•1• ŞEÇİMLER 3/1

1781 Words
Sia -The Greatest- İMPERİUM •1• SEÇİMLER ⚜⚜⚜ Kırmızı ışık yayan aydınlatmalar art arda yandı. Masada duran şamdanda ki mumlarda da ateşler yükselerek dalgalanıp çiftler halinde dans tutturdular. Titreyen ellerimi yumruk yapıp yere bastırdım. Kendimde ayağa kalkacak gücü bir türlü bulamıyordum. Gözlerim oda da gezindi. Büyük oval masa ve etrafına da şaşalı sandalyeler diziliydi. Bunun dışında odayı kaplayan yuvarlak kırmızı halı ve yine büyük bir odanın etrafında farklı renkler ve büyüklüklerde tabutlar vardı. "Sevgili yeğenim yerde ne arıyor?" diye sordu yapmacık bir sevecenlikle. Sülieti karanlıkta belirdi. "Düştüm." diye mırıldandım duyduğunu varsayarak. Kulakları keskindi duymuş olmalıydı. "Ve bana sevgili yeğenim yerine Mia desen daha uygun olur." dedim daha yüksek ses ve uyarıcı bir dille. Ayağa kalkıp elbisenin eteğini silkeledim. Dizlerime bakarken tahminimin doğru olduğunu da görmüştüm. Dizlerim düşmekten dolayı yara bere içinde kalmıştı. "Kan." dedi ve kıkırdadı. Kızılın sesini de duymayı bekliyordum ama bu kadar yakından değil. Wampir amcama hitaben konuştum. "O kızıl cadıyı benden uzak tut." "Uzak durmamı gerçekten istiyor musun?" diye fısıldadı kulağıma. Enseme vuran soğuk nefesi tüm tüylerimi diken diken ederken ellerini belime koydu ve karnıma doğru kaydırdı. Çenemden tutup boynumu kokladı. "Oysaki seninle çok eğlenebilirdik ve elbise sana çok yakışmış Miacık." Omuz silktim. "Sağ ol ben almayayım." Elbise için söyleyeceğim bir şeyim yoktu. Ne teşekkür ne de bir minnet hissi. Kızıla karşı içimde sadece tiksinti vardı. Özellikle Şimdi bile duyduğum kıkırdamasına karşı. Ellerini üzerimden çekip birbirlerine vurarak silkeledi. "Senin kaybın olur Mia." dedi. Tam önümde duruyordu. Yine dizlerinin üzerinde biten kabarık eteği ve kolları olan victorian tarzı bir elbise giymişti. Ellerinde ipek eldivenler vardı. Kızıl saçları dalgalar halinde beline uzanırken saçına som bir saç tokası tutuşturmuştu. "Neden buraya çağırıldım?" diye sordum. Dimitry gibi bende sıkıntı ve stresten dolayı ayağımı yere ritmik olarak vuramaya başlamıştım. Yarım saat. Yarım saat. Nasıl saat hesabı yapabilirdim ki? Saatim bile yoktu telefonumu doğum günü gecemde kaybetmiştim. Büyük ihtimalle düşürmüştüm yada o sarı fırlama telefonumdan kurtulmuştu. "Bir kaç prosedür vardı." dedi Arthur Howard. Bastonunu yere vururken yerin sarsıldığını hissettim. Duvarlar oynamaya başladı. Arkamdaki döndüğümde ahşap kapının yerinde taştan bir duvar vardı. Tanrım sen yardım et. "Ne o beni işe mi alıyorsun?" diye sordum tüm soğuk kanlılığımı koruyarak. Odayı çeviren bir çeşit mekanizma olduğuna emindim. Baston işin havalı görünme tarafıydı. Arthur'a geri döndüm. Hızla atan kalbim ve aralıksız soluklarım beni ele verecekti. Nefesimi tutmayı denedim. "Elbette hayır." dedi sanki espri yapmışım gibi gülerken. "Dün yorgun görünüyordun bu yüzden bu konuyu başka bir zaman olan şu zamana bıraktım." "Çok düşüncelisin sevgili amcacığım." dedim. "Konu ne?" Gülümsedi. "Bundan sonrasında benim himayem altında olacağın için anlaşmamız gereken bir kaç önemli husus var." "Bu yüzden buradayım o zaman." Elizabeth ellerini belinde birleştirmişti. Etrafımızda sakin adımlarla dairesel volta atıyordu. Kızlın su yeşili gözleri bendeydi. Huzursuzca silkinip gözlerimi Arthur'a çevrdim. "İlk konu elbetteki güvenliğin." dedi ses sakin ama otoriterdi. "Ne benim klanımdan ne de Egor Eflak'ın klanından bir wampir sana zarar vermeyecek. Bu konuda için rahat olsun." "Sen böyle deyince içim rahatladı." Göz devirdim. Kızıl her adımında karanlıkta bir yok olup kırmızı aydınlıkta kendi varlığını yeniden belli ediyordu. Bu şeyin sonunun nereye varacağını bilmiyordum. Kızılın yüzündeki gülümseme bir an bile düşmemişti. Durumdan eğlendiği açıktı. "Diğer bir husus Egor'un yaşamana izin vermesi için bir şartı var." dedi Arthur. Şu wampir müsveddesinin isteğini yapacak değildim. Ancak merak ettiğim için söylemesini bekledim. "Seninde bizden olmanı istiyor." "Ne?" dedim tek kaşımı kaldırıp. "Wampir olmanı istiyor ve bende bu şartı sonuna kadar destekliyorum." dedi Elizabeth. "Seni ısırıp zehrimi damarlarına akıtma işini bizzat üstleneceğim. Tabii belki kanının tadına da bakarım." Elini çenesine koydu. "Dört ailenin kanının karışımı nasıl olur acaba?" Gözlerim ona döndü. Öfkem açığa çıkmaya başlandığında derin bir nefes verdim. Şimdi ortalığı dağıtmanın zamanı değildi zaten az bir zaman sonra dağılacaktı. "İnsan olmamda hiçbir sorun görmüyorum." Her zaman aldığım ve alacağım gibi derin bir nefes aldım. "Olduğum gibi kalmak istiyorum." Arthur "Bu sana kalmış bir seçim değil. Hayatta kalmak istiyorsan hepimiz gibi fedakarlık yapmalısın." dedi kıvırcık saçlarını elleri ile taradı. Yüzünde kederli bir ifade belirince benimde yüzüm düştü. Kendine çok benzeyen ay gibi parlayan yüzü gür siyah kıvırcık saçlara ve çok içten hayat dolu gözlere sahip bir kızı düşünüyordu. Zihnimdeki okyanusun derinlerinde bir sarsıntı yaşandı. Deprem gibi yüksek dalgalar birbirileri ile çarpıştı. Durduğum yerde sendeledim. Birinin kederine her şahitlik ettiğimde böyle olacaktı. Bende sarsılacaktım. "Kimdi o kız?" diye sordum. Yüksek ses Arthur'u irkilti. Düşünceli ve kederli gözlerin önünden geçmişte ki anılar film şeridi gibi geçti. "Milena." dedi. "Kız kardeşim." "Şimdi nerede?" Elizabeth, "Kayboldu." diye cevapladı. "Kendi kaçıp gitti ve sonra izini keybettirdi, kayıplara karıştı. Bulamadık." "Neden ve kimden kaçtı acaba?" diye sordum Arthur'a dik dik bakıp. "Bu kadarı yeterli asıl konumuz başka." dedi. "Benim de bir şartım var Mia." Elini ceketinin iç cebine attı. Kolyeyi zincirden tutup taşı salladı. Mavilik benimle karşılaşınca koyulaştı. Taşların dilleri yada belirli bir iradeleri yoktu ama hisleri vardı. Bu mühürle ilgiliydi sanırım mühür kişi ile taş arasındaki görünmez ama var olan bağı sağlıyordu. "Eminim ki Zihin Taşını yine boynunda olsun istersin." "Ve sen bunun karşılığında benden ne istersin sevgili amcacığım?" diye sordum. "Soykırım." dedi. "Daha önce yapılmamış birşey değil. Tarihte bir çok örneği var. İnsanlık savaşlar ve biyolojik silahlar ile bir çok soykırım yaptı. İnsanlığın tarihi kara lekelerle dolu. Bir tane daha eklense bir şey eksilmez tam tersine verilen kayıplar kadar bir çok şey kazanılır. Sadece öğrenmen için biraz zamana ihtiyacın var." "Ne için zamana ihtiyacım olacakmış? Katletmek için mi?" diye bağırdım. "Benden ne isteğinin farkında mısın? Ben karşımda kim olursa olsun kimseyi öldürmem. Ben katil değilim benden katil olmamı bekleyemezsiniz. Benim hayatım üzerinde hak iddia edemezsiniz. Ben satranç tahtası üzerinde kendi iradenize göre kontrol ettirebileceğiniz bir piyon değilim sizde şah değilsiniz!" "Sen piyonsun." dedi Elizabeth durduğunda. Ellerini elbisenin kabarık eteğinde gezdirdi. "Hayatını feda etmelisin bu yüzden doğdun. Eskiden olsa doğduğun an bile değil annenin rahmindeyken öldürülürdün ama düzen değişti şimdi yaşama şansın var. Bizden olma şansın var. Yapman gereken tek şey insanlığını feda etmen. Güç için hepimiz bir şeyler feda ederiz." "Gerçekler acıdır." diye devam etti Arthur. Kederli bakışları üzerimde gezindi. Masa etrafına dizilmiş sandalye sırasında sırayı bozan sandalyeyi odanın ortasına doğru çekip oturdu. Bilmiş bir tavırla bacak bacak üstüne attı. Bir elinde baston bir elimde kolye vardı. "Yaratılanlar günahkardır Mia ve yeryüzünde iradesi olan her varlık günah işlemeye mahkumdur. Nefes almak istiyorsan günah işlememelisin yaşamak istiyorsan öldürmelisin var olmak istiyorsan yok etmelisin. Eğer sen bunları yapmazsan başkaları yapar ve seni yok eder. Güçlü değilsen bir hiçsindir. Gücü reddediyorsan acizsindir." "Bana böyle sorumluluklar yükleyemezsin." dedim titrek bir nefes vererek.. "Ben senin düşmanlarına doğrultacağın bir kılıç değilim. Kullanacağın bir silah hiç değilim. Kendi yok ediş planlarında sana yardım etmem." Elizabeth nereden geldiğini bilmediğim bir karanlıktan çıka geldi. Tam Arthur'un arkasındaydı. Ellerini sandalyeye koydu. "Bunun için doğmamış olabilirsin ama bundan sonraki hayatında tüm amacın bu olarak." Gülümsedi. "Öldürmek, var olmak için yok edeceksin." "Buyruğunuzun altına girebilmem, size itaat etmem için aklımı ve seçme hakkımı benden almanız gerekiyor." dedim. Özgür iradem kimsenin esareti altına girmezdi. "Bu imkansız olduğu içinde beni köleniz yapamazsınız." Kızıl, elini yanağına koyup başını yana eğdi. Büzdüğü dudakları hafifçe kıvrıldı. "Kalbimi kırıyorsun ama. Köle olamayacak kadar değerlisin sen." Ellerini Arthur'un omuzlarına koyup kulağına kadar eğildi. "Söyle ona Arthur sen onun amcasısın yeğenine geçmişten bahset. Gerçeklerden. Elbette ki gelecekte olabileceklerden." Arthur başını kızıla çevirdi. Kızıl ellerini omuzlarına koyup sessizce başıyla onayladı. Arthur derin bir iç çekti başını aşağı yukarı salladı. "Taşlar." dedi. "Bilinenlerden kayıp olanlara kadar her birini tek bir bünyede toplamalıyız. Bunun için bize lazımsın." Bacak bacak üstüne atıp kolyeyi iç cebine koydu. Bastonunu iki tarafından tutarak üst bacağına yasladı. "İnan bana Mia yeğenimi bu yolda kullanmak kendi ahlaki sınırlarımın dışına çıkmam demek. Bu durumdan bende hiç haz etmiyorum ama sınırları aşmak zorundayım. Sınırlarını aşmak zorundasın." "Hiçbir şey yapmak zorunda değilim." "Dinle." dedi sessizce. "Geçmiş aileler için diğer ırklar, yaşayanlar için karanlık lekelerle dolu. Savaşlar, hastalıklar ve devrilen krallıklar yok olan topluluklar ve dahası..." Birbiri ile ölümüne savaşan gözlerinde yaşama arzusunu kaybetmiş insanlar, hastalığın önüne geçmek adına hastalıktan ölen insanların yakılan cesetleri, masum çocuk ve kadınların çığlıkları, yardım diye yalvaran masumlar. Gerçekleşen doğal afetler, savaşlar, hastalıklar... Yıkım. Arthur düşündü ve ben geçmişi gördüm. Onun ömründeki anılarına şahitlik ettim. Duyduğum sesler ve gördüğüm görüntüler bambaşka bir şeydi. Yaşanılan ve yaşatılan acının kederli çğlıkları kulağımda uğuldadı. Bunları yapan İmperium'du. Ailelerin gözünü bürüyen gücü ele geçirme hırsının sonucuydu. Dünya iyi gibi görünüyordu ama değildi. Dünya hastaydı ve insanlık güzel gibi görünen bir yıkıntıların içinde yaşıyordu. Geçmiş zihinlerde terk edildi unutuldu ve gelecekte geçmişe dönüşecek. Yine terk edilecek bu yeryüzündekilerin sonu olacak. Ben ve benim gibi geçmişten şimdiye gelenler dünyada yaşanılan acı dolu yüzyıllara şahit olan çok az kişi var. dedi iç sesiyle Arthur kederli bakışlar ve sesi eşliğinde. "Yaptığınız hataların sorumluluğunu üstlenemem." Ne anlatırsa anlatsınlar. Suçum olmayan geçmişin mahkumu ben olmayacaktın. "Bu kadarı benim için fazla." "Dünyanın dengesini zamanın düzenini doğanının uyumu her geçen vakitte biraz daha düzelmemek üzere bozuluyor. Bunda başta Ruling olmak üzere ailelerin suçu büyük oranda. Artık kimse masum değil. Ama ben bunu düzeltmek istiyorum. Bizim için bu yüzden önemlisin taşlara tek bir elden sen yönetebilirsin. Biz o kadar güce sahip olamayız. Ne kadar güçlü olmakta bedenlerimiz bu kadar gücü taşıyacak durumda değil. Taşların hepsine sahip olabilirsek ve sen onlara mühülenirsen bizim ırkımız için beraber yeni bir dünya yaratabiliriz." "Wampirler için." dedim imayla. Kendi ırkı bir yana diğer ırklar bir yana... "İnsanlar, kurt insanlar yada bilmediğim diğer ırkların geleceğine ne olacak?" Elizabeth kıkırdadı. "Yok olacaklar."dedi ve ekledi. "Var olmak için yok etmelisin." "Dünya hasta ve ben dünyayı iyileştirmek istiyorum Mia." dedi Arthur tüm inancıyla. İnandığı uğur yanlıştı. Herkesin doğruları ve yanlışları farklıydı tabii. Arthur'un doğruları ise benim yanlışlarımdı. Yok ederek var olamazdılar. Eğer wampirler sağ kalan son ırk olacaksa bu sevdiğim herkesin ölmesi demekti. Clara sahte arkadaşım benim. O gerçekte Beatrice olsa da ölmesine göz yumamazdım. Clara benim yerimde olsa kendi doğruları için savaşırdı bende savaşacaktım. Kalan son ırk onlar olursa nasıl besleneceklerdi? İlerlemek için zincirdeki diğer halkalara ihtiyaç olacaktı. "Yok etmek var olmak demek değil. Yok edersen yok olmaya mahkûm olursun." dedim umutsuzca. Asırlık zihinlere çapa atmış düşünceleri bir kaç cümleden ibaret kelimelerle değiştiremezdim. "Var olmak için tüm varlığı iyisi ve kötüsü ile kabul etmek zorundasın." "Geçmiş bu süreç ile devam ederse yine ve yine tekrarlanacak. Bildiğin varlıkta yok olacak." Ayağa kalktı. "Ruling ailesi taşlara ulaşmak için yıllardır uğraşıyor bu yolda çoğu aile üyesi canından oldu. Benim ailem onları durdurmak için savaştı hepsi katledildi. Elizabeth'in ailesi benim ailem gibi aynı kaderi paylaştı. Bu gördüğün iki kişi Howard ve Twilight ailelerinden kalan son iki kişi." "Kız kardeşin de vardı değil mi?" Dişlerini sıktı. "Yaşadığından bile emin değilim. O bizi terk edeli yıllar oldu." "Gitmekte akıllılık etmiş. O bile gerçeklerin farkındaymış." dedim. Arthur kaşlarını çatında kül rengi olan pürüzsüz alnı kırışmıştı. "Bilmediğin konular hakkında ağzını kapalı tut." dedi. Gözleri menekşe renginden kızıla döndü. "Sana iki seçenek hakkı sunuyoruz." "Şu iki seçenek hakkı neydi? O kısmı kaçırmışım da." "Ölüm ve yaşam."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD