" sorun sende değil Mirza, sorun bende. ben sana layık bir eş olamadım"
" sorunun kendinde olduğunu bile bile bizi yaktın Dicle. biz birbirimiz için yaratılmı-
" eee sen şimdi dilsiz, sağır olarak burayı nasıl buldun lawêmîn" Yaman bakışlarını televizyondan ayırıp, karşıdan onu göz hapsine almış adama baktı.
dükkâna gireli iki saat olmuştu. adam ne diyorsa Yaman susuyor, sadece televizyonda, buradaki örf ve adetlere ters diziye odaklanmıştı.
" yaw, de hele sen birin oğlu musun? kendine karı almak için mi geldin?... ula yoksa sen dükkânı satın almak için mi geldin?"
Yaman, gözlerini devirerek tekrar televizyona odaklandı. kendini nasıl ifade edeceğini bırak, bu insanların çoğu okuma yazma bilmiyordu. bir kağıda "Salih Çakırın çobanlığını yapmaya geldim. beni ona yönlendirir misiniz" yazıp ellerine vermesine rağmen buradaki esnafın çoğu Yaman'a bön bön bakıp, okuma yazma bilmediklerini açık bir şekilde göstermişlerdi.
kendi şansına sövdüğü dakikalardaydı,
" ulan kendi çobanının dilsiz olduğunu, bugün geleceğini bildiği halde neden hala ortalıklarda yoktu bu sikilesi pezevenk"
sakin olmalıydı, zaten sabahtan beri, vitrinlerdeki kaçak telefonlara bakarken morali bozuluyordu. görevini bitirdiğinde ilk olarak buraya gelecek, büyük bir zevkle dükkânı bu satıcının münasip yerlerine sokup öyle gidecekti. ne yapacağını Kara kara düşünürken, birden
dışarıdan gelen bir sesle, hemen ayağa kalktı.
" Düzova yolcuları minibüs kalkıyor, Düzova yolcuları minibüs kalkıyor"
işte aradığı araç bu olmalıydı. çantasını alarak dışarı çıktı. arkasından, adamın
" ula dur kayıp olursun burada. dur laa nereye"
bozuk şivesiyle Yaman'ı durdurmaya çalışan adamın seslerini aldırış etmeden minibüse binerek, en arka koltuğa oturdu.
eski bir minibüstü. içinde çokça kadın oturmuş, peçeleri altından, arkalarında oturan bu adama "yakışıklıya" bakıyorlardı. tabi, buralarda böyle boylu, poslu, kalıplı birini görmek onlarında garibine gitmiş olacak ki, aralarında ki fısıltıları Yaman haliyle duyuyordu.
"abooow hele adama bağğ"
"acep öğretmenmidir ki?"
"bence kendine karı arıyordur"
"anaa gözleri bizim su takrerinin renginde"
Yaman hiçbir konuşulana kulak asmıyor, sadece arada cama bakıp, minibüsün kalkmasını sabırsızlıkla bekliyordu.
son yolcular da bindiğinde, minibüs hareket ederek Cizre'den, Düzova'ya yola koyulmuştu.
Yaman, arada ortamdaki insanları süzüyor, hepsine teker teker dakikalarca kitlenip bakıyordu. buradaki çoğu kişinin, aslında tanınan ve bilinen hayatlarından başka, çoğu çeteye mensup olduklarını çok iyi biliyordu. kimisi ev babası, kimisi kendi halinde yaşayan bekar erkek rolünü oynuyordu. ama gerçek çok farklıydı. hepsinin birbiriyle bağlantılı birer ajan olduğunu, insan kaçakçılığı, fuhuş, sesiz cinayetler, hatta çocuk satan tefecilerin üyeleri olduğunuda biliyordu.
minibüs, yorucu ve sarsıcı 2 saatin ardından büyük bir binanın surlarının yakınında durdu. Yaman camdan baktığında, bu binanın 5 katlı bir okul olduğunu gördü. herkes ayaklanıp inerken, o istifini bozmadan yaşlıların inmesini bekledi. minibüs tamamen boşaldığında, çantasını alarak ayaklandı. minübüsten indiğinde etrafına bakındı, dağlarla çevrili, neredeyse yok denecek kadar az, tek tük ağaç vardı.
okulun hemen sağında kalan iki katlı bir cami vardı, diğer tarafta ise Küçük bir sağlık ocağı, etrafındaki insanlar tamamen dağıldığında nereye gideceğini pek bilmiyordu.okuldan tarafa baktığında çocuk seslerinin geldiğini duydu. çantasını sırtlayıp, okulun bahçesine girdi. bahçede, öğretmen olduğu beyaz önlüğünden belli olan kadına uzaktan baktı. etrafında çocuklar top oynayıp, ordan oraya koşuşturuyorlardı. kadında onlara ayak uydurmuş, top oynuyordu.
kadın öğretmen, Yaman'ı fark etmiş olacak ki, durmuş baştan aşağıya Yaman'ı süzüyordu. kadın yavaş adımlarla Yaman'ın yanına vardığında, tatlı ama meraklı bir şekilde soru sordu "merhaba, size nasıl yardımcı olabilirim, beyefendi?" diyerek Yaman'a soru sormuştu.
Yaman dilsiz rolü yaptığı için, bi an nasıl karşılık vereceğini bilemedi. kadın bir sorun olduğunu anlayarak,
" beyefendi, iyimisiniz? bir sorun mu var? sizi daha önce hiç buralarda görmemiştim. kimsiniz" diyerek meraklı halde Yaman'a bakıyordu.
Yaman, çantasında küçük bir not defteri olduğunu hatırladı, hemen çantasını yere koyarak not defterini aradı. kadın şaşkın bir şekilde ne yaptığını anlamaya çalıyordu. derken Yaman, not defterini buldu ama kalem yoktu. kadın o andan itibaren birşeyleri anlamaya başladı. okulun bahçesine girdiğinden beri tek kelime etmemiş, hiç bir soruyu cevaplamamıştı. üstüne not defterini de görünce artık anlamıştı. Yaman, kalem bulmaya çalışırken, kadın, önlüğününün cebinden bir kalem çıkarıp" buna mı ihtiyacin var?" diyerek Yaman'a uzatmıştı.
Yaman yerde oturmuş vaziyette çantada kalem arıyordu. öğretmenin sesini durmasıyla, başını kaldırıp, önce öğretmene, sonra ona uzatılan kaleme baktı. hızla çantasının toparlayıp, ayağa kalktı. kalemi hoyratça kadının elinden alıp, not defterine bir şeyler yazmaya başladı.
kadın bu kaba davranışı görmezden gelerek, ne yazacağını merak ediyordu.
Yaman, defteri öğretmene uzatınca, öğretmen, onun aksine nazik bir şekilde defteri alıp, yazılanları okudu.
"ben Salih Çakırın çobanlığını yapmaya geldim. beni ona yönlendirebilir misiniz?.
öğretmen, Yaman'a bakıp," sen konuşamıyor musun?"
Yaman defteri elinden yine aynı hoyratlıkla alıp, tekrar bir şeyler yazmaya başladı.
defteri tekrar öğretmene uzattığında, yüzü ifadesizdi. " hayır konuşamıyorum, dilsizim. sorunuza cevap aldığınıza göre artık bana yardımcı olur musunuz lütfen."
kadıncağız biraz afallamış. ama belli etmemişti. içinden "dilsiz. dilsiz ama huysuz bir dilsiz" diye geçirmişti. ama
öğretmen olduğundan daha ılımlı bir cevap verdi.
" tabi, Salih beyin evi buraya fazla uzak değil zaten" diyerek arkasına dönüp bir öğrenciye seslendi.
" kerim, canım buraya gelebilir misin?"
Yaman kadının gereksiz samimiyetine sadece yorgun gözlerle bakıyordu.
yanlarına koşarak gelen bir çocuk " efendim öğretmenim" diyerek öğretmenine baktı.
kadın, öğrencisine " bu abiye Salih amcanların evine kadar eşlik edermisin?
kendisi buranın yabancısıymış. evi gösterdikten sonra, mutlaka Salih amcayla konuş, deki; bu sizin beklediğiniz çoban. tamam mı? sakın oyalanma, Sonra hemen okula dön" diyerek öğrencisini tembihlemişti.
çocuk " tamam öğretmenim" diyerek öğretmenini onaylamıştı.
Yaman, elindeki kalemi öğretmene uzattığında, kadın " ah, hayır o sizde kalsın, belliki işinize çok yarayacak. bir şeye ihtiyacınız olursa ben buradaki lojmanlara kalıyorum. size her türlü yardımcı olmak isterim. bu arada ben Şeyma" diyerek hafifçe tebessüm edip, tanışmak için elini uzatmıştı. Yaman, kadına hiç bir tepki vermeden, kalemi ve defteri cebine koyarak arkasını dönüp, çocukla beraber okul bahçesinden hızlı adımlarla çıktılar.
bu saatten sonra hiç bir kadına kibar olmak gibi bir zorunluluğu olmadığına karar vermişti. öyle, yada böyle, bütün kadınlar onun için aynıydı.
arkasında bıraktığı okula tekrar baktığında, öğretmen çoktan öğrencilerine ayak uydurup bahçede onlarla top oynamaya koyulmuştu. işte böyle, hiç bir kadın ona artık yakın olmamalı, tanışmamalıydı. kafasını boşaltmaya çalışarak, etraftaki taş evlere bakındı, sokaklar dar, yollar fazlası ile tozlu ve topraklıydı. sokakalara yayılan tandır ekmeği kokusu, ve ılık rüzgar, tam bir köy atmosferi barındırıyordu. evlerin kendilerine ait Bahçeli, meyveli ağaçları vardı.
yolda yürürken, yanındaki çocuk Yaman'a garip garip bakıyor, arada çaktırmasada çantasına bakıyordu. Yaman buradaki çocuklarında Tekin olmadığını biliyordu. o yüzden küçüğünden büyüğüne pek güven olmayacağınıda biliyordu.
Konak denilecek kadar gösterişli, 2 katlı geniş bir evin taş avlusuna girdiklerinde, meyve ağaçlarının yanına konumlandırılmış küçük bir kümesin karşısında, orta yaşlı bir adam, karşısındaki genç kıza elini sallayıp, bağırarak birşeyler söylediğini gördü. bu manzarayı beklemiyordu. ama alışması gerektiğini iyi biliyordu.
Yaman gözlerini kısıp olanları anlamaya çalıştı. karşısındaki genç kıza baktığında üstünden, başından bu gösterişli evin bir hizmetlisi olduğu belli, diye düşündü içinden. ya kötü bir şey yapmıştı, yada haksızlığa uğruyordu. başka açıklaması olamazdı...
küçük çocuk elini karşıdaki yaşlı adama uzatarak " işte Salih Çakır bu, abi." diyerek, aradığı adamı nihayet tanıttı. sonra da koşarak adamın yanına gitmiş, birşeyler söylemiş, elini bu seferde Yaman'dan tarafta gösterip tekrar birşey söylemişti.
adam, küçük çocuğun başını okşayıp, hemen yanında duran, Yaman'ında yeni fark ettiği bir diğer çocuğa eğilerek bir şey söyleyip, ikisinide baş parmağını sallayıp, bahçe kapısını gösterip, sesini yükselterek, " haydi gidip oynayın bakalım aslanlar" diyerek, yanında el pençe duran kıza dönüp, bir şeyler söyledikten sonra, Yaman'ın yanına doğru yürümeye başlamıştı.
Yaman kıza baktığında, omuzlarının sarsıldığını, toplayarak yürümeye çalıştığını fark etti. acaba dayak mı yedi diye düşünürken, birden kız, taş zemine kapaklandı.yerden kalkamadan hıçkıra hıçkıra ağlıyor, elini dizlerine sarıp yaşlı adamın sırtına bakıyordu. bian ikisininde bakışları kesişti. mesafe uzak olsa da kız Yaman'a bakıp başını önüne eğdi. adam arkasını dönüp
"ulan kalsana, ne diye oyalanıyorsun. oraya gelirsem sana ağlaman için bir sebep yaratırım. çabuk kalk işinin başına dön"
kız, yanağında ki yaşları silip yeniden ayağa kalkıp toplayarak kiler gibi bir yere girmişti, adam yanına vardığında, elini uzatıp, otoriter bir sesle" selamün aleyküm, ben Salih Çakır, sende şu dilsiz çoban olmalısın değil mi?" demişti. kendisinden leş gibi tütün, ve limon kolonyası kokusu yayılıyordu.
Yaman'da elini uzatıp, tokalaştıktan sonra, başını sallayarak adamı onaylamıştı.
adamda başını sallayarak," iyi, gel bakalım delikanlı. seninle iş yapmadan önce bazı şartlarımı söylemek istiyorum" diyerek, çardak gibi küçük bir oturma yerini işaret etti.
Yaman, adamı takip edip, sedirlerden birine oturdu. etrafına baktığında, bu adamın gerçektende çok zengin olduğunu anladı. köye girdiğinde böyle bir ev hiç görmemişti. kaldı ki köydeki evler taş ve eski çamur kiremit yapılarıyken, bu adamın evi iki katlı, oldukça geniş, gösterişli bir yapıydı. evin dış cephesi kırık beyaz iken, kapıdaki gösterişli sütunlar Krem renginde idi. evin biraz uzağında kalan, kapısı görünen ahırda oldukça geniş görünüyordu, ahırın kapısına baktığında bunu zaten fark etmişti. kapı, üç metreye yakın büyüklükte, genişliği ise ahırın bir duvarın bütününü kaplayacak büyüklükteydi.
avlunun dört bir yanı surlarla kaplı, bu surların iç kısmı, yani avluya bakan koca alanı meyve ağaçları ve sarmaşıklar kaplıyordu. dışardan bakıldığında sadece evin çatısı görünüyordu, ne avlu görünüyor, nede eve ait bir pencere, yada bir kapı. devasa bir arsaya imparatorluk kurmuştu bu cimri adam.
etrafta herhangi bir insan yoktu, sadece geldiğinde bu adamı, azarladığı genç kızı, ve küçük erkek çocuğundan başka kimseyi görmemişti. ne bir hizmetli, nede herhangi yaşlı birini görmüştü.
adam lafa girerek " ben seni daha cılız, daha çelimsiz bir şey bekliyordum. maşallah, bu boy, bu pos... yani bu işi yapabileceğini sanmıyorum delikanlı. başlık parasını denkleştirmek için mi çalışmak istiyodun yoksa" demişti.
Yaman, cebinden not defterini ve kalemini çıkartıp birşeyler yazmaya başladı. adam dilsiz olduğunu biliyordu. daha önceden gelecek olan çoban dilsizdi, bu görev için o Çobanı saf dışı bırakarak devreye Yaman'ı sokmuşlardı.
deftere yazdığını Salih Çakıra uzattı.
Salih küçük defteri alıp boş boş baktı.
ve o an Yaman anladı ki Salih denen bu adamında okuma yazması yoktu. adam kağıda bakıp tekrar Yaman'a döndü" umarım anama sövmemişsindir. okuma yazmam yok diye sakın bana kötü bir şey yazma haa"
Yaman delirmek üzereydi. koca köyde bir Allah'ın kulu okuma yazma bilmiyordu. bu bir şaka olmalıydı. içinden daha başıma ne gelecek acaba demeden duramıyordu.
adam, elleri sakallarıda gözlerini kısmış, Yaman'ı baştan aşağı süzüyordu, biliyordu ki bu kapı gibi adamdan daha iyi bir çoban bulmayacaktı. ama vereceği maaşı kabul etmezse işte o zaman mecbur kesenin ağzını biraz açacaktı. kapısında böyle bir çobanın olmasını o an deli gibi istiyordu. ya çobanı olacaktı, ya çobanı olacaktı. ama illah ki çobanı yapacaktı bu genç adamı...