst köşesinde, “Gizli görüntü – Seyirci Uyarısı” ibaresiyle birlikte sansürlenmiş amatör videolar gösterilmeye başlandı. Bozuk bir cep telefonu kamerasından çekilmiş karelerde, arka sokaklarda sarsak adımlarla yürüyen insanlar; kimi yerlerde başkalarına saldıran, çığlık atan, yerlerde kıvranan kalabalıklar görülüyordu. Bazı sahnelerde polislerin panikle ateş açtığı; bazılarında ise kontrolsüzce kaçışan topluluklar seçilebiliyordu.
Spikerin sesi, görüntülerin arka planında titrek ama net şekilde devam etti:
“Yetkililer, bu kişilerin henüz tanımlanamayan bir etkenin etkisiyle bilinç dışı şekilde hareket ettiklerini belirtti. Bu nedenle, Sağlık Bakanlığı ve Ulusal Kriz Merkezi’nin uyarısıyla şu açıklamayı yapıyoruz: Lütfen evlerinizden çıkmayın. Kapı ve pencerelerinizi kilitleyin. Elektronik cihazlarınızı şarjda tutun. Sadece resmi kanallar aracılığıyla gelen bilgileri takip edin. Bu kriz durumu kontrol altına alınıncaya dek dışarı çıkmak kesinlikle önerilmemektedir.”
“Hükümetimiz, olayların başladığı bölgelerde güvenliği sağlamak ve yaşanan olayları kontrol altına almak amacıyla askeri birlikleri sevk etmiştir. Daha fazla bilgi edindikçe sizlere aktaracağız. Lütfen sakin olun ve yetkililerin yönergelerine uyun.”
Stüdyodaki sessizlikte sadece kağıtların hafifçe hışırdadığı, ışıkların altında terleyen spikerin yutkunma sesi duyuldu. Son bir cümle daha kurdu ama gözlerinde yaşaran bir ifadeyle:
“Bu bir tatbikat değildir. Lütfen… sevdiklerinizi arayın, güvende olduklarından emin olun ve evlerinizde—” Spiker kadının sesi cümlesinin sonuna yaklaşırken birden arka plandan tiz ve boğuk bir çığlık yükseldi. Sanki stüdyonun sessizliğini bir bıçak gibi yırtan bu ani ses, hem Elazia’nın hem Zoe’nin tüylerini diken diken etti. Gözlerini ekrana kilitlemişlerdi, ama şimdi ekranda olanlar bir haber yayını değil, neredeyse bir kâbusun canlı aktarımıydı.
Kameranın açısı bir anda sarsıldı, görüntü dalgalandı, sonra düşerken kısa bir anlığına yerden geçen insanların ayakları kadraja girdi. Kalın siyah topuklu ayakkabılar, koşan bir prodüksiyon görevlisinin tozlu spor ayakkabıları, ardından yere çarpan bir nesnenin metalik sesi… Spikerin paniklemiş sesi duyuldu, sonra bir çığlık—keskin, çaresiz, ürkütücü. Kadın, “Hayır! Hayır durun!” diye bağırdı ama cümleleri yarım kaldı; üzerine atılan bir adamla birlikte yere yuvarlandıkları sesi geldi. Görüntü tamamen sabit değildi, kameranın yan düşmesiyle birlikte eğik ve kısmen bulanık bir açıdan çekilen sahnede, kadının bir kısmı hâlâ görünüyordu.
Sonra o ses geldi. Etin yırtılması. Islak, iç burkan bir ses. Zoe birden ağzını elleriyle kapattı ama yine de boğuk bir çığlık dudaklarından kaçtı. Gözleri dehşet içinde büyümüştü. Elazia’nın gözleri donuklaşmıştı; açık kalmış ağzıyla, nefes bile almadan olanları izliyordu. Spiker kadının çığlıkları şimdi kulakları yırtan bir yoğunluğa ulaşmıştı. “Lütfen! Ah—AHH—Hayır! Bırak beni!” Sesler arasında tıslayan nefesler, başka insanların panik içinde bağırmaları, yere düşen kameranın kadrajına yansıyan karanlık silüetler vardı.
Kısa bir süreliğine görüntü bulanıklaştı ama netleştiğinde, yerde biriken kana, etrafa saçılmış kırmızı sıvıya ve spikerin artık kıpırdamayan bedenine odaklandı. Başı bir tarafa düşmüştü, bir kolu ters açıyla bükülmüş, elindeki kağıtlar kana bulanmıştı. Organlara benzeyen yapılar yerdeydi. Kamera titremeye devam ederken, stüdyoda koşuşturan insanların ayakları tekrar belirip ortadan kayboldu. Bir kadının “Kapatın! Yayını kesin!” diye bağırdığı duyuldu ama sesi bastıran başka bir çığlık yayına son noktayı koydu.
Görüntü birden kesildi.
Ekran siyaha büründü. Saniyeler sonra, kırmızı zemin üzerinde beyaz kalın harflerle “ACİL DURUM YAYINI – EVLERİNİZDE KALIN – BU BİR TATBİKAT DEĞİLDİR” yazısı belirdi. Altta sürekli dönen bir uyarı metni, insanların panik yapmaması gerektiğini, radyo ve televizyon yayınlarını takip etmeleri gerektiğini bildiriyordu. Fakat bu kelimeler artık ne Elazia’nın ne de Zoe’nin zihninde anlam taşıyordu.
Zoe, dudaklarını sıkıca ısırmış, gözyaşları göz pınarlarında birikmiş halde, titreyen elleriyle Elazia’nın eline uzandı. Avuç içleri buz gibiydi. Elazia ise hâlâ gözlerini ekrandan ayıramamıştı. Derin bir nefes alıp sonunda tutmakta olduğu soluğu bırakabildi. Nefesi sanki akciğerlerinden değil de, ruhunun en derin yerinden çıkıyormuş gibiydi. Gözlerini yavaşça kırptığında, Zoe’yle göz göze geldi. O an konuşmadılar. Gözleri her şeyi anlatıyordu: Korkuyu, şoku, inkarla karışık dehşeti. Zoe’nin gözlerinde küçük bir çocuk gibi korunma arayışı vardı; Elazia’nın bakışlarında ise ilk defa gerçek bir çaresizlik… Ve sessiz bir anlaşma gibi, o an her ikisi de fark etti: Bu, artık sadece bir haber yayını değildi. Bu, başlamakta olan bir kâbusun ilk adımıydı.
Uzun, ağır bir sessizlik çökmüştü odaya. Sanki duvarlar bile nefes almıyor, televizyonun artık siyah bir boşluğa dönüşmüş ekranı tüm gerçekliği yutmuş gibiydi. Elazia'nın bakışları hâlâ ekrandaydı ama zihni çoktan başka yerlere kaymıştı. Yutkundu. Boğazı düğümlenmişti. Derin bir nefes aldı ama ciğerlerine tam dolmadı. Sesi çatallı ve donuk çıkarken, “Anne ve babamı bulmalıyız,” dedi. Bu söz, aslında içinde patlamaya hazır bir düşüncenin sonunda dökülmesiydi; korku ve panikle yoğrulmuş bir içgüdü. Zoe, ablasının sesindeki tınıyı hemen fark etti. O da ekrana bakıyordu ama artık görüntü değil, ablasının söyledikleri yankılanıyordu kulaklarında. Bu cümleyi bir emir gibi algıladı. Hiçbir şey sormadan, hemen kanepeye atılmış, telefonunu aldı. Parmakları titreyerek ekranı kaydırdı, rehberde babasının adını buldu. “Baba” yazısına dokundu. Hemen ardından çalan uzun uzun sinyal sesleri…
“Elazia, çalıyor…” dedi fısıltıyla ama bu bir umut cümlesi değildi. Gözleri, aramanın her saniyesinde biraz daha korkuyla doluyordu.
Elazia ise çoktan ayağa kalkmıştı. Yalınayak halının üzerinden salona doğru hızlı adımlarla volta atıyordu. Elinde hâlâ kendi telefonu vardı. Parmakları ekran üzerinde titreyerek annesinin ismini aradı. Numaranın üzerine basmasıyla birlikte salonda yine sinyal sesi yankılandı, ama bu kez daha da uzun, daha da boş.
Dakikalar geçti. Her iki telefon da aramalar cevapsızdı.
Zoe yavaşça telefonu kulağından çekti, ekran ışığı gözlerini yaktı. “Açmıyor…” dedi, sesi kısıktı, neredeyse çocukça bir kırılganlıkla. Elazia aynı anda annesine ulaşmaya çalışmayı bıraktı. Telefonunu indirdi, bir an boş boş ekranına baktı. Gözleri yorgun, yüzü solgundu. Ardından başını kaldırıp kardeşine baktı ve sadece “Cevap vermiyor.” diyebildi.
Zoe hızla ayağa kalktı. Gözleri parlıyordu, hem korku hem öfke doluydu. “Babamın diğer arabası garajda. Gidip onları bulalım!” dedi kararlı bir tonda, sanki hareket etmek bütün bu kâbusu sona erdirecekmiş gibi. “Polis departmanı ve araştırma merkezinin yerini biliyoruz.”
Ancak Elazia hemen başını salladı, gözleri bir anda sertleşmişti. “Hayır,” dedi kısa ama kesin bir sesle.
Zoe öne doğru bir adım attı, yüzü ablasına yaklaştı. “Ne burada durup ne yapacağız Elazia? Oturup korkudan titreyerek mi bekleyeceğiz? Annemle babamı bulmalıyız!”
Elazia kardeşine doğru bir adım attı ve onun omuzlarından tutarak yavaşça kanepeye yönlendirdi. “Hayır,” dedi tekrar, sesi daha yumuşak ama titrekti. “Dışarısı güvenli değil. Televizyonda olanları sen de gördün. O kadın… o spiker... canlı yayında öldürüldü. İnsanlar birbirine saldırıyor. Ne olduğunu bilmiyoruz ama dışarı çıkmak aptalca olur.”
Zoe, ablasının ellerini omzunda hissedince irkildi ama hemen ardından omuzlarını sertçe silkti. “Babam gibi konuşma!” diye çıkıştı. Gözlerinden yaşlar boşalmaya başlamıştı. “Araba kullanmayı biliyorsun! Gitmeliyiz, Elazia. Öylece burada duramayız! Annem, babam, amcam! Büyükannem ve büyükbabam dışarıda!”
Elazia gözlerini kaçırdı, sonra derin bir nefes aldı. Sakin olmaya çalışıyordu ama sesi hala titriyordu. “Birincisi, ehliyetim yok. Araba kullanıyor olabilirim ama bu yasal değil. İkincisi, annemiz doktor, babamız polis. Böyle bir durumda kesinlikle göreve çağırılmışlardır. Belki de kasıtlı olarak ulaşamıyoruz onlara. Üçüncüsü… dışarısı gerçekten çok tehlikeli Zoe. Ve biz… biz iki kişiyiz. Savunmasızız. Silahımız yok, kendimizi savunabileceğimiz hiçbir şeyimiz yok. Evde kalmak daha güvenli. Beni duyuyor musun Zoe?”