•6• KARGA MAHKEMESİ 2/1

2912 Words
•6• KARGA MAHKEMESİ Buradaydılar. Dokuz sürü ve alfaları Amarok. Amarok eski haline dönmüş yine saçı sakalı birbirine karışmış o ihtiyar dönmüştü geri. Duyularım hepsini hissedebiliyordu. Vızır vızır çalışan bir alıcıydı benim beynim. Her şeyi bilen ama bilmemezlikten gelen. Bilmediği bilinmezlikten nefret eden. Üzerime bir yığın halinde yığılan sorumlulukları taşımak zorunda olduğum bir andaydım şimdi. Kurtlar ve wampirlerle dört bir yanım çevrelenmişken tek yapabildiğim öylece dikilmek olmuştu. Amarok ve Naomi insan olan tek kişilerdi. Wampiler ise Artur ve Elizabeth olmasa çoktan kurtların üzerine atlamış olurlardı. Yumruklarımı sıkarken düşünmeye çalışıyordum ancak bu sessiz gürültü beni zorluyordu. Boğazımı temizledim ve sordum. "Milan nerede?" Aaron kalabalığı resmen yarıp geçerek ortaya çıktı. "Mia." diye seslenerek elini salladı. Yanına geldiğimde bir şey demeden bileğimden tutarak peşinden sürükledi beni. Arkama baktığımda Sky oldukça ciddi halde bir milim hareket etmeden olduğu yerde dikiliyordu. Geçirdiği bir sinir krizi şu kriz ortamında ihtiyacım olan tek şeydi. Yanında Dimitry vardı çenesi açık, nefilin başını şişirdiği belliydi. Aaron'a itiraz etmeden beni götürmek istediği yere sürüklemesine izin verdim. Geldiğimiz yer kütüphaneydi cam tavan siyah örtülerle kapatılmıştı. Bunu ev sahibi tarafından istenmeyen misafirler için yapmışlardı. Aaron'ın sıkıntılı bir iç çekerek pencelerin örtülerle kapatıldığı anı düşündü. Mekanın havasını bozuyordu ama wampirler için bir süre daha katlanmalıydı. Baktığımda Arthur ve Elizabeth bizden önce gelmişlerdi bile. Beatrice'i gördüğümde nefesim titrekleşmiş kalbimin üzerine ağır bir yük koymuşlar gibi sancımıştı. Dirseklerini masaya yaslamış başını önüne eğip ellerinin arasına almış büyükannemdeydi gözlerim. Sessiz ağlamasını duyabiliyordum. Neden ağlıyordu? Sevinmesi gerekmez miydi? "Beatrice." dedim karşısına geçerken masaya ellerimi dayayarak yüzüne doğru eğildim. Başını aniden kaldırarak kollarını boynuma dolamıştı. Masanın üzerine çekilince ayaklarım havalandı. Aaron'ın "Fazla tepki veriyorsun Beatrice." dediğini duydum. Evet büyükanne fazla tepki veriyorsun... Ama bana sarılman her şeyden öte güzel hissettiriyor. "Yeter bu kadar." diyen Arthur'un sesini duydum. Deri eldivenini geçen soğuklukla kolumu kavrayıp beni büyükannemden uzaklaştırdı. "İnsan biraz olsun değişir. Hep böyle duygusaldın ama ağlamak çocuğun varlığına bir çözüm sağlamıyor." Elizabeth kıkırdayarak kolunu Beatrice'in omzuna yasladı. "Ağlak, ağlak." dedi alayla. "Daha bizden sakladığın kaç torunun var? Ve hepsi Mia kadar sevimli mi?" "Bilmiyorum." dedi histerik bir sesle Beatrice. "Ne hissedeceğimi bilmiyorum ama ağlamak istiyorum. "Arthur iç çekerek ceketinin ön cebindeki ipek mendili büyükanneme uzattı. Beatrice mendili alarak gözyaşlarının ıslattığı yanaklarını sildi önce sonra burnuna tutup sümkürdü. Wampiler her ikiside yüzlerini buruşturmuştu. "O büyükse Mia ilk torunum olmuyor." "Bu bir sorun mu?" diye sordum. "Kimin büyük küçük olması sorun değil asıl sorun senin gibi bir tane daha olması." dedi Aaron kaşları hafifçe çatılmıştı. Hep gülecek hali yoktu. "Ve senin bunu uzun zamandır bilip bizden saklaman Mia." Birazcık suçluydum. Biliyorum. Omuz silktim. "Emin olmak zorundaydım." Arthur tuttuğu kolumu sıkıp yüzüne bakmama sağladı. Alnına düşen kıvırcık saçları çatılmış kaşlarını saklıyordu. "Emin oldun mu bari?" "Sanırım." dedim kolumu tutuşundan kurtararak. "Milan nerede?" Hepsi birden sessizleşince bu sefer kaşlarını çatan ben oldum. "Milan nerede?" Sorumu ikinci kez tekrarlamak canımı sıkmıştı. "Abi... Abim nerede?" "Abin mi?" diye sordu Sky Sesi. neredeyse azarlarmış gibiydi. Kütüphanenin aralık kapısında beni dikiliyordu. Kapalı olan kapıya Dimitry sırtını yaslamış kollarını gövdesinde birleştirmiş dik dik bana bakıyordu. "O şey ne zamandan beri senin abin oluyor?" "Abim olduğunu söylediğimden beri." "Sen, senin şununun şuyuyum diyen herkese inanacak mısın?" diye sordu bağırarak. Hızlı adımlarla karşıma dikildiğinde başımı kaldırıp ona baktım. Hırsla soluyordu. "Eğer inanırsan bir aptaldan farkın kalmaz ve bizimde seni yaşatmak için gösterdiğimiz çaba boşa gider." "Bir ben aptal değilim. İki hiçbir çaba boşa gitmeyecek nefil. Ve üç o abim." "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?!" diye sordu nefil. "Çünkü kan kullanmadan zihin taşına hükmetti." dedim. "Ne?" Sessizce ilk tepkisi olmuştu. Boynundaki mavi damarlar belirginleşmişti. Kaşlarını çattı. "Buna nasıl izin verirsin!?" "Böyle bir şey yapacağını nereden bilebilirdim?!" "Bana söylemeliydin." Gözleri siyahlaştı. Mavi damarlar şakaklarına kadar kökler gibi çıktı. Benide kendi gibi öfkelendiriyordu. Saçlarımın uçuşup mavi elektrikler çıktığını görebiliyordum. Flaş gibi patlayan mavi ışık gözlerimi kamaştırıyordu. "Söyleseydim ne yapacaktın? Kesin yüzünü dağıtırdın. Stray Dog'ta bunu kanıtlamış oldun." "Sana zarar verebilirdi! Seni öldürebilirdi! Daha kötüsü seni Ruling ailesine götürebilirdi!" "Şeytan." diye fısıldadım gözlerimi kısarak. "Rulingler Şeytan'dan ve onun oğlundan daha tehlikeli olamaz." Yanından geçerken hafifçe omzuna vurdum. "Sonuçta nefilim diyen sendin. Nefil, düşmüş iblis melek melezi nefil." Gergin omuzlarını düşürdü başını öne eğdi. Boynundan şakaklarına uzanan mavi damarlar kayboldu. "Güçlüsün, her biriniz güçlüsünüz. Ama ben, beni boş verin." İç çektim. "Eğer o dediğin gibi bir iblisse senindir ama benim öz abimse ona zarar vermene izin vermem Sky. Beni anlamanı beklemiyorum." "İblisse o benim." dedi sertçe ardından bizi izleyenlere dikti gözlerini. "O benim. Kimse ona dokunmayı aklından bile geçirmesin. Ben halledeceğim onu." Bu nefrette neydi? Sadece bir gündür varlığından haberdardı. Ancak Milan'a sanki eski bir düşmanmış gibi tepki veriyordu. Söyle onlara kulaklarımı geri versinler ve telefonumu da. Milan? Sevgili abiciğim zihnimdeydi. Neredesin? diye sordum. Ben mi? Zindanda. Burada kemirgenler var. İğrenç... dedi tiksinir bir sesle. Buraya girmeyi kendim istemiştim... Pişmanım. Bekle. dedim iç çekerek. Sonra seslice bağırdım. "Kim Milan'ı zindana kapattı?!" "Fikir bana aitti ama vazgeçtiğimde Milan zindana kapatılmayı kendi kabul etti." dedi Aaron mahcup bir sesle. Öfkeyle soluduğumla kendini savunmaya geçti. "Tehdit olduğunu düşünmüştüm Mia. Bizden haberdar ama onun kim olduğunu hakkında bilgimiz yok." "Milan'a gelene kadar burada zindana kapatılması gereken bir çok tehdit var Aaron." dedim yargılayıcı bakışlarımla. "Hepinizin en azından bir sabıkası olduğuna eminim. Buna trafik kuralı ihlali de dahil." Elizabeth aniden yanımda belirdi. Kollarını arkadan bana sararak kendine çekti. "Beni hariç tutuyorsun değil mi Mia? Ben asla bir tehdit değilim. En azından senin için." "Sen listenin en başındasın." dedim. Omuzlarımı silkerek kolları arasından kurtuldum. Bir şey demelerine müsaade etmeden koşarak kütüphaneden çıktım. Kapıda Amarok ve Naomi ile karşılaşmış baba kızın arasından geçerek koşmaya devam etmiştim. Arkamdan itiraz ve Mia dur sesleri işitsem de durmaya niyetli değildim. Labirent gibi olan taş duvarları takip ettim. Wampir ve kurt topluluğunu gösteren kemerli koridordan geçtim. Kokumu aldıklarını gibi keskin ve kızıl bakışlarını bana çevirmişlerdi. Aldırmadan yoluma devam ettim. Yemek odasını ve ona bağlanan büyük mutfaktan geçtim. Şarap mahzenine girdiğimde iki yüz yıllanan altıncı raftaki şarap şişesinden asılarak zindana açılan kapıyı açtım. Duvar ağır ağır açılırken aralanan yerden sıvıştım. Burası zindana gitmek için en kestirme yoldu. Aaron'ın zihnini yokladığımda daha bir çok hızlı geçidin ve kestirme yolun yerini öğrenmiştim. "Milan." diye seslendim. Boğucu ve tozlu havaya ciğerlerimi yaktı. Kim bilir yerin kaç metre altındaydık. Telefonumun ışığını etrafa tuttum. Zindanların içine tek tek bakarken yerde kendi iradesi özgürlükten umudunu kesmiş gibi oturan kardeşimi gördüm. Neyi vardı bunun? İki elimde zincire vurulmuştu. Zincirler kısa olduğundan elleri havada asılı kalmıştı. Bacaklarını kendine çekmiş ve çenesini dizine yaslamıştı. Durumdan bıkkın gözlerle bana bakındı. "Amma da eziksin..." diye mırıldandım. "Gururun olsun biraz. Kendini savunamadın mı? Kelimelerle olsa dahi!" "Eğer kendimi savunacak olsaydım bu beni suçlu yapardı." Milan sözlerimden rahatsız olmuş gibi kaşlarını çatıp bana dik dik baktı. "Sadece suçlu olanlar cezadan istifade etmek için kendilerini savunurlar." "Şu laf cambazlığını bana değil de tepemizde senin canına okumak için dikilen kalabalığa sergilemeliydin." Başta Sky. Milan'ı bir kaşık suda boğmak için sabırsızlanıyordu. Önceden avukat olmak istiyordum ama ilk davamda onun savunmasını nasıl yapacağım hakkında kelime dağarcığımın çarkında en ufak bir hareketlenme yoktu. "Bana güvenmiyorsun. Haksız mıyım?" diye sordu sessizce. Bu soruyu sorarken ciddi miydi harbiden? Aklına baktım ama tamamen bana kapatmıştı. O kapalı kutuyken ona nasıl güvenebilirdim? "Güvenmiyorsun." dedi sert bakışlarımdan cevabına emin olarak. "Zihnini yüz de yüz görememe izin vermezken; Söylesene Milan sana nasıl güvenebilirim?" Milan sorum karşısında afallamış gibi tepki verdikten sonra ellerini yumruk yaparak sıktı. "Bana söylediklerin dışında saklandıkların da var. Eminim ki öğrenmemi istemeyeceğin türden şeylerdir." Ellerimi belime koyarak öne doğru eğildim. "Babamın karanlık sırları dışında bende kendi geçmişine ilgili neler saklıyorsun abiciğim?" Başını kaldırarak üzgün bakışlarla gözlerimin direkt içine baktı. "Her sözünde haklısın Mia. Günahlarımı inkar edemem. Görmek isteyeceğin son şey benim zihnim olur." "Ahahaa..." diyerek güldüm. "İnan bana bir saniye öncesinden daha fazla zihninin içini görmek istiyorum abi." "İstediğini yapabilirim zihnimi sana açabilirim Mia." Sesi titredi ve gözleri doldu. "Ama kız kardeşimin benden nefret etmesini istemiyorum. Beni seven son kişinin..." "Göster." dedim duygularıma hakim olarak. O kadar şey yaşamışken sergilediği bir role kanacak değildim. "Şimdi." Gözlerimi yumdum ve zihnimi ileri doğru savurdum. Bir duvara çarpmayı beklerken zihninin derinliklerine bir inişte kendimi buldum. Başımı ellerimin arasına alarak sıktım. Bu çok canımı yakıyordu. Psişik Zihnenya'ya alışmış değildim. Göreceğim şey her neyse acıya değeceğini biliyordum. Ama ne görmeyi umduğum hakkında fikir sahibi değildim. Belki babamı mahvedecek bir şeyler. Onu hüsrana uğratıp, yenildiğini anladığı anda ki bakışını gözlerinde gördüğüm türden bir şey. Artık fiziksel dünyaya dair bir şey hissetmediğim anda gözlerimi açtım. Kendi okyanusum ve ardından karanlık bir zihnin içindeydim. Serap gibi dalgalanan bir anı içinde bulmuştum kendimi. İlk kez biri beni zihnine çağırdığı için değilde kendi isteğimle birinin zihnine girmiştim. Yerin sarsıldığında yere çömeldim. Deprem değildi. Yerin sarsıntısı dalga dalga tekrarlanırken başımı kaldırıp göğe baktım. Havada asılı duran iki insan sületi vardı. Pekte dost canlısı bir karşılaşma değildi. Doğa üstü bir karşılaşmanın tam ortasına düşmüştüm. Dahası tüm İmperium taşları karşı karşıya gelmiş o kişilerin etrafında silahtan çıkmış mermi hızında dairesel hızda dönüyordu. Ağzım istemsizce açık kalmıştı. Bunlar her kimse taşlara aynı anda hükmedebiliyorlardı. Taşlardan yükselen renkli ışıklar geceyi çakan şimşekler gibi aydınlattı. Her saldırı ve karşı atakta. Yer ağaçları kökleriyle birlikte sökecek kadar güçlü sarsılıyor, gökyüzü yarılıyormuş gibi yıldırımlarla gürlüyor ve en beteri bu kaçıklar durmak bilmiyordu. Dünyanın sonunu getirmeye yemin etmişlerdi sanki. Benim olduğum yere bütün hızlarıyla ve etkileriyle gelirken birini tanımıştım. Milan. O çok güçlüydü. Geçmişte ki bir anıdaysam Milan'ın eskiden tüm taşlara hükmedebilecek kadar güçlü olduğu anlamına gelirdi. Karşısında ki de bir o kadar güçlüydü. Giydiği pelerin her saldırıda uçuşurken sonunda pelerinin başlığı kafasından kurtulmuştu. Altın sarısı saçlar havada savrulurken yaşadığım hissi kelimelere dökemezdim. Annem Rosalyn ve Milan. Kaybedenin ölümüne olduğu bir savaştaydı. İkisinin güçleri de ordulara bedeldi. Havada ateş, toprak, su, rüzgar, şimşekler ve çeşitli enerjilerin yükseldiği ışıklar bir çok farklı yönden birbirlerini hedefliyorlardı. Annem Rosalyn bir anda yok olup yeniden Milan'ın arkasında belirdi. Enerji taşını kullanıp ışınlanmış olmalıydı. Havada sivrilerek hızla büyüyerek sivrilen bir buz kütlesi oluşturdu. Annem o soğuk kütleyi yüzünde hiçbir acıma ya da tereddüt belirtisi olmadan oğluna fırlatmıştı. Milan gözleri ve saçları Beatrice'e benzer şekilde beyaza döndüğü anda zamanı yavaşlatmıştı. Üç saniye için ve onu öldürebilecek o soğuk kütleden kendini son anda kurtarmıştı. Nefes nefeseydi. Toprağı kullanarak havada bir bariyer ve hendek oluştururken süzülerek yere yakın durdu. Annemize bana bir kaç dakika önce baktığı gibi bakıyordu. Üzgün ve gözleri yaşlarla doluydu. "Yalvarırım anne durmalısın!" diye bağırdı. Anneme durması yalvarıyordu. "Lütfen. Ölmek istemiyorum. Seni öldürmekte istemiyorum anne. Seni seviyorum! Babamı seviyorum! Kız kardeşimi seviyorum..." "Madem beni durdurmak istiyorsun oğlum." dedi Rosalyn ellerini iki yana genişçe açarak kendi ekseninde dönen taşların enerjisini etrafında toplarken. "Beni öldürmelisin ki durabileyim." Milan ve benim ikimizin de verdiği tepki de aynıydı. Afallamış ve gözlerimiz fal taşı gibi açılmış ve de hüsrana uğramıştık. "Seni bunun için yetiştirdim ben taşlara hükmedebil diye!" "İstemiyorum anne. Hiçbir zaman istemedim! Şimdi de bu seçimim değişecek değil." Milan'ın yanaklarına yaşlar akarken, annem duraksadı. Neden bu hale gelmişlerdi? Onları birbirlerini öldürebilecek raddeye getiren sebep neydi? Parçalar oturmuyordu. Annemin duraksaması bir saniye sürdü hemen ardından güç ekseninin ışığı azaldı. Milan ile aynı hizada olacak şekilde havada alçalırken elini oğluna uzattı. "O zaman katıl bana. Babanı ve Ruling ailesini yok etmeme yardım et." Gülümsedi. "Her zaman büyükannenle tanışmak istemiştin sonra seninle annem Beatrice'i ziyaret edelim." "Böyle değil." Milan başını ellerinin arasına aldı. "Mahvederek. Yok ederek. Savaşarak değil. Kin ve intikam gözünü bürümüş anne." Titrek bir nefes aldı. "Sen benim annemsin. Şefkatli. İyi ve sevgi dolusun. Mia'yı düşün. O daha çok küçük. Onun için güvenilir bir dünyanın temelini kan ve intikamla atamazsın. Sevdiğin adamı öldürdükten sonra mutlu olacağını mı sanıyorsun?" "Baban, Ruling ailesinin tarafına geçip bana ihanet ettiği gün onunla tüm bağlarım koptu benim." Annemiz yeniden öfkesini kazanırken, Milan başını hayır anlamında salladı. "O zaman gidelim buradan. Mia sen ve ben anne. Biz üçümüz birbirimize yeteriz. Sen ve çocukların..." "Babandan bir farkın yok senin de. Sende korkaksın. Kaçmak ya da sığınmak bizim için bir seçim olamaz." Annemin mavi gözlerinde mavi ışık belirdi ve büyüdü. "Onurunla savaşarak ölsen iyidir. Kaçıp korkak gibi anılmaktansa savaş ve öl oğlum." "Evet öldür onu." Ağaçların sarsıntıdan dolayı sallanan gür dalları arasından çıkıp geldi o. "Rosa. Milan'ı öldürerek işimi kolaylaştır karıcığım." Duygusuz karanlıkla bakışlarla kaplı gözlerini Milan'a çevirdi. "Ya da sen belki anneni öldürürsün." Ellerini belinde birleştirdi. "Her iki yolla da benim rakibim bire düşecek ve elime buluşacak kan miktarı azalacak." "Baba..." Milan gardını indirmek üzereydi ama bir şekilde tutundu. "Neden beni feda ediyorsun? Ben... Ben senin oğlunum Milan Valentina. Neden? İkinizde neden beni feda etmeye hazırsınız?" Elleri boşluğa düştü. "Neden biriniz beni seçim yapmak zorunda bırakırken, diğeri seçim şansı bile sunmuyor?" "Sorular ve sorular." dedi Peter Valentina oğluna kaşlarını çatarak bakarken. "Küçücükken de sorular sorardın. Büyüdün ve hiçbir şey değişmedi." Omuzlarını dikleştirerek anneme baktı. "En azından hala Mia var. Bunları hatırlamayacak kadar yaşı küçük. Onun baştan eğiterek yetiştireceğim. Güzel kızım kusursuz piyonum olacak." "İzin vermem!" dedi Rosa ve babama bir ateş topuyla saldırdı. Milan o anda atağa geçip, babamın önüne atılırken sırtından kanatlarını çıkardı. Kanatlar! Ateş topu sağ kanadına çarptığında acıyla bağırdığını duydum. Ona koşmak istedim ama yardımım dokunmazdı. Abime yardımım edemezdim. Bu sadece bir anıydı. Havada yuvarlandı ve yerde sürüklenerek bir ağaca çarparak durdu. Acıyla inilderken, korkak adi herifin bir yanılsamadan ibaret olan görüntüsü yok oldu. Annem yeniden çıldırdı. "Çık ortaya Peter! Oğlumuz kadar bile mi cesaretin yok! Yüzleş ve savaş benimle!" Annem arkasından görünmez bir darbe aldığında Milan'ın olduğu tarafa doğru savruldu. Ve yine onu zarar görmekten kurtaran kişi abimdi. Zihin taşını kullanarak annemi havada yakalamıştı. Dirseğini toprağa yaslamış, sağ kanadının yarısı kopuk ve kanar bir şekilde titreyen eliyle annemi havada tutuyordu. "Yapmayın ikinizde. Halinize bakın tanıdığım annem ve babam değilsiniz. Biz aileyiz. Taşlardan daha önemli olan bu olmalı. Ailemiz." Sessizce nefes verirken başını eğdi. "Benim için bu dünyada ki en önemli şey ailemiz." "İmperium Taşları için kaç aile yok oldu sayısını unuttum." Babamın sadece sesi vardı. Ortalıkta görünmüyordu. "Ama en son yok ettiğim aile benimkiydi. Annem. Babam. Kardeşlerim ve doğmamış kardeşim bile. Hepsini öldürdük. Annen ve ben Milan." Ortalığı kısa bir an sessizlik hüküm sürdü. "Bu gece günah çıkartma niyetinde değilim oğlum. Bana ait olanları alma derdindeyim." Milan'ın gözleri büyüdü ve acı içinde çığlık atarken yeşil olan gözü parladı. Elini yumruk yapıp sıkarak annemi bıraktı. Roselyn anında toparlanmıştı bile. Oğluna bakarak yüzünde belirsiz ifade canlanırken Milan ayaklanmış kırık kanadını dişlerini sıkarak koparıp atarken tek kalan sol kanadını umursamadan ya da kanayan yarasını annesi ve babasıyla savaşmaya başladı. Gücünü yitirmişti kimsenin olmadığı bir yöne hedeflerken, babamı görmüştüm. O adı herif görünmez olmuş ve bir yanılsama kullanmıştı. Korkak herif! Sıra anneme geldiğinde ona da acımamıştı. Ebeveynlerimiz yerde can çekişir gibi kendilerini toparlamaya çalışırken, Milan tüm taşları ekseninde topladı. Her birinin güçlerinden içine çekerken, kalbine doğru gözlerin de parlaklık arttı. Güneş tutulmasına benziyordu ama meteor çarpması etkisinde olacaktı. O da annemiz ve babamız gibi çok ileri gidiyordu. "İkinizde ölerek neden diğer dünyada aşık ruhlar olarak birleşmiyorsunuz?" İki elinde yıldız şeklinde semboller oluştu ve dairesel halkalar elleri ile bedeni etrafında dönmeyi sürdürdü. "Dünya bir yana ailem bir yana demiştim. Ama kız kardeşim Mia o her şeyden öte. Size olan sevgim ve sadakatimden bile!" Omuz silkti. "O benim gibi bir piyon olmayacak. Kardeşimi intikam ya da taşlar uğruna bir savaş silahına çevirmenize izin vermeyeceğim!" Rosalyn aldırmak için hamle yapacaktı ama Milan annemizin düşüncelerini okumuş gibi yapacağı saldırıyı önceden bilmişti. Milan kuyruklu bir yıldız gibi hareket etti. Annemin boynundan yakaladığı gibi onu yerde sürüklerken abim artık merhametini bir kenara bırakmıştı. Babam yine yok olmuştu ortadan. Milan onu yerde sürüklemeyi bıraktığında iki eliyle boynuna sarılmıştı. Parmaklarının sertçe gırtlağına bastırıyordu. Bozulan güç dengesiyle oluşan kaos taşları kötü etkiliyordu. "Annem." diye fısıldadım. Beni duymayacaklardı. Güzel, her zaman huzurlu bakan mavi gözleri dehşete düşmüş oğlunun yüzüne bakıyordu. Öne Zaman taşı çıkmıştı. Abim onu kullanıyordu. Ve içimde doğan bir ihtimal geleceğe bakmıştı. Ne yapacağına karar vermek için bir kaç dakika ilerisini görmek için kullanmıştı. İleri görüşünde babam hem onu hem annemi öldürüyor ama sonrasında pişmanlıkla dizlerinin üzerine çökerek ikisine de sarılıyordu. Babam sonuna kadar pişman olsa da annem son nefesine kadar yılmamıştı. Canlı hallerine göstermediği sevgi ve merhameti ölü bedenlerine göstermesi ne işe yarardı ki? İleri görüşün devamında taşlar kontrolden çıkarak her şeyi yok etmeye başlıyordu... Milan beyazlaşan saçları ve gözleri beyazlıktan arınarak saf hallerine döndü. Ağlıyordu. Hem de çok kötü derecede ağlıyordu. Başını hızlıca sağa sola salladı. Annem taşlarla iletişime geçmeye çalışıyordu ama Milan çoktan tüm enerjilerini kendisine odaklamıştı. Hareden oluşan ve bir hançere dönüşen ışıkların sivrileşen ucu anneme dönüktü. Beynimin anı emrine uyarak onlara doğru koşmaya başlamıştım. Aynı anda babamda farklı bit yönden koşuyordu. İkimizin amacı da aynıydı Milan'ı durdurmak. "Oğlum!" diye bağırdı Peter Valentina. "Dur! Dur!" Bir anda değişen şey şuydu. İşlerin ciddileşmesi. Aklından geçen bir kaç şeyi o koşarken okuyabilmiştim. Öldürmede bile onlara kalıcı izler bırakacak kadar zarar verecekti. Ama annemin nihayi hedefi oğlunu da kocasını da öldürmekti. Nefesimin tıkandığını hissettim. Gerçekte hiçbir şey yapamazdım. "Affet beni anne. Özür dilerim. Özür dilerim. Affet beni. Seni seviyorum ama beni mecbur bıraktın. Seçenek hakkım yok." Milan çaresizdi. Ben tamamen çaresizdim. "Biz her şeyi mahvediyoruz. Kan ve gözyaşı. Bunu istemiyorum! Bunu gerçekten yapmak istemiyorum! Ama... Özür dilerim anne... Seni seviyorum bugün ve yarının ötesinde. Özür dilerim." Işıklar ikisinin de bedenini kapladı. Milan ikinci alternatif sonu tercih etmişti. Dünyanın sonu değil de annemin sonunu getirecekti. "Anne!" Çığlıkla bağırarak dizlerimin üzerine düştüm. Hayır. Hayır. Hayır. Anne. Anne. Anne. Susmak bilmez bir şekilde çığlık attığımı biliyordum. Çıldırmış gibi. Acı ruhumu tüketip bitirirken ellerimde yığınla öfke dolayısıyla beliren güç açığa çıktı. Milan'ın zihninden geriye doğru savrulduğumu hissettim. Anneme sarılmak istiyordum. Işık patlaması yaşandıktan sonra ki an Milan annemin kanlar içinde ki parçalanmış bedenine sarılmışken babam benden farksız dizlerinin üzerindeydi. Gözlerinde ki bakış hüsrana uğramış ve yenildiğini anladığı anda ki bakışını gözlerinde gördüğüm türden bir şey. Gözlerinde ki bakış hüsrana uğramış ve yenildiğini anlamış bir adama aitti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD