10. Bölüm
Nabzın Gizlediği İsim
Koğuşa döndüklerinde gürültü yoktu.
Sanki her şey yutulmuştu; ayak sesleri bile.
Ali, yatağına oturduğu hâlde, oturup oturmadığını bilmiyordu. Damarlarında dolaşan şey, kan değildi artık. Bir uğultuydu. Emre’nin sesi… hâlâ kulaklarında dönüyordu.
“Kasla yapılmadı bu. Kararla yapıldı.”
O cümle, Ali’nin göğsüne saplanmış ama acıtmayan bir bıçak gibiydi. Yaralamıyor, aksine… kanatıyordu içten içe. Bir sıcaklık bırakıyordu geride.
“Ve bu… gösterişsiz bir sayı.”
Ali alnını dizlerine yasladı.
Gözlerini kapadı.
Oradaydı tekrar.
Demirin altındaydı.
Emre’nin bakışındaydı.
Ama bu kez… başka bir yerdeydi.
İçinde.
Kalbi, bandajın altında deli gibi atıyordu. Sanki kaburgaları arasından çıkmak ister gibiydi. Sanki bir sır, kanla beslenir olmuştu da artık taşmak istiyordu.
Bahadır yatağa oturdu karşısına.
“İyi misin?” diye sordu.
Ali başını kaldırmadan başını salladı.
“İyiyim.”
Ama yalan değildi bu cümle. Eksikti.
İyi değildi; taşkındı.
Hissettiği şey bir ağrı değildi; bir taşma haliydi.
Bir ismindi…
Ama söylenmeyen.
Akşam içtiması sessiz geçti.
Kimsenin sesi, kimseye değmedi. Bir gündü geride kalan; ama sanki aylar sürmüştü. Ali yemeğini bitirmeden kaldırdı. Çorbanın buharı gözlerine vurduğunda, bir an görüşü bulanıklaştı.
“Yorgunsun,” dedi Bahadır.
Ali cevap vermedi.
Çünkü yorgunluk başka bir şeydi.
Bu… yorgunluk değildi.
Bu…
Bir kalbin, ilk kez kendi sesini duymasıydı.
Gece çöktüğünde koğuş, uyumaya çalışan bedenlerle doldu. Ama Ali uyumuyordu. Zihni, askerî düzende değil… başka bir yerdeydi.
Bir anın içinde.
Bir bakışta.
Emre’nin gözleri…
İnsanı saymıyordu.
Ölçmüyordu.
Ama…
Görüyordu.
Ali, battaniyeyi çenesine kadar çekti.
Elleri titriyordu.
Sessizce.
Herkes uyuyor sanıyordu belki.
Ama Ali… içinden geçen fırtınanın sesini bastıramıyordu.
Aylin.
İsmi, diline gelmedi.
Ama boğazında kaldı.
Bir harf gibi.
Öylesine ince, öylesine kırılgan…
Ama yıkıcı.
Ertesi gün eğitim alanına çıkarken Ali’nin adımları tereddütlüydü.
Dün, demire asılmıştı.
Bugün…
Bakışlara asılacaktı.
Emre yine alandaydı.
Aynı duruş.
Aynı ses.
Ama artık Ali için…
Aynı değildi.
Komutlar verildi.
Koşular başladı.
Sürünmeler.
Emirler.
Toprak…
Soluk…
Ellerinin altındaki sertlik…
Ali’nin göğsü, ağrıyordu.
Ama bu bir kas ağrısı değildi.
Emre’nin yanında geçtiği her an, kalbi içerden bir yerlere vuruyordu.
Gizlice bakıyordu.
Ama yakalanmak istemiyordu.
Çünkü bir bakış…
Her şeyi yıkabilirdi.
Bir bakış…
Her şeyi ele verebilirdi.
Derken…
Emre dur dedi.
Eğitim kesildi.
Herkes sıraya girdi.
Ali en arkadaydı.
Gözlerini yere sabitlemişti.
Ama Emre dönüp yürümeye başladığında ayak sesleri, bir satır gibi yazıldı Ali’nin içine.
Durdu.
Önünde.
Ali nefes almayı unuttu.
“Kaldır başını, Karaca.”
Sesi…
Düz.
Ama ağır.
Ali başını kaldırdı.
Göz göze geldiler.
Ve o an…
Her şey sustu.
Alan.
Sesler.
Dünya.
Sanki sadece ikisi kalmıştı.
“Dünkü performans…”
dedi Emre.
“…askerlik değildir.”
Ali’nin kalbi, bir an için rahatladı.
Sonra…
“Bu, insanlık meselesidir.”
Bir uğultu.
Kulaklarında.
“Çünkü insan…”
“zorlandığında… ne yaptığını belli eder.”
Emre bir adım attı.
Ali’nin önünde.
Daha yakındı şimdi.
Çok yakın.
“Sen kaçmadın.”
Ali’nin gözleri doldu.
Ama ağlamadı.
Çünkü askerlikte ağlanmazdı.
Aylin olmak…
Şimdi…
Hiç değildi.
“Ve kaçmamak…”
Emre durakladı.
Ali yutkundu.
“…cesaret değildir sadece.”
“Nadirdir.”
Bu kelime…
Nadir.
Ali’nin kalbine saplandı.
Ama canı acımadı.
Göğsü…
Şişti.
Bir şey… büyüdü içinde.
Bir isyan gibi değil…
Bir bahar gibi.
Emre devam etti:
“Birçok kişi gücünü kaslarında taşır. Ama sen…”
Kafasını hafif eğdi.
“…gücünü omurganda taşıyorsun.”
Ali’nin dizleri titredi.
Ama düştü sanılmadı.
Çünkü Emre…
Devam etti:
“Buna herkes sahip olamaz.”
Saha…
Sessizdi.
Ama Ali’nin içi…
Gürültüydü.
Çığlık.
Ve sürpriz…
O an anlamıştı.
Askeriyeye neden gelmişti.
Barfiks için değil.
Sürünmek için değil.
Çavuş olmak için bile değil.
Ali (Aylin) buraya…
Bir ismi görmek için gelmişti.
Bir bakışı.
Bir sesi.
Ve şimdi…
O ses…
Onu görüyordu.
Gerçekten.
“Bugün… dinlenme izni almayacaksın,” dedi Emre.
Ali’nin içi burkuldu.
Ama sonra…
“Benimle kalacaksın.”
Zaman…
Dondu.
“Ek eğitim var.”
Ama Emre’nin sesindeki şey…
Resmî değildi.
Ve Ali bunu…
Hissetti.
Aşırı iyi.
Aşırı gerçek.
Aşırı tehlikeli.
Akşam saatlerinde alan boşaldığında Ali hâlâ oradaydı.
Emre, ekipman düzenliyordu.
Ali ise…
Donmuştu.
Yanına yaklaşmaya cesaret edemiyordu.
Gözleri…
Yerdeydi.
Eller…
Titriyordu.
Ama Emre başını kaldırdı.
“Karaca.”
Ali irkildi.
“Komutanım?”
Yaklaştı.
“Yürüyüşün…”
dedi Emre.
“…değişti.”
Ali’nin kalbi bir an için durdu.
“Dün…”
“başkaydı.”
Ali hiçbir şey söyleyemedi.
Ama Emre sanki gerçek kimliğini biliyordu.
“Kendini saklama.” Dedi içinden Ali
Ali’nin boğazı düğümlendi.
Ama sustu.
Çünkü konuşursa…
Aylin çıkardı.
Ve bu dünya…
Bunu kaldıramazdı.
Emre sustu.
Bakışları Ali’nin yüzündeydi.
Uzun.
Sessiz.
Sonra…
“Yalnız değilsin.”
Bu cümle…
Bir bıçak gibi girdi Ali’ye.
Ama…
Bu kez kesmedi.
Onardı.
Ve Emre yürüyüp gitti.
Ali arkasından bakakaldı.
Bir asker gibi…
Ama bir âşık gibi.
O gece…
Ali uyuyamadı.
Kalbi…
Bir marş gibi çalıyordu.
Her atım…
Bir çığlık.
Aylin…
Adını söylemeden.
Bir defter olmadığından…
Yastığa yazdı.
Ve ağlamadı.
Çünkü bu bir ağlama değildi.
Bu…
Uyanmaydı.
Ama bir şey…
Yanlıştı.
Bir his…
Karanlıktı.
Son cümle…
Emre’nin fısıltısı:
“Yalnız değilsin.”
Neden…
Bunu söylemişti?
Neden…
Böyle bakmıştı?
Ali, karanlıkta gözlerini açtı.
Ve ilk kez…
Şunu düşündü:
Belki de…
Buraya sadece onu görmek için gelmemiştim.
Belki…
O da…
Bir şey görmüştü bende.
Ve bu düşünce…
Bir kapı araladı.
Ama içinden ne çıkacağını…
Bilmiyordu.
Sadece…
Kalbi gibi…
Hep daha hızlı çarpan bir şey vardı artık.
Gerçek.
Aylin o gece uyuyamamıştı.
Sürekli gözünün önüne Emre’nin yüzü geliyordu.
Annesine, babasına ve kardeşine söylediği yalan geldi aklına kendine çok kızıyordu ama Emre için değerdi biliyordu. Emre onun gerçek kimliğini öğrense ne yapardı acaba? Diye düşündü. Onu sever miydi? Yoksa takıntılı bir deli olduğunu düşünüp onu kovar mıydı? Emre’ye nasıl kendini açıklayacaktı ki yada nasıl açılacaktı erkek kılığında
Emre bu durumu hoş karşılamazdı belki ama Aylin’in niyeti zaten baştan beri sadece onun varlığını hissetmek ve onu sürekli görmekti. Bu da ona yeterdi.