•3• İYİ BİR ADAM 4/2

1757 Words
En sevdiğim şey yaşadıklarımı ve hissettiklerimi yazmak. Günlük, beni bu dünyada dinleyen tek varlıkmış gibi hissettiriyor. Bugün kağıtlara başka şeyler de karaladım. Şiir yada şarkı sözü sayılabilir. Kafiyeli cümleler... Annemin söylediğine göre babam Valery bir müzik öğretmeniymiş. Piyano çalmayı severmiş ve sesi de çok güzelmiş. Babamı pek fazla hatırlamıyorum. Odamı duvarında bir tane yağlı boya tablosu asılı. Eğer o resim olmasa babamın yüzünü bile hatırlayamazdım. Babamla yüzümüz ve saç renklerimiz benziyor gözlerimi annemden almışım. Tam anlamıyla bir Ruling değilim ve bunun için Tanrı'ya şükrediyorum. O yeşilleri alsaydım gözlerimi oymak isterdim. Ruling ailesinden herkes gibi bende nefret ediyorum ama benim nefretim daha kalıcı. Sönmek bilmeyen bir ateş gibi. Babamı öldüren o ailenin soyunu kurutacağım. Bu dünyada gördükleri son yüz benim yüzüm olacak. Annem zayıf olanlar intikam alır derdi. Hayır. Hak edenlerden intikam alınırdı. Bundan eminim. Ruling ailesi intikamı hak eden asıl insanlar. 17.09.1850 Bedenim mühürleneni iki asırdan fazla oldu. Ne kadar yaş alsam da aklım hâlâ on dokuz yaşımdaymışım gibi, yaş alsam da akıl yaşım olduğum yerde sayıyor. Bu aptal olduğum anlamına gelmiyor elbette. Gök taşında tamamen ustalaştım ama kullanmayı hâlâ reddediyorum. Bu benim seçimim dışında oldu. Benim dışımda kimse beni kontrol edemez. Ve benim seçimim normal bir insan olup sıradan bir hayat sürmek. Bu benim hakkım. Bedenim on dokuz yaşında takılı kaldı. Sonsuza dek on dokuz yaşındayım. Sonsuza, sonsuza sonsuza yada ölünceye dek yaşım on dokuz. Bugünün diğer günlerden farkı bir çocuk ile tanışmam oldu. Sevdiğim arkadaşlarım yaşlanıp öldükten ve biz bir çok yer değiştirmeye başladıktan sonra arkadaş edinmekten vazgeçmiştim. Ama bu çocuk farklıydı. O unutmayı seçen sessizlik yemini eden ailenin soyundan geliyordu. Peter Valentina. Soyadı bile değişmemişti. Kaldığımız kasabanın yetimhanesinde bulmuştum onu. Daha dokuz yaşında ve kimsesi yok. Annesi ve babasının yeri bilinmiyor. Yetimhanedeki arşivden hiçbir şey bulamamıştım. Her hafta sonu pazar, öğleden sonra ziyaretleri haftada iki, üç, dört gibi sayılara çıktı. Ziyaretlerim geçen zamanda arttı. O çocuğu annemden de Aaron dayımdan da sakladım. Sky bile bilmiyor. Onun bana özel kalmasını istiyorum. Bana Rosa diyor. İlk kez bir kasabada bu kadar uzun kaldık. Kalede kurtlar yüzünden fazla zaman geçirememiştik üç yıl sonra kaçmak zorunda kalmıştık. Şimdi ise bu kasaba gerçekten ev gibi hissettiriyordu. Ve Peter o büyüyor yaş alıyor, yaşlanıyor. On altı yaşına geldiğinde kaldığı yetimhaneden beraber kaçmıştık. Ona kalacak bir yer bulmam zor olmamıştı. On yedi yasına geldiğinde bir iş bulamaya başarıp çalışmaya başlamıştı. Gerçekleri ona on yedisindeyken anlatmıştım. Anlattıklarıma karşın sadece gülümsemiş ve geçmiş ile ailelerin gözünde önemsiz olup sadece beni önemsediğini söylemişti. On sekiz yaşında geldiğinde onu artık çocuk gibi görmemeye başlamıştım. Genç bir delikanlıydı. Ona annelik yapmıştım ama bu asla anne oğul bağı olmamıştı. Ben onu korumak istemiştim. Koruyucu bir melek gibi. Ama bir şeyler değişmişti hislerim değişmişti ve o sümüklü velete aşık olmuştum. Duygularım karşılıksızdı uzaktan sevmeye devam ediyordum. Yaş ve yaş alıyordu. Yirmi yaşına geldiğinde fiziksel yaşı benden bir yaş daha artmıştı. Bu ne kadar devam edebilirdi? Ne kadar yıl daha yaşardı? Yetmiş, seksen, doksan... Onun ölmesine izin veremezdim. Yapabileceğim tek şey vardı. Ve yapmıştım. Yirmi yedisine geldiğinde zaman taşıyla onu mühürlemiştim. İznini almamıştım. Ama kim sonsuza dek yaşamak istemezdi ki? Anlaşılan Peter istemiyordu. Dokuz yaşında beri tanıdığım o çocuk bana bugün ilk kez bağırmıştı. O günden beri yirmi yıl geçmişti. Bugünden sonra onu göremeyeceğim yirmi yıl geçirmiştim. 09.06.1900 Yirmi yıl sonra onunla ilk karşılaştığım gün tekrar karşılaşmak. Tek bir kelime ile açıklanabilirdi. Kader. Siyah saçları ardına taranmıştı, elinde bir pipo diğer elinde şemsiyesini tutuyordu. Kabanı ve takımı üzerindeydi. Hatırlıyorum da o gün ıslak bir köpek yavrusundan farksızdım. O ise tam bir beyefendiydi. Birbirimizi yağmurlu günde gördüğümüz o günde hiç düşünmeden kollarına atılmıştım. Artık o çocuk yada genç delikanlı değildi yetişkin bir adam olmuştu. Sonra öğrenmiştim ki benden sonra kendini akademik anlamda geliştirmiş, Birinci Dünya Savaşı sırasında cephede bile görev almıştı. O gün yağmur dinene kadar bir çardağa sığınıp sohbet etmiştik. Değişen çok şey vardı. O öfkeli değildi bense kırgın, biz aşıktık. Ben kalıcı olarak hayatımda aldığım kararla onunla bir aile kurmak istiyordum. O iyi bir adamdı. 17.09.1920 Neden anneme layık kalmadın baba? Mezar taşına elimi yasladım. "Çabuk karar vermişsin anne." diye fısıldadım. Sesim kırılgandı. Diğer elinde günce vardı. Her gün şafak sökmeden mezarının başına gelip yazdıklarından bir kaç sayfa okurdum. "Seni mutlu ettiğine eminim ama babam iyi bir adam değil. Yapacaklarımdan sonra eğer seninle bir kez görüşme fırsatım olursa bana kızma olur mu?" diye sordum sanki bana cevap verecekmiş gibi. Bahsettiğim görüşme ölümden sonraki olandı. Elbette yakın zamanda ölmek gibi bir planım yoktu. Ama illa bir gün nalları dikecektim. Kısık bir nefes verdim. Bugün okula gidecektim. Eski okuluma gitmeyi devam ediyordum. İlk dönemi bitirmiş sonrasında bir bahar tatilini geçirmiş ve ikinci dönemin sonunda da mezun olacaktım. Liseye gitmenin tek sebebi eğitim değildi elbette, kendimi yem gibi kullanıp babamı yakalamalarına yardım etmeye çalışıyordum. Beatrice üniversiteyi ertelemem gerektiğini söylemişti. Eh, böyle bu durumda yapacak başka bir şeyim yoktu. Hep on sekiz kalacaksam ve aklımdaki akademik bilgiler her zaman tazeliğini koruyacaksa üniversite beni bir kaç sene daha bekleyebilirdi. Elimi mezardan çekip güncenin sayfalarını ellerimin arasında karıştırdım. Bazı sayfalardaki yazılar silikti, ya tarihler eksikti yada sayfalar koparılmıştı. Sonuçta elimde tarihi eser değeri taşıyan bir defter tutuyordum bu normal olabilirdi ama en önemli yerlerin kasıtlı koparıldığına dair içimde şüphe tohumları vardı. Kökleri zaten içimi mesken tutmuştu. Yakınımdaki kimse değildi insanların iç dünyasını yeterince çözümlemiştim. Doğru yada yalan söylediklerini en ufak göz kaçırmasından anlayabiliyordum. Belki de annem koparmıştı. Beatrice günceyi annemin eskiden kaldığı evde bulduğunu söylemişti. Annem babamla bir aile kurmayı seçtikten sonra Beatrice'i arkasında bırakmıştı. Babamla bir süre kaçak hayatı yaşamışlardı. Kimlerden kaçmışlardı? Büyükannem bu kısımdan pek emin değildi ama annem taşları tek bir bünyede toplamak istemesinin sevdiği adamı ve kendini herkesten korumak istemesi olduğunu söylemişti. Yeni bir dünyayı da doğacak çocukları yada çocuğu için istiyordu. Benim için... Bense annem kadar büyük ideallere sahip değildim annem hedefine koşarken ben emekliyordum. Taş ilmini öğrenmeye Zihin taşından başlamıştım başarılıydım da daha ne kadar tek bir taş üzerinde çalışacağımdan emin değildim. Diğer taşlara da hükmetmek istiyordum. Güçlü olmak istiyordum. Koşmak için önce yürümeyi öğrenmek gerekiyordu. Yürümeden önce emeklemeye devam edecektim. Kendimde sevdiğim bir şey vardı. Bir çocuk gibi asla tutturmazdım buna kişisel olgunluk diyebilirdim. Büyük bir okyanusa sahip olmak için damla damla biriktiriyordum. Güce ulaşmak içinde adım adım ilerliyordum. Sky beni çalıştırıyordu. Son bir kaç haftadır sadece göğsüne yumruk attırıyordu. Ben daha havalı şeyler öğretir sanıyordum. Mesela havada takla yada sert tekmeler gibi. Ama biz yumruktan bir adım ne ileri ne geri gidebilmiştik. Olduğum yerde sayıyordum. Bu sinir bozucuydu. Başka dövüş hareketleri öğretmek için bir şart koymuştu. Eğer attığım yumruk onun canını yakar ve geriye savunabilirse bana daha havalı hareketler öğretecekti. Şeytanın sözü ne kadar güvenilir olabilirdi ki? "Üzgünüm anne, büyükbaba şimdi gitmem gerekiyor. Vakit yaklaştı." diyerek ayağa kalktım. Pantolonuma taşlaşmış toprağı silkeledim. Etrafta uçuşan Goldislerden biri bir anda bana çarpınca küçük bedeni yeri boyladı. "Ah, ufaklık canın yandı değil mi?" Günceyi koltuğumun altına sıkıştırıp. Bülbülü avuç içlerimin arasına aldım. Küçük kalbi çok hızlı atıyordu. Sarı tüyleri annemin saç rengine benziyordu. Goldis tek elimdeyken kanadını nazikçe aralayıp kontrol ettim. Bir şeyi yok gibiydi sersemlemiş ve korkmuştu sadece. Her ihtimale karşın onu Aaron'a gösterecektim. Tek bir Goldis bile büyükannem için değerliydi. Bu mistik büyülü kuşlar annemin kendi annesine hediyesiydi. Hayat enerjileri sayesinde burada ki kar güllerinin zamanlarından daha fazla, filizlendikleri ilk gün ki kadar taze kalıyorlardı Sonra bahar gelince yerlerini kırmızı yaz gelince pembe sonbahar gelince de sarı güllerin filizlenmesini sağlıyorlardı. Ama kar gülleri daha farklıydı daha güzel ve saflardı. Goldislerin büyüleri buydu hayat. Bahçeden elimdeki bülbülle birlikte çıkmıştım. Avuç içlerimde güvendeydi. Nefes alsın diye parmaklarımı aralık bırakmıştım. Bir şeye çarpana dek koşmaya devam ettim. "Mia okuldaki en iyi ortalamaya sahip olacak kadar zekisin ama önüne bakamayacak kadar aptalsın." dedi gülerek. "Fark ettiğin halde geri çekilmemek yada durmamak senin hatan." dedim başımı ovuştururken. Avuç içimde kıpırdanan Goldis'e oldukça dikkat ediyordum. Gülere, "Bu ufaklıkta nereden çıktı?" diye sordu. "Biz iki sakar birbirimizi çarptık." dedim. Goldisi benden almıştı. O na baktığımda otuz iki diş sırıtarak kuşa bakıyordu. "İncindin mi?" "Hayır, ben iyiyi-" "Sana değil kuşa soruyordum." diye sözümü kesti. "Ah, öyle mi?" dedim omuz silkip. Günce elimdeyken kollarımı çapraz yaptım. "İyi gibi ama emin olmak için Aaron'a götürüyordum." Kuş birden canlanıp kanatlarını açıp silkelendi. Sky gülümseyerek "O iyi." dedi. İşaret parmağıyla kuşun başını okşadı. Böyle merhametli biri nasıl şeytanın çocuğu olabilirdi? Daha önce hissetmediğim bir hissi gözlerine bakınca hissediyordum. Ne zaman başladığından bir haberdim yada nasıl bir şey olduğundan. Sky elini gökyüzüne kaldırıp kuşu uçması için cesaretlendirdi. "O kadar zor değil ufaklık. Sadece bırak kendini ve kanatlarına güven." Goldis kanatlarını açarak iki kez çırptı kendini aşağı bıraktığında kanatlarını daha hızlı çarptı. Kanatları sağlamdı ve uçabiliyordu. Etrafımızda bir kaç tur dönüp gül bahçesine uçtu. "Hayvanların hepsiyle iyi anlaşıyorsun." dedim. Saçlarını kaşıyıp başını olumsuz anlamda salladı. "Ah, hayır kurtlar ve yarasalarla daha anlaşacak ortak bir dil bulamadım." Elini öne uzatıp yürümem için bana yol açtı. Yan yana kaleye doğru yürümeye başladık. Doğu kanadımdaki gül bahçesinin bir sonu yok gibi görünüyordu. Gözümün algılayabileceği uzaklıkta dahi güller devam ediyordu. Son zamanlarda bahçe ben ziyaret etmeye başladığımdan beri daha çok büyümüştü yada güllerin sayısı artmıştı. "Bugün cuma." Ben konuşmazsam o hiç konuşmazdı. İlla bir konu açıp sohbeti başlatan ilk taraf ben olacaktım. "Okul haftasının da son günü. Yarın biraz tatil yapmama ne dersin?" "Kaytarmak yok." dedi başını olumsuz anlamda sallayıp. Ellerimi belimde birleştirdim. "Biraz dinleneyim bari en azından bir kaç saat daha fazla uyku uyuyayım." "Tembellik sana göre değil. Kaytarmak yok." dediğinde göz devirdim. Biraz mola vermek benimde hakkımdı. Sabahtan öğlen sonrasına kadar okul, akşam ve geç saatlere kadar göğsüne yumruk attırıyordu. Yaptığımız başka bir şey de yoktu. Liderler ve şahitlerin anlaşmasının üzerinden geçen zamanda duvar yıkma olayından sonra kimseden ses soluk çıkmamıştı. Taraflar sözlerine uyup bekliyordu. Arada sırada kurtlardan yada wampirlerden kaleye teftiş amaçlı ziyaretçiler geliyordu. Tek düşmanım Sky'dı. Bana dinlenmem için biraz zaman tanıyabilirdi. "Sadece kendine yumruk attırıyorsun. Ellerimde nasırlar çıktı." dedim. "Yarını kendime ayırıp kesinlikle tatil yapacağım." "Yok öyle bir dünya." dedi ellerini dizlerine koymuş bana doğru eğildiğini görünce irkildim. Şu şeytani pırıltı ve ateş kızıla yaklaşan mavileri görünce olduğum yerde kaldım. Bu korku mu? Yanından bile geçmezdi. "Daha beni bir mil bile geriye savuramadın. Başarısızlığına rağmen birde kendini ödül vermeye mi çalışıyorsun?" "Hadi ama! Sadece dinlenmek istiyorum..." Sert bakışları beni susturdu. Bir salise için. "Bu öğretmenliği çok ciddiye almışsın gibi görünüyor. Beatrice ve Aaron bile bana bu kadar yüklenmiyor. Sen hariç." "Seni güçsüz görmek hoşuma gitmiyor." diye gürledi. "Güçlenmeni istemem suç mu?" "Güçsüz değilim ben!" Yumruğum tan göğsüne denk gelecek şekilde dirseğimi geriye çekmiştim. Sky istediğini alır gibi gülümsedi. Yumruğumu ileri savuracakken durdum. "Tabii iyi numara sana istediğini vermeyeceğim." Diyerek arkamı ona döndüm. "Bunları artık kolay kolay yutmuyorum." Elimi havaya kaldırıp hoş çakal der gibi salladım. "Okul için hazırlanacağım. Gittim ben."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD