Helen oturduğu yerden kalkmadan yatağın üzerine oturan Mustafa'ya doğru bakıp önüne döndü. Elini dudaklarına gitti. Dilini dudaklarına dokundurdu. Mustafa'nın dudaklarının tadı vardı hâlâ dudaklarında. Masanın üzerinde kağıda kaydı gözleri. Elleri indirdi, masadaki kalemi eline aldı.
Mustafa üzerindeki kaftanı çıkartıp yatağın kenarına doğru koydu. Helen'e doğru kısa bir bakış attı. Az önce olanların etkisi altında çıkmadığını anlayınca gülümsedi.
Helen elinde kağıdı kalemi bıraktı. Yerinden kalkmaya korkuyordu. Masanın üzerindeki kağıtlara bakmaya başladı. Dilber hatunun kağıdı aldı eline. Karışık karışık şeyler yazmıştı, ne yazdığını bile anlamazken bu dili nasıl öğreneceğini düşündü. Kağıdı masanın üzerine geri bıraktı. Karşısında olan balkona doğru baktı. Mustafa'nın varlığını hissetmek Helen'i daha fazla heyecanlandırıyordu. Balkonda gelen temiz havayı ciğerlerine kadar çekti.
Ayak seslerini duyunca Helen hemen eline kalem aldı bir şeyler yazıyormuş gibi yaptı önündeki kağıda.
Mustafa, Helen'in karşısına oturdu. Temiz bir kağıt aldı, Helen'e doğru baktı. Bir şey yazıp Helen'e doğru uzattı.
Helen'e kağıtta yazandan hiçbir şey anlamamıştı. Sorarcasına Mustafa'ya baktı.
"Ne yazdığını merak ediyor musun?" kağıdı eline geri aldı Mustafa. "Öyle ise bil ki yazılan güzeldir. Anlayan ise... Eğer dilimi öğrenirsen burda ne yazdığını bileceksin. O zamana kadar bu kağıt bende kalacak. Ne zaman her şeyi tam olarak öğrenirsen bu yazdığım şeyi o zaman sana geri veririm." Kağıdı katlayıp belindeki kuşağa koydu Mustafa.
Helen, Mustafa'dan gözlerini alamıyordu, kağıda ne yazdığını ise deli gibi merak ediyordu. Bu kadar çabuk öğrenmesi imkansızdı ama Helen'i kağıtta ne yazdığını bilmek için sabah akşam bu dili öğrenmek için çalışmaya karar vermişti. Mustafa'nın, kendi dilini akıcı bir şekilde konuşması hoşuna gidiyordu. Tek bir harfi bile ağzından yanlış çıkmıyordu. Helen hayret etmişti İtalyancayı bu şekilde güzel konuştuğu için.
Mustafa, Helen'in yazdığı kağıtları aldı bu sefer. Kendisi ismini görünce gülümsedi. Helen'e baktı. Yeniden kalemi eline alıp Helen'in ismini yazdı. Helen'e doğru uzattı.
"Ne yazdınız?" kağıda yazılmış harfleri anlamıyordu.
"Adımı yazmışsın. Ben de senin adını kendi dilimde yazdım." diye cevap verdi Mustafa. Helen yazılmış harflere dokundu. Mustafa'nın el yazısı bile çok güzel diye düşündü. Bakışlarını kaldırıp Mustafa'ya bakmak istiyordu ama cesaret edemiyordu. Mustafa'nın masanın üzerindeki eline baktı. Yakut taşının içine yazı vardı. Helen ne yazdığına baksa da yazılanı anlamıyordu.
Mustafa, Helen'in yüzüğüne baktığını görünce elini Helen'e doğru uzattı.
"Bak tuğra diyoruz. Yani bir padişahın ismi ve imzası yüzük." diye açıklama yaptı Mustafa.
Helen, Mustafa'nın yüzük olan parmağını tuttu sadece. Yüzüğü incelemeye başladı. Yakutuğun ışığı gözlerini alıyordu. İçindeki yazı ise hoş bir görüntü oluşturmuştu. Yüzüğü hayran olmuştu Helen. Mustafa'nın parmağını bıraktı. Oturduğu minderden kalktı.
"Ben burda hapis gibi yaşamak istemiyorum. Eğer benim serbest bırakırsanız yani saray içinde bir daha kaçmak için olay çıkarmam." dedi balkona doğru ilerlerken Helen.
Mustafa da oturduğu yerden kalktı, Helen'in arkasından balkona çıktı. Helen'in olduğu yerden en uzak yerde durdu. Ellerini arkasında birleştirdi.
"Sana güvenmem için bana bir sebep göster. Bende benim izin verdiğim kadar sana izin vereyim." dedi Mustafa, başını gökyüzüne kadar kaldırdı.
Helen ne diyeceğini bilemiyordu, Mustafa'ya verecek bir sebebi yoktu. Mustafa'ya doğru baktı, gökyüzüne baktığını görünce Helen de bakışlarını gökyüzüne doğru çevirdi.
Rüzgarın esintisi müzik şöleni, kuşların sesi ise şarkı gibi geliyordu kulağına. Balkonun en uç köşesine doğru ilerledi, gözlerini gökyüzünden ayırmadan.
Mustafa bakışlarını Helen'e doğru çevirdi. Ne kadar uzaklaşsa bile Helen bir adım yakınında oluyordu. Birbirlerine doğru çekiliyorlardı. Helen'in yüzünü izledi Mustafa. Güneşin yüzünü aydınlatmasına hayran kalmaması elinde değildi. Değerli mücevher gibi parlıyordu Helen'in yüzü. Bakışlarını başka bir yöne çevirmek istedi Mustafa ama bakışları takılıp kalmıştı. Mucizevi güzelliğiyle Mustafa'yı büyülüyordu. Mustafa, Helen'in hayal olduğunu sandı bir an.
Helen bakışlarını gökyüzünden alıp karşıdan görünen denize doğru çevirdi. Eskisi gibi denizin yanında olmak istedi. Rüzgarın yüzüne doğru savurduğu saçlarını geri doğru attı. Her defasında rüzgar saçları farklı yöne savuruyordu. Yana doğru döndü, kendisin izleyen Mustafa'dan habersizdi. Gözleri Mustafa'nın kendisine bakan gözlerine değdi. Gülümsedi Helen.
Mustafa sağ elini kaldırıp Helen'in yüzüne gelen saçların kulağını arkasına sıkıştırdı. Israrla saçları yüzüne doğru geliyordu. Mustafa, Helen'e doğru yaklaştı, Helen'in savrulan saçları Mustafa'nın yüzüne vuruyordu. Mustafa'nın gözleri usulca kapandı. Yüzüne doğru gelen saçların kokusunu içine çekti. Gözlerini açıp Helen'i kendine doğru çekti. Dağılan saçlarını eliyle toplayıp burna götürdü, derince kokusunu içine çekti. Bir eli Helen'in belinde bir eli ise saçlarını tutuyordu.
Helen, Mustafa'nın neden birden kendisine sarıldığını anlayamadı. Başı Mustafa'nın göğsündeydi. Parmak uçlarına basarak yükseldi. Başını Mustafa'nın boyun girintisine koydu. Ellerini Mustafa'nın sırtına koydu.
Mustafa sanki Helen'in kokusuna hasret kalmış gibi kokusunu içine çekiyordu. Helen'in nefesini boynunda hissedince kendini biraz geri çekti. Helen'in yüzünün avuçları arasına aldı. Yüzüne yaklaştırdı yüzünü. Yanaklarını bir buse kondurdu Mustafa önce, sonra burnun ucuna dokundurdu dudaklarını, Helen'in alnına yasladı. Helen'in kapanmış gözlerine baktı. Helen'in de kendisinden bu kadar etkileniyor olması hoşuna gitti Mustafa'nın. İçindeki derin hisselerin karşılıksız olmadığını biliyordu. Helen'in de kendisine karşı bir şeyler hissettiğini anlamıştı. Bir kuş gibiydi Helen. Avuçları arasına almıştı Mustafa; bırakırsa uçup gider, çok sıkarsa ölürdü.
Helen kapalı gözlerini açtı. Burnunu Mustafa'nın burnuna sürttü. Mustafa gülümseyince dudaklarına kaydı Helen'in bakışları. Küçük bir buse kondurdu Mustafa'nın dudaklarına. Geri çekilecekken Mustafa izin vermedi.
Kendine doğru iyice çekip dudaklarında öpmeye başladı Mustafa. Öpüşü derinleşince zorla kendi geri çekti. Dudakları mühürlenmişti sanki Mustafa'nın.
Kapının çalındığını duyan Helen hızla kendini Mustafa'nın elleri arasından kurtardı.
Mustafa hızla odaya girip kapıyı açtı. Karşısında Ahmet paşayı görünce şaşırdı. Önemli bir şey olmazsa odasına kadar gelmeyecegini biliyordu Mustafa. Kaşlarını çatarak baktı Ahmet Paşa'ya.
"Padişahım mühim bir mesela olmasaydı. Sizi rahatsız etmezdim. Önemli bir malumat aldık." dedi İbrahim paşa başını öne eğdi.
Mustafa arkasındaki Helen'e bakıp odadan çıktı. Koridorda yürürken Ahmet Paşa'nın konuşmasını bekliyordu.
"Padişahım, halk arasında bazı söylentiler vardı. Biz kulak asmadık, ama isyana yol açacak durumda. Prensesi istiyorlar. Eğer kral öldüyse prenses de ölecek diyorlar. Saray kapısına dayanmışlar. Önce size danışmak istedik." dedi İbrahim paşa. Durumun vahim olduğunu anlayan Mustafa saray kapısına doğru ilerledi.
Ahmet paşa, Mustafa'ya ne kadar dışarı çıkması tehlikeli olduğunu söylese de Mustafa kimseyi dinlemedi. Askerlerin getirdiği atına bindi. Saray kapılarını açtırdı. Saray kapısında öfkeli halka doğru ilerledi. Mustafa'nın geldiğini gören hürmetle Mustafa'nın önünde eğildiler.
"Ne için geldiniz? İhtiyacınız olan her şey karşılanmadı mı?" diye bağırdı karşındaki halka doğru.
"Prensesi isteriz. Kral öldüyse onunda yaşaması doğru değildir." diye halkın içinden biri konuştu. Mustafa gözleri konuşan kişiye doğru kaydı. Genç bir adamdı. Mustafa'nın kendine baktığını fark edince adam başını yere doğru eğdi.
"Prenses artık benim haremimdir. Kimsenin söz söylemeye hakkı dahi yoktur. Bundan sonra saraya böyle şeylerle gelmeyin." diye bağırdı Mustafa. Öfkesine engel olmak istiyor fakat buna cüret ettikleri için çok sinirleniyordu Mustafa. Atıyla geri çekilecekken arkasındaki halk hep birden bağırmaya başladı.
"Prenses istiyoruz!"
Mustafa atından indi, belindeki kılıcı çıkardı. Halkı korkuyla geri doğru çekildi. Mustafa'nın kılıçını çıkarttığını gören askerler saray kapısına doğru koşup Mustafa'nın etrafından çember oluşturdu.
"Prenses benimdir. Kim bir padişahtan, padişahının olanı istemeye cüret eder!" Mustafa'nın dediklerinden sonra halk yavaşça geri çekilmeye başladı. Mustafa kılıcını kınına koydu. Öfkeyle saraydan içeri doğru girdi.
"Padişahım halkın içinde iyice ayaklanma çıkacaktır. Eğer prensesi verirsek....
Ahmet paşa sözünü devam ettiremedi. Mustafa duvara doğru ittirip boynuna hançeri dayadı. Ahmet paşa korkuyla yutkundu.
"O zaman o ayaklandırmayı durdur paşa. Eğer bir daha böyle bir şey dersen veyakut olur ise boynunu hiç düşünmeden keserim." bütün öfkesini Ahmet paşadan çıkarmaya çalışıyordu Mustafa. Ahmet paşa yavaşça başını olumlu bir şekilde salladı. Mustafa, Ahmet paşayı bırakıp hançeri beline koydu.
*******
Helen balkonda öylece kalakalmıştı. İçeri doğru girdi, yatağın üzerine oturdu. Yatağın köşesindeki kaftanı elleri arasına aldı, Mustafa'nın kokusu efil efil burnuna geldi. Kapı çalınca kaftanı elinde bıraktı hemen.
Dilber hatun içeri girdi, peşinden cariyeler tepsilerle girdiler. Helen ayağa kalkıp kapının yanına doğru ilerledi.
"Bir şey mi oldu?" diye sordu Helen. Dilber hatun endişeli görünüyordu. Başını olumsuzca salladı hemen Dilber hatun. Helen cariyeler baktı, bir şeyler olduğunu anlamıştı ama ne olduğuna anlam veremiyordu. Dilber hatun masayı gösterdi Helen'e.
Helen masaya oturdu. Dilber hatunda yanına oturdu. Yemeğini yerken aklı Mustafa'daydı. Bir şey olmuştu ve kimse Helen'e ne olduğu söyleniyordu. Helen meraklanıyordu. Mustafa'ya bir şey oldu düşüncesi aklına gelince kalbinde bir acı hissetti. Önüne koyulan yemeği yiyemedi.
"Sultan bir şey mi oldu?" diye sordu Helen, kalbindeki acı sesi susturamıyordu. Dilber hatun başını sağa sola salladı. Helen acı dolu gözlerle baktı. Masanın üzerindeki şerbeti alıp içti, içindeki acı tadı yok etmek istercesine içiyordu. Mustafa'yı görmeden içine rahat etmeyecekti.
Masadan kalktı, odanın içinde boğuluyor gibi hissediyordu kendisi.
"Ben sultanı görmek istiyorum." dedi sonunda Helen.
"Prenses, hünkarımız gayet iyi. Önemli bir devlet meselesi var sadece onunla ilgileniyor." dedi Dilber hatun, tereddütlü bir ses tonuyla. Helen'in bir şey yapmasından korkuyordu.
Helen inanmış gibi yaptı ama dediklerine inanmadı. İçindeki his bir şey olduğunu söylüyor kalbi ise agırlaştıkça ağırlaşıyordu. Yatağın üzerine uzandı. Dizlerini kendine doğru çekti. Aklına kötü şeyler gelmesini istemiyordu. Güzel şeyler düşünmeye çalıştı. Hangi ara Mustafa'ya bu kadar derin duygular hissettiğini düşünmeye çalıştı Helen. Gözlerinin önüne Mustafa'yı ilk gördüğü gün geldi.
Kapının sesini duyunca hemen yataktan kalktı Helen. Mustafa'yı görünce hemen koşarak boynuna sarıldı. Mustafa'ya bir şey olduğu düşüncesi Helen'i çok korkutmuştu. Sapasağlam karşısında görünce kendine engel olamadan sarıldı Mustafa'ya.
"Size bir şey oldu sandım Sultan." dedi Helen. Mustafa'dan uzaklaşırken eli ayağına dolanmıştı.
Mustafa, Dilber hatuna öfkeyle baktı. Bir şeyler söylediğini sanmıştı. Dilber hatun başını eğdi, odadan çıktı.
Mustafa'nın bakışlarını Helen'e doğru çevirdi. Yüzündeki endişeyi görünce kalbinde ince bir sızı girdi. Helen'in yanından geçip yatağın üzerindeki kaftanı aldı.
"Hazırlan bakalım, birden senin gözünden görelim Romayı." dedi Mustafa. Helen, Mustafa'nın dediklerini algılamaya çalışıyordu. Kelimeleri tek tek düşündü, dediği şeyi anlayınca yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Mustafa'ya doğru döndü.
"Hadi hazırlan, dışarda seni bekliyeceğim." dedi Mustafa. Mustafa odadan çıktı. Helen hemen kapıyı açıp Dilber hatunu içeri çağırdı.
"Sultan beni dışarı çıartacak. Bana çabuk hazırlan dedi." Dilber hatun, Helen'in dedikleriyle endişelenmişti.
"Tamam ben size bir şeyler getireyim." deyip odadan çıktı Dilber hatun.
Helen odanın içinde bir o yana gidiyor bir bu yana gidiyordu. Heyecandan yerinde duramıyordu. Kalbi heyecandan ağzından atıyordu gibi hissediyordu Helen.
Dilber hatun elinde kıyafetlerle içeri girdi. Helen kıyafetleri alıp hızla giyindi. Dilber hatun, Helen'in başına tülbent örttü, üzerine pelerin verdi. Helen pelerini giyince odadan çıktılar.
Helen koridordan koşarcasına yürüyordu. İlk defa kaçmadan bu saraydan çıkacaktı günler sonra. İçi mutluluktan kıpır kıpırdı.
Mustafa saray bahçesinde Helen'i bekliyordu. Gelen atına baktı. Fazladan bir at getirdiklerini görünce askerlere atı geri götürmelerini söyledi. Helenle aynı ata binmeyi düşünüyordu. Sarayın kapısında Helen'in geldiğini görünce atına bindi hemen. Helen'in yanına doğru ilerledi. Helen'e elini uzattı Mustafa. Helen uzanan eli hemen tuttu. Mustafa tek hamleyle Helen'i çekip arkasına bindirdi.
Helen sanki ilk defa dışarı çıkıyor gibi mutluydu. Mustafa'nın sırtından tutundu.
"Sarıl. Hızlıyımdır, düşme sonra." dedi Mustafa arkasındaki Helen doğru. Helen dediğini yapıp Mustafa'ya sarıldı. Attan düşmekten korkuyordu. Başını Mustafa'nın sırtına dayadı. At hareketlenince başındaki pelerini örttü hemen. Kolunu yeniden Mustafa'nın beline koydu.
Helen nereye gittiklerini bilmiyordu ama sarıldığı beden ona huzur veriyordu. Derin nefesler alıp veriyordu. Huzurun kokusu burnun direğini sızlatıyordu. Helen başını hafifçe kaldırıp nerde olduklarına baktı. Pelerini biraz açtı. Mustafa'nın omzuna koydu yeniden başını, atın üstünde ilerlerken etrafı izlemeye başladı. Özlemişti, şehrini. Doya doya bakmak istedi. Bir daha dışarı çıkmazdı belki diye düşündü.
At durunca başını kaldırdı Helen. Sabah izlediği denizin kenarına gelmişti. Mustafa attan inip Helen'i de indirdi. Helen denizin kenarına kadar yaklaştı. Karaya vuran suya dokunmak istedi. Denizin kenarına oturdu. Denizin kokusunu içine doğru çekti.
Mustafa ise Helen'i izliyordu. Helen'in mutluluğu ile mutlu olmuştu. Bakışları Helen'in gözleri gibi mavi olan denize çevirdi.
Helen'in eline denizin suyu değdikçe kalbini ferahlatıyordu. Ayağa kalkıp Mustafa'nın yanına doğru ilerledi.
"Teşekkür ederim. Beni en sevdiğim yere getirdiğin için." dedi Helen, Mustafa bir şey demeyip sadece gülümsedi.
Denizin kenarında yürümeye başladı Helen. Pelerini üzerinde çıkartıp kenara bıraktı. Etraf da olanları düşünmeden yürüyordu. Ayağına dolanan eteği hafifçe yukarı doğru kaldırdı.
Helen karşıda bir adam geldiğini görünce geri dönüp Mustafa'ya baktı. Adam Helen'i geri döndüğünü fırsat bilip elinde ki oku alıp Helen'e doğru fırlattı.
Helen sağ omzuna saplanan okla tiz bir çığlık attı. Sol elini kaldırıp omzuna dokundu. Başını kaldırıp karşısında yüzü maskeli adama baktı. Dizlerinin üstüne düşünce adam kaçmaya başladı. Eline değen kanı görünce korku bedeni esir almıştı.
Mustafa'nın yüzünü görünce ağlamaya başladı Helen. Helen'in burnuna kan kokusu gelince ağlaması daha çok arttı.
Mustafa, Helen'i hemen kucağına aldı. Etrafdaki askerlere bağırmaya başladı.
"Korkma bir şey olmayacak." dedi Mustafa. Helen başını salladı ama içindeki korku git gide artıyor.
Gelen at arabasına bindirdi Mustafa Helen'i. Helen omzundaki oka baktı. Omzunu hissetmiyordu. Kolunu kaldırmaya çalışınca keskin bir acı saplanmıştı koluna.
"Şimdi oku omzundan çıkartmam gerekiyor. Tek bir hamleyle çekeceğim. Acıyacak ama yapmak zorundayım. Kanaman cok." dedi Mustafa. Helen başını karşısında oturan Mustafa'ya çevirdi. Başını aşağı yukarı salladı, acıya dayanmak için sol elini yumruk yaptı. Başını sol tarafa doğru çevirdi.
Mustafa, Helen'in omzunda saplı olan okun ucundan sıkıca tuttu. Helen'e baktı, oku hızlıca çekti. Helen'in bağırış sanki Mustafa'nın kalbine saplanmıştı. Mustafa gömleğini yırtıp Helen'in omzuna doğru bastırdı.
At arabası durunca kapı açıldı, Mustafa, Helen'i kucağına alıp saraya doğru ilerledi.
Helen ağlamasına engel olamıyordu, acısı arttıkça daha da fazla ağlıyordu. Kolundan aşağıya akan kanı hissediyordu.
Mustafa hemen odaya girip Helen'i yatağa yatırdı. Gelen hekim kadın, Helen'in üzerindeki elbiseyi kesti. Yaraya dokunca Helen kendini geri doğru çekti.
Helen'in sağ göğsünden koluna doğru kestiler elbiseyi. Helen kolundaki yaranın verdiği acıyla duramıyordu. Sol eliyle yastığı aldı yüzünü yastığa bastırdı. Sesli bir şekilde ağlıyordu. Yastıktan dolayı sesi boğuk çıkıyordu.
Mustafa, Helen'in bu haline dayanamıyordu.
"Bir şey yap hekim kadın acısını dindir." diye bağırdı Mustafa. Yatağın sol tarafına geçip Helen'in elini tuttu Mustafa.
Helen sol tarafından Mustafa'nın varlığını hissedince yastığı bıraktı, gözlerini açtı.
Mustafa, Helen'in tüm acısını kendi üstüne almak istedi. Helen'in canı acıdıkça Mustafa'nın elini sıkıyordu.
Hekim kadın korkarak yaraya dokunuyor, yanlış bir şey yapacak diye her şeyi yavaşça yapıyordu. Mustafa'nın öfkesine korkuyordu. Helen'in yarasını sardırınca eline merhem aldı.
"Yarası derin değil. Her sabah bu merhemi sürerseniz. Yarası çabuk iyileşir." dedi hekim kadın, merhemi Dilber hatuna verip odadan çıktı.
Helen başını sağ tarafina doğru çevirip sarılı yarasına baktı. Üzerindeki elbisenin yeni kesildiğini fark etmiş gibi hemen sol elini Mustafa'nın avuçları arasından kurtarıp açık omzunu eliyle kapatmaya çalıştı.
Mustafa, Helen'in utandığını anlayınca yataktan kalkıp odadan çıktı.
Mustafa odadan çıktığında kapının önünde bekleyen silahtara öfkeli gözlerini çevirdi.
"Nasıl o kadar askerin arasından böyle bir şey oluyor Silahtar. Beni böyle mi koruyorsun? O adamı bugün içinde bulup önüme getiriyorsun zira senin cezanı kendi ellerinle veririm." dedi Mustafa.
"Emriniz olur hünkarım. Hemen bulacağım o adamı." deyip başını eğerek Mustafa'nın yanından ayrıldı.
Mustafa saray koridorunda ilerleyerek saray bahçesine çıktı. Helen'in mutlu olması için dışarı çıkarmıştı, böyle olacağı aklının ucundan bile geçmezdi. Oku Helen'in omzuna saplanmıştı ama Helen'i o halde gören Mustafa'nın kalbine de bir ok saplanmıştı. Helen'in acılı hali aklına geldikçe dışarı çıkardı için kendine kızıyordu Mustafa.
Gökyüzünün aydınlığını esir almıştı karanlık. Mustafa karanlığın içinde kaybolmuş gibi hissediyordu kendini. Karanlığın içinde saray bahçesinde yürüyordu. İçine derince temiz havayı çekiyordu. Helen'in yanına gitmek istiyor, o acılı bir halde görmeye dayanamıyordu. Bahçenin ortasına koyulmuş minderlerin üzerine oturdu. Kendini devamlı suçluyordu, adam bulunamadan kendi suçlamaktan vazgeçmeyecekti.
Mustafa minderlerin üzerine uzandı. Karanlığı izlemeye başladı, Helen'in burdan götürmezse eğer halk durmadan başka bir şey çıkartacak. Eğer burdan ayrılırsa da yeni fethettiği için tahtı bırakıp bir yere gidemezdi. Birden Helen'e nasıl bu kadar vurulduğu geldi aklına. Ona bir şey olmasına bile kıyamazken etrafında birileri zarar vermeye çalışıyordu. Helen'in nasıl koruyacağını düşünüyor, kendinden uzağa gönderse kalbi rahat etmez yakının da tutsa kalbinin esiri olurdu.
Mustafa uzandığı minderlerin üzerinden yavaşça doğrulup saraya doğru baktı. Helen'in varlığına ihtiyacı vardı. Ayağa kalktı, saraya doğru ilerledi.