Gün ayalı çok olmuştu, ama Ece kendini tamamen Serkan'ın çekim alanına kaptırmıştı. Serkan, elini saçlarının arasından geçirip yavaşça yanağına dokundu. Ece, gözlerini kısarak ona baktı; hem utangaçtı hem de tarifsiz bir huzur içindeydi.
“Günaydın, güzellik,” dedi Serkan, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle.
Ece mırıldandı, “Günaydın ama öğlen oluyor neredeyse. Daha kaç fasıl günaydınlaşacağız, bayım?” dedi. Ardından Serkan’ın üzerine yastık fırlattı.
Bu hareketle Serkan’ın kaşları muzipçe kalktı. “Bu bir savaş ilanıdır, küçük hanım,” diyerek yastığı kaptığı gibi karşılık verdi. Kahkahalar eşliğinde yatakta küçük bir savaş başladı. Yastıkların havada uçuştuğu bu an, sonunda Serkan’ın Ece’yi belinden yakalayıp yatağa geri yatırmasıyla son buldu.
“Sana acıdığıma şükret. Uyanınca bu kadar tatlı görünmeseydin, seni yastık manyağı yapardım,” diye şakayla karışık tehdit etti.
Ece, gülümseyerek yorganı üzerine çekti. Gözleri Serkan’ın üstündeki pijamalara takıldı. Normalde Arda için alınmış, büyük ve bol olan pijamalar, Serkan’ın kaslı vücudunu inanılmaz iyi sarıyordu. Kendini tutamayıp kıkırdadı.
“Ne oldu şimdi?” diye sordu Serkan, kaşlarını kaldırarak.
“Pijamalar,” dedi Ece. “Sana fazla yakıştı. Ama şaka gibi, dün gece giymemek için direniyordun.”
Serkan, dudağını ısırıp gözlerini devirerek, “Eee, benim her halim sana yakışıklı geliyorsa, ne yapayım ben? Evde kayınçomun pijamalarından bir çift daha var mı? Bundan sonra sadece pijamayla gezerim,” dedi.
Ece, kıkırdayarak yatakta kıpırdandı. “Oldu olacak sana bir kaç takım daha alayım da, annem geldiğinde beni iyice kessin! Ne dersin?” dedi, ardından Serkan’ın yanından uzaklaşmaya yeltenirken ekledi, “Hadi kalk, lütfen! Ben açlıktan ölmek üzereyim. Bir şeyler hazırlayayım, sen de başladığın işi bitirip televizyonun kanal kurulumunu yap.”
Serkan, söylediklerini duyunca muzipçe gülümsedi. Birden Ece’yi kolundan yakalayıp kucağına çekti. Dudaklarını ona doğru uzatarak, “Ama önce ödülümü alayım,” dedi.
Ece, Serkan’ın bu muzip haline hem gülüyor hem de içten içe ona daha çok bağlanıyordu. Onun yanında eskiye nazaran çok daha rahat ve güvende hissediyordu. Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle, eğilip dudağına kocaman bir öpücük kondurdu. Dudakları ayrılmadan, “Ödemeniz yapılmıştır, bayım. Şimdi iş başına!” diyerek kıkırdadı ve hızlıca mutfağa kaçtı.
Ece hevesle mutfağa yönelirken Serkan, bir yandan göz ucuyla onun ardından bakıp hafifçe güldü, bir yandan da ne kadar şanslı olduğunu düşündü. Bu kadın, hayatının en güzel kaosu olmuştu.
Ece, büyük bir hevesle mutfağa yöneldi. Ancak birkaç dakika içinde ortalık tam anlamıyla savaş alanına dönmüştü. Tezgâhın üzerinde un, yumurta ve baharatlar karmakarışık bir haldeydi. Yumurtalar çatlamış, un ise her yere dağılmıştı.
Serkan, mutfaktan gelen sesleri duyup içeri girdiğinde Ece’yi tezgâhın başında, bir eliyle saçlarını tutarken diğer eliyle karışık bir şekilde yumurta çırpmaya çalışırken buldu. Gözleri büyüdü ama yüzüne büyük bir gülümseme yerleşti.
“Ece, bırak. Gerçekten burada bir katliam yaşanmış gibi görünüyor,” diyerek kahkahalarla yanına yaklaştı ve elindeki çırpıcıyı nazikçe aldı.
Ece, kaşlarını çatarak homurdandı. “Gülme! Neden böyle oldu anlamadım. Tarifini mi yanlış yaptım acaba?” dedi.
Serkan, mutfağın haline göz gezdirip ciddi bir ifadeyle, “Eğer bu bir atom bombası tarifi olsaydı, kesinlikle başarılı olduğun söylenebilirdi,” dedi. Ardından Ece’nin saçındaki unları temizlemeye çalışırken, belinden sarıldı.
Ece, dudaklarını büzüp somurtarak, “Pankekti, mühendis bey! Atomla falan işim yoktu, hıh!” dedi.
Serkan, kahkahasını tutamayıp belini daha sıkıca kavradı. “Boş ver pankeki. Sana mis gibi bir menemen yapayım, olur mu?” diyerek burnuna küçük bir öpücük kondurdu.
Ece, onun yemek yapabildiğini öğrenince hem şaşırmış hem de mutlu olmuştu. Hafifçe başını sallayıp, “Tamam,” der gibi bir bakış attı.
Ece, tezgâhın kenarına yaslandı, dirseklerini dayayıp başını avuçlarının arasına koyarak Serkan’ı izlemeye başladı. Serkan, mutfağın kontrolünü ele almış, ustalıkla domatesleri doğruyordu. Ara sıra göz ucuyla Ece’ye bakıp muzip bir şekilde gülümsüyordu.
Taze domateslerin kokusu mutfağı sarmıştı. Serkan, bir yandan malzemeleri tavaya atarken, diğer yandan keyifli bir şekilde anlatıyordu. “Biliyor musun? Yemek yapmak aslında bir terapi gibi. Doğru malzemeleri bir araya getirince ortaya harika bir şey çıkıyor.”
Ece, hayranlıkla gözlerini kısmıştı. “Sen bayağı ciddi ciddi yapıyorsun, şef bey,” dedi.
“Bu mu? Daha ne yeteneklerim var bilsen…” dedi Serkan, tabakları masaya koyarken arkasından bir anda Ece ona sarıldı.
“Evet ya, var mı başka yeteneklerin? Mesela bulaşıkları yıkama konusunda ne kadar iyisin?” diyerek güldü.
Serkan bir an için durdu, elindeki kaşığı bırakıp yüzünü Ece’nin boynuna gömdü ve ince bir öpücük kondurdu. “Ece, dün geceden beri seninle ilgili sayısız fantezi kuruyorum kafamda, patlamak üzere olan bir bomba gibiyim. Sen böyle yapmaya devam edersen kahvaltıyı da unutacağız,” diye mırıldandı.
Ece kıkırdayarak "tamam, tamam kaçtım," dedi. Burnunu havaya dikip, biraz kokladı " off çok güzel kokuyor, teşekkür ederim." dedi ve masaya oturdu.
Serkan, tavada karıştırdığı menemeni tabağa alırken, “Tabii ki. Şimdi tadına bakmadan teşekkür etmeye kalkma,” diye muzipçe laf attı.
Ece, karşısındaki sıcak tabağa bakıp gülümsedi. “Anladım. Demek şef özel tarifini paylaşmayacak, öyle mi?” dedi alayla.
Serkan, tabağı uzatırken, “Önce tadına bak, sonra yorum yap,” diyerek burnunu havaya kaldırdı.
Menemenin enfes kokusu Ece’nin başını döndürmüştü. Bir kaşık alıp ağzına götürdüğünde, gözleri büyüdü. “Bu... harika!” dedi.
Serkan, zafer dolu bir gülümsemeyle başını salladı. " Tatar erkeklerinin çok iyi yemek yaptığını söylemiş miydim?”
Ece, şaşkın bir şekilde başını salladı. “Tabii ki hayır. Ama sanırım bu tatar beyin sırlarını öğrenmek için geç kalmamışım!”
İkili, sıcak kahkahalar ve tatlı sözlerle mutfağı doldururken, sabahın tüm telaşı yerini huzurlu bir sohbete bırakmıştı.
Kahvaltı, Ece’nin beklediğinden çok daha keyifli geçmişti. Ama asıl dikkati çeken, Serkan’dı. Bu adam nasıl bu kadar çekici, eğlenceli ve aynı anda bu kadar huzur verici olabiliyordu? Ece, bir yandan kahve fincanını yudumluyor, bir yandan bu yeni keşfettiği hisleri sindirmeye çalışıyordu.
Tam o sırada telefonu çaldı. Ekranda Burcu’nun adı belirince gülümseyerek açtı.
“Ece! N’aber kuzum, ne yapıyorsun?” diye Burcu’nun neşeli sesi yankılandı.
“İyiyim bebeğim, kahvaltı yapıyorum. Sen?” diye cevapladı Ece.
“İyidir. Hadi ama, kalk hazırlan. Erkek arkadaşımla tanışacaktın, unuttun mu? Kaçırmak gibi bir şansın yok. Akşam restoranda buluşuyoruz,” dedi Burcu, heyecanla.
Ece bir an duraksadı. “Oha! Tamamen aklımdan çıkmış. Tamam, hazırlanıyorum ama bir saat kadar gecikebilirim,” dedi mahcup bir şekilde.
“Tamam, sıkıntı yok. Biz de sana uyarız. Hadi öpüyorum, kuzum!” dedi Burcu ve telefonu kapattı.
Ece, telefonu kapatır kapatmaz Serkan’ın kaşlarını hafifçe kaldırdığını fark etti. O masum ama muzip bakış, ona hem gülümsetiyor hem de biraz suçlu hissettiriyordu.
“Yaa, bakma öyle. Sen planda yoktun. Güm diye girdin hayatıma, planlarıma. Üzgünüm ama katılacağımı söylemiştim. Gitmem lazım,” dedi Ece, bir çırpıda.
Serkan, gözlerini kısmıştı. “Senden ayrılmak, çok zor olacak. Ama ne yapalım, el mahkûm. Ben de valideye gideyim bari. Zaten beni özlemiştir,” diye karşılık verdi.
Ece gülümsedi ve, “Annene mutlaka tatlı bir şeyler hazırla. Gönlünü Al, Kesin seni çok özlemiştir,” dedi.
Birlikte kahvaltı masasını topladılar. Ece, Serkan’ın kıyafetlerini getirdi , dakikalar sonra serkan giyinmişti.
Yine o çekici ve yakışıklı beyefendi aurasına bürünmüştü. Ece , bir süre zevkle izledi ve onu kapıda uğurlarken yanağına bir öpücük kondurdu. Ama Serkan’ın yetinmeye hiç niyeti yoktu.
“Seni saatlerce görmeyeceğim ve bu kadar mı, hanımefendi?” diye muzipçe sordu.
Ece tam karşılık verecekken, Serkan onu bir anda kapının arkasına yasladı. Alt dudağını nazikçe dişledi, sonra yavaşça içine çekerek emerken dudaklarına tutkuyla yapıştı. Bu dokunuşun etkisiyle Ece’nin dizlerinin bağı çözülmüştü. Kalbi hızla çarparken, Bu adam nasıl bu kadar tahrik edici olabiliyor? diye düşünmeden edemedi.
Sonunda kendine gelmeye çalışarak, “Tamam, hadi, hazırlanmam lazım. Git artık,” dedi, hafifçe nefes nefese.
Serkan sinsice gülerek, “Tamam, gidiyorum. Kızma, Kovma beni,” dedi ve hızlıca merdivenlerden inmeye başladı.
Ece, kapıyı kapatırken, başını iki yana sallayarak kendi kendine gülümsedi. "Bu adam beni mahvedecek…" diye mırıldandı ve hazırlanmak için odasına yöneldi.