13.

1027 Words
Mustafa, validesin odasından çıktı. Cem sultandan mektup geldiği söylemişlerdi askerleri. Ulağın getirdiği mektubu aldı eline. "Hünkarım burda her şey gayet yolunda. Dört gözle gelmenizi bekliyoruz. Beyazid Amasya'da gözetim altından. Bir vukuatı yoktur. Burdan bir ordu hazırlanıyor halkımızla birlikte ülkemize gelecekler. Hürmetlerimi sunarım." Mektubu askere doğru uzattı. Başını Ahmet Paşaya doğru çevirdi. "Askerlerimiz halkımızla beraber yola revan olmuşlar. Karşılamak için birileri gönderilirsin. Cami hazırlıkları başladı mı?" dedi Mustafa. Ahmet paşa başını eğdi. "Hemen yola çıkmaları için birkaç asker gönderirim. Cami hazırlıkları başladı hünkarım. Verdiğiniz çizimi Agah efendiye verildi." diye cevap verdi Ahmet paşa. Mustafa başını aşağı yukarı salladı. Mustafa tahtından kalkıp cam kenarına doğru adımladı. Pencereden kale görünüyordu. Aklına Helen düştü. Helen'i orda gördüğünde oradan atlayacağını düşünmüştü. Camın kenarından çekildi, daha fazla bakmak istemiyordu. Odanın içine giren lalasına bakışları kaydı Mustafa'nın. "Söyle Lala." bir şey söyleyeceğini anlamıştı Mustafa. Lalası çekiniyordu. "Padişahım, Alessandro diye birisi huzurunuza çıkmak ister." dedi Lala başını eğerek. Mustafa bir kaşını kaldırmış bakıyordu Lalasına. "Kimmiş lala. Niye huzuruma çıkmak ister." dedi Mustafa. Lalası, Mustafa'nın yüzüne bakmaya çekiniyordu. "Dediğine göre prensesin yakınıymış, nasıl bir yakınlık bilmiyorum padişahım." dedi Lala sesinin titremesine engel olamadan. "Prensesi de buraya getirin o zaman. Bakalım yakınlıkları neyimiş." dedi Mustafa. Helen'i başka bir adamla düşününce Mustafa içindeki öfkeye engel olmaz bir derecede büyüyordu. Lala odadan çıkmıştı, prensesi getirmek. Mustafa da kafasındaki yanlış düşünceleri atmak için çizim kağıtlarını incelemeye başladı. Aklımda olan düşünceler kalbini tetikliyordu. Kağıtları masaya bıraktı. Odanın içinde volta atmaya başladı. Kapı calınınça içeri gelmeleri için bağırdı Mustafa. Lalası ve Helen içeri girdi. Helen'e bakmadan lalasına başıyla dışarı çıkmasını söyledi. Helen buraya neden çağırdığını öğrenmek istiyordu, bir şey söylemeden Mustafa'nın konuşmasını bekledi. Kapı yeninden çalıp açılınca Helen karşısında gördüğü adamla sevinçle ne yapacağını bilemedi. "Alessandro!" diye bağırıp karşısında olanadama sarıldı. Onu öldü sanmıştı. Gözyaşlarını engel olamıyordu Helen. Mustafa, Helen'in yaptığı sarılma işine iyice sinirlenmişti. Dudaklarını dişleri arasına aldı, sıkmaya başladı. Ellerini yumruk yaptı, biraz daha böyle dururlarsa Mustafa adamın öldürecekti. Helen, Alessandro ayrıldı. Elleriyle akan gözyaşlarını sildi. Şimdi Alessandro kanlı canlı karşındaydı. Mutluluktan havalara uçacak kadar mutluydu. "Alessandro ben sen öldün sandım. Seni de kaybettim diye çok üzüldüm iyi ki burdasın." Helen akan gözyaşlarını siliyor yerine yenileri akıyordu. Helen'in yüzünün kızarması, burnun akması Mustafa'yı tebessüm ettirmişti. Helen, Mustafa'ya doğru baktı. Yanına yaklaştı. "Alessandro benimle kalabilir mi? O benim en yakınım. Beni yakından koruyan askerim. Benimle kalsın lütfen." yalvaran gözlerle bakıyordu Helen, Mustafa'ya. Mustafa kaşlarını havaya kaldırdı. Gözlerindeki öfkeyi Helen'in de görmesini istedi. Tahtına yürüyüp, oturdu. Bakışları Alessandro çevirdi. "Haremime bir erkek asla girememez, yasak." diye cevap verdi Mustafa. Bakışları yeniden Helen'i buldu. Helen'in yalvaran bakışlarına dayanamıyordu. "Hadım olursa girebilir ancak." Alessandro ve Helen anlamaz gözlerle birbirlerine bakıyorlardı. Helen, Mustafa'ya doğru döndü. "Hadım ne demek?" diye sordu Helen. Mustafa'dan bir cevap bekliyordu ama Mustafa bir cevap vermedi. Bakışları lalasını buldu. Dışarı çıkmalarını istedi. Alessandro'nın bu teklifi kabul etmeyeceğini düşünüyordu. Helen cevap alamadan dışarı çıktı. Alessandro ayrı yöne kendisi ayrı yöne gidiyordu. ******** Helen odaya girince Mustafa'nın dediği şey aklında dönüp duruyordu. Alessandro'dan ayrılmak istemiyor, onu sarayda tutmak için bir seyler düşünüyordu. En yazından tanıdığı biri bu sarayda olursa mutlu olacağını düşünüyordu. Geri doğru döndü, kapıyı açacakken Dilber hatun engel oldu Helen'e. "Hünkarımızının kesin emri var." dedi Dilber hatun, yalvaran gözlerle bakıyordu Helen'e. "Sultanın yanına gideceğim." diyince Dilber hatun kapıyı açmasına izin verdi. Helen hızlı hızlı ilerliyor, Dilber hatun yetişmek için adeta koşuyordu. Mustafa az önce düşünmemek için yeni bir çizime başlamıştı. Kapı çalındı. Helen kimseden bir izin vermesini beklemeden içeri girdi. Dilber hatundan hemen Helen'in ardından içeri girmişti. Mustafa başını kağıtların arasından kaldırdı karşısındaki Helen'e baktı tek kaşını kaldırarak. "Hadım ne demek sultan?" diye sordu Helen. Mustafa'nın dudakları iki yana kıvrıldı. Dilber hatun başını öne eğdi. Helen, Mustafa'dan cevap alamayınca Dilber hatuna döndü. "Öyleyse sen söyle hadım ne demek?" Dilber hatun yüzü kıpkırmızı olmuştu, başını iyice öne eğdi. Mustafa ayağa kalktı oturduğu minderlerin üzerinden. Helen'in önünde durdu. "Bunu sana söylemeye gerek yok. Alessandro bilir kabul ederse yeterlidir. Şimdi dairene geri dön." dedi Mustafa. Helen buraya kadar boşuna geldiği için üzülmüştü. Mustafa'nın bir şey söylemeyeceğini tahmin etmeliydi. Helen, Mustafa'nın odasından ayrıldı. Koridorda durdu, arkasındaki Dilber'e doğru döndü. "Sen söyle, hadım ne demek?" diye sordu Helen. İçindeki merak duygusu yiyip bitiyordu kendini. "Şey... Hani şey var ya... Erkeklerin.... Şey işte... Kesiyorlar işte... Erkek olmuyor işte..." Helen, Dilber'in ne söylediğini anlayamamıştı. Dilber önünü gösterip elini makas şekli yaptı, keser gibi gösterdi. Helen anladığı şeyle ellerini yüzüne kapattı. Alessandro bunu Helen için kabul etmek istese bile Helen buna izin vermezdi. Mustafa'ya içindeki kin artmıştı. "Neden böyle bir şey istiyorlar?" aklındaki tüm soruların cevabını almak istiyordu. "Çünkü siz hünkarımızın mahremisiniz ve etrafınızda bir erkek olamaz. Bu yasak." diye cevap verdi Dilber. Helen, Mustafa'nın yanına yeniden gitmeyi düşünse de vazgeçti. Bir şey yapmayacağını biliyordu. Hızlıca odasına doğru yürüdü Helen. Keşke ablası gibi kendini de saraydan diye düşünüyordu Helen. Odaya geldiğinde kendini buraya kapatılmış kalmış gibi hissediyordu. Alessandro olsaydı belki de kendini bu kadar yalnız hissetmezdi. Mustafa'nın niye güldüğünü şimdi anlamıştı. Alessandro kesin kabul etmedi bu şeyi düşüncesi bile kötüyken kabul etmesi daha kötüdür diye düşünüyordu Helen. Mustafa'nın karşısında bu kadar aciz olmaktan nefret ediyordu. Dilber hatunun kendisine kaçamak bakışlarını yakalayınca yanına doğru yaklaştı. "Bir şey mi var? Neden öyle bakıyorsun ki Dilber." Dilber'in ismini söylerken sesi değişik bir aksan çıkıyordu. Dilber hatun başını olumsuz bir şekilde salladı. Ama Helen bir şey olduğuna emindi. Bu sarayda yıllarca yaşıyordu. Herkesin yüz dilini okumayı öğrenmişti. Peki der gibi başını salladı Helen. Kendisine bakan cariyeleri umursamadan balkona çıktı. Cariyelerin güldüğünü duyunca umursamadı Helen. Helen ne yapsa gülüyorlardı. Başına örtükleri tülbenti çıkardı. Rüzgarın kollarına bıraktı saçlarını. Rüzgarın tenine vurması vücudunu ürpertiyor olsa da Helen umursamıyordu. Kollarını iki yana doğru açtı. Eski günleri kötü olsa bile o günlere geri dönmek istiyordu. Üvey babası Helen'i bur kadar sıkmıyordu. Şimdi şehrini uzaktan izlemek Helen'i üzüyordu. Derin bir ahh geçti Helen. Her geçen gün bu saray onu boğuyordu. Mustafa bu odaya onu hapsetmişti, ne derse yapmak zorundaydı. Kollarını yanına indirdi. Rüzgar şiddetini arttırınca vücudunun üşüdüğünü hissetti. Rüzgarın inadına dışarda kalmak istiyordu. Belki Mustafa onu balkona bir çıkartmazdı. Bu düşünce aklına gelince Helen daha da korkmaya başladı. Arkasına doğru döndü içeri girdi. Üşümek kendisine iyi gelmemişti. Mustafa'nın kendisine her şey yapabileceği aklına gelince dün dediği kadınım sözü aklına düştü. Yüzü yanmaya, kalbi göğüs kafesinden çıkacakmış gibi atmaya başladı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD