Kadın Detox'u!

1061 Words
Arkamdan sarılan o ellerini nasıl bıraktığımı hatırlamıyorum. Ama bir şekilde kaçmam gerekiyordu; aksi takdirde resmen alev alacaktım. Gözlerimi merdivenlere çevirdim ve adımlarımı hızlandırarak yukarı çıkmaya başladım. Kaçıyor gibiydim. Kapıya vardığımda duraksadım. Arkamı döndüğümde, onun sabırla beklediğini gördüm. Gözlerindeki ifade, çocuksu bir sevinç içindeydi. Sanki sonunda bana ulaşmış olması çok değerliydi, Hayal ürünüymüşüm de bir anda gerçeğe dönüşmüşüm gibi hissettiriyordu bakışları. Kapıyı açtım, terliklerimi çıkardım ve çekimser bir ses tonuyla, "İçeri gelebilirsin," dedim. Benden aldığı onayın ardından yüzünde beliren o sıcak gülümsemeyi fark ettim. Ayakkabılarını çıkardı ve hafif adımlarla içeri girdi. İçeri girdikten sonra gözleri etrafı dolaşmaya başladı, her detayı incelercesine bakıyordu. Bunu yaparken yüzündeki gülümseme hiç kaybolmuyordu; meraklı küçük bir çocuk gibiydi. Kendime hâkim olamayıp kıkırdadım. Bir anda gözüm kahve makinesine takıldı. "Kahve!" diye bağırdım. "Unutmuşum. Soğumuştur kesin." dedim. Hemen kahve makinesine uzandım ve ısıtma modunu açtım. Arkamı döndüğümde telaşlı hâlim hoşuna gitmiş olmalı ki, beni gülerek izliyordu. "Neden gülüyorsun? Kahveni soğuk içmek istersen sen bilirsin," dedim. Bir elini yanağıma uzatıp, önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına nazikçe itti. Diğer eli ise tezgahtan güç alır gibi dayalıydı. Olayın farkına varınca kıpkırmızı oldum. Bu, meşhur webtoonlarda okuduğum o sahne değil miydi? Esas oğlanın kızı tezgâha sıkıştırıp seksi seksi baktığı an... Gözlerimi gözlerine diktim, sanki göz kontağını bozarsam kalp krizi geçirecekmişim gibi. Bu hâlimi görünce yüzündeki saf bakış, sinsice bir gülüşe dönüştü. Lanet olsun, kızardığımı anlamıştı. "Anladık, uzun süredir erkek görmedin de bu kadar belli etmesen mi be kızım?" diye kendi kendime çıkışıyordum. Yüzümdeki elini çekip belime indirdi. Crop'un altından açıkta kalan tenime değen elleri, vücuduma elektrik vermiş gibiydi. Bu durumun sadece beni çıldırttığını sanıyordum ki, Serkan yüzüme doğru derinden bir nefes bıraktı. Sanki saatlerdir koşmuş gibi tüm adrenalin nefesinde toplanmıştı. Ağzımı açıp sıralamaya başladım: "Şey... Hayır, ilk buluşma bu, olmaz yani. Olur ama sonra olur. Off, sekse karşı değilim, olur ama yeniyiz. Yani hayır, eski olunca her şeyi yapabilirsin de değil. Tamam, ben de istiyorum ama..." Ne söylediğimi beynim dakikalar sonra idrak etmişti resmen, Çenen kopsun Ece, ne diyorsun ki sen adama? Oldu olacak "26 yaşında hâlâ bakireyim, benim ateşimi bir söndürsene" de tam olsun! diye içimden geçirdim. Bilinçsizce yüzüne sıraladıklarımı duyunca o kızgın boğa gibi seksi bakışları birden kahkahalara dönüştü. Adam deli gibi gülüyordu. Sinirimi bozmadı değil. Yerimde kıpırdanıp çıkıştım: "Bu kadar gülecek ne var? Yalan mı? İlk buluşmadan... Öff, neyse!" dedim ve yüzümü çevirdim. Çevirdiğim yüzümü çenemden nazikçe tutup kendine çevirdi. Yine o sinsi gülüşü vardı. "Aslına bakarsan, ben seni göreli, beğeneli aylar oldu, güzellik. Bu ilk buluşmamız sayılmaz bence. Ayrıca uzunca bir süre kadın detoksundaydım denilebilir. Ve çok saçma ki yıllardır hiçbir kadına kılım kıpırdamazken, sen... Güzellik, kendime hâkim olamayacak kadar beni çekiyorsun. Bu yüzden, şimdi senden uzaklaşmazsam kendime hâkim olamayabilirim," dedi ve uzaklaştı. Duyduklarımdan mı, yoksa şu erkeksi kokusunun başımı döndürmesinden mi bilmiyorum, resmen sendeledim. Kekeleyerek: "Ta... tamam, o zaman ben kahveleri getireyim. Isınmıştır. Salona geçebilirsin. İleride hemen," dedim. Ev 1+0’dı, zeki.! Bir de utanmasam adama koordinat vereceğim. Zaten ileri adım atsa salon! Off, bu gece nasıl bitecek... İçeri geçtiğimde onu köşe koltuğumda otururken buldum. Gözleri hâlâ etrafı tarıyordu. Bir bacağını dizine atmış, kollarını koltuğa dayayıp iki yana açmış hâliyle oldukça rahat görünüyordu. "Boşuna bakma, koltuğumu sana vermem," dedim ve kıkırdadım. Güzel bir gülümsemeyle cevap verdi: "Aslında aklımdan tam da bu geçiyordu, güzellik. Fazla rahat bir koltuk," dedi. Sol çaprazına oturdum ve yandaki sehpayı aramıza çekip kahvelerimizi koydum. "Aslında ben de seçerken özellikle rahat olmasını istedim. Yatıya kalan arkadaşlarım için aldım bu koltuğu. Malum, ev küçük, misafir odam yok," dedim ve sıcak kahvemden bir yudum aldım. Gözlerimi kaldırdığımda onun sert bakışlarıyla göz göze geldim. "Kim o arkadaşların? Hem de yatıya kalacak kadar sana yakın olanlar!" diye resmen hırladı. Bir an duraksadım ve "Şey, kızlar geliyor bazen. Annemler de gelir," dedim yutkunarak. Söylediklerimin farkına varıp kendi kendime, hesap mı veriyorum ben ya, bu ne alaka? diye düşünüyordum. Az önce sıcacık gülen bu adam birden nasıl buzlar prensine dönüşebiliyordu? Boğazımı temizledim ve "Pardon da, sana ne? Espiri de yapılmıyor sana. Ne bu tavırlar, sorgular gibi!" dedim. Rahatsızlığımı anlar gibi keyifsizce kafasını çevirdi. Yere bakıyordu; rahat hâli gitmiş, oturuşu dikleşmişti. "Kıskanıyorum!" dedi. "Elimden gelse gülüşünü bile kimse görsün istemiyorum. Biliyorum, bu canice. Ama sana olan tutkuma engel olamıyorum. Seni sıkarım da benden kaçarsın diye kalbim acıyor. Ama engel olamıyorum işte. Seninle ilgili her şeye doyumsuzum," diye mırıldandı. O anki yüz hâli o kadar masumdu ki... Oyuncağını kıskanan küçük bir çocuk gibiydi. Evet, bu sağlıksız düşüncelerine ayar vermem gerekiyordu ama ne yalan söyleyeyim, o sonranın işiydi. Şu an sadece bu kontrolsüz ve yüksek dozlu sevgiyi almak istiyordum. Bir süre sessizce kahvelerimizi yudumladık. Serkan kıpırdandı ve eliyle televizyonu işaret etti. Duvara sabitleme aparatını, kuruluma gelen ustalardan birine yalvar yakar taktırmıştım ama televizyonu kutudan çıkarınca çok ağır gelmiş, yerine takamamıştım. "Televizyon neden yerde? Aparatı da var, asılmamış," dedi. Elimi saçlarıma götürüp şaşkın bir ifadeyle, "Şey, ben onu asamadım. Ağır geldi. Babamlar gelince asarlar diye bekletiyorum," dedim. Gülümsedi. "O zaman bu güzel kahvenin karşılığını vereyim," dedi ve televizyon ünitesine doğru yürüdü. Üzerinde beyaz bir gömlek vardı. Kollarını sıvadı, televizyonu havaya kaldırdı ve duvardaki aparata yerleştirdi. Arkasından baktığımda omuzlarındaki üçgen kaslar belli oluyordu. Peki ya bu kalça? Nerenin squatı bu yavrum? diye geçirdim içimden. Öff, bu kadar uzun süre kendini sakınırsan olacağı bu. Azgınlığım tavan yaptı. Adamın şu hâline bile yükseliyorum! diye düşünüyordum. Bir anda sesini duydum: "Ece? Beni duyuyor musun?" "Ah, pardon, dalmışım. Ne demiştin?" diyebildim. "Ara kablo var mı diyorum? Tek priz çıkışı var. Modemi ve televizyonu takamayız böyle," dedi. Hemen kıpırdandım. "Tabii, hemen getireyim," diyerek koridora çıktım. Kolileri biraz karıştırdıktan sonra ara kabloyu buldum. Odaya geçip Serkan’a uzattım. Parmaklarıma dokunarak nazikçe aldı. Bilerek yapıyordu resmen. Yoksa bakışlarımdan bir şey mi anladı? Offf, evde kahve fikri saçmaydı. Adam bana dokunmasa da ben atlayacağım tepesine neredeyse. Kabloyu taktı ve televizyonu kumandayla açtı. "Hazır bu, çalışıyor," dedi. Açıkçası çok sevinmiştim. Bana televizyon olmasa bile müzik olsa yetiyordu. En sevdiğim şey, kahvemi alıp köşe koltuğumda uzanırken müzik açıp mırıldanmaktı. Heyecanla Serkan’a döndüm. "Biliyor musun, sayende haftasonum müthiş geçecek! Müziksizdim kaç gündür. Kahvaltı eşliğinde dinlerim artık. Çok teşekkürler," dedim. Önce gözlerime baktı, sonra hafifçe yaklaştı. Artık tam olarak burnumun dibindeydi. "Peki, yarınki şu çok keyifli kahvaltına ben de katılabilir miyim, güzellik?" dedi. Kalbim yine ağzımda atıyordu. "Nasıl yani, yarın kahvaltıya gelmek mi istiyorsun?" diyebildim. Serkan ise sinsi bir gülüşle cevap verdi: "Aslında bu gece seninle kalırım diye düşünmüştüm." ---
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD