14

2077 Words
Mustafa, Alessandro'nun teklifini kabul ettiğini duyunca önce şaşırmış sonra ise sinirlenmişti. Teklifini kabul etmeyeceğini düşünüyordu. Böyle bir teklifi kabul etmesinin tek bir nedeni vardır diye düşündü Mustafa. Helen'i ya gerçekten prensesi olarak çok değer veriyordu. İkinci seçenek aklına geldikçe Mustafa sinirleri kat kat artıyordu. Lalasına doğru döndü. "Bu iş olmayacak lala adamın işini halledin. Burdan gönderin." dedi Mustafa, Helen'in yakından olmasına izin veremezdi. "O adam belli ki prensese meftun olmuş." Lalası başını salladı. Mustafa kapıya doğru döndü, Alessandro'yla konuşmak istiyordu. Neden bu teklifi kabul ettiğini sormak istiyordu. Ağzından çıkacak sözler sonrası kötü şeyler olacağını çok iyi biliyordu Mustafa. Kendine engel olamıyordu. Kapıyı açtı, Alessandro'yu götürdükleri yere gitti. Alessandro yerde oturuyordu. Mustafa gelince ayağa kalktı, başını eğdi selam verdi. Mustafa sağ elini kaldırdı yukarı doğru. Alessandro bu işaretiyle başını kaldırdı. "Bu teklifi neden kabul ettin?" diye sordu Mustafa, içindeki tek soru bu duymak istediği tek bir cevap vardı. Alessandro ellerini önünde birleştirdi. Karşısındaki adamdan ne kadar korksa da içinde olanları anlatmak istiyordu. "Ben bir söz verdim. Bu yolda canımı koyacağıma söz verdi. Tek bir görevim vardı. Prenses Helen'in korumak onun yanından ayrılmamak. Sorsanız ben savaşçı bir asker değilim. Prensesi saray içindekilerden korumak için görevlendirildim sadece. Şimdi de teklifinizi kabul ediyorum. Takdir ederseniz ki siz Prensesi ne kadar korumak isteseniz de saray içinde hep düşmanları olacak. Kendi korumak için savaşacaktır. Ama prenses tek başına tükenir. Benim kendine bir can borcum var. Onu canım pahasına korumak için yemin etmiş biri için sizin teklifinizi bundan büyük bir şey değildi sultan." Alessandro her kelimesi Mustafa'yı saşırtıyordu. Alessandro başka bir şey söylemeye gerek duymadı. Sessizce Mustafa'nın ne diyeceğini bekledi. Mustafa derin bir nefes aldı. Alessandro'ya güvenmiyordu. Söylediklerinin doğru olduğunu da biliyordu. Sarayda birileri Helen'e zarar vermek isteyecekti. Mustafa her daim sarayda olmayacaktı. Onu koruması için bu adama güvenmek zorundaydı. Alessandro'nun gözlerinden gözlerini ayırmadı. Dediklerinin doğru olduklarına emin olmak istiyordu. Alessandro'ya doğru yaklaştı, Mustafa yaklaştıkça Alessandro başını iyice eğiyordu. Mustafa elini Alessandro'nun omzuna koydu, sıktı. "Dediklerinin doğru olduğunu umuyorum. Tek bir yanlışında kelleni alırım." elini cektip Alessandro arkasında bırakıp saray bahçesine doğru ilerlemeye başladı. Mustafa ilk defa kendi şüphe içinde hissediyordu. Kendi kendine şüpheye düşmüştü. Arkasındaki askere atını getirmelerini söyledi. Gelen atına tek bir hamleyle bindi. Saray kapısı açılınca Mustafa'nın arkasından bir sürü asker çıkmıştı. Roma sokaklarından geçip şehrin deniz olan kıyısına doğru ilerledi. Deniz kenarına gelince içine bir rahatlama gelmiş gibiydi Mustafa'nın. Denizini dalga seslerini Mustafa'nın kulağına bir müzik aletinden çıkan bir nota gibi geliyordu. Atından inip denizin kıyısına doğru ilerledi. Askerler hemen etrafını çepeçevre sarmıştı. Mustafa kimseyi umursamadan denizin daha yakınına doğru ilerliyordu. Denizin kıyıya vurduğu yerde durdu. Bir İstanbul denizi kadar güzel görünüyordu Mustafa'nın gözüne. Huzurun şehrinde nefes alıyordu bu şehirde aldığı nefes bile icin huzur yudumu gibiydi. ******** Helen odada kapatılıp kalmasından hiç hoşlanmamıştı. Ne yapsa Mustafa kendine ceza veriyordu. Bir kurtuluş yoluda bulamıyordu, tek dostu olan Alessandro'da yoktu. Bu sarayda kimseye güvenemeyeceğini de biliyordu. Yatağın üzerinden kalkıp balkona gidiyor, balkondan ayrılıp minderlerin üzerine oturuyordu. Oturup kalmaktan yorulmuştu. Saraydan çıkıp atıyla gezmek denizin kıyısına gitmek istiyordu, özgür kalmak istiyordu. Atının üzerindeyken hissettiği rüzgarı, özgürlüğü yeniden hissetmek... Odadan çıkmaya kalksa izin vermiyorlardı. Balkondan aşağıya baktı. Odanın içinde kimse yoktu. Aşağıya atlamayı düşündü. Balkon kapısına takılmış olan perdeleri çıkartıp birbirine bağladı. Perdeyi eliyle çekiştirdi, sağlamlığını kontrol ediyordu. Balkonun kenarına bağladı perdeyi aşağıya doğru sarkıttı. Yerden bir yukarı da kalmıştı. Helen ordan da atlayabileceğini düşündü. Üzerindeki elbiseleri çıkardı. Daha rahat bir şeyler giyindi. Siyah bir pelerin aldı üzerine. Balkondan inmek kolay olacaktı ama saraydan çıkmak o kadar kolay olmayacaktı. Hızlıca balkona doğru ilerledi. Perdenin bağladığı ucundan tutup kendini balkondan aşağıya doğru bıraktı. Duvarlardan yardım alıyor yavaşça aşağıya doğru iniyordu. Perdenin en ucuna geldiğinden kendini yere doğru bıraktı. Yere düşünce. Ayağını incitmişti. Ayağa kalkıp etrafına baktı, birileri gördü mü diye kontrol ediyordu. Ayağın üzerine bastı. Topallararak sarayın çıkışına doğru yürüdü. Kapıda askerlerin olduğunu görünce geldiği yoldan geri döndü. Saray etrafından çevrili büyük duvarların üzerinden tırmanmayı düşündü. Çok zor olacağını biliyor ama saraydan kaçmasının başka bir yolu olmadığını düşününce. Fikrini denemeye karar verdi. Kimsenin olmadığı saray duvarın kenarına doğru ilerledi. Duvarı tırmanırken yere düştü. Burkulan ayağı acımıştı ama Helen aldırmadan yeniden tırmanmayı denedi. Bu sefer daha fazla güçlük çekse de duvar oyuklarını sıkı sıkı tutunuyor ayaklarını temkinli yerlere koyuyordu. Duvarın üstüne çıktığında yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Diğer tarafa doğru inip aşağıya atladı. Ayağının üzerinde toplayarak yürüyordu. Etrafına bakındı, kimseyi görmeyince daha da sevinmişti. Annesinin kendisi için hediye ettiği köşke doğru yürümeye başladı. Saraydan uzak bir yerdeydi, topal ayağıyla oraya yürümek zor olacaktı ama Helen saraydan kurtulduğu sevinciyle hiçbir şeyi düşünmüyordu. Yolda giden bir at arabasının arkasına bindi. Köşk ormanın içindeydi. Helen ormanın yakınları yerinde at arabasından indi. Köşkü görünce gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Ayağını tutarak köşke doğru yürüdü. Annesinin verdiği anahtarları boynunda taşıdığına şükretmişti. Köşkün kapısını açtı, içeriye kontrol ederek girdi. Burayı kimsenin bulamayacağını biliyordu. Burda ne kadar böyle kalacağını ise bilmiyordu. Köşkün içindeki odasına doğru yürüdü. İncinen ayağını açtı. Eline aldığı bir bez parçasıyla ayağını sıkıca sardı. Ayağa kalkıp ocağın yanında bulunan odunlarla ocağı yaktı. Üşümüştü. Yiyecek bir şeyler var mı diye etrafa bakındı. Hiçbir şey olmadığını görünce üzüldü. Pencere kenarına gitti, hava yeni yeni kararıyordu. Annesi her ihtimale karşı bu köşkte her şeyini hazırlamıştı. Elbise dolaplarını karıştırdı. Kendisi için hazırlanmış küçük içi altın dolu sandığı açtı. İçinden birkaç tane altın aldı. Köşkten çıktı, eğer pazara doğru yürümeye başladı. Orman yakınlarında meyve sebze satan birini görmüştü Helen. Oraya doğru yol aldı. Şehre doğru yaklaştıkça pelerinin iyice kapattı. Yiyecek bir şeyler alınca köşkün yolunu geri döndü. Yaktığı ateşle köşk ısınmıştı. Ocağını yanına oturdu, üşüyen ellerini ısıtmaya çalıştı. Ateş ışığını gözlerini alınca aklına Mustafa geldi. Bu sefer saraydan kaçarsan çok kötü şeyler olur demişti. Helen'in aklına Mustafa'nın dediği şeyler gelince içi ürperdi. Burda bulamaz diye düşünüyordu. Aklından hiçbir plan yoktu Helen'in. Kaçmayı aklından bile geçirmemişti, biraz dolaşıp saraya geri dönmeyi düşünmüştü. Saraydan çıkınca annesini ona hediye ettiği köşk gelince saraydan kurtulmanın yolu olduğu düşünmüştü. Aklındaki düşünceleri bir kenara bıraktı. Yatağın kenarındaki minderleri alıp ocağının kenarına getirdi. Üşüyordu, sıcak sanki Helen'i ısıtmıyordu. Bir şeyler yemek istiyor ama ayağa kalkacak mecali kendine bulamıyordu. Helen'in gözleri kapanmaya başladı. Helen inatla gözlerini açık tutmaya çalışsa da engel olamıyordu. Sonunda kendini bıraktı. Mustafa, Helen'in saraydan olmadığını öğrenenince sinirden deliye dönmüştü. Sarayda hiçbir yerde yoktu. Mustafa odanın balkonundan aşağıya indiğini fark etmiş ama saray duvarlarını aşacağını düşünmüyordu. Askerler sarayda olmadığı söyleyince Alessandro aklına gelmişti. Ondan başka yakından tanıyan yoktu sarayda. Alessandro'nun olduğu odaya gitti. Helen'in nerde olduğunu sorduğunda Alessandro bilmediğini söylemişti. "Saraydan dışarı çıkması imkansız. Kapıda askerler var. Duvarları ise aşamaz." dedi Mustafa. Aklına başka bir yer gelmiyordu Mustafa'nın. Ellerini saçlarına götürdü. Düşünüyordu fakat bir cevap bulamıyordu. "Saraydan dışarı çıkması imkansız değil. İsterse uzun surları bile aşar. O bir prenses olarak yetiştirildi ama bir asker olarak da eğitildi. Aklına koyduğu şeyi yapar. O kadar güçlü biri. Eğer saraydan çıkmayı başardıysa gideceğini tek bir yer var. Annesinin ona hediye ettiği köşk." aklına gelen şeyleri Mustafa'ya söylemişti Alessandro. Mustafa, Helen'in güçlü olduğunu tahmin ediyordu. Ama aklına saray duvarını aşacağını erdiremiyordu. Alessandro'nun dedikleriyle bunu doğru olacağını düşündü. Alessandro'dan köşkün yolunu öğrenip hemen yola çıktı. Güneş yeni doğmaya başlıyordu. Mustafa bomboş Roma sokaklarında köşke doğru hızlı bir şekilde ilerliyordu. Helen'e bir şey olacak hissiyle kalbine büyük bir ağırlık çökmüştü. Bir an önce Helen'i görmeye ihtiyacı vardı. Nefesi kesilecekti yoksa. Helen, Mustafa için nefes almak kadar ihtiyaç olmuştu. Sanki Helen, Mustafa'nın kalbinin diğer yarısıydı. Kalbin bir tarafı sızım sızım sızlıyordu Mustafa'nın. Büyük, ihtişamlı köşkün önüne geldiğinde hemen atından inip kapıya doğru hızlıca koştu. Kapıya birkaç kez vurdu ama ses soluk yoktu. Ayağıyla kapıya tekme savurdu. Kapı tek bir hamlesiyle açılmıştı Mustafa'nın. İçeri girdi etrafa baktı. Kimse görünürde yoktu. Üst kata doğru çıktı. Ocağını önünde minderlerin üzerinde yatan Helen'i görünce kalbi ferahlamıştı. Hızlı adımlarla Helen'in yanına vardı. Helen uyuyordu. Eğildi Mustafa, Helen'i uyandırmak için. Helen'in ateş gibi yanıyor olduğunu fark edince. Hemen kucağına aldı. Dudaklarını alnına dokundurdu. Sakin karşısındaki yanan ocağın içinde gibi yanıyordu. Ellerine dokundu, nefesini kontrol etti. Kucağındaki kızı alıp ayağa kalktı, hızla çıktığı merdivenleri indi. Herkes şaşkın gözlerle Mustafa'ya baktı. "Biri kalın bir şey versin çabuk!" diye bağırdı Mustafa. Askerlerden biri kalın bir örtü verdi Mustafa'ya. Mustafa, Helen'i yere bırakıp üstünü sardı. Atına doğru yürüdü. Kucağında ki Helen'e baktı sonra atına. Nasıl bineceğini düşünüyordu. Önce Helen'i ata bindirdi. Eliyle hem Helen'i tutup hemde tek bir hamlesiyle ata bindi. Atın eğerini sağ eliyle tutup sol eliyle Helen'i kendine doğru çekti. Kolunu beline sardı. Atını hızla saraya doğru sürdü, Mustafa. Helen'in sardığı örtü içinden çıkan saçları Mustafa'nın yüzüne vuruyordu. Mustafa, Helen'in iyice kendine doğru çekti. Saraya geldiğinde attan inip Helen'in kucağına aldı. Saray koridorunda odasına doğru yol aldı. "Biri hekim kadını çağırsın hemen!" Mustafa'nın sesi sarayı inletiyordu. Odaya gelince Helen'i yatağa yatırdı. Hemen ardından hekim kadın içeri girdi. Mustafa geri doğru çekildi. Hekim kadın ateşini kontrol etti. Mustafa odadan çıktı. Sinirle koridorda volta atıyordu. Hekim kadın odadan çıkınca hemen odaya doğru ilerledi. "Neyi var?" tek kaşını sorarcasına kaldırdı Mustafa. "Hünkarım, üşümüş yorulmuş bitkin düşmüş. Bir ilaç verdim. Sabaha kadar bir şeyi kalmaz." Mustafa başıyla çıkmasını işaret edince hekim kadın başını eğerek çıktı odadan. Mustafa'nın bakışları Helen'i buldu. Elbisesinin ön düğmeleri açılmıştı. Saçları yastığın üzerinde dağılmış, yüzü solgundu. Mustafa yanına doğru yaklaştı. Elini acuvun içine aldı. Dudaklarını dokundurdu. "Benden uzak olmuyor. Neden bunu anlamıyorsun?" sessizce kendi kendine Helen'e soruyordu Mustafa. Yatağın sağ tarafın geçti. Helen'i kendisine doğru çevirdi, kendine doğru çekti. Üzerinde yorganı beline kadar örttü. Dudaklarını alnına dokundurdu yeniden. Ateşi düşmüştü. Kendini biraz geri doğru çekti Mustafa, yeniden ateşi çıkmasın diye. Bakışlarını Helen'in yüzünden ayırmıyordu. Sanki bir saniye gözlerini kırpsa Helen'i kaybeceğini sanıyordu. Helen'i hastalıktan alev içinde kalmıştı. Mustafa'nın kalbi ise aşktan alev gibi yanıyordu. Git gide Helen'e daha da bağlanıyordu. Helen'in bir elini elinin içine aldı. Elleri üşümüştü. Ellerini yorganın içine koydu. Eliyle yeniden alnını yokladı. Alnın sıcak olduğunu fark edince yataktan kalktı. Odanın dışındakilere hekim kadını çagırmalarını söyledi. İçeri girdi, Helen'in yanına gelip diğer eliyle dokundu alnına. Alnı alev gibiydi yine. Mustafa'nın gözü kapıdaydı. "Biri su ve bez getirsin!" diye bağırdı Mustafa. Hekim kadın içeri girdi. Mustafa'ya baktı. "Yeniden ateşi çıktı." dedi Mustafa. Hekim kadın yatağın yanına gelip Helen'in alnını yokladı. Mustafa korkarak baktı. "Hünkarım, ilaç etkisini göstermesi gerekirdi. Lakin neden böyle oldu bilemedim. Su ile ateşini düşürmemiz gerekir." dedi hekim kadın titrek bir sesle. Kapıdan elinde su ve bezle cariyeler girdi. Hekim kadın eline alacaktı ki. Mustafa yaşlı kadına engel oldu, kendi aldı. Yatağın kenarına koymalarını söyledi Mustafa. Cariyeler ellerindekileri bırakıp Mustafa'ya baktılar. Mustafa kuru bez parçasını aldı. Tasın içindeki su ile ıslattı, boşta olan tasın içinde bezi biraz sıktı. Helen'in başına koydu. "Hünkarım, koltuk altlarına bir de ayak bileklerine de koymamız gerekir." dedi hekim kadın. Mustafa, Helen'in üzerindeki yorganı aldı. Sanki başkası Helen'e dokunsa alıp götürecekti Mustafa'dan. Mustafa kimseden bir şey istemiyor. Her şeyi kendi yapıyordu. Islak bezleri ayak bileklerine koydu. Bir bez daha ıslattı. Açık olan önü biraz daha açtı, Helen'in kolunu kaldırdı. Bezi kolun altına kordu. Helen soğuk bez kolunun altına hissedince biraz ürkmüştü. Yatağın diğer tarafına dönmeye yeteneceği sırada Mustafa engel oldu. Diğer kolunun altına da bez koydu Mustafa. Açıkta kalan göğsüne değdi gözlerini hemen çekti. Yataktan kalktı. Cariyeler başıyla Helen'i işaret edip odadan çıktı. Odadan çıktığına pişman olmuştu. Tekrar içeri girmek istiyordu. Helen'e kendisinden başkasının iyi bakmayacağını düşünüyordu Mustafa. Bakışları kapıyı buldu. Hasta haliyle Mustafa'yı etkiliyordu. Başını iki yana salladı hızlıca. Aklındaki düşünceyi atmaya çalıştı. Koridorda yürümeye başladı. Odadan uzaklaşması gerekiyordu. Kendine engel olamadan geri dönüp odaya girdi. Cariye yataktan kalktılar hemen. Mustafa, Helen'in alnında ısınmış bezi alıp yeniden ıslattı. Helen'in alnına koydu. "Hünkarım yıkanması daha iyi olur. Hatunlar ılık bir su ile yıkasınlar. Böyle ateşi düşmeyecek." dedi arkasına olan hekim kadın. Mustafa cariyelere baktı. Helen'i yataktan kolları arasına aldı. Cariyeler kapıyı açtılar. Hamam doğru yürüyordu, Mustafa kucağındaki alev alev yanına kıza baktı. Hamamın kapıları açıldı. Mustafa, Helen'in hamama bırakıp kapının önüne çıktı. Kapının önünde beklemeye başladı. Bir süre sonra cariyeler kapıyı açınca Mustafa içeri girdi. Helen'in üzerine ince bir bez ile sarmışlardı. Kucağına aldı, odasına doğru yürüdü. Odaya gelince Helen'i yatağın üzerine koydu. Islak olan saçlarını bir bezle sardı. Alnına baktı, ateşi yoktu. Yüzü hâlâ solgundu. Yanına oturdu. "Hünkarım bir süre böyle kalsın. Üzerini örtmeyin. Yeni bir ilaç daha verdim." dedi hekim kadın. Cariyelerle kapının yanından bekliyorlardı. Mustafa bir şey demedi, başını sallamakla yetindi. Mustafa oturdu yerden kalkmadan Helen'i izliyordu. Gözlerini dahi kırpmadan bakıyordu Helen'e. Gün yeni yeni ağırmaya başlamıştı. Güneş odanın içini aydınlatıyordu. Mustafa'nın gözleri kapanmak üzereydi. "Hünkarım üzerini örtebilirsiniz. Daha ateşi çıkmaz." dedi hekim kadın. Mustafa arkasını döndü. "Çıkın sizde." dedi Helen'in üzerini örterken. Yatağın diğer tarafındaki yorganı alıp Helen'in üzerine örtü. Cariyeler ve hekim kadın odadan çıktılar. Mustafa yatağa yeniden uzandı. Helen'in alnına dokundu, ateşi olmadığını anlayınca gözlerini kapattı. Uyku bütün vücudunu esir almıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD