16. Bölüm

817 Words
16. BÖLÜM: SAKLANAN KAN Revire giden koridor, akşamın içinde unutulmuş bir boşluk gibiydi. Koğuşta kahkahalar, metal karyolaların gıcırtıları, ayak sesleri… Ama Ali yürürken, sesler arkasında boğuluyordu. Bu koridorun bir huyu vardı: İnsan içeri girdikçe, İçindeki şeyler dışarı çıkardı. Bandaj… İlk kez bir örtü gibi değil… Bir ihbar gibi duruyordu. Kapıda durdu. “REVİR.” Ama Ali, o kelimenin altına başka bir şey yazılı gibi gördü: SAKLANAN ŞEYLER. Kapıyı çaldı. “Gir.” Ses tanıdıktı. Ve bu, içindeki bütün düzeni bozdu. Ali içeri girdiğinde, oda soğuktu. Sadece sıcak olan şey: Bakıştı. Emre masaya yaslanmıştı. Eline bir şey almamıştı, Ama her şeye sahip gibiydi. “Kapıyı kilitle.” Ali kilidi çevirdi. O “tık” sesi… Bir kapının değil, Bir ihtimalin kilitlenişi gibiydi. Emre, otur demedi. Ayakta bıraktı. Bu bir revir değildi. Bu… Sorguydu. “Bandajı çöz.” Ali, yavaşça açtı. Morluk çıktı ortaya. Gerçekti. Ama asıl mesele… Görünen değildi. Emre yaklaştı. Elini uzatacak gibi oldu… Durdu. “Bu düşme izi değil,” dedi. Ali sustu. “Parkurda alınmaz bu darbe,” diye devam etti Emre. “Bu… savunma refleksi.” Ali, kımıldadı. Bir adım geri çekilmek istedi. Ama yapmadı. Geri çekilmek… Zayıflığın diliydi burada. “Biri sana vurmuş,” dedi Emre. Ali, başını kaldırdı. İlk kez. “Hayır,” dedi. Sessizlik… Emre’nin kaşları hafifçe yukarı kalktı. “Sana ‘biri sana vurmuş’ dedim,” dedi. “Cevap vermedin.” “Cevap verdim,” dedi Ali. “Hayır dedim.” Emre bir an sustu. Sonra gülümsedi. Ama gülüş, sıcak değildi. Keskin bir bıçağın gölgesi gibi… “İlginç,” dedi. “Çoğu asker ‘kim?’ der… Sen ‘hayır’ dedin.” Ali’nin içi sıkıştı. Yanlış bir kelimeydi. Yanlış bir duraktı. Ama çıkamazdı artık. Emre bir adım daha yaklaştı. Ali’nin tam önünde durdu. “Bazen,” dedi yavaşça, “yalan sadece söylenmez… Yürür.” Ali irkildi. “Yürüyüşünde,” dedi Emre, “bir kaçış var.” Ali’nin nefesi hızlandı. “Komutanım,” dedi. “Bu bir suçlama mı?” “Hayır,” dedi Emre. “Bu bir tespit.” Ali susmak istedi. Ama susmak… Bazen bağırmaktan daha yüksek ses çıkarırdı. Emre bakışlarını Ali’nin göğsüne indirdi. O noktaya. “Orada bir şey taşıyorsun,” dedi. Ali sesiyle direndi: “Kalbimi mi kastediyorsunuz, komutanım?” Emre hafifçe başını eğdi. “Eğer sadece o olsaydı,” dedi, “bu kadar ağır durmazdın.” Ali istemsizce iç cebine dokundu. Sonra fark etti. Geç kalmıştı. Emre gözlerini kaldırdı. “Bak,” dedi. “Az önce ne yaptığını görüyor musun?” Ali boğazını temizledi. “Üniformayı düzelttim.” Emre hafifçe güldü. “Hayır,” dedi. “Sırrını düzelttin.” Ali’nin bütün vücudu gerildi. “Komutanım,” dedi, “Eğer bir suçum varsa açık söyleyin.” “İşte problem orada,” dedi Emre. “Senin…” Cümleyi yarım bıraktı. Sessizlik… Cümleden daha ağırdı. “…suç gibi duran bir şeyin var,” diye tamamladı. “Ama suç değil.” Ali başını kaldırdı. Emre gözlerinin içine baktı. O gözlerde ne merak vardı… Ne öfke… Sadece: Tehlike hissi. “İnsan,” dedi, “bazen hiç işlemediği bir şey yüzünden cezalandırılır.” Ali yutkundu. “Bilmeni istiyorum,” dedi. “Burada kim olduğunu…” Ali, sözünü kesti: “Ali Karaca’yım.” Bir mermi gibiydi bu cümle. Sert. Kesin. Ama… İçi boş. Emre uzun uzun baktı. Sonra döndü. Masasına gitti. Bir dosya açtı. Bakmadan konuştu: “Olabilirsin.” Ali’nin kalbi durdu sandı. “Ya da olmayabilirsin,” dedi Emre. “Bu da olur.” Ali’nin sesi titredi: “Komutanım… ben başka biri değilim.” Emre başını kaldırdı. “Zaten mesele o,” dedi. “Ne olduğun değil…” Bir adım attı. “…ne olmadığını saklaman.” Ali, dişlerini sıktı. “Her insan saklar.” Emre duran kelimeyi aldı. “Hayır,” dedi. “Her insan korkar. Ama herkes saklayamaz.” Ali sustu. Emre derin bir nefes aldı. Sanki bir şeyden vazgeçmiş gibi. “Şunu bil,” dedi. “Ben seni çözmedim.” Ali ürperdi. “Henüz,” diye ekledi Emre. Ali’nin göz bebekleri büyüdü. “Bu bir tehdit mi?” dedi. Emre başını iki yana salladı. “Hayır,” dedi. “Bu bir uyarı.” Masasına gitti. Dosyayı kapattı. “Şimdilik,” dedi, “bandajınla ilgilen.” Ali yutkundu. “Kimliğimle değil mi?” Emre durdu. Arkasını dönmeden konuştu: “Henüz değil, Karaca.” O “henüz”… Bir mahkeme günü gibiydi. “Bu gece burada kalıyorsun,” dedi. “Revirde.” Ali irkildi. “Misafir olarak değil,” diye ekledi Emre. “Gözümün altında.” Ali başını eğdi. Bu zafer değildi. Ama teslimiyet de değildi. Emre çıkarken kapıda durdu. “Bir şey daha,” dedi. Ali baktı. “Eğer senden saklanan biri olsaydım,” dedi Emre, “en büyük korkum…” Bir an durdu. “…benden biri gibi görünmek olurdu.” Kapı kapandı. Ali olduğu yere yığıldı. Emre öğrenmemişti. Ama… Bulacağı kesindi. Bu bir oyun değildi artık. Bu… Zamanla yarıştı. Ve Ali, İlk kez şunu hissetti: Kimliği değil… Nefesi bile saklanıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD