9. Bölüm

838 Words
İ 9. Bölüm Demire Asılan İrade Sabah, koğuşa bir tokat gibi indi. Düdük sesi kemikleri sızlatan bir çığlık gibi duvarlara çarptığında herkes aynı anda sıçradı. Yataklar gıcırdadı, küfürler yutuldu, botlar savruldu. Uyku, koğuşun ortasına dökülmüş ama kimseye ait olmayan bir rüya gibi yerde kaldı. Herkes ayaktaydı artık yarı uyanık, yarı savaşta. Ali gözlerini açtığında göğsünde bir ağırlık vardı. Sadece bandajın sargısı değildi bu. İçindeki yorgunluk, gece boyunca omuzlarına çöken düşünceler hâlâ yerli yerindeydi. Sanki gece hiç bitmemişti. Sanki sabah, bir astsubay düdüğüyle değil de bir kararla gelmişti: Bugün sınanacaktı. Bandajını yokladı. Yerindeydi. Ama altındaki kalp… Her zamankinden daha hızlı atıyordu. “Barfiks günü,” dedi kendi kendine. Bu cümle, boğuk bir yankı gibi kulaklarında kaldı. Koğuş, nöbetten çıkan askerlerin sabaha bıraktığı küfürlerle, inlemelerle ve çıtırtılarla doldu. Biri belini ovuşturuyor, biri dişlerini sıkarak ayakkabısını bağlıyor, biri avucunu yumruk yapıp gevşetiyordu. Ama herkes aynı şeyi hissediyordu: Ölçeceklerdi. Tartılacaklardı. Kim güçlü, kim değil… bugün ilan edilecekti. Ali sıraya girdi. Bahadır yanındaydı. Omuzları Ali’ye göre daha geniş, sesi daha rahattı. “Yaparsın,” dedi alçak bir sesle. “Sayıdan çok, duruş önemli.” Ali cevap vermedi. Yutkundu. Gözleri yerdeydi. Çünkü yukarı bakarsa, barfiks demirini görecekti. Onu görmek istemiyordu. Demir, bir hüküm gibi duruyordu karşıda. İçtima alanı, sabah sisiyle örtülüydü. Sisin içinden çıkan demir bar, ince bir çizgi gibi belirmişti. Giderek çarmıha benziyordu. İnsan, oraya asıldığında sadece bedenini değil, kendisini de sergiliyordu. Kim yükselecek, kim düşecekti… Belli olacaktı. Serdar her zamanki gibi öndeydi. O Gömleğinin yakasını düzeltiyor, kaslarını belli etmek ister gibi omuzlarını geriye atıyordu. Kahvesini içmişti belli ki, yüzünde alışılmış bir keyif vardı. “Bugün eğlenceli olacak,” dedi Kerem’e sırıtarak. Ali duydu. Ama duymamayı seçti. Derken Emre çıktı ortaya. Adımları düzenliydi ama sert değildi. Yine de koğuş üzerinde yarattığı etki bambaşkaydı. Konuşmadan bir şey söyleyen adamlardandı. Bakışı önce demir bara gitti, sonra askerlere. “Sırayla,” dedi. “Standart; çeneniz barın üstüne gelmeden sayılmayacak.” Gözleri Ali’de kısa bir an durdu. “Hazır mısın Karaca?” Ali başını kaldırdı. “Hazırım komutanım.” Sesi düşündüğünden daha sağlam çıktı. Kendisini bile şaşırttı. İlk asker bara çıktı. Kollar gerildi, yüz kızardı. Beşte durdu, yedide düştü. İkinci sekize kadar… Üçüncü on… Herkes sayıyla yaşıyor gibiydi. Sayı ne kadar büyükse, adam da o kadar büyüyordu. Göğüs kabarıyor, omurga yükseliyor, gözler sertleşiyordu. Ama Ali bunun bir yanılsama olduğunu biliyordu. Asıl sınav, kaslarda değil; zihindeydi. Kas kopardı, ama zihin çökertirdi. Serdar sıra aldığında gösteri başladı. Demiri tutarken bile dikkat çekmeye çalıştı. Yavaş çekti kendini. Gövdesini salladı. Demiri adeta öperek yukarı çıktı. On iki. On beş. Alkış gibi sesler çıktı. “Bravo Serdar!” Birileri arkasından ıslık çaldı. Ali yüzünü çevirdi. Bir tiyatroydu bu. Erkeklik sahnesi. Sıra yaklaştıkça günü hızlanan kalbi, göğsünün içini yumrukluyordu artık. Bahadır, Ali’ye baktı. “İlk barfiks… her şeyi belirler,” dedi. Ali başını salladı ama cümle içeri girmedi. Sonunda sıra gelmişti. “Karaca.” Demir, tam karşısındaydı. İki adım attı. Eliyle barı kavradı. Soğuktu. Gerçekten soğuktu. Parmak uçlarından damarlarına doğru buz gibi bir his yürüdü. Bütün vücudu bu soğukta titredi sanki. Bir an için zihni boşaldı. Sonra doldu. Koğuş… Serdar’ın gülüşü… Emre’nin bakışı… Bandaj… Ayna… Ve Aylin… Bir nefes aldı. Derin. Ve çekti kendini yukarı. İlk barfiks zordu. Kasları alev aldı, göğsü sıkıştı. Ama çenesinin ucu… Demirin üzerine çıktı. “Bir.” İkinci daha ağırdı. Dirsekleri titredi. Ama kalktı. “İki.” Üç… Dört… Beşte söndüğünü sandı. Altıncıda kolları bir an bırakacak sandı. Avuç içleri terledi, kayganlaştı. Ama bırakmadı. Yedinci… Gözleri karardı. Sekizinci… Bandajın altındaki yara sızladı. Dokuz… Kulağına biri fısıldadı: “Yaparsın.” Kimdi bilmiyordu. Ama inanmak istedi. Onuncu… Bu bir bağırış değildi. Ama içinden bir şey kalktı. Sessiz. Sert. İnat gibi. “On!” Emre’nin sesi geldi: “Devam!” O an dünya küçüldü. Demir… Nefes… Acı… Yine çekti. On bir… On ikide kollar titredi. On üç… On dört… Artık sayı saymıyordu. Sadece tutunuyordu. Düşmemek için değil… Dağılmamak için. Ve… On beş. Çenesi yeniden geçti. Bir saniye asılı kaldı. Sonra bıraktı. Ama düşmedi. Dizlerinin üzerine çöktü. Toprak onu kabul etti. Ama bayılmadı. Serdar’ın yüzü kasıldı. Kerem susmuştu. Bahadır’ın gözleri doluydu. Emre öne çıktı. Ali’nin önünde durdu. Başını hafifçe eğdi. “Sayı… on beş,” dedi. “Ve bu… gösterişsiz bir sayı.” Ali yere bakıyordu. Ama o cümle… İçine bir çivi gibi çakıldı. Bir güç gibi. Emre devam etti: “Kasla yapılmadı bu.” Etraf sessizdi. “Bu,” dedi, “kararla yapıldı.” Serdar ağzını açtı ama ses çıkmadı. Ali başını kaldırdı. İlk kez… Emre’nin gözlerinde küçümseme yoktu. Acıma yoktu. Merak bile yoktu. Sadece… Saygı. Ali’nin içinde bir düğüm çözüldü. Bir ilmek gevşedi. Bir kilit açıldı. Demir artık bir çarmıh değildi. Bir tutamak… Bir sütun… Bir kanıttı. İçtima dağıldı. Koğuşa dönerlerken Bahadır koluna dokundu: “Susarak bağırdın,” dedi. Ali gülümsedi. Küçücük bir gülümseme. Ama gerçekti. Koğuşa girdiklerinde Serdar ona bilerek çarptı. Ama konuşmadı. Ali de. İlk kez… Bedenini savunmadan kazanmıştı. İlk kez… Kimliğini gizlemeden kazanmıştı. O gün Ali bir şey öğrendi: Erkek olmak, bağırmak değildi. Erkek olmak, üstten bakmak değildi. Erkek olmak, korkuyu yok saymak değildi. Erkek olmak; Düşmemekti. Kimse görmese bile… Tutunmaktı. Ve bazen… Demire değil, kendine asılmaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD