Merhem sürülmüş hekimbaşı odadan ayrılmıştı. Merhem etkisini erken göstermişti. Mustafa sırtındaki ağrı hafiflemişti. Yatağından kalktı. Yapılacak çok şey vardı. Bir sırt ağrısıyla yatmaya devam edemezdi.
Odaya getirilen yeni kıyafetleri giyindi. Odasından çıktı. Askerler hâlâ ortalığı düzenliyordu. Pahitahta doğru ilerledi.
"Lal bu saray düzenleme işi neden bu kadar uzun sürdü." diye sordu Mustafa lalası Mehmet Efendiye.
"Padişahım kusurumuz olduysa affola. Lakin saray fazla bir hasar içindeydi." dedi Mehmet Efendi.
"Ala. Cem'e mektup gönderildi mi?" diye sordu Mustafa.
"Gönderildi Padişahım." diye cevap verdi Mehmet Efendi.
"Ahmet Paşa nerdedir?" Mustafa saray balkonuna çıktı. Ellerini balkonun kenarına koydu. Her yer görünüyordu. Mustafa etrafı izlemeye başladı. İnsanların telaşlı halleri Mustafa'yı gülümsetmişti.
"Birazdan gelir Padişahım. Bir emriniz mi vardı?" dedi Mehmet Efendi.
Mustafa cevap vermedi, etrafı incelemeye devam ediyordu. Bakışlarını her yere götürüyordu. Bir şey eksik kalsın istemiyordu. Bu ülkeyi fethetmek onu onurlandırıyordu. İçine bir huzur gelmişti sanki. Sağ elini kaldırıp kalbinin üzerine koydu. Yüreğine ferahlık gelmişti sanki.
Arkasına dönüp lalasına baktı.
"Mühim bir şey yoktur. Hazırlıklar tez hazır ola. Beklemeyi sevmediğimi bilirsiniz." dedi Mustafa.
Mehmet Efendiyi arkasında bırakıp içeri girdi. Artık saray içinde Osmanlıya ait parçalar vardı. Yerlerde uzun, büyük halılar serilmiş, taht büyüttülmüş, altına en kalın minderler serilmişti.
Mustafa tahtına doğru bakış attı. Daha çok oturacaktı o tahta. Etrafı gezmek için dışarı çıktı.
Bastığı yerlere adımlarını sert atıyordu. Sanki ayağının izi kalacaktı. Ellerini arkasına birleştirdi. Saraydan dışarı çıkınca etrafını asker ordusu sarıp sarmaladı. Ahmet Paşa hızlıca Mustafa'nın yanına geldi.
"Padişahım şimdi dışarı çıkmanız hiç doğru değildir. Daha İtalya kralını bulamadık." başını eğmiş olarak konuşuyordu Ahmet Paşa.
Mustafa alayla Ahmet Paşaya baktı. Bir şey demeden yanından geçip gitti. Ahmet paşa hemen peşinden takip etmeye başladı. Mustafa'nın kendini beğenmiş halleri onu sinir ediyordu ama padişaha da karşı gelemeyeceğini iyi biliyordu.
Askerlerden biri hemen Mustafa'nın atını getirdi. Mustafa siyah yağız atına bindi. Etrafta buluna herkes Mustafa'dan gözünü alamıyordu. Mustafa atına dokundu sevmeye başladı. Atı onun için çok değerliydi. Babasının hediyesiydi. Başını kaldırdı. Tek kaşını kaldırmış erafına incilemeye başladı. Atını yavaşça ilerletti. Sarayın kapıları açıldı. Mustafa sarayın bahçesinden çıktı. İtalya halkı başlarını eğerek Mustafa'ya selam veriyorlardı.
İtalyayı fethedecek kadar güçlü olan bu hükümdar herkesi korkutuyordu. Fatih Sultan Mehmet öldü diye sevinen herkes şimdi daha da çok korkmaya baslamıştı. Oğlu ondan gücünü almıştı.
Mustafa etrafda ki halka bakıyor, selamlarına eliyle karşılık veriyordu.
********
Mustafa İtalyanın etrafını gezip saraya geri dönmüştü.
"Lala 1 ay içinde her şey hazır ola ki bizde İstanbul'a geri dönelim. Geri dönüşümüz de. Devletimize halkımızı da getirelim. Düzenimizi sağlansın. Bayezid haber verilmesin. Vali olarak Amasya'da kalmaya devam etsin. Gözümüz sakın Bayezid üstünde ayrılmaya. Ola ki yeni planlar peşinde olursa bilelim." dedi Mustafa.
"Eminiz olur padişahım. Burda hareminiz hazırlansın mı padişahım?" diye sordu Mehmet Efendi.
Mustafa'nın sinirli bakışları Mehmet Efendiyi buldu.
"Bir şey mi ima edersin Lal. Söyle de açıkça bilelim." kızgınlıkla sordu Mustafa.
"Haşa padişahım. Ben düşündüm ki. Bir ay burda kalacak olursak harem kurulsun istersiniz diye sordum." başını öne eğdi. Mustafa'nın siniri korkutmuştu Mehmet Efendiyi.
"Harem şimdi kurulmasın öyleyse. Bizim daha mühim işlerimiz vardır." dedi Mustafa.
Lala başını kaldırdı. Bir şey diyemedi.
Harem deyince Mustafa'nın aklına Nigar düştü. Gözleri Ahmet Paşa'nın üzerine değdi. Kalbi sıkıştı. Başını bir sağa doğru döndürdü. Elini tahtın kenarına koyup sıktı. Ne zaman aklına Nigar gelse karşısında Ahmet paşa olunca kendi kötü hissediyordu. Bu adamı kendinde uzaklaştırmak istiyordu ama ne kadar uzağa giderse sevdiği kadın da o kadar uzakta olurdu. Boğazı kurdu. Bazı geceler Ahmet Paşaya işler verip Nigarla buluşuyordu. Lalası bu durumu biliyordu. Keşke bilmeseydi diye düşündü birden.
Tahtından kalktı, daha fazla aklına bu düşünceleri getirmek istemedi. Ahmet Paşaya tekrar baktı. Paşa, Mustafa'nın garipleştiğini anlamıştı ama neden bir anda böyle bir şey olduğunu anlayamadı.
"Kral bulunana kadar kimse sakın tedbiri elden bırakmasın." dedi Mustafa. Elini boynuna attı sanki boğazını sıkıyorlamış gibi hissediyordu. Boğazını temizledi birkaç kez. Birileri bir şey demiş fakat Mustafa ne dediklerini duymamıştı bile. Sol eliyle boğazına dokundu. Eliyle masaj yapar gibi yaptı. Bir daha boğazını temizledi. Başı dönüyor, sanki nefes alamıyor gibiydi. Üzerinde ki kıyafeti yırtmaya çalıştı. Sırtından bir sanki kalbine doğru ilerledi. Nefes nefese öksürmeye başladı.
"PADİŞAHIM?" herkes Mustafa'nın başını sarmıştı. Birileri koşturuyor birileri bağırıyordu. Mustafa tahtın kenarından tutundu. Bakışları kapıdaydı. Gözleri kararmaya başladı. Gücü çekiliyordu. Başından aşağı soğuk terler akıyordu. Tahtına tutunup kalkmaya yeltendi. Ayağa kalkınca ayaklarının üzerinde duramadı. Birileri kolundan tutuyordu. Tahta geri oturtular.
Mustafa'nın öksürükleri arasından ağzından kan gelmeye başladı. Artık kendini kaybetmeye baslamıştı. Gözlerini feri gidiyordu. Gözlerini kapanmaya çalıştıkça Mustafa zorla açıyordu. Yüzüne birileri su serpiyordu. Biri boynuna elini koyunca Mustafa kendini daha iyi hissetmeye başladı.
Gözlerinin gördüğü kadarıyla hekimbaşı gelmişti. Mustafa'nın üzerinde ki kıyafetleri kestiler. Mustafa'yı yüzüstü tutmaya çalıştılar.
Mustafa kendini ne kadar ayık tutmaya çalışsa da zorlanıyordu. Biri bezle ağzına su vermeye çalışıyordu. Mustafa dudaklarında içeri su girsin diye. Ağzını hafifçe açmaya çalıştı.
"Padişahım?" Mustafa sesleri duyuyor fakat kimin konustuğunu bilmiyordu. Başını dönderdi arkasına doğru.
Mustafa kendini tutan ellerde kurtulmaya çalıştı. Kendini geri doğru bıraktı. Kim ne yaptıysa biraz daha kendine gelmişti.
"Ne oldu padişahımıza hekimbaşı." diye sordu Mehmet Efendi.
Hekimbaşı başını önüne doğru eğdi. Elinde ki merhemlere bakıyordu.
"Merhem padişahımıza dokunmuş. Kendisine dinlenmesini söylemiştim lakin padisahımız kendini zorlamış olmalı." dedi hekimbaşı.
Mustafa kendine yeni yeni geliyordu. Başını kaldırıp sağ tarafında mahçup olmuş bir şekilde bekleyen hekimbaşına baktı. Bu adam az daha ölmesine sebep oluyordu ama şimdi de hayatını kurtarmıştı.
"Başın pek önemli değildir herhalde hekimbaşı. Ondan mı böyle davranırsın." hekimbaşını korkutmak istiyordu Mustafa.
Hekimbaşı ayakta tir titriyor. Başını yavaşça kaldırıp Mustafa'ya baktı. Mustafa'nın önünde diz çöktü.
"Padişahım bu kulunuzu bağışlayın. Ben ettim siz etmeyin." dedi hekimbaşı.
Mustafa ayağa kalktı yavaşça. Mehmet efendi her an Mustafa her an düşecekmiş gibi tetikte bekliyordu.
Mustafa ayaklarını çekti hekimbaşını önünden. Ağrıları şimdi hafiflemişti.
"Bir dahaki hatan af olmaz hekimbaşı ona göre. Bu seni son affedişimdir." dedi Mustafa.
"Padişahımız çok yaşasın." dedi hekimbaşı.
Mustafa odasına doğru ilerlemeye başladı.
"Lala odama yemek getirsinler. Yemekler bundan sonra daha iyi test edilsin. Belki birileri zehir katmaya başlar." Pahitahtadan ayrıldı Mustafa. Yavaş adımlarla odasına doğru ilerledi.
Odasına geldiğinde üzerinde parçalanmış kıyafeti çıkarmaya çalıştı. Kıyafetini çıkartıp yatağa doğru fırlattı.
Yatağa üzerine oturdu. Bir an öleceğini sanmıştı. Derin bir nefes aldı. Yaşadığı, nefes aldığı için şükretti. Etrafında düşmanları artık daha coğalmıştı. Bundan sonra kendine daha çok dikkat etmesini kafanın bir köşesine not etti.
Balkondan sesler gelince oturdu yataktan kalktı. Belinde ki hançeri çıkardı. Balkona doğru yürüdü temkinli bir şekilde.
Perdeleri eliyle ittip balkona çıktı. Balkonun köşesinde bir insan silüeti görünce geri doğru bakındı.
"Askerler çabuk buraya gelin." diye bağırdı Mustafa.
Askerler hemen kapıyı açıp içeri girdiler. Mustafa'nın başıyla gösterdiği yere baktılar. Beyazlar içinde bir kız vardı. Askerler dokunca bağırmaya başladı. Mustafa hançeri beline yerleştirdi. Kızın yanına doğru ilerledi. Genç kız oturduğu yerden yüzünü gizlemeye çalışır gibi kollarıyla başını kapatıyordu.
"Kimsin sen." İtalyan diliyle sordu Mustafa.
Genç kız yavaşça başını kaldırdı. Kendi dilini bilen birini görünce sevinmişti. Ama adamı yarı çıplak bir şekilde görünce başını yine kolları arasına aldı.
Mustafa önce askerlere baktı sonra kendine. Üstünün çıplak olduğunu yeni fark etmişti.
"Başından ayrılmayın." dedi Mustafa askerlere. İçeri girdi üzerine eline geçirdiği bir kıyafeti giyindi.
Tekrar dışarı çıktı Mustafa. Kızın yanına gelince dizlerinin üzerine doğru eğildi.
"Nerden geldin buraya?" diye sordu Mustafa yeniden.
Genç kız çekinceli bir tavırla başını kaldırdı. Adam bu sefer giyinikti.
"Asıl siz kimsiniz? Burası benim odam." dedi genç kız.
Mustafa dudakları iki yana kıvrıldı.
"Senin odan ise orada ne diye öyle oturursun o vakit." diye sordu Mustafa.
"Devletimiz işgal altındaydı. Odaya askerler girince kendimi sakladım beni öldürmesinler diye." dedi genç kız.
Mustafa başını kaldırıp askerlere baktı. Ayağa kalktı. Sinirli gözlerle bakıyordu askerlere.
"Nasıl görmediniz bu hatunu?" diye sordu Mustafa askerlere.
Genç kız korku dolu gözlerle bakıyor Mustafa'ya. Başını dizlerinin arasına koydu. Ağlamaya başladı.
Mustafa, genç kıza baktı. Askerlere başıyla çıkmalarını emretti.
"İşgal olan devletin benim himayem altındadır. Sana da bir şey olmayacak korkma. Kimsin onu söyle. Böyle bir oda da kaldığına göre soylu biri olmalısın." dedi Mustafa.
Genç kız başını hafifçe kaldırdı, kolunun arasında tek gözüyle Mustafa'ya baktı.
"Ben kralın üvey kızıyım." dedi genç kız.
Mustafa tek kaşını kaldırmış kıza bakıyordu.
"Üvey kız nasıl oluyor. Kardeşinin kızı falan mısın?" diye sordu Mustafa.
"Evet. Kız kardeşinin kızıyım. Annem ölünce kral beni evlat edindi." dedi genç kız.
Mustafa balkonun köşesine tutundu. Karşında ki kıza bakıyordu.
"Orda öyle oturmaya daha ne kadar devam edeceksin." diye sordu Mustafa.
Genç kız başını kaldırdı. Balkon kenarlığından tutunup ayağa kalktı.
"Bu devlet sizin himayeniz altındaysa eğer o zaman siz de soylu birisiniz." dedi genç kız.
Genç kızın bu dediği şey Mustafa'yı gülümsetmişti. Başını olumlu bir şekilde salladı.
"Öyle ben bu devletin artık Hükümdarıyım. Senin adın nedir?" dedi Mustafa.
Genç kız başını hafifçe eğdi. Elini karnına koydu hafifçe selam vermeye çalıştı.
Mustafa kızın yaptığı şeyle kahkaha atamaya başladı.
"Ben prenses Helen." diye cevap verdi Helen.
Mustafa kıza bakmaya devam ediyor hemde gülümsüyordu.
"Gel şöyle içeri geçelim öyleyse prenses Helen." dedi Mustafa.
Helen başını yerden kaldırdı. Ellerini iki yanına koydu. Nasıl davranacağını bilmiyordu. Mustafa elini ileri doğru uzattı içeri girmesi için.
Helen yavaş adımlarla balkondan içeri girdi. Odasında her şey değişmişti. Bakışları Mustafa'yı buldu.
Mustafa mumların ışığıyla karşısında ki kızı yeni görmüş gibi bakıyordu. Sarı saçları, ela gözler, beyaz elbisesiyle bir melek gibiydi.
Yatağına doğru ilerleyip oturdu. Karşında bir düşman vardı. Ne yapacağını bilmiyordu. Bu kız belki kralın yerini biliyordur diye düşündü.
"Kral nerde bilir misin?" diye sordu Mustafa.
"Sarayın gizli geçidinden kaçtı." dedi Helen. Hâlâ odasına bakıyordu. Bütün eşyalar nasıl olmuştu da birgün içinde değişmişti.
"Gizli geçit nerde?" Ayağa kalkıp Helen'in önünde durdu.
"Ben bilmem. Ama kaçacaklarını duydum." dedi Helen.
"Prenses yani kralın gerçek kızı o neden kaçmadı." diye sordu Mustafa.
Helen etrafı incelemeyi bırakıp Mustafa'ya baktı.
"Çünkü kral çok bencildir. Kendinden başka kimseyi düşünmez. Bizi bırakıp gitti." dedi Helen.
"Bu kadar bencil biri madem seni neden üvey kızı olarak kabul etti." dedi Mustafa.
"Kral düşmanlarını yanında bulundurur."
"Sen kralın düşmanı mıydı?" diye sordu Mustafa.
"O öyle biliyordu ki beni yanına aldı. Bende tahtın varisiydi. Tek bir kızı vardı. Oğlu olmadığı için taht varisleri bizdik. Varis olunca da düşman olunuyor. Beni ne kadar yanında tutarsa o kadar güçlü olurdu. Devlet içinde iç savaş olmasın diye." dedi Helen.
"Saray içinde bunca asker var. Seni nasıl bulamadılar." kaşlarını kaldırarak konuşuyordu Mustafa.
"Ben bir savaşçı annenin kızıyım. Kendimi korumayı, saklamayı iyi biliyorum. O yüzden kendimi çok iyi sakladım. Ama insan bir yere kadar saklanabiliyor." ellerini önünde birleştirdi Helen.
Mustafa karşındaki kızın ellerine baktı. Üzerinde ki elbise kadar beyazdı elleri. Gözlerini ellerinde çekip Helen'in gözlerine baktı.
"Varis olduğuna göre sende bize düşmansın öyle ise." dedi Mustafa.
Helen korkuyla Mustafa'ya baktı.
"Hayır ben düşman değilim. Ben taht peşinde de değilim lütfen beni bırakın. Size hiçbir yapmadan buralarda giderim başka bir ülkeye giderim. Kimse benim varlığımdan bile haberi bile olmaz. Size Tanrı huzurunda yemin ederim." dedi Helen.
"Bana kralın yerini söyle ya da bul. Seni özgür bırakayım. Sen özgürlüğüne kavuş. Bende düşmanı öldüreyim." dedi Mustafa.
"Size yemin ederim ki. Kralın yerini bilmiyorum. Bilsem hemen söylerdim."
"Neden soyleyesin ki." soran bakışlarla Helen'e bakıyordu Mustafa.
"Bu savaş ortasında bizi bırakıp gitti. Beni düşünmeyen birini ben neden düşüneyim. Gerçek bir kral olsaydı onuruyla savaşıp ölürdü. O ise bir korkak gibi kaçmayı seçti."
Helen'in sözleri Mustafa'yı etkilemişti. Bu kızı yanında tutması iyi olacak diye düşündü.
"Kral bulunana kadar burda tutsak kalacaksın." dedi Mustafa. Geri doğru döndü. "Askerler bana Ahmet paşayı çağırın."
Biraz sonra kapı açıldı. Ahmet paşa eğilerek içeri girdi.
"Beni emretmişsiniz padişahım." dedi Ahmet paşa. Karşıdaki kızı görünce saşkın gözlerle Mustafa'ya baktı.
"Bu kız kralın üvey kızıymış. Adı Helen. Derhal bir odan hazırlansın. Kız gözetim altında olacak. Kralı bulmamıza yardım edecek. Belli ki kral hâlâ buralarda bir yerde. Üvey kızının burda olduğunu öğrenirse. Hele de kaçmış olduğunu sanarsa, onu yanına çekmek ister. Bizde kralı buluruz. Bu kız krala gitmemizin tek yoldur. Sakın ola gözünüz kızın üzerinden ayrılmaya." dedi Mustafa.
"Emriniz başımla beraber padişahım." dedi İbrahim.
Mustafa, Helen'e doğru döndü.
"Benim himayem altında olacaksın ama bir tutsak olarak. Kralı ya bulmamıza yardım edersin ya da yine bulmamıza yardım edersin. Aksi takdirde genç yaşında toprağa girersin." dedi Mustafa.
Kız başını kaldırıp korkuyla baktı Mustafa'ya. "Size yemin ettim bilmiyorum. Tanrı bilir nereye gitti. Hemen o çoktan devleti terk etmiştir. Benim ne günahım vardır. Benden ne istersiniz. Bırakın gideyim lütfen." Mustafa'ya yalvarmaya başladı Helen.
"Ahmet paşa alın kızı götürün. Dediğimi de sakın kulak ardı etmeyesiniz. Bu kız bize lazım." dedi Mustafa.
Helen son kez Mustafa'ya baktı. Bırakması için. Bırakmayacağını anlayınca kolundan tutan adamla odadan çıktı.