19

2098 Words
Bir hafta geçmiş Mustafa yavaş yavaş kendine gelmişti. Ne saraya geri dönmüştü ne de çadırı terk edip yola devam etmişti. Kendini daha iyi hissedince herkesin toparlanmasını emretti. Yola çıkmaları için hazırlıklar tamamlanınca Mustafa askerin yanına doğru ilerledi. "Bugünden sonra yola çıkıyoruz. Geri dönmek yok, geri dönüş daha sonra olacak." diye seslendi Mustafa, askerlerine. Gelen atına binmedi, at arabasıyla gidecekti. Sırtındaki ağrıyla at binemeyeceğini düşünüyordu. Kendisi için at arabası getirdi askerleri. Mustafa at arabasına bindi, kimseye belli etmemeye çalışsa da kendini hâlâ tam olarak iyi hissetmiyordu. Başını bir yastık koymuştu Mustafa. At arabası yavaşça ilerliyordu. Canının yanmasına bir süre dayanması gerekiyordu, askerlerini uzun süre daha bekletemezdi, çadırlarda. Cem sultana, Roma'ya gelmesi için mektup göndermişti. Cem sultan Roma başında durmasını istememişti Mustafa. At arabasının yavaş hareket etmesi bile Mustafa'yı rahatsız ediyordu. Acısını zor dayananıyor ama sesini de çıkarmıyordu. Bir an önce İstanbul'a varmayı istiyordu. Gün kararmaya başladığın konaklamak için durmuşlardı. Mustafa'nın çadırı hemen kuruldu. Mustafa yanına Helen'i çağırdı. Bir daha Helen'i perişan bir halde görmek istemiyordu. Helen yolun verdiği yorgunlukla kendini bitkin hissediyordu. At arabasıyla ilk defa böyle uzun bir yolculuğa çıkmıştı. Mustafa'nın çadıra doğru ilerlerken kendisine bir cariye eşlik ediyordu. Çadıra girdiginde Mustafa kurulan minderlerin üzerinde oturuyordu. Yanına yaklaşıp hafifçe eğildi. Dogrulurken Mustafa yanındaki boş minderi gösterdi. Helen hemen Mustafa'nın yanındaki boş mindere oturdu. Mustafa, Helen'e doğru döndü. Ellerini tuttu, kollarınıda ki yaralara bakmak için elbisenin kollarını sıyırdı Mustafa. Helen ise dikkatlice Mustafa'yı izliyordu. Helen'in bileğindeki yaralar iyileşmiş, izleri hala duruyordu. Yerin üzerinde merhemi aldı eline Mustafa. İçindeki kremi parmağıyla alıp Helen'in bileğine nazik bir şekilde sürmeye başladı. Yavaş bir şekilde sürüyor acımasın diye yarasının üstünü üflüyordu. Mustafa bileklerine merhemi sürdükten sonra Helen'e döndü bakışları. Yumuşak bir şekilde bakıyordu. Helen, Mustafa'nın gözlerindeki şefkati görüyordu. Elini Mustafa'nın yüzüne koydu. Yavaşça yüzünü okşamaya başladı. Elleri saçlarına gitti. Mustafa gözlerini Helen'in gözlerinden ayırmadan bakıyordu. Yüzünü avucuna doğru çevirip Helen'in avucunu öptü. İkisinin de kalpleri bir olmuş, birbirleri için atıyordu. Mustafa gönlünü içinde aşkı anlayamıyor, Helen ise aşkının farkındaydı. Helen elini Mustafa'nın yüzünden çekti. Oturduğu minderin üzerinden kalktı. Mustafa'nın arkasına geçti, gömleğini yavaşça kaldırdı. İyileşmeye yüz tutmaya başlamış yarasını yavaşça dokundu Helen. Eğilip yaranın üzerine bir buse kondurdu. Mustafa'nın yaptığı gibi merhemin dudaklarında olduğunu düşünüyordu Helen. Helen'in dudakları sırtına değince Mustafa irkildi. Helen parmağıyla dokundu yeniden eline aldığı merhemi Mustafa'nın yarasına doğru sürdü. Hançerini yarası iyileşmiş fakat izi kalmıştı. Helen her dokunuşunda sanki yara kendisinde gibi içi açıyordu. Merhemi sürünce gömleğini indirdi. Mustafa'nın yanına oturdu. Mustafa, Helen'in elini aldı avuçları arasına. Helen'in ellerinin dudaklarına götürüp derince bir nefes çekti, sonra öptü elini. Gözleri derince bakıyordu Helen. Mustafa ayağa kalktı, Helen'in ellerini de tutup kaldırdı. Yatağa doğru ilerledi. Önce Helen'e yatağa oturttu sonra kendi oturdu. İkisi de yatağa uzandılar. Mustafa, Helen'i kendine doğru çekti. "Kokun sanki bana hayat olmuş, varlığın ise nefes." dedi Mustafa, Helen'in kulağına doğru. Helen başını Mustafa'nın göğsünden çekip gözlerine doğru baktı. Kalbinde olanları Mustafa'ya söylemek istiyor ama kalbindeki aşktan korkuyordu. Bir şey demeden öylece baktı Mustafa'nın gözleri içine. Yolun verdiği yorgunlukla ikisi de uykunun kollarına kendilerini bırakmışlardı. ******** İstanbul'a gelmeleri uzun sürmüş, sonunda Mustafa pahitahtına gelmişti. İstanbul yakınlarına atın binmişti halkını selamlamak için. Halk arasından geçerken herkes hürmetle Mustafa'nın önünde eğiliyorlardı. "Sultan Mustafa çok yaşa!" diye bütün halk bağırıyordu. Mustafa'nın gelişini halk sevinçle karşılamıştı. Mustafa'nın büyük başarısıyla gurur duyuyorlardı. Mustafa halkını atının üstünde selamlıyor. Atının üstünde dik bir şekilde duruyordu. Bir hançerlerle yenilemezdi. Babası kadar güçlü bir hükümdar olduğunu bütün dünyaya duyurmuştu, babasının isteğini yerine getirdiği için mutluydu. Halkının övgüsüyle kendiyle gururlanıyordu. Saray kapısı sonuna kadar açılmıştı. Yeniceriler kapının önünde karşılamıştı Mustafa'yı. Başlarını eğmiş sağ ellerini göğüsleri üzerinde yumruk yapmışlardı. Mustafa atından indi. Saraya doğru ilerledi. Ardındaki sesleri duymuyordu. Çok övgü duymak istemiyordu. Nefsini terbiye etmesi gerekiyordu. Övgünün büyüklenme gerektiğini biliyordu. Mustafa bu gücün kendisine Rabbinin verdiğini biliyordu. Onun verdiği güçle büyük bir fetih gerçekleştirmişti. Saraydan içeri girince onlardan önce yola çıkmış olan validesi karşıladı Mustafa'yı. "Aslanım." deyip oğluna sarıldı, Valide sultan. Mustafa etrafa toplanan kişilere baktı. Gözleri kendine bakan küçük şehzadesiyle kesişti, oğluna bakıp gülümsedi Mustafa. Validen sultandan ayrılıp şehzadesini kucağına aldı Mustafa. Oğlunun boynuna gömdü burnunu. Derince içine çekti hasret kaldığı kokusunu. "Selimim." dudaklarından oğlunun ismi çıkınca Selim geri doğru çekilip babasına doğru baktı. "Baba. Ben sizi çok özledim. O kadar bekledim ki sizi." dedi küçük Selim. Mustafa gülümsedi. Elini oğlunun yüzüne koydu, okşadı. "Bende özledim Şehzadem. Geldim bak. Biraz geç oldu ama." Selim, kollarını kaldırıp Mustafa'yı kendisine doğru çekti. Selim kucağından indirdi Mustafa. Kız kardeşine sarıldı. Selim'in annesi Fatma umutla Mustafa'ya bakıyordu. Mustafa kendisine bir şey demeden yanından geçti. Mustafa'nın sadece tek bir oğlu vardı. Nigar hatunun başka kimseyi gözü görmediği için kimseye dokunmamıştı. Selim ise valide sultan sayesinde olmuştu. Mustafa bir an önce odasına girip dinlenmek istiyordu. Peşinden gelen kimseyi umursamadan odasına girdi. Mustafa'nın bu haline herkes şaşırsa bir şey diyememişlerdi. Mustafa odasına girdiğinde kendini hemen yatağına doğru bıraktı. Sırtındaki yara yol boyunca canını yaksa da zamanla kabuk bağlamıştı. İstanbul'a ayak bastığında aklına Nigar hatun düşmüştü Mustafa'nın. Yatağının üzerinde biraz doğrulup ne yapacağını düşündü. Ahmet paşayı, Nigar hatun için yanında tutuyordu. İkisinden de kurtulması gerektiğini aklının bir kenarına yazdı. Artık gönlünde Helen vardı. Nigar hatun bu zamana kadar aklına bile gelmemişti, Helen'e gönlü düştükten sonra gözü kimseyi görmüyordu. Helen'in yüzü aklına geldiğinde yanında olmasını istedi. Her an yanında olsun istiyordu. Bakışlarında ki görüntüye gönül vermişti, yüzünün güzelliğine tuttulmuştu, saçlarında ki kokunun esiri olmuştu. Mustafa artık Helen'e âşık olduğunun farkındaydı. Bunu kendisinden başka kimsenin bilmesini istemiyordu. Helen'i bir gün kendisine karşı kullanacaklarını çok iyi biliyordu. Saraya geldikten sonra Helen'i kendinde uzak tutmaya çalışmayı düşünüyordu. Kendisi buna nasıl dayayanacaktı, kalbinde ki sesi nasıl susturacaktı hiçbir fikri yoktu. ********** Helen saraya geldiğinde adımını attığı her yere hayran kalmıştı. Burda bir deniz olduğunu duyduğuna ise çok sevinmişti. Sarayın farklı oluşu dikkatini çekmişti. Kapıda Dilber hatun karşılamıştı Helen'i. "Seni bekleyen biri daha var Helen?" Dilber hatun arkasındaki kadını gösterdi. Helen karşısında Lucrezia göreceğini beklemiyordu. Gözleri doldu koşarak ablasına sarıldı. "Lucrezia! Seni burda görmeyi beklemiyordum." sarılınca ablasını ne kadar özlediğini fark etti Helen. Lucrezia, Helen'in sırtını okşamakla yetindi. Dilber hatunun varlığı rahatsız etmişti Lucrezia'yı. Dilber hatun, Lucrezia'nın bakışlarından kendisinden rahatsız olduğunu anlayınca yanlarından biraz uzaklaştı. Lucrezia, Helen uzaklaşıp kardeşinin yüzüne doya doya baktı. "Bende seni çok özledim Helen. Sana bir şey oldu sandım. Bu zalimler sana zarar verdi sandım." Helen'in akan gözyaşlarını siliyordu, Lucrezia. Helen ablasının ellerini tuttup öptü. Helen, Lucrezia ablası gibi seviyordu. Helen'in sırdaşı, ablası, tek dostuydu Lucrezia. "Lucrezia onlar bana bir şey yapmadılar. İyi ki burdasın. Seni gördüğüme çok mutlu oldum. Ah bir bilsen." dedi Helen. Lucrezia, Helen'in kolundan tutup saray koridorunda ilerlerken Dilber hatun peşlerine takıldı. Lucrezia arkalarından gelen Dilber hatuna baktı nefretle. Kendisi için verilen odaya girip hemen ardından kapıyı kapattı Lucrezia. "Helen burdan kurtulmamız gerekiyor. Senin geleceğini tahmin ediyorum. Sen gelene kadar planlar yaptım. Bu saraydan kurtulmak ve ülkemiz geri almak için, senin gücüne, benim ise aklıma ihtiyaç var." dedi sessizce Lucrezia. Birilerinin duymasından korkuyordu. Helen şaşkın gözlerle bakıyordu Lucrezia'ya. "Delirmiş olmalısın asla böyle bir şey yapamayız. Ben Sultan Mustafa'ya ihanet etmem." dedi Helen kesin çıkan bir ses tonuyla. Lucrezia kapıya doğru ilerledi. Kulağını kapıya dayandı, kapıyı aralayıp etrafı kontrol etti. Kimsenin olmadığını anlayınca kapıyı kapatıp Helen'in yanına geldi. "Sultan Mustafa'ya ihanet etmez misin? Asıl delirmiş olan sensin. Bu adam bizim ülkemizi elimizden aldı. Babamızı öldürdü. Bizi ise haremine aldı. Hem nasıl oldu da ihanet etmeyecek kadar güvendin?" Lucrezia sesinin yüksek çıkmasına engel olamıyordu. Helen, Lucrezia'nın nasıl bu kadar kin dolu olduğunu yeni anlamıştı. Mustafa onun babasını öldürmüştü. Helen'in ise düşmanın. Kral ne kadar Lucrezia'ya bir baba olsa da Helen'in bir düşmanıydı. "Lucrezia o senin babandı. Benim ise düşmanım. Baban sen olmasaydın beni öldüreceğini çok iyi biliyordu." Helen, krala karşı tüm öfkesini kusmak istiyordu. Lucrezia bu dediklerini biri duyacak diye de ödü kopuyordu. Biri duyarsa Lucrezia ne oldu kim bilir. Lucrezia dolan gözlerine engel olamadı. İçindeki öfkeyi bastıramıyordu. Helen'in bu konuşmaları iyice sinirlerini bozmuştu. Tam konuşmak için ağzını açmıştı ki kapı açıldı. Dilber hatun içeri girdi, Helen'in odasına götürmesi gerektiğini söyledi. Helen ablasının dedikleri daha fazla duymak istemiyordu. Sevdiği adama zarar vermek için plan yapmış Helen'den yardım istiyordu. Helen böyle bir şeyi asla kabul edemezdi. Dilber hatunun açtığı kapıdan dışarı çıktı. Dilber hatun hemen peşinden koşup Helen'e yetişti. Kendisi için hazırlanmış odaya götürdü Helen'i. Helen odaya girince önce odayı incelemeye başladı. Az önce ablasıyla olan konuşmaları birden aklından uçup gitmişti. Balkonu görünce yüzünde güller açtı. Belki de Sultan Mustafa bu odayı benim için özel hazırlattı diye geçirdi içinden. Balkona çıktığında denizin yakınlığı Helen'i karşılamıştı. Helen dönüp arkasında Dilber hatuna baktı. Gözlerine inanamıyordu. Bu oda, Romadaki odasından bile güzeldi. Deniz daha yakındı, her yer yemyeşildi. Denizin üzerindeki kule ise içinde merak duygusunu körüklemişti. Dilber hatuna denizin ortasında ki kuleyi sordu. "Kız kulesi." diye cevap verdi Dilber hatun. Helen hayranlıkla bakıyordu, kuleye. Oraya gitmek geldi aklında. Odanın içine tekrar girdi. Büyük bir odaydı, yatağın üzerindeki beyaz tülleri hoşuna gitmişti. Bir an önce Mustafa'yı görmek istedi. Sormak istediği çok soru vardı. Bu şehri önce gezmek istediği söyleyecek sonra denizin ortasındaki kuleye gitmek isteğini söylecekti. Dilber hatuna dönüp Mustafa'yı sordu. "Bundan sonra istediniz zaman hünkarımızı göremezsiniz. Aslında önce size harem adabını anlatmakla başlamalıyım" dedi Dilber hatun, nasıl anlatacağını bilmiyordu. Helen'in gönlünü kırmak istemiyordu. Yerdeki minderledi gösterdi Dilber hatun. Helen minderlerin üzerine oturup Dilber hatunun ne diyeceğini merakla beklemeye başladı. Dilber hatun; hareminde olan her şeyi Helen'e baştan sonra anlattı. Mustafa'nın bir oğlu olduğu, hatta Mustafa'nın gönlünde saray dışında biri olduğunu söyledi. Dilber hatun her şeyi anlatırken ne kadar zorlansa da tek tek anlatmıştı. Helen'in anlayacağı bir şekilde. Helen anlatılanları anlam vermeye çalışıyor. Hepsini bir bir aklında düşünüp tartıyordu. Mustafa'nın bir çocuğu olduğu öğrendiğinde üzülmüş, gönlünün bir başkasında olduğunu öğrenince de kalbine sanki bir bıçak saplanmış gibi hissediyordu. Elini kalbinin üzerine koydu. Boğazında bir düğüm var gibi yutkunamıyordu. Dolu gözlerle Dilber hatuna baktı. Dediklerine inanmak istemiyordu. Mustafa'nın kendisi için ne yaptığını gözleriyle görmüştü. Helen, Mustafa'nın kendini sevdiğini düşünmüştü. Dolan gözlerini sildi hemen. Aklını böyle saçma şeylerle doldurmak istemedi. Dilber hatunun dediklerini unutmak istedi. Helen'den öncesi olabilirdi. Ama Helen, Mustafa'nın kendisini sevdiğine emindi. Herkes bunu görüp kabul edecekti. Dilber hatuna odasından çıkmasını söyledi. Yalnız kalmak istiyordu Helen. Dilber hatun odadan çıkınca Helen oturduğu minderlerin üzerinden kalıp balkona çıktı. İçindeki ağlama duygusuna engel olamıyordu. Dilber hatunun dedikleri kulaklarında tekrar tekrar yankılanıyordu. Kulaklarını kapatmak istedi. Ama bu şehrin sesini dinlemek istediği için kulaklarını kapatmadı. Bakışları denize doğru çevirdi. Güneşin ışığı ile parlıyordu deniz. Denizi manzarası Helen'i biraz da olsa iyi gelmişti. Mustafa gelene kadar burdan ayrılmayacak, odaya Mustafa'yla birlikte girecekti. İçinden devamlı tekrar ediyordu. Sultan Mustafa gelecek diye. Ne kadar bekledi, ne kadar zaman geçti bilmiyordu Helen. Ayakları ağrıyınca yere oturdu. Hava kararmaya başlıyordu. Mustafa hâlâ gelmemişti. Helen yine de iyi şeyler düşünmekten vazgeçmemişti. Mustafa'nın yarası aklına gelince yorgun olduğunu düşündü. Helen yerden kalkıp odaya girdi. Odanın kapısını açtı. Kapının önünde kimse yoktu. Mustafa'nın odasının nerde olduğunu bilmiyordu. Çaresizce bakındı etrafa bakındı. Koridorun soluna doğru ilerledi. Koridor sonunda geniş bir salon görünce durdu. Salonun her yanında genç kızlar vardı. Dilber hatunun harem hakkında söyledikleri geldi aklına. Yavaşça salonun içinde adımlamaya başladı. Başını önüne eğdi kimse görsün istemiyordu kendi. Genç kızlar Helen'e bakıp fısır fısır konuşuyorlardı. Helen adımlarını hızlandırdı. Denilenleri duymak istemiyordu. Yeniden önüne büyük bir koridor çıktı. Mustafa'nın odasını nasıl bulacağını bilmiyordu. Etrafına baktı belki tanıdık biri olur diye ama koridorda kimseyi görmeyince korkmaya başlamıştı. Arkasına doğru döndü. Genç kızların olduğu salona geri dönmek istemiyordu. Üzerindeki elbisenin etekleri ayaklarına dolanıyordu. Durup elleriyle elbisenin kenarlarını kaldırdı. Koridorda hızla ilerliyor Mustafa'nın odasını bulmaya çalışıyordu. Koridorun sonuna birkaç asker görünce sevinmişti. Mustafa'yı onlardan birine sorucaktı. "Hey! Ben Sultan Mustafa'yı görmek istiyorum." diye seslendi Helen askerlere doğru. Askerlerden biri dönüp Helen'e baktı. "Hünkarımız saraydan çıktı. Sen burda ne arıyorsun. Haremden çıkmak yasak buraya kadar nasıl geldiysen çabuk geri dön." dedi asker. Helen, Mustafa'nın saraydan çıktığını duyunca sanki kalbinin parçalandığı sandı. Asker bir şeyler diyor fakat Helen ne dediklerini duymuyordu. Geri doğru dönüp geldiği koridordan hızla koşmaya başladı. Dilber hatunun dedikleri aklında yankılanıyordu. "Saray dışında bir sevdiği var." Devamlı devamlı aklında geçen tek cümle buydu. Mustafa'nın başkasını sevdiğini düşününce kendini ölecekmiş gibi sanıyordu. Aklına gelen düşüncelerle yataktan kalktı Mustafa. Oysa o kadar yorgundu ki. Saraya geldiğinde ilk işi uyumak olacaktı. Ama düşünceleri uykusunu kaçırmıştı. Helen'den uzak kalma düşüncesi bile bu kadar kötü bir hale getirirken Mustafa'yı ondan ne kadar süre uzak duracağını kestiremiyordu. Şimdi de kokusuna hasret kalmıştı. Validesi bile Helen'e zarar verebilirdi eğer Mustafa'nın içindeki aşkı bilseydi. Mustafa temiz hava almak için balkona çıktı. Uzaktan görünen İstanbul'un denizini seyre daldı. Kız kulesi uzaktan görünüyordu. Mustafa derin bir nefes çekti içine. Kokusunu bile özlemişti. Babasının mezarını ziyaret etmek aklına düştü. Balkon kenarından çekilip içeri doğru girdi. Aklında hâlâ Helen vardı. Sarayda ona kötü davrancaklarını biliyordu. Oysa Helen kırılgan biriydi. Ne kadar bir erkek kadar güçlü olsa da kalbi bir kuşun kalbi gibiydi, naifdi. Mustafa bunlarla başa çıkması gerektiğini düşünüyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD