Okyanusta derinlere çekiliyordum. Suyun içinde kaybolup giderken göğe baktım ve nefesimi tuttum. Nefes kesici bir evren vardı yukarıda. Yıldızlı ve hiçte kirli hissettirmeyen bulutlar. Göğü kirli göstermektense sanatkarın fırça darbelerine benziyorlardı. Benim okyanusuma göre orası daha cezbediciydi. Benim okyanusum su, su ve daha fazla sudan oluşuyordu.
Üstelik gökteki yıldızlar olmasa zifiri karanlıktı. Gökyüzüne ulaşmak istiyordum. Benim zihnimin okyanusu böylesine karanlıkken gökyüzü bir o kadar aydınlık ve hayranlık uyandırıcıydı. Elimi göğe doğru uzattım. Okyanusun yüzeyine ulaşmak için kulaç attım. Yüzeye ulaşacaktım. Elimi kısa bir mesafe kala göğe uzattım. Çok yakındı...
"Mia."
Göz kapaklarım aniden açtığım için gözlerim kamaşmıştı. Elimi havaya doğru tavana doğru kaldırmıştım. Zihnimde olduğu gibiydi. "Gökyüzü nerede?...
"Aptalca konuşuyorsun." dedi kıkırdarken. Yüzü tavan ile arama girdiğinde yattığım yatak sarsıldı. Düz bir suratla gülümseyen yüzüne bakıyordum. Ellerini başımın iki yanına koyup destek alıyordu. Yanağına dokunup okşadığımda kaşları havalandı.
"Amma da güzelsin." diye fısıldadım. "Bir kız olarak bu güzel yüzü, siyah uzun saçları ve buz mavisi gözleri kıskanıyorum." Cümlemi tamamlayana dek Sky'ın yüzündeki gülümseme biraz daha büyümüştü.
"Eğer cinsiyet olarak tam tersi durumda olsaydık seni tavlamak için her türlü şeyi yapardım."
Sorgulayıcı bakışları üzerimde dolandı. "Tamam, daha fazla aptalca konuşmaya başladın."
Kolumu ensemin altına koyup başımı yükselttim. "Ah, ben kesinlikle ciddiyim."
"Şu anda neden beni tavlamaya çalışmıyorsun?" diye sordu.
"Kim demiş." dedim sırıtırken. Aklım nerelerdesin? Uyandıktan sonra oluşan şu sarhoşluk hissi geçene kadar saçmalar dururdum. Bu saçmalıkların yüzde otuzuda doğruydu. Tabii bu bilgiyi kendime saklayacaktım. "Dışarıda durumlar nasıl?"
"Herkesi gönderdik." dedi derin bir nefes alarak. Rahatlamışa benziyordu. "Amarok kendi sürüsünden en iyi olan kurtları kalenin çevresindeki ormana yerleştirdi."
"Gözetim şeysi." dedim göz devirirken. Yanağını bırakıp yakasından tutup çektim. "Hey, başıma gardiyan olur musun?"
Sky'a baktığımda şaşırmış olduğunu gördüm. Kısa bir sessizlikten sonra konuştU; "Büyük ihtimalle zaten olacağım. Beatrice bu görevi bana verEcektir. Ama kısa süre içinde senden minik bir savaşçı yapabilirim. Dövüş yeteneklerim inanılmazdır."
Umutsuzca sordum. "Sence benden bir halt olur mu?"
"Bunu bir ay sonra tekrar sor." dedi. "İyi çelme takıyorsun. Kısa olsalar da bacakların güçlü."
"Kısa değiller..." Sky bana yaklaşmaya başlamışken elimle yüzünü kaplayıp ittirdim. "O kadar basit değil. Üçüncü kez olmaz."
"Hadi ama." diye sızlandı. "Bunca şeyden sonra bir öpücüğü hak etmişimdir."
Gülerken "Menfaatçi şeytan tohumu." dedim yatakta oturur pozisyona geçtim ve Sky da dizini koyduğu yere kıçını bırakıverdi. Aaron düşünceleri ile yaklaşıyordu. Sky Saçlarını karıştırıp homurdandı. "Bir kez öpsem?"
Bacaklarımı yataktan aşağı sarkıtıp gerindim. "İki kez öptün zaten o yüzden sus." dedim. Gerçekten bunun için tartışıyor muydum? "Aramızda bir şey bile yok üstelik ilk önce doğru dürüst bir çıkma teklifi et. Sonrasına bakarız."
"Mia o zaman benimle çık." dedi birden.
"Ne be bu? Merdiven mi?" dedim omzuna vururken. "Biraz klişe olsa bile romantik olmaya çalış."
"Mia-" Kapı açıldığın da ağzını kapatmak zorunda kaldı. Aaron elinde bir tepsiyle içeri girerken bir yandan da omzuyla kapıyı ittiriyordu.
Odaya bir adım attınca bu sefer ayağıyla kapıyı arkasından kıvrak bir hareketle kapattı. Tepsideki her neyse güzel kokusuyla odanın içini doldurmuştu. Aaron tepsiyi alçaltıp bana tabaktaki yumurtalı sandviçleri gösterdi. Yumurta sosis ve eritilmiş çedar peyniri iştah açıcıydı. "Beatrice yemek ayırt etmediğini söylemişti bende kahvaltılık bir şeyler hazırlardım. Yarım gündür uyuyordun aç olmalısın."
Hevesle başımı salladım. Tepsiyi kucağıma bıraktı. Kendisi de köşedeki masadan üzerinde pofuduk yastıklardan olan bir sandalye çekip oturdu. Yemeye başlayıp kendimi kaybetmeden önce "Büyükannem nerede?" diye sordum.
Aaron sanki kötü bir şey sormuşum gibi başını öne eğdi. Sky "Birilerini ziyarete gitti." dedi.
"Kimleri ve nereye?"
"Valery ve Rosa'un mezarına." dedi. Tepsi kucağımdan düşmeden önce Sky yakalamıştı. Ayaklanıp kapıya doğru koşturdum Aaron kolumdan tutup beni durdurmuştu. "Mia birden ayaklanman senin iyi değil." dedi endişeli bir sesle. Endişesini anlıyordum ama öylece duramazdım. "Bedenin kendini daha toparlayamadın-"
"Büyükannemin olduğu yere götür beni Aaron." Sky'ın oturduğu yatak savrulup duvara çarpmıştı. Zihnimde fazlasıyla savurgandı. "Öfkelenmek istemiyorum o yüzden lütfen beni büyükanneme götürün."
Sky tepsiyi Aaron'ın eline tutuşturup kapıyı açtı. "Ben seni götürürüm."
Elinden tutup onu peşimde sürükledim. Öne geçip beni yönlendirdi. Aaron arkamızda kalmıştı. Kaleden çıkıp güllerle dolu bir bahçeye girmiştik. Kalenin doğu kısmındaydık. Beyaz güller her yerdeydi. Kış zamanı bu çiçekler nasıl yaşayabiliyordu Sky güllere olan ilgimi fark etmiş olacak ki "Kar gülleri." dedi gözleriyle işaret ederek. "Yılın sadece aralık ayında açarlar."
"Bugün aralığın kaçı?"
"On sekiz aralık." dedi. Tam tamına bunca şey yaşayalı iki hafta olmuştu. Üç aralık doğum günümdü. Doğduğuma pişman edildiğim gün... Sky durduğunda bende durdum.
"Burası mı?"
"İleride. Bundan sonrasını kendin gitmelisin." Sky mahremiyet azda olsa özen gösteriyordu. "Beatrice Valery ve Rosa'un mezarında kendisi dışında kimseyi istemez."
Uzanıp yanağından öptüm. "Teşekkür ederim Sky."
Arkamı dönüp koşar adım güllerin yanından geçtim. Beyaz güller her adımımda biraz daha fazlalaşıyordu. Beatrice melek heykellerinin bulunduğu süs havuzunun kenarında oturuyordu. Etrafında altın renkli bülbüller uçuşuyordu. Beatrice'in zihnindeki bahçede gördüğüm bülbüllerdendi ama gerçek hayatta daha güzellerdi. Büyükannem elini havaya kaldırmıştı bir bülbül parmağının ucuna konup cıvıldamıştı. Altın renkleri gün ışığının altında parlıyordu. Göğe bakarken kararmak üzere olduğunu gördüm. Güneş son hüzünlerini bırakıyordu.
"Bahçe seni tanıdı ve toprağına basmana izin verdi." dedi yüzünü göğe kaldırmıştı gitmek üzere olan güneşin ışıklarıyla vedalaşıyordu.
"Bir çeşit büyü mü?" diye sordum.
"Hayır bu toprak Evergardenların kanıyla sulandı." Yüzü acıyla kasılmıştı. "Altı ailenin kanı damarlarda ilahi bir efsun ile akar ve kalpleri bu ilahi eşliğinde çarpar."
"Ailenin kanı." dedim ve cesaret edip sordum. "Ömrün boyunca kaç kişiyi kaybettin büyükanne?"
"Hayatım boyunca sayılarını aklımda tutamayacak ama her birinin ismini hatırlayacak kadar çok kişiyi kaybettim." Gözlerini kapatıp yaşlarının akmasına izin verdi. İleriye baktığında bende başımı o yöne çevirdim. Rosalyn Ruling ve Valery Stephen Ruling. "Annem ve büyükbabam..." Mezarlarının önüne geldiğinde toprağa diz çöktüm. "Neden ölmek zorundaydılar ki? Ölmeyi hak eden yüzlercesi varken neden onlar öldü?"
"Dünya âdil bir yer değil." Ellerini omuzlarımda hissettim. Arkamda diz çöküp kollarını bana sardı. "Hayat adil değil, insanlar merhametten yoksunlar. Sen ne kadar iyi olursan ol kötülük her zaman karşımıza çıkacak ve bize her acıyı yaşatacak. Ama beraber olduğumuz sürece hiçbir kötülük karşımızda yeteri kadar güçlü olamaz."
"Rulinglerin suçu." dedim dişlerimi sıkarak. "Tüm bu olanlar... Eğer ihanet etmiş olmasalardı durum daha farklı olurdu. Ben bile belki daha farklı olurdum. Ailem bir arada olurdu."
"Ben senin ailenim." dedi. "Biz senin aileniz Mia. Bugünden itibaren yasım son buldu. İnanıyorsun değil mi?"
Beni saran kolundan tuttum. "İnanıyorum... Hayatımda aile sayabileceğim sadece sen kaldın. Sizin ölmenize izin vermeyeceğim. Bunu böyle bil."
"Kendini hiçbir şeyden sorumlu hissetme." Saçlarımı okşadı. "Sadece yaşamaya bak. Taşların ilminide en iyi şekilde sana öğreteceğim. Hepimizden daha güçlü olacaksın."
"En yakın arkadaşım ve büyükannem olduğun için teşekkür ederim." Dedim.
Uyu benim güzelim.
Anneciğin yanında .
Seni seviyor.
İblislerden, cadılardan, büyücü, canavarlardan ve kötü yaratıklardan seni koruyor.
Uyu benim güzel kızım.
Sakın korkma, endişe duyma.
Annen yanında.
Koruyacak seni tüm kötü ruhlardan.
Sadece gülümse tüm benliğinle.
Işılda karanlıkta.
Sakın korkma endişe duyma.
Sonsuza kadar annen yanında.
Fani yaşamında ve ölümden sonra ebedi hayatında.
Büyükannem fısıltılı bir sesle anneme bu ninniyi bir süre mırıldandı. Sessizce Beatrice'i dinledim. Huzur verici güzel bir sese sahipti.
Ben annemin Beatrice ise büyükbabamın mezarının başındaydı. Dua edip ruhları için iyi dileklerde bulunmuştuk. Annemin mezarına elimi koyup okşadım. Taşı değilde som altın saçlarını okşamak isterdim. Büyükannem başını mezar taşına yaslamıştı. Başımı bu taşa değil omzuna yaslamak isterdim sevgilim. Düşüncelerimizin bu kadar benzer olmasına karşın bir an burukça tebessüm ettim. Bizi izlediklerini emindim. Varlıklarını yakınlarda hissediyordum. Ölümlerinin boşa çıkmayacağını biliyordum. Boynumda asılı olan mavi taşı avcuma alıp sıktım.
Bugünden itibaren her şey ben ve hayatım için çok farklı olacaktı.
Değişim benden başlıyordu ve değişim bulaşıcı olacaktı.