Sabahın ezanından sonra ordusunu arkasına almıştı. Artık büyük saldırı gercekleştirilecekti. İtalya, Osmanlı Devleti'nin olacaktı. Tepenin ardından ordusuyla yabancıların olan ama birkaç gün sonra da belki de kendi devleti olacak topraklarda da gözlerini gezdir Mustafa. Biliyordu bu devletin her yanında korku vardı. Korku, olan yerde panik olur, panigin olduğu yerde her şey yanlış yapılırdı.
Mustafa artık kendinden emindi. Bu devletin yabancıların elindeki son günüydü. Siyah atının üzerinde ordusuna doğru döndü. Üzerine giyindigi zırhı adeta onun büyük bir komutan olduğunu gösteriyordu. Son konuşmasını yapıp ordusuna bu savaşı kazanacaklarına dair umut vermeliydi. Her askerin gözlerine bakıyordu. Gözlerinde olan hırsı, gücü bütün askerlerinin görmesini istiyordu.
"Bugün bu toprakların bu devletin elindeki son günüdür. Biz ki dünyanın her bir yanında korkuyla baktığı devletiz. Bizim adımızı duyan düşmanların ayakları titrer. Bu zaman kadar atalarımızın başardığı büyük başarılara şimdi biz bir yenisini ekliyecegiz!"
Ahmet Paşa padişahın yanına doğru ilerledi.
"Hünkarım sizin önden gitmeniz zinhar doğru değildir." dedi Ahmet Paşa.
"Paşa ben buraya savaşma geldim. Korkak gibi askerlerimin arkasına sığınmaya değil." Mustafa sinirli gözlerini çekti Ahmet Paşa'nın üzerinden.
"YA ALLAH! YA MUHAMMED! YA ALİ!" bağırarak konuşuyordu Mustafa.
Mustafa atını İtalya devletine doğru çevirdi.
"BU SAVAŞ BİZİMDİR! BU DEVLET BİZİMDİR!"
Padişah savaş emri verdikten sonra büyük ordu arkasında seslerle İtalya sınırlarından içeriye girmeye başladılar.
Mustafa'nın etrafını dört bir tarafını askerler kuşatmıştı. Padisahlarına bir zarar gelsin istemiyorlardı. Mustafa savaştan korkarak değilde savaşın tam içinde olmak bu savaşı kendi gücüyle kazanmak istiyordu. En önden ilerlemesinin sebebi buydu.
İtalya devletinin askerleri de Osmanlı ordusuna doğru geliyorlardı. Kim fazlaydı kim azdı bilinmiyordu. Ama bu savaşta çok can kaybedilecekti. Mustafa kendi devletinde bir can bile kaybetmek istemeden bu savaşı kazanmak istiyordu. Her şeyi göze alarak bu topraklara ayak basmıştı.
Kılıçını bütün gücüyle savuruyordu. Hızlıca en ileri doğru ilerlemeye calışıyordu. Onu koruyan askerler devamlı etrafındaydı. Mustafa etrafında olan askerleri umursamadan var gücüyle savaşıyordu. Askerler ise padişahlarını canları pahasına korumaya çalışıyorlardı.
Mustafa'nın atına vurulan kılıçla at ileriye doğru şahlanınca Mustafa yere düştü. Askerleri onu korumak için etrafında çember oluşturdu. Mustafa sırtında ki ağrı ile kalkmadı. Göğsüne bir acı saplandı. Acıyla gözlerini yumdu. gözlerini önüne babasının silüet geldi. Mustafa'ya elini uzatıyordu.
"Oğlum, Mustafam. Kalk hadi." dedi babası Mustafa'ya
Mustafa elini babasına doğru uzatmaya çalıştı, acıyla inledi.
"Baba yardım et." elini kaldırmaya çalışıyordu ama mecali bile yoktu.
"Ben sana yardım ediyorum zaten Mustafam." Fatih Sultan Mehmet, Mustafa'nın göğsüne elini koydu. "Askerlerini savaşta başsız mı koyacasın. Kalk Mustafam."
Gözlerini açtı birden Mustafa. Derin derin nefes aldı. Boğazından bir sıvı geldi. Elini ağzına attı, kan... Bu savaşı kazanmak için ayağa kalkması gerekti. Bunca her şey heba edemezdi. Sağ kolunu yere bastırarak var gücüyle ayağa kalktı. Kılıcını yerden aldı. Koluyla ağzında ki kanı sildi. Daha hırsla koşmaya başladı. Kılıcını daha sert kullanıyordu.
Atılan Şahi topları İtalyan devletini yıkıyor, Devlet gitgide güçsüzleşiyordu.
Mustafa başını kaldırdı. İtalyan sarayının en yüksek kalesinde Osmanlı devletini bayrağı dalgalanıyordu.
Askerler, padisahına bir at getirdiler. Mustafa atına bindi. Açılan kapılardan içeri girdi askerleriyle beraber. Sağ kalmış İtalyan topluluğu başlarını yere doğru eğmişlerdi. Korkuyla haklarında verilecek hükmü bekliyorlardı. Saraydan içeri girince askerlerden biri bağırmaya başladı.
"DESTURRR FATİH-ÜL MUSTAFA HAZRETLERİ"
Herkes başını önüne eğdi. Mustafa atından indi. Yeni getirilmiş tahtına oturdu. İtalyan halkına doğru baktı.
"Korkmayın Türkler aman dileyen el kaldırmaz. İtalya artık Osmanlı toprağıdır. Ben de hükümdarınızım. Ya benim kullarım olmayı kabul edersiniz ya da bu diyarlardan göç edersiniz. Karar sizindir." dedi Mustafa. Oturduğu tahtan kalktı. Saraya doğru ilerledi.
Başını dikleştirdi. Etrafına baktı.
"Kral ve prenses derhal bulup bana getirilsin." diye emirde bulundu Mustafa.
Askerler etrafta buluna İtalyaya ait tabloları indiriyordu.
Saraydan içeri girdi. Dışarıda ki tahtını getirmişlerdi. Tahtına oturdu. Sağ ayağını sol ayağının altına koyup oturdu. Geri doğru yasladın. Sırtı hâlâ ağrıyordu, ama kendini güçsüz göstermemek için ses çıkarmadı. Önce o prenses buraya gelip saltanatını görecekti.
Bir asker geldi içeri hızla, Mustafa'nın önünde eğildi.
"Padişahım kraldan bir iz bulunamadı. Ama prensesi bulduk." dedi asker.
"Derhal getirin huzuruma." dedi Mustafa keyfi yerine gelmişti. "Paşa söyle yiyecek bir şeyler getirsinler de karnımızı doyuralım hele." diye ekledi.
"Emredersiniz Sultanım." dedi Ahmet Paşa.
Askerler iki kolundan tutmuş prensesi getiriyorlardı. Prensesin korku dolu gözleri Mustafa'yı buldu. Mustafa oturduğu tahtan kalktı. Ellerini arkasında birleştirdi. Alayla prensese baktı.
"Gördünüz mü prenses. Devletim dediğiniz artık benim devletim, sarayım dediğiniz yer artık benim sarayım. İtalya artık benim topraklarım. Size söylemiştim hatırlıyor musunuz? Daha birgün önceydi unutmanıza imkan yok." dedi Mustafa. Prensese doğru ilerledi.
"Sesiniz çıkmıyor prenses. Korkudan mı? Yoksa verdiğiniz kayıptan mı?" diye sordu Mustafa.
Askerler ellerinde ki meyve tabaklarıyla içeri girdiler. Mustafa tabaktan bir salkım üzüm aldı.
"Savaştan dolayı çok yorulduk. Aaa yer misiniz Prenses." elinde ki üzüm salkımını Prensese doğru uzattı.
Prenses kendini geri çekmeye çalıştı ama askerler sıkı sıkı tutuyorlardı.
"Keyfin bilir prenses. Bundan sonra yollarda heba olacaksın. O kadar yol yürümek hem sizi yoracak hemde acıktıracak. Kimse benim kadar nazikte davranmaz size." Mustafa tahta tekrar oturdu.
"Yemekleri hazır etsinler. Burada kalan herkese akçeler dağıtılsın. Derhal cami yapımlarına başlansın babam için mevlit okunsun. Kimse aç, açıkta kalmaya. Yemekler konsun, herkesin karnı doyurulsun. Hazırlıklar bir an önce başlansın. Harem için toplanan kadınlar Topkapı sarayına götürüle." bakışlarını prensese çevirdi.
"Prenseste saraya götürüle. Hareme alınsın." diye ekledi.
Prenses ne Mustafa'nın ne dediğini anlamasa da kötü bir şeyler olacağını hissetmiş gibi, kendi iki askerin elinden kurtarmaya çalışıyordu.
"Bırakın beni." diye bağırdı prenses çaresizce.
"Ama prenses hatta isminiz neydi? Artık prenses değil sarayım da bir cariyesiniz." dedi Mustafa.
"Prenses Lucrezia Sultan." kendini hâlâ kurtarmaya çalışıyordu, Lucrezia.
"Artık benim topraklarımda hatta benim haremim de olacaksanız isminiz degişmeli öyle değil mi?" dedi kinayeli bir ses tonuyla Mustafa.
"Beni hareminize almayacağınızı söylediniz Sultan." gözlerini Mustafa'nın üzerinden çekmiyordu Lucrezia.
"Öyleydi evet. Ama kararım değişti prenses. Şimdi ise haremde olmanızı istiyorum. Kararımı kim değiştirebilir ki." soran gözlerle bakıyordu Mustafa.
"Siz çok kötü birisiniz Sultan." onu daha fazla aşagılamasına dayanamadı Lucrezia.
"Derhal çıkartın bu kadını burdan haddini bilmeden bir daha karşıma çıkmasın. Haremde gözetim altında olsun. Babasının yerini de öğrenmeye çalışın belki bir şeyler biliyordur." emiri duyan askerler başlarını eğerek ayrıldılar padişahın karşısından.
Mustafa gözlerini sarayın salonunda gezdirdi. Etrafta ki tablolara baktı. Askerler her tabloyu indiriyor, Osmanlı parçalarını yerleştiriyorlardı.
"Ahmet Paşa, kardeşime bir mektup yazılar. Buranın artık bizim devletimiz olduğu söylene. 2 ay sonra döneceğimizi de söylensin." dedi Mustafa.
"Emriniz başımla beraber padişahım." dedi İbrahim Paşa.
Ayağa kalktı yeniden. Üzerinde ki kanlanmış zırhı sanki yeni fark etmişti. Zırhı çıkardı. Sırtının ağrısı siddetlenmişti. Acıyla inledi.
"Padişahım iyi misiniz?" diye sordu İbrahim Paşa. Hemen Mustafa'nın yanına geldi. Mustafa'nın çıkardığı zırhı elinden aldı.
"Attan düştüğümde sırtımı sertçe yere vurdum. Hekimbaşı gelsin baksın" sağ elini sırtına doğru attı Mustafa.
"Hemen padişahım." başını eğerek ayrıldı Mustafa'nın yanından.
Mustafa ağrayan yere doğru elini dokundurmaya çalıştı. Eli değince ateş dokunmuşçasına geri çekti. Bunca zaman ağrıya iyi dayanmıştı.
Mustafa üzerindekileri çıkardı. Hekimbaşı da içeri girmişti.
"Padişahım beni emretmişsiniz. İnşallah mühim bir şey değildir." dedi Hekimbaşı.
"Gel de bak bakalım Hekimbaşı. Mühim mi değil mi sen söyle bize." dedi Mustafa.
Sırtını Hekimbaşına doğru döndü. Hekimbaşı, Mustafa'nın yanına geldi, eliyle sırtına dokundu. Mustafa kendini geri çekti.
"Merhem gerekir Padişahım. Hazırlanması biraz uzun sürecektir. Sizin biraz dinlenin. Mühim bir şey değildir. Merhemi sürünce size iyi gelecektir." dedi Hekimbaşı.
"Öyleyse gidip yapıver şu merhemi de acım bir an önce dinsin." dedi Mustafa, dişlerinin arasından.
"Emriniz olur Padişahım." dedi Hekimbaşı.
Askerlerden biri elindeki kıyafetleri Mustafa'ya doğru uzattı. Mustafa temiz kıyafetleri aldı eline.
"Sultanım yardım edeyim mi?" diye sordu asker. Mustafa eliyle durmasını işaret etti. Yavaşça temiz kıyafetleri giyindi.
"Padişahım. Bir şey arzu eder misiniz?" yeniden soru sordu asker.
"Yemek hazır değil midir? Bir şeyler getirinde karnımız doya." dedi Mustafa.
Tahtına oturdu bu sefer göğsünü gererek. Babasının isteğini yapmış, İtalyayı fethetmişti. Onun istediği biri gibi olmuştu. Belki de onun gibi biri.
Başını yavaşça yukarı kaldırdı.
"Gördün mü atam. İstediğin yerleri topraklarımıza kattım." diye geçirdi içinden. "Keşke bu günleri görmek sana da nasip olaydı. Gözlerinde ki o edayı bilmek isterdim."
Askerler ellerinde tepsilerle içeri girdiler. Yere halılar serdi, minderler koydular. Mustafa yere oturdu. Kendi için hazırlanmış yemekleri yedi.
Sırtını ağrısına zor dayanıyor, devamlı hekimbaşı gelmedi diye sinirleniyor. Birden kapı vuruldu.
"Gel!" dedi Mustafa.
Hekimbaşı içeri girdi. Mustafa ağrısı için sevinse hekimbaşı geç geldiği için de kızmak istiyordu.
"Odam hazır mıdır Ahmet Paşa." diye sordu Mustafa.
"Hazırdır Padişahım." dedi Ahmet Paşa.
"Öyleyse odamızı göster de merhemi sürsün hekimbaşı. Saatlerce bizi acı içinde bıraktı. Bakalım merhemi ne kadar güçlüymüş." dedi Mustafa.
Hekimbaşı başını öne doğru eğdi. Bir şey diyemedi. Korkuyordu padisahınından. Mustafa merhameti olduğu kadar acımasızdı da. Elleri titriyordu.
Mustafa'ya gösterdikleri odaya girdiler. Yüz üstü yattı Mustafa. Hekimbaşı yavaş hareketlerle Mustafa'nın kıyafetlerini yukarı doğru sıyırdı. Sırtında ki kızarıklık hiç iyi gözükmüyor, hekimbaşı savaş anında bu acıya nasıl dayandığını merak edemeden duramıyordu.