BÖLÜM 29- KAYIP IŞIKLAR

1118 Words
Gün henüz doğmamıştı ama vadinin üstünde süzülen gri bulutlar geceyle gündüz arasında karar verememiş gibiydi. Averiel, gözetleme kulesinin tepesinden ufka bakarken sırtında rüzgâr değil, yankılar hissediyordu. Sessizlik Ormanı’nda yaşananlar, yalnızca onların mühürlerini değil, iç dünyalarını da dönüştürmeye başlamıştı. Her biri artık yasa tarafından değil, içsel bir sezgiyle yön buluyordu. Nael, kulenin basamaklarından ağır adımlarla çıktı. Elinde avuç içi kadar eski bir mühür taşı vardı. Parçalanmış, kenarları kırık, ama içinde hâlâ titreyen bir iz vardı. “Bu mühürü kulede buldum.” dedi sessizce. “Boşlukla ışık arasında bir şey taşıyor.” Averiel taşı aldı, gözlerini kısıp yakından baktı. Taşın içinde hareket eden şekiller, klasik mühür yapılarından farklıydı. Ne döngü vardı ne de merkez. Sanki mühür, kendi çekirdeğini yitirmişti. Ama bir şekilde hâlâ yaşıyordu. Cassian da yukarı çıktı. “O mühür yalnız değil. Kule duvarlarında başka izler de var. Aynı yapı. Aynı boşluk.” Nael taşın üzerini parmağıyla hafifçe çizdi. “Bu bir çağrı olabilir. Ama yasa değil. Bir varlıktan değil. Kaybolmuş bir ışıktan.” Averiel gözlerini taşıyamadı. İçindeki hareketler ritmik değil, rastlantısaldı. Sanki bir şey arıyordu. Yönsüz ama bilinçli bir arayış. Bir varlığın değil, bir parçanın özlemi gibi. “Bu... bir mühür değil.” dedi yavaşça. “Bu, bir iz.” Cassian gözlerini kıstı. “Bir iz mi?” Averiel başını salladı. “Bir zamanlar var olmuş ama adı silinmiş bir ışığın izi. Yasaya bile kazınamamış, ama yok olmamış.” Nael’in gözleri büyüdü. “Unutulmuş melekler.” Cassian sessizce kılıcına baktı. “Düşmüş olanlar mı?” Averiel başını iki yana salladı. “Hayır. Ne düşmüşler ne de yükselmişler. Onlar, arada kalmış olanlar. Işığa aitken dışlananlar. Gölgeye ait olmadıkları hâlde, orada unutulanlar. Onlar... kayıp ışıklar.” Kulenin taş zemininde çatlaklar boyunca yayılan ince parıltılar belirlemeye başladı. Her çatlak, taşın içinde saklı olan başka bir ışığı dışarı veriyordu. Sanki gözetleme kulesi, bu izleri taşıyan bir mezar değil; bir hatırlatıcıydı. Nael, yere çömelerek ışığı takip etti. “Bunlar... bir harita gibi. Ama yön göstermiyor. Anıları gösteriyor.” Cassian çatlağın birine parmağını sürdüğünde gözleri karardı. Aniden geri çekildi. “Bu ışık... gözlerime değil, zihnime yaktı. İçinde kayıp bir varlık vardı. Adı bile yoktu. Ama acısını hissettim.” Averiel taşın merkezine eğildi. “O varlık, sesini kaybetmiş ama yankısını bırakmış. Ve yasa şimdi bu yankıya cevap vermek istiyor.” Nael fısıldadı: “Ama biz buna hazır mıyız?” O anda, kulenin iç duvarlarında yankılanan bir titreşim başladı. Bu titreşim, mühürlerin çağrısından değil, dışarıdan bir varlığın yaklaşımından kaynaklanıyordu. Averiel hızla yerinden kalktı. “Bir şey geliyor.” Cassian kılıcını çekti ama mühürlerini de aktifleştirdi. Bu, klasik bir saldırı olmayacaktı. Bu bir... karşılaşmaydı. Kapının önünde beliren figür, bir zamanlar melek olmuş bir varlık gibiydi. Ama kanatları yoktu. Giysileri parçalanmış, bedeni çatlaklarla doluydu. Gözlerinde bir ışık parlıyordu ama bu ışık, içeriye değil, dışarıya sızmaya çalışan bir şeyin parıltısıydı. Averiel derin bir nefes aldı. “Adını biliyor musun?” Figür konuşmadı. Ama başını eğdi. Parmaklarını yere bastırdı. Taş zemindeki ışıklar ona doğru aktı. Her biri bir yankıyı, bir parçayı, bir hatırayı taşıyordu. Figür, bu hatıraların merkeziydi. Nael irkildi. “O bir kayıp. Ama yaşayan bir kayıp.” Cassian kılıcını indirdi. “Bu yüzden mühürlere tepki vermedi. Çünkü o artık mühürlenemez. Sadece hatırlanabilir.” Averiel ona yaklaştı. “Bize sesini veremiyorsan... izin ver, seni dinleyelim.” Figür başını kaldırdı. Gözlerinden ışık süzüldü. Ama sıcak değildi. Soğuk da değildi. O ışık, bir kararın iziydi. Ve o anda, kulenin içi tamamen ışıkla doldu. Kule, figürün içinden süzülen ışıkla birlikte sarsıldı. Duvarlarda yüzlerce yıldır kıpırtısız duran semboller canlandı. Her bir sembol, tek başına bir hikâyeyi taşıyor, taşın kalbine doğru birleşerek kayıp bir bütünün haritasını çiziyordu. Averiel, gözlerini kamaştıran ışığın içinde dengesini kaybetti ama yere düşmedi. Figür, onu ayakta tutan tek şeydi. Nael gözlerini kapattı. “Bu ışık... bir hatıra değil. Bu, unutulmuş bir gerçeğin yankısı.” Cassian, kılıcını yere sapladı ve figürün yaydığı parıltıyı gözlemledi. Işık ona zarar vermiyordu ama içinde tuhaf bir duygu uyandırıyordu. Sanki her şey çok önceden yaşanmıştı ve o bunu hatırlıyordu. Ama nerede, ne zaman ya da kim olarak yaşadığını bilmiyordu. Averiel, figürün karşısında durduğunda artık konuşmasına gerek olmadığını hissetti. Figürün içindeki ışık, dilin taşıyamayacağı kadar derin bir anlatımdı. Bir an için onun gözlerinin içine baktı. Görünüşte figür hâlâ isimsizdi ama onun içindeki parıltı, çok daha eski bir adın izlerini taşıyordu. “Sen…” dedi Averiel yavaşça, “yasanın unutmaya çalıştığı birisin. Ama artık seni unutanlar yok.” Figürün gözlerinden dökülen ışık parçacıkları, kulenin tabanında yavaşça toplanmaya başladı. Bir nehir gibi akıyor, taşların arasından süzülüyor, mühürlü çatlakları yeniden birleştiriyordu. Sanki kayıp ışık, sadece bir varlık değil, aynı zamanda yasa dışı olanın şifasıydı. Nael diz çöktü ve figürün önünde başını eğdi. “Bize ne olduğunuzu gösterdiniz. Şimdi bize neden olduğunuzu anlatın.” O anda figürün dudakları kıpırdadı. Bu kez kelimeler döküldü. Zayıf ama net bir sesle. “Biz... gözden düşmedik. Görülmekten vazgeçildik. Işığın içinde fazlalık olduk. Gölgeye sığınamadık. Çünkü gölge bize karanlık vermedi. Ve yasa... bizi unutarak varlığını sağlamlaştırdı.” Averiel’in içi ürperdi. “Yasa, sizi dışlamadı. Ama varlığınızı yazmadı. Sizi taşımadı. Yani sizler, ne hatayla düşen ne de amaçla yaratılanlarsınız. Siz... arada kalansınız.” Figür başını eğdi. “Biz kayıplarız. Ama artık kayıp değiliz. Çünkü siz duydunuz. Ve bu yankı geri dönmeyecek. Çünkü artık içimizde yaşıyor.” Birden, kulede toplanan ışık merkezde döndü ve göğe yükselmeye başladı. Tavandan geçerek, bulutların üzerine tırmandı. Gökyüzü ilk kez o gece yarıldı. Yıldızlar değil, mühür izleri ortaya çıktı. Her biri farklı bir dönemin, farklı bir yankının kalıntısıydı. Cassian hayretle baktı. “Bu... tarih. Ama yasadan önceki tarih.” Nael ayağa kalktı. “Bizim sandığımızdan daha eski bir mücadele var. Ve bu ışıklar... bizim bildiklerimizden önce bile savaşıyordu.” Averiel’in gözleri doldu. “Biz yalnız değiliz. Hiç olmadık. Ama bazıları seslerini kaybettikçe, biz onları duymamayı öğrendik. Şimdi ise onları duymanın zamanı geldi.” Figür bir adım geri attı. Artık bedeni şeffaftı. Işık tamamen dışarıya süzülüyor, bedeninden geriye sadece yankı kalıyordu. Ama o, bu hâliyle daha görünürdü. Çünkü artık taşıdığı yük görünür olmuştu. “Bize bir yer değil, bir isim verin.” dedi figür. Averiel göğe baktı. “Sizler... Sessiz Kayıp Işıklar’sınız. Ve şimdi bu isim, yasa tarafından tanınmasa bile, yankılarla büyüyecek.” Gökyüzündeki mühürler bir anlığına parladı. Sanki onay veriyormuş gibi. Sonra tekrar griye döndüler. Figür başını eğdi ve tek bir kelime söyledi. “Teşekkürler.” Bu kelimenin ardından bedeni tamamen ışığa karıştı. Mühürlerin arasında çözülmedi, onlara eklendi. Sessizlik Ormanı’ndan doğan yankı, kayıp ışığın bedeniyle birleşmişti. Nael yavaşça konuştu. “O artık mühürsüz değil. Ama farklı bir mühür taşıyor. Sessizlikle şekillenmiş bir ışık mührü.” Cassian derin bir nefes aldı. “Bunu yazamayız. Sadece yaşarız.” Averiel gözlerini kapadı. İçinde yeni bir mühür şekillenmeye başlamıştı. Bir isim yoktu ama anlam vardı. Ve o anlam, artık tüm kayıplar için yeniden yankılanacaktı. O gece gökyüzü sessizdi. Ama artık sessizlik, boşluk değil; yeni bir yolun başlangıcıydı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD