GEÇMİŞİN GÖZYAŞLARI 3/3

2880 Words
Çocukluğumdan beri omuzlarım dahil zihnime, ruhuma ve kalbime yüklenilen yükleri bir bir saymaya çalışsaydım sanırım bir kaç mevsim alırdı. Hâlâ o yükleri taşıdığımı hissediyordum. Çocukluğuma yüklenen yüklerden kurtulmak için kuş olmayı dilediğim zamanlar olmuştu. Belki kuş olsam yüklerimden kurtulur ve özgür olabilirdim. Kuş olamamıştım ama kurduğum hayalimi yarım yamalak gerçekleştirebilmistim. Bana yüklenilen yüklerden kurtulmuştum. Şayet daha ağır ve kirli yükleri sırtlamak zorunda kalmıştım. Bir bir yenileri eklenirken artık günahlarımın ağırlığının beni güçlendirdiğini biliyordum. Eğer ruhum azap duymadan, vicdanı sızlamadan bu kadar günahı taşıyabiliyorsa; Ruhum çok güçlü demekti. Benimsediğim günahlar o kadına aitti. Maskenin altında kalana... Önceki yüklerimden belki kurtulmak istemiştim ancak şu an taşıdığım yüklerden inanın kurtulmak aklımın ucundan bile geçmemiştir. Benimsemenin ardından ruhum alışıyor sonra en başından günahlarım oradaymışta onları işlememi bekliyorlarmış gibi oluyordu. Kader yabancı insanları karşımıza çıkarıyorsa işleyecek olduğumuz günahlarımızı da karşımıza çıkarıyor olmalıydı. Çünkü karşımıza çıkan insanlar işlediğimiz günahlarım asıl sebepleriydi. İşte o insanlar iyi, kötü ya da her ikisinden de birazcık günahların sebepleriydi. Kaderin karşıma çıkardığı ilk insan; Rahmine hiç düşmek istemeyeceğim, yüzünü doğuştan kendime bir maske gibi ömrüm boyunca taşımak istemeyeceğim o kadındı. Annem. Kader sayesinde karşıma çıkan çiğ sütünü emdiğim, ağlayışlarımı dindirmek için söylediği ninnilerle uslandığım, kokusunda huzur bulduğum annem günahlarının sahibesiydi. İlk günahım küçük bir yalandı. Mutfaktan aşırdığım ballı ekmekler için zararsız toz pembe yalanlar uydururdum. O toz pembe yalanlar anne ve kızının arasında aynı yuvalanıp gelerek büyüyen bir kar topu gibi çok ağırlaşmıştı. Sırdaş seçtiğimiz insanlara dikkat etmemiz gerektiği kadar yalan söylediğimiz insanlarda dikkat etmeliydik. Hayır. Annem bana hiçbir koşulda ihanet etmemişti. Kızı için kafasına kurşun ateşlenmesine izin verirdi. Bunu bana ispatlamıştı da. Nefretin sebebi ihanet değildi. Nefretin asıl sebebi annem olmasıydı. Anne denmeyi hak etmeyecek kadar gözümde kibirden oluşan bir zavallıydı. Ama bu yüzüne geçirdiğim güçsüz kadın maskesinin mükâfatıydı. O kadına anne demek... Kaybettiklerim kadar kazandıklarımı ancak bu şekilde koruyabilirdim. "Anne." Babamla konuşmamın ardından bütün günü sakinleşmek için kendime ayırmıştım. Sakinliğimi kazandıktan sonra dün ki kavgayı göz ardı edebilmiş ve aşağı inip annemin her gün batımını izlerken, dinlemeyi seçtiği kış bahçesine gelmiştim. Akşam üzereydi. Tahmin ettiğim gibi Sharon kış bahçesindeydi. Noydan boya cam olan duvarla karşılıklı oturmuş ferah koru manzarasını sükunet içinde seyrediyordu. Elinde iş telefonu ya da ruju yoktu. Elinde sadece bir kahve kupası tutuyordu. Kış bahçesine adım atar atmaz kafein yüklü kahve kokusu beni karşıladı. Hepimiz günün yorgunluğu bir şekilde atmalıydık. Ben alkol, oysa kahveyle. Varlığımı fark ettiğinde omzunun üzerinden gerçek anlamda yorgun gözlerle bana baktı ve ona acıyacak olmama ramak kala gözlerini devirip manzara seyrine kaldığı yerden sürdürdü Yanına kadar gelip oturduğu sandalyenin yanındaki sandalyeyi çekip bende oturdum. "Ne o özür mü dileyeceksin?" diye sordu burnu havada bir tavırla. "Hayır." dedim düz bir sesle. Sırtımı sandalyeye vererek başımı geriye attım. "Senden özür dilemeyeceğim." Omuzunda ki şalı düzeltti. "O zaman neden buradasın Emelie?" "New York'ta kaç gün kalacağız?" diye sorarak hemen konuya girdim. "Bunu sormak için geldim." Kahve kupasını masaya sakince bırakıp, "Geliyorsun." dedi. Ardından topuzundan kurtulmuş saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırdı. Omuzlarını dikleştirip sandalyesinde bacak bacak üstüne atıp kibir dağının zirvesinde ki tahtından beni seyre durdu. "Yani benimle geliyor musun ki?" "Sadece soruyorum." diye fısıldadım. "Takviminde böyle bir seyahat yoktu." Omuz silkip ona cevap bekleyen gözlerle bir an baktım. Sonra gözlerimi cam duvara ve ötesine çevirdim. Sonbahar gelmişti. Korudaki ağaçlar kuru dalları ile çıplak kalmıştı. Tüm her yer kahverengi ve sarı tonlars bürünmüştü. Güzün geride bıraktığı manzara her yerdeydi. Tüm koruda. "Üç gün."dedi. Kahvesinden bir yudum aldı. "Hatta eğer benimle gelirsen seni orada tanıştırmak istediğim biri var." diyede eklediğinde yüzüm istemsizce ekşidi. Erkeklerle olan mevzum yıllar önce kapanmıştı. "Nasıl biri?"diye sordum. "Moda tasarımcısı." diyerek gidiş amacını açıkladı. "Özellikle seninde uzun zamandır onunla seni tanıştırmak istiyordum. Çoğu şeyimi ona borçluyum." "New York'a gidiş amacın bununla mı ilgili yani?" diye sordum. "Ne ile ilgili olacaktı?" "Yani beni o şehre götürme isteğin sadece bir kaç elbise giyip podyumda yürümem için mi?" "Bir kariyerin olsun diye uğraşıyorum sosyal bir hayatın. Evin bir odasında çürümeni istemiyorum." dedi dişlerini sıkarken. Açık tenli olduğu için hemen sinirden kızarmıştı. "Ve şu ruhsal zayıflığın beni en çok sinir eden şey. Dişini keşke bana olduğu kadar kariyer hedeflerin içinde göstersen." Son dediğini duymazdan gelerek, "Ya hiç bir iş teklifini kabul etmezsem?" diye sordum. Bazen damarına basmak gerçekten fazlasıyla hoşuma gidiyordu. Bunu o yapabiliyorsa bende yapabilirdim. İş onun hayatının merkezi olabilirdi. Ama her gün ölmek için Tanrı'ya yalvaran biri için oldukça önemsizdi. Kayıtsca güldü. Hatta nerdeyse kahkaha atacaktı."Elbette kabul edeceksin. New York'a kısmende bu yüzden gidiyorum." "Kısmen."diye tekrarladım."Peki asıl gidiş sebebin ne?" "Øuuen dergisi elbette."dedi gururla. İşinden bahsederken göğsünün kabarmasına alışmıştım. "Nerdeyse tüm Avrupa da sosyete tarafndan okunan moda dergisi. New York'a gitme amacımda İtalyan modacı Bayan Russo ile bir görüşmeni ayarlayabilmek." "Şu senden bin kat daha kibirli olan kadın mı?" diye sordum. Kibir kelimesini duyunca kaşlarını çatarak sormuştu. "Ben kibirli miyim?" Kızının çektiği acıyı, ruhsal durumunu göremeyecek kadar kibirlisin. Dişlerimi diş etlerimi acıtacak kadar sıkmıştım. Yumruk yaptığım ellerimi kucağıma bastırıyordum. Annemle iki kelime bile etmek o kadar zordu ki! Kanın beyine sıçraması her an olabilirdi. Bende oluyordu da. Şu an kan beynime sıçramıştı. Yine kavga edeceğiz diye geriliyordum. Sevdiği benim de sevdiğim kış bahçesini kavgamıza kurban etmek istemezdim. Burayı severdim. Gün doğumu ve batımları çok güzel olurdu. Evde kitap okumak için nadir olan sessiz yerlerden biriydi. Sorusunu sessizce başımla onayladım. Konuşacak olursam kesin Sharon'ı sinirlenirdi ve bende rahat durmazdım. Başını iki yana sallayıp, "Öyle olsun." dedi. "Benimle gelecek misin?" Konunun asıl ilgilendiği tarafı kendine kârı olan kısmıydı. Kazancı her zaman önce gelirdi. İç geçirdi. "Babamla konuştum." "Ne?" dedi ayaklanarak. Paniklemiş halleri beni gülme krizine sokacak kadar komik olsada gülemeyecek kadar halsiz hissediyordum. Sesi hayal kırıklığına uğramış gibiydi. "O mu aradı? Sen mi?" "Ben aradım." Bana garip bir duygu seliyle baktığı kısa bir ancığın sonunda dudaklarını oynatarak, "Neden?" diye sordu. "Sen onunla hiç konuşmak istemezdin..." Kuru dudaklarımı ıslattım. "Sadece bir şeyden emin olmak istedim." "Neyden emin olmak istedin?" İçimi burkan sorusuyla gözlerimi gözlerine diktim. "Beni hâla sevip sevmediğinden ve özleyip özlemediğinden." Ve ne yazık ki emin olamamıştım. Oturduğum sandalyeden annem gibi kalktım. Bana öyle tepeden bakması canımı sıkmıştı. "Ona başka bir şey söyledin mi" "Merak etme anne." dedim sertçe. "Sırlarımız ikimizin arasında güvende. Babama asla söylemem." Elini masaya koyup kalçasını yasladı. "Benim hatam." Derin bir nefes verip, gergin omuzlarını hareket ettirdi ve rahatladı. "Senin ağzın benden bile sıkıdır. Ölsen bile asla konuşmazsın." Alayla,"Keşke." dedim "Ancak Azrail sürekli beni es geçiyor malesef." "Konuşmamız daha bitmedi." dedi, beni ikaz edercesine. Kış bahçesinin dışına ahşap, aynalı kapıya yürüdüm. Kapıyı açarken, "Hiçbir şeyi kesinleştirmemişken nereye?" diye sordu. Topuklarım üzerinde anneme döndüm. Sırtım kapıya değdi. Kolundaki saati gözümle işaret ettim. "Az zamanımız kaldı değil mi? Küçükte olsa kendime bir valiz hazırlamalıyım." O bilindik ünlü kaş kaldırma hareketini yaptı. "Benimle geliyorsun yani?" "Hayır seninle gelmiyorum sadece babamı ziyarete gidiyorum." dedim sırıtarak. "Her şey kesinleştiğine göre. İzninle anne." Angela bana sıkı sıkı sarılırken ağlıyordu. Kollarını beline sarıp kız kardeşime sevebildiğim üç insandan ikincisine sıkı sıkı sarıldım. Yüzünü boynuma gömmüş kokumu içine çekerken gözyaşları kazağımı ıslatıyordu. Ağlardım ama ağlamayacaktım. Böyle saçma bir durumda olmazdı. Kızkardeşimin ağlayışlarına dayanamayan bir abla olarak kendimi sıktım. Yıllarca ayrı kalmayacaktık. Üç günlük bir iş gezisiydi. Ange her şeyi abartırdı en küçük şeylerin duygularını bile nirvanasında yaşardı. Güzel sarı saçlarını okşadım. O kadar abartılı bir üzüntünün içine sokmuştu ki, sessizce dramasının bitmesini bekliyordum. Beklerken kardeşimi sarılabildiğim kadar sıkı sarılmaya devam ediyordum. Çenemi saçlarına yasladım. "Ağlama artık." "En son kısa bir iş seyahati dediğinizde tam bir ay yoktunuz." O tablolara ulaşabilmek bir ay sürmüştü çünkü. Ange burun çekti. "Şimdi de öyle olacak." Arkasında omzunu kapıya yaslamış kollarını göğüsünde kavuşturmuş bize seyreden annem düz bir suratla "Olmayacak." dedi. "Üç gün sonra Paris'e geleceğiz Angela. Çocuksu abartılı dramatik davranışlarından vazgeç." "Sana küsüm. Benimle konuşma anne." Annem Ange'yi bu denli şımartmamdan her zaman şikayetçiydi. Angela kollarını belimde kilitledi. "Ablamı sürekli benden ayırıyorsun!" Annem sabır dilenircesine iç çekti. . "Ablanı artık özgür bırak. Daha uzun bir araba ve uçak yolculuğumuz var." "Ne taş kalpli bir kadın." diye fısıldandı. Angela bana daha sıkı sarılarak başını omzuma yasladı. Anlaşılan daha bırakmaya niyeti yoktu. Annem,"Elması tercih ederim." dedi, küçük kızıyla dalga geçerek. "O tüm yeryüzündeki en sert ve sağlam madde." "Ne elmas kalpli bir kadın." dedi bu sefer Angela. Kollarını benden çekip ellerini omuzlarıma koydu. Küçük kız kardeşim nerdeyse benim boyumdaydı. Bana sarı kirpiklerinin çevrelediği mavi gözlerini kırpıştararak baktı. "Seni seviyorum ve özleyeceğim abla." Anneme baktı. "Ve de listemdeki isteklerin hepsini almaya çalışın. Özelikle kozmetik ürünlerini." Annem gözlerini devirip kapıyı açtı. Topuzunu bozmuş omuzlarının altında biten saçlarını gerisine savurarak, "Gidelim." demişti. Yaşına göre annemin fiziği inanılmaz sık ve diriydi. Uzun boyu üzerine ne giyerse giysin en şıklık ve zariflik kelimeleri annemingörünüşünde anlam kazandırıyordu. Blazer ceketinin keskin yaka kısımlarını düzeltip evden dışarı adımını attı. Hava serindi. Veket ve bedenini sarıp dizlerinin üzerinde biten siyah renkli triko elbise giydiğine şaşıyordum. Bu kombine sade bir makyaj ve topuklu botlarda eşlik ediyordu. Ben onun yanında başka bir dünyadan gibiydim. Şişme mont ve içine ince kapüşonlu bir ceket yetmezmiş gibi kalın bir kazak da giymiştim. Normal giyinen bendim ama annemin yanında kendimi anormal hisseden yine ben oluyordum. Tanrım... "Hadi, Emelie gelmiyor musun?" diye sordu sabırsızca. Angela'nın yanağından öpüp elini sıktım. Bana buruk bir ifadeyle tebessüm etti. Giderken annemin demesi gerekenleri kız kardeşime ben söyledim. "Başını belaya sokma. Fazla alkol alma. Eve fazla geç saatte gelme." Saçlarını dağıtama kadar okşadım. "Son olarak parti yok." Her dediğimi usulca süt dökmüş kedi gibi onayladı. Sanki dinleyecekti de. En son verdiği partide nerdeyse yangın çıkıyordu ki annem iş seyahatinden erken dönmüş ve çıkan ateşe yangın tüpü ile müdahele etmişti. Ange'nin cezası ise tam 1 ay okul-ev ikileminde geçirdiği bir hayat olmuştu. O zamandan beri en azından eskisine kıyasla daha usluydu. Ange'ye son kez sarıldıktan sonra annemin peşinden koşar adım gittim. Havalanına gitmek için Sharon'a ait olan resmi siyah renkli Mercedes'ine bindik. Arabayı kullanan şoför benim küçük valizimi ve annemin üç gün gittiği New York için hazırladığı dört farklı büyüklüklerde ki valizleri bagaja sığdıramadığı için arkanızdan annemin valizleri ile bir Mercedes daha bizi takip ediyordu. Angela biz giderken yarı buruk bir şekilde benimle vedalaşmıştı. Sharon'a ise kendini de götürmediği için kendince haklı olarak kızgındı. Kendisine pek hak vermesemde Ange'yi iyi bir götürmeme sebebi vardı. Okul. Angela'nın eğitimi hâlâ devam ediyordu. Bu yıl lisede son senesiydi. Aileye gelecekte yeni bir moda ikonu katılacak gibi görünüyordu. Bizimle gelmese bile anneme milyonlarca maddeden oluşan bir istek listesi vermeyi ihmal etmemişti. Annemi haklı görsemde kızı ile doğru düzgün vedalaşabilirdi. Ange'ye sarılır yada en azından ona gülümseyip hoş çakal diyebilirdi. Nazik ya da samimi davranmak bu kadar zor olmamalıydı. Bizden geçmişti ama Angela ile hâlâ anne kız ilişkisini düzeltmek için zamanı vardı. "Angela'ya doğru düzgün bir veda edebilirdin." Dedim. "Veda mı? Geri geleceğiz zaten. Üç günlüğüne gidiyoruz." Gözleri telefonunda, güz kreasyonuna girecek tasarımları seçmekle meşguldü. "Kız kardeşinin en basit bir durumu bile dramatikleştirmek gibi kötü bir huyu var maalesef." "Bunu mahvetme." Kaşları havalandı. "Neyi mahvetmeyeyim?" "Angela ile olan şansını. Benimle olan şansını mahvettiğin gibi bu şansında mahvetme. Ondan sevgini esirgeme." desem de beni gerçek anlamda dinlemiyordu. Söylediğim hiçbir şeye kulak vermiyordu. "Biraz şefkat seni öldürmez Sharon Benim için geç ama Ange'ye hâlâ annelik yapabilirsin." "Bilmediğin yani tecrübe etmediğin konularda çeneni kapalı tutsan iyi olur." dedi. Bunu dediğine en ufak bir pişmanlık göstermezken, sesi sertleşti. "Ben oldukça iyi bir anneyim. Angela ile olan anne kız ilişkimi mahvettiğim filan yok." Kapat çeneni Emelie. Çeneni kapalı tut yoksa kesinlike elinden bir kaza çıkacak. Camı aralayıp sinirden kızarıp alev almış yüzüme, çarpan soğuk rüzgarın öfke ateşini söndürmesini büyük bir sabırla bekledim. "Senin kadar kötü bir anne olmayacağıma eminim." dedim sessizce. Duymazlıktan geldi. Ki zaten tüm dikkatini sürekli çalan telefonuna verdi. Gözlerimi kapatıp soğuğun bedenimi felç etmesine izin verdim. Ama alevi söndürmeye yeterli olmamıştı. Başımı araladığım cama yaslamış annemin kim bilir kaçıncı telefonla yaptıģı iş görüşmesini dinliyordum. Paris'e karanlık çöktüğünde oluşan o yıldızlı muhteşem gökyüzünden hiç bir iz yoktu. Yağmurun habercisi olan gri bulutlar tüm şehri kaplıyordu. Sanırım bu gece de hiç yıldız göremeyecektim. Dilek tutmak istiyordum. Sharon son telefon görüşmesini de sonlandırınca derin bir iç çekti ve telefonunu tamamen kapatıp çantasına koydu. Yol boyunca susmak bilmemişti. Ellerimi başımın arasına alıp, şakaklarımı ovdum. Migren hiç olmayacak şekilde yine başıma tutunmuştu. Kayalıklara çarpan azgın dalgalar gibiydi "Yükseklik korkun var mıydı?"diye sord. "Hayır. Karanlık korkum vardı" diye düzelttim onu. Karanlık korkumu bilmesi gerekirdi. Babamdan daha çok geceleri benimle birlikte uyurdu. O zamanlar daha merhametli ve sevgi dolu olduğunu hatırlıyordum. Beni kolları ile sarıp bağrına yaslar her gece uydurduğu saçma olsada eğlenceli masallar anlatırdı. O masalları annemin sesinden dinlemekten büyük zevk alırdım. Uykuma sırf annemin sesini duymak için direnir, savaş verirdim. O zaman fazla iş kolikliği de yoktu. Masal gibi bir çocukluğum vardı. Annem gittiğinde masalda bitmişti ve ben gerçekliğe sarsıcı travmalar eşliğinde merhaba demiştim. Sonra bir daha asla o hayalperest kız çocuğu olamamıştım. "Hm." dedi ilgisizce. "İyi o zaman. Uçuşumuzda sorun yaratmayacaksın.." İçi rahatlamış gibi bir görüntüsü vardı. "New York'tada korumalar olucak mı?" diye sordum. Yani başımı bekleyen bekçiler. İlla olucaklardı. Tanrı korusun bir snpier tarafından vurulur ya da mafya tarafından kaçırılırdım. Annemin elbette korktuğu da bunlar değil benim kaçmamdı. "Hayır korumalara ihtiyaç olmayacak. Çünkü ben senin hep yanında olacağım" "Vay be!"diye mırıldandım "Korumasız geçecek üç gün." "Kaçabileceğini sanıyorsan kalacağımız otele özel emirler verdim." dedi uyarıcı bir ses tonuyla. "Kaçmaya çalışsan bile seni yakalarlar." "Merak etme. Kaçmaya niyetim yok. Dört gözle üç günün bitmesini bekleyeceğim." İstesem bile hiçbir koruma beni o dört duvar arasında tutacak kadar donanımlı değildi. Gözlerini devirip, sessizliğini korudu. Bende konuşmadım. Ne kadar sessizlik o kadar huzur ve kavgasız geçen zaman demekti bizim için. De Gaulle havalimanına vardığımızda bizi omuzlarına yerleştirdikleri kameraları olan kameramanlar ve ellerinde ki mikrofonlarla gazeteciler bkarşıladı. Sharon Øueen her zamanki gibi hazırlıklıydı. O manşet ordusunu engellemek için bir yığın kalıplı adamdan oluşan koruma ordusu tutmuştu. Hepsi işinde başarılıydı. Annemin çevresinden kendi gözünde benim dışımda başarısız insan bulmak imkansıza yakındı. Başarısız insana karşıda sabrı yoktu. Sharon boynuna sardığı fuları saçlarını kapatacak şekilde örttü ve çenesinin altında bağladı daha sonra çantasından çıkardığı büyük güneş gözlüklerini çıkarıp taktı. Bedava fotoğraf vermeyi engellemek için iyi bir yoldu. Annem kendi fotoğrafını binlerce dolara satabilecek kadar pazarlama zekasına sahipti. Araba durunca korumalardan biri kapıyı biraz açıp araladı."Bayan Øuuen?" Annem fransızca bir kaç komut sıraladıktan sonra koruma kapıyı tamamen açtı. Arabadan ilk annem indi. İki koruma ona havalimanın girişine kadar eşlik etti sonra ben arabadan indim. Anneme kıyasla daha rahattım. Ünlü olan tanınan annemdi, ben değil. O yüzden kafam rahattı.Yinede yüzümün görünmesi bir yerde tehlikeli olduğu için üzerime giydiğim ceketin kapüşonunu başıma geçirdim ve saçlarımla yüzümü gizledim. Annemin kiraladığı korumalarda bana annemin biletleri kontrol ettirdiği uluslararası arası kontuara kadar eşlik ettiler. Arabaları kullanan iki şoförde zar zor taşıdıkları valizleri konveyör bandının üzerine büyük bir dikkatle yerleştiriyorlardı. Her şey yolundaydı. Sharon kolumdan çekiştirip, "İşimiz halloldu. Hadi gidelim." dedi. Beni peşinden güvenlik noktalarına kadar sürükledi. Korumalar geride kalmıştı.Anne kız yalnızdık. Terminale kadar tam üç güvenlik noktasıdan ve bir kaç X Ray'den geçmiştik. Annem X Ray'den geçerken aksesuarları yüzünden sorun yaşamıştı. Gülerek onu seyretmistim ama sonunda terminalden geçmiş ve New York uçağımıza yetişmiştik. Uçak kalkışı sarsıntılı olmuştu ama pilot hemen hoparlörden sorun olmadığı hakkında ufak bir konuşma yapmıştı. Ne yazık ki ölmek istesemde yanımda yüz elli kişiyi götürmek istemezdim. Annem birinci sınıf koltuğunu yatış pozisyonuna getirmişti. Çantasından aldığı göz bandını başına geçirdi. Uçak havalanalı bir kaç dakikadan fazla olmamıştı. Omuz silkip hostesten rica ettiği yastığa başını koyup yatış pozisyonuna getirdiği koltuğuna iyice yerleşti.Bir kaç dakika sonra annemin kısık tonda ki horultusunu duydum. Uyumuştu. Saçını kimse olmadığı daha doğrusu hiç kamera olmadığı için dağınık ve düzensizce toplamıştı. Ellerini başının altında birleştirmişti. Bu hâli sevimli görünebilirdi; Tabii annemi ilk kez görüyor olsaydım. Cam kıyısında oturduğum için kendimi şanslı sayıyordum. Paris'ten uzaklaştıkça uçak her saniye bir kaç fit daha yükseliyordu bulutlardan arınıyorduk. Başımı aynen araba camına yasladığım gibi küçük oval uçak camına yasladım. Bir kaç saat sürecek uçuşumuzda sadece gökyüzünü seyredecektim. Alkol kadar olmasada gökyüzünü izlemekte beni rahatlatıyordu. Şehir ışıklarını artık göremediğimde, Paris'in sınırlarından çıktığımızı anlamıştım. ●●● Kimden: Lisette Peruggia Konu: Kaçağımız var. A.M: 1.53 Kime: Emelie Owen Keşke kafama estiğinde ben de ülke değiştirebilseydim. Ama sen kotanı aştın. Her kafana estiğinde ülke değiştiremezsin. Lisette Allard Kimden: Emelie Owen Konu: Gidişim kimseyi ilgilendirmez. A.M: 1.57 Kime: Lisette Allard Gidişim kimseyi ilgilendirmez ve her istediğimde ülke hatta kıta değiştirebilirim. İki hayatımdaki o belirgin sınıra özen gösterdiğim gibi Emelie Owen'ın hayatına ayrıca özen göstermeliyim. Bu benim işim. Kimden: Lisette Allard Konu: Kariyer planların olduğından habersizdim. A.M: 2.03 Kime: Emelie Owen Kariyer planların olduğından habersizdim. Bir dahakine ani gidişini haber ver de planlarımı ona göre yapayım. Paris'e gelmeyi planlıyordum. Kimden: Emelie Owen Konu: Anı yaşa. A.M: 2.09 Kime: Lisette Peruggia Planlar boşa, anı yaşa mottona ne oldu? Üstelik her şey anlık gelişti. Kimden: Lisette Allard Konu: Hayat mottom hâlâ aynı. A.M: 2.12 Kime: Emelie Owen Ne kadar süre ülke dışında olacaksın? Ve her şeyden kastın nedir? Kimden: Emelie Owen Konu: Aile buluşması. A.M: 2.30 Kime: Lisette Allard Babam için New York'a gidiyorum. Üstelik bazı planları erkene çektim. Kimden: Lisette Allard Konu: YÜCE TANRIM! A.M: 2.33 Kime: Emelie Owen Çıldırmış olmalısın. Yanında kimse yokken hayatını riske edemezsin. Bu boktan bir intihar saldırısıysan başka bir şey değil! Kimden: Emelie Owen Konu: Profesyonellik. A.M: 2.45 Kime: Lisette Allard Hemen çıldırma. Hata yapmam. Profosyonelim. Ölümcül bir tehlikeye atılmayacağım. Yapmam gerekeni yapacağım sadece. Kimden: Lisette Allard Konu: Her zaman arkandayım. A.M: 2.48 Kime: Emelie Owen Kendini öldürtme. Tek istediğim bu. Kimden: Emelie Owen Konu: Doğum günüme kadar yaşayacağıma eminim. A.M: 3.00 Kime: Lisette Allard Endişe etme. Bir sonraki yaşımı görecek kadar hayatta kalacağıma eminim. Tek yapman gereken şey beklemek. Benden haber bekle. BÖLÜM SONU
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD