Mustafa, Helen odadan çıktıktan sonra düşünmeye başladı. Yemekler gelmiş masa da duruyordu. Mustafa düşüncelere dalmıştı. Bir plan yapması ve kralı yakalaması gerekiyordu. Kral ülke için büyük bir tehditti. Oturduğu yataktan yavaşça kalktıp yemek sofrasına oturdu. Masadan suyu alıp içti. İtalya'yı fethetmişti. Şimdi birde kralı bulmak vardı.
Oturduğu yerde duramıyordu Mustafa. Büyük bir savaşın içinden çıkmıştı ama gönlünde ki savaşla baş edemiyordu. Ya Ahmet paşayı hayatından çıkarmalı, Nigarı haremine almalıydı. Ya da bu işe bir son vermeliydi. Daha fazla bu yasak aşkı devam ettiremezdi. Masadan kalktı, balkona doğru yürüdü. Ellerini arkasında birleştirdi. Derin bir nefes aldı. Esen rüzgar perdeleri havalandırıyordu. Odasından balkona doğru çıktı. Rüzgar sert esiyordu. Gözlerini kapatıp karanlığın içinde kaybolmak istedi. Bu savaşın içinde gönlü neden imkansız olan bir aşka düşmüştü ki. Gözlerini açıp başını yukarı kaldırdı. Yıldızlar bir ışık gibi parlıyordu. Dudakları iki yana kıvrıldı.
Rüzgar tenine işliyor adeta içindeki kemikleri donduruyordu. İliklerine kadar hissediyordu soğuğu. Yasak aşk yaşadığı için kendini cezalandırıyordu. Ellerini havaya doğru kaldırdı. Yüzünün önünde durdurdu. Sağ elini yumruk yaptı, duvara doğru bir yumruk attı sertçe. Yaptığı şey için pişmandı, kendi aciz biri gibi hissediyordu. Bunca kız varken neden Paşa'nın karasına âşık olmuştu ki. Elini sertçe duvara bir kere daha vurdu. Bütün siniri duvardan çıkarmaya çalışıyordu. Balkon kapısından odasına doğru girdi. Nefes nefese kalmıştı. Yatağının sağ tarafında olan minderlerin üzerine oturdu. Başını iki elleri arasına aldı. Bu konu şimdi neden aklına gelmişti çözemiyordu. Sıradan bir kadın için kalbi neden böyle hızlı çarpıyordu. Aklında olan hiçbir soruya verilecek bir cevabı yoktu.
Minderlerin üzerinde kalkıp yatağın üzerine uzandı. Gözlerini kapattı. Uyusaydı, her şey geçecekti diye düşünüyordu. Gözlerin önüne yeşil gözler belirdi. Birden gözlerini açtı. Yeşil gözlerde neyin nesiydi öyle diye geçirdi aklından. Sağ tarafına doğru döndü. Ellerini yastığının altına koydu. Gözlerini yeniden kapattı. Bir sağa dönüyor bir sola dönüyordu yatağın içinde. Sonunda uykunun kollarına bıraktı kendi.
********
Güneşin odayı aydınlatması odaya açılmış bir ışık hüzmesi girmiş gibiydi.
Mustafa gözlerini açtı, uykunun kollarında daha çıkamamış gibiydi. Yatağın içinde gerindi. Yorganı üstünde kaldırdı. Ayaklarını yataktan aşağı doğru indirdi. Ellerini gözlerini bastırdı. Son bir kez daha gerindi. Yataktan kalktı.
Balkona doğru ilerledi. Bugün sabah kendisinin olan bu ülkeye bakmak istedi. Üzerinde ki beyaz ince gömleğinin üstüne bir şey giyinmeden balkona çıktı. Ellerini balkon kenarlarına koydu. Gözlerini güneşe doğru kapattı. Derin bir nefes aldı. Bütün havayı içine çekmek istiyordu. En büyük hayali gerçek olmuştu. Rüyalarını süsleyen bu şehri fethetmişti. Şimdi ise şehrin içinde yaşıyordu.
Odasının kapısını çalınca geri doğru döndü.
"Gel!" diye seslendi Mustafa.
İçeri ellerinde tepsilerle birileri girdi. Tepsileri masanın üzerine bırakıp çıktılar odadan. Mustafa odaya girdi. Sofranın başına oturdu. Yemeğini yiyip kalktı sofradan.
Kapı tekrar çalınmaya başladı.
"Gel!" diye seslendi Mustafa.
Kapı açılınca Silahtar Osman girdi içeri eğilip selam verdi. Başını kaldırdı. Siyah gözlerini Mustafa'nın yüzünde durdu. Gözlerine bakacak cesareti yoktu.
"Hünkarım kral bulunamadı. Dün bulunan kız da hiçbir şey bilmediğini söylüyor. Ne arz buyurursunuz." diye sordu silahtar Osman.
Mustafa, silahtar Osman'ın önüne kadar gelip durdu. Elini Osman'ın omzuna koydu. Osman kendini biraz geri doğru çekti.
"Sana itimadım sonsuzdur. Bilirsin Kadir. O kralı bulmadan benim karşıma gelme. Kral ölmezse eğer bu bizim için büyük bir sorundur bilesin. Ona göre davranasın." dedi Mustafa. Elini Osman'ın omzundan çekti.
"Emriniz olur hünkarım." selam vererek odadan dışarı çıktı Osman.
Mustafa, İbrahim paşayı ve Mehmet Efendiyi çagırmalarını emretti askerlere. Aklında bazı planlar vardı. Kralın ülkesini terk etmeyeceğini biliyordu. Bir yerlerde gizleniyor diye düşündü. Eğer prensesi serbest bırakırsa kral ona ulaşmak için bir yerlerden çıkacaktı.
Mustafa odasından çıkıp divan-ı hümayun gitti. Paşalar toplanmıştı. Hepsini tek tek süzdü. Bakışları Ahmet Paşa'nın üzerinde durdu. Tahtına oturdu.
"Bilirsiniz ki kral daha bulunamamıştır. Var mıdır bir arzı olan." diye sordu. Tek tek herkese baktı. Kimseden ses çıkmıyordu.
"Bellidir ki kimsede bir düşünce yoktur. Öyle ise herkes işlerinin başına." dedi Mustafa. Paşalar, Mustafa'ya hayretle bakıyordu. Bir şey dememesi herkesi daha da çok korkutmuştu. Sanki fırtına öncesi sessizlik gibi bir şeydi.
"Padişahım sizin buyuracağınız bir durum var mıdır?" diye sordu paşalardan biri cesaret edip. Mustafa'nın gözleri soruyu soran paşaya çevrildi. Cesaretine hayran kalmıştı. Bakışlarında ki öfkeyi hissettirmeye çalıştı. Paşa bakışlarını yere indirdi.
"Sizin diyeceğiniz bir durum yokidir. Benden ne duymak istersiniz. Bir kralı bulamıyorsanız ne diye gorevdesiniz. Yarına kadar tez vakit içinde kral bulunsun. Aksi durumda görevlerinizi terk edin." dedi Mustafa. Sesinde ki öfke herkesin yerinde titremesine sebep oluyordu. "Şimdi çıkın." eliyle çıkmaları söyledi Mustafa.
Ayağa kalktı kimsenin bir fikir bulmaması Mustafa'yı sinirlendirmişti.
"Askerler! Dün ki kadını getirin buraya." dedi Mustafa.
Sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu. Bir o yana bir bu yana gidiyordu.
Kapı vuruldu. Ellerini yakasına götürdü. Üzerinde ki kıyafeti düzeltirken birden durdu. Neden böyle bir şey yaptığına anlam verememişti. Ellerini iki yanına indirdi. Boğazını temizledi iki kere, sesi gür çıksın diye.
"Gel!" derken tahtına doğru ilerledi Mustafa. Tahta oturdu. Helen selam vermek için eğildi. Tek kaşını kaldırmış bir şekilde Helen'e bakıyordu Mustafa. Eliyle kalkmasını işaret etti.
Helen iki elini önünde birleştirdi. Mustafa'ya çevirdi bakışlarını. Korkuyordu ya hakkında ölüm emri verirse diye.
Mustafa baştan aşağı baktı Helen. Dünden bir eser kalmamış üstüne başını değiştirmiş, bugün bir daha güzel görünmüştü Mustafa'nın gözüne. Başını iki yana salladı.
"Bize kralın yerini söylemeye karar verdin mi?" diye sordu Mustafa.
Kız hayretle bakıyordu Mustafa'ya. Başını iki yana salladı. Bilmediğini söylediği halde bu adam neden beni zorluyordu ki diye düşünmeden edemedi.
"Sultan. Size kralın yerini bilmediğimi söyledim. Neden bana inanmıyorsunuz ki." diye sordu Helen.
Mustafa elini tahtın köşesine koydu, kendini geri doğru çekti. Bir bacağını kırıp üstüne oturdu. Bakışları yeniden Helen'i buldu.
"Babanızın koruyor olabilirsiniz." alaylı bir bakışla bakıyordu Mustafa.
"Üvey babam. Bizi bırakıp giden birini neden koruyayım ki." diye sordu Helen.
Mustafa sağ kolunu dizinin üstüne koyup elini yüzüne koydu. Düşünüyormuş gibi yapıyordu.
"O halde prenses Helen sizi özgür bırakıyorum gidebilirsiniz." bakışlarını Helen'in gözlerine dikti Mustafa. Ne tepki vereceğini merak etmişti.
Helen şaşkın gözlerle Mustafa'ya baktı. Elini kalbine götürdü. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu.
"Ben... Ben size şükranlarımı sunuyorum Sultan." heyecandan ne diyeceğini bilmiyordu. Dizlerinin üzerine çöktü. "Tanrı sizi korusun. Daima yanınızda olsun. Bu iyiliğinizi unutmayacağım."
Mustafa dudakları iki yana kıvrıldı. Kızın bu kadar sevinecegini tahmin bile edemezdi. Helen ayağa kalktı. Mustafa çıkması için eliyle kapıyı gösterdi.
Helen hâlâ şükran duygularını iletiyor. Hem de selam veriyordu.
Helen çıkınca hemen ardından silahtar Osman içeri girdi.
"Hemen kızı takibe alıyorsun. Gözünü üzerinde olsun. Eğer kızı kaybedersen ne olacağını iyi biliyorsun Osman." dedi. Eliyle çıkması işaret etti Mustafa.
Üzerinde ki savaş yorgunluğu atamamıştı daha. Biraz geri doğru yasladı. Kral kafasını çok kurcalıyordu. Halk arasında otoriteyi sağlamak için kralı bulmalıydı. Kral bulunmazsa halk arasına girip isyan cikartabilirdi. Mustafa İstanbul'a dönmek istiyordu. Ama kral bulunmadan gidemez giderse padişah olmadığı için ülke içinde savaş çıkabilirdi.
Sağ elini alnına koydu. Düşünmekten başı ağrımıştı. Alnını ovmaya başladı.
Gözlerini kapattı. Gözlerinin önüne yeşil gözler yine belirdi. Hızlıca gözlerini açtı.
"Neden aklıma bu gözler devamlı geliyor. Kim bu?" diye söyledi kendi kendine Mustafa.
Bunları düşünmekten daha önemli işleri vardı. Önce burda ki düzeni oluşturmalıydı.