BÖLÜM 12- YEDİ ADIMDA KIRILMAK

1330 Words
Kutsal ışığın kuleyi terk etmesinin üzerinden üç gün geçmişti. Averiel’in göğsünde altıncı mühür parıldıyor, kalbinin her atışıyla birlikte varlığını hissettiriyordu. Bu mühür diğerlerinden farklıydı. Savaşarak alınmamıştı, kazılarak çıkarılmamıştı. İçinde hâlâ sesini duymadığı bir çocuğun fısıltısı, tutulmamış bir sözün yankısı taşıyordu. Ama zaman, duygulara izin vermeyecek kadar hızlı akıyordu. Cassian sessizdi. Yürüyüş boyunca neredeyse hiç konuşmamıştı. Averiel onun gözlerinde değişen bir şey fark etmişti ama ses etmiyordu. Gözle görülür biçimde içine kapanmıştı. Averiel biliyordu; kalbin mühürü yalnızca onu değil, Cassian’ı da etkilemişti. Çünkü kalp yalnızca bir kişinin taşıdığı bir ağırlık değildi. Sevdiğin herkesin bir parçasıydı. Ve Cassian, onun kalbinin içindeydi. Belki en çok oradaydı. Bulutlar alçalmış, gökyüzü puslu bir griye bürünmüştü. Önlerinde uzanan patika, ormana doğru kıvrılıyordu. Ama bu orman sıradan değildi. Rüzgâr burada başka türlü esiyor, ağaçların dalları birbirine sessizce dokunuyordu. Kökler toprakta değilmiş gibi hareket ediyor, adımların altında bir şeyin nefesi hissediliyordu. Cassian durdu. "Buradan sonrası... Yedi Adım Vadisi." Averiel başını çevirdi. “Yedi adım?” Cassian yere eğildi, toprağı eliyle yokladı. “Bu vadi, zamanın bile adım atarken tereddüt ettiği yerdir. Her adım bir mühürdür. Ama bu mühürler içsel değil. Dışarıdan geleni sınayan, içeriye geçmesini istemeyen mühürlerdir. Ve her adımda, bir şeyini kaybedersin.” Averiel, gözlerini vadiye çevirdi. Toprağın dokusu değişmişti. Ağaçlar arasındaki boşluklar, sisle dolmuştu. Gökyüzüyle yer arasındaki sınır silinmiş gibiydi. Bu vadide yön yoktu. Yukarı ya da aşağı seçilemiyordu. Varlığın bile bir süre sonra şekil kaybedebilirdi. “İçeriye tek başına mı girmeliyim?” Cassian başını salladı. “Bu yedi adımı kimseyle paylaşamazsın. Çünkü her adım seni kendine karşı sınar. Ve bu sınavda biriyle yürürsen, onun yansıması seninkini bastırır. Orası... tamamen sensin.” Averiel başını eğdi. Kanatlarını sırtında hissetti. Mühürlerin her biri sessizce onu izliyordu. Bu yolculuk artık tek kişilikti. Ama yalnızlık değil, içe dönüş demekti. Adımların seni kendinle karşılaştırdığı bir yerdi burası. İlk adımını attığında hiçbir şey olmadı. Ama ikinci adımda, havadaki rüzgâr yön değiştirdi. Üçüncü adımda, ağaçlar sessizliğe büründü. Dördüncü adımda, gökyüzü kapandı. Beşinci adımda toprak değişti. Altıncı adımda... Cassian kayboldu. Yedinci adımda zaman çöktü. Averiel bir anda geniş bir boşlukta buldu kendini. Ne gökyüzü vardı ne yer. Sadece sisin içinde yüzen gölgeler. Ama bu gölgeler başkalarının değil, kendi yansımalarıydı. Çocuk Averiel. Mühürsüz Averiel. Yaralı Averiel. Sevmiş ama unutulmuş Averiel. Hepsi onun etrafında dönüyordu. Her biri, sırtına dokunduğunda bir mühür sızlıyordu. Birden biri konuştu. “Tharion’u neden bıraktın?” Averiel irkildi. Bu ses... kalbinin içindeydi. “Onu bırakmadım. Seçim yapamadım.” Bir diğer yansıma yaklaşarak konuştu. “Ama seçim yapmamak da bir seçimdir. Onun için dönebilir, başka bir yol çizebilirdin.” “Zamanım yoktu.” “Zamanı sen çaldın.” Sözler üzerine yığıldı. Averiel dizlerinin üzerine düştü. Başını ellerinin arasına aldı. Sanki her söz göğsündeki mühürü parçalıyordu. “Ben... elimden geleni yaptım.” Yüzüne bir başka Averiel yaklaştı. Sırtında hiç mühür yoktu. Ama gözleri capcanlıydı. Ona baktı ve eğildi. “Hayır, yapmadın. Sen sadece korktun. Kayıp vermekten korktun. Kendin olmaktan korktun.” Averiel, gözyaşlarını tutamadı. “Evet. Korktum. Ama hâlâ buradayım.” O an, mühürlerinden biri parladı. Göğsünde dalgalandı ve ışıkla kaplandı. Işık çevresindeki sisin içinden geçip gölgeleri yaktı. Ve o sırada başka bir figür ortaya çıktı. Cassian. Ama o değildi. Gözleri siyah, kanatları kopuk. Ve elleriyle Averiel’e doğru yürüyordu. “Senin yüzünden ben bu hale geldim.” Averiel bir adım geri çekildi. “Hayır. Sen benimle geldin. Ben seni zorlamadım.” “Beni koruyacağını söyledin. Ama ilk savaşa girdiğinde beni dışarda bıraktın.” “Koruyamazdım. O savaş benimdi.” Figür bağırdı. “Ama seni kaybetmek istememek benim savaşım!” Bu çığlık vadinin tamamına yayıldı. Averiel’in kulakları uğuldadı. Mühürleri birer birer parladı. Göğsündeki kalbin mühürü yandı. Ama dağılmadı. Averiel ayağa kalktı. “Ben seni seviyorum Cassian. Ama beni seveceksen, savaşımı taşıyamazsın. Yanımda olabilirsin. Ama yerime yürüyemezsin.” O kelimeyle birlikte figür geri çekildi. Sis dağıldı. Ve vadide bir kapı açıldı. Kapının ardında... ilk adımın sonunda bekleyen bir varlık vardı. Yüzü olmayan bir kadın. Elleri kemikten, kanatları kırık. Ama her adımı izliyordu. “Yedi adımda kırılanlar, yeniden yaratılır” dedi kadın. “Ama önce... çözülmelisin.” Ve Averiel ilk çözülmeye hazırdı. Averiel, kapıdan içeri adım attığında vadi değişti. Artık gölge, sis ya da yankı kalmamıştı. Sadece taş bir zemin, sınırsız bir boşluk ve karşısında bekleyen o kadın figürü vardı. Kadın, gözsüz bir yüzün ardında binlerce yılı gömmüş gibi, sessizce duruyordu. Her şeyi görmeden bilen, duymadan hisseden bir varlıktı bu. “Adın Averiel” dedi kadın. “Ama senin adını sen koymadın. O adı sana gökten verdiler. Şimdi, burada kendi adını seçmen gerek.” Averiel tereddüt etti. "Ben kim olduğumu biliyorum." Kadın başını iki yana salladı. “Hayır. Sen sadece kim olmanı istediklerini öğrendin. Kanatların var ama neden uçtuğunu sormadın hiç. Mühürlerin var ama neyi mühürlediğini bilmiyorsun. Bu vadide sana kim olduğunu kimse söylemeyecek. Sen söylemeden hiçbir şey devam edemez.” Averiel gözlerini kapattı. Kalbinin içini yokladı. Çocuk Averiel... Mühürsüz Averiel... Savaşçı Averiel... Sevgili Averiel... Hepsi bir araya geldiğinde oluşan bir isim aradı. Ve sonunda fısıldadı. “Ben sadece Averiel değilim. Ben bir yankıyım. Ben bir hatıra ve bir geleceğim. Ben ışığın içinden süzülen karanlığım. Ben kendimi seçiyorum.” Kadın başını eğdi. “İşte şimdi başlayabiliriz.” Toprak çatladı. Zemin Averiel’in altından ayrıldı ve o düşmeye başladı. Ama bu düşüş fiziksel değil, varoluşsal bir düşüştü. Her katmanda bir şeyi kaybediyordu. Önce sesini. Ardından dokunma hissini. Sonra hafızasını. Düşüş ilerledikçe, adımlar silinmeye başladı. En sonunda gözlerini açtığında kendisini çırılçıplak, ışıktan ve gölgelerden oluşan bir aynanın karşısında buldu. Aynada gördüğü, mühürsüz, kanatsız, savunmasız bir kadındı. Ama gözlerinde hâlâ bir parıltı vardı. Kadın figür, bir kez daha belirdi. Artık daha netti. Gözleri yoktu ama sesi kadife gibi yayıldı. “Şimdi bedenin sınanacak. Ruhun bu kadar çok şeyi taşıyorsa, bedenin de taşımayı öğrenmeli. Her adımda bir yük, her yükte bir kırık, her kırıkta bir yeniden doğuş.” Averiel’in etrafında yedi sütun yükseldi. Her biri farklı renkte. Her biri farklı bir duyguya ait. Kırmızı öfke, mavi keder, beyaz sadakat, siyah korku, altın inanç, yeşil umut, mor merhamet. Kadın konuştu. “Bu yedi sütun, yedi duygunun bedenine yüklenmesini temsil eder. Her biri seni ya yükseltecek ya kıracak. Ama her biri seni sen yapacak.” Averiel ilk sütuna yaklaştı: kırmızı. Ellerini sütunun üzerine koyduğunda, vücudundan bir ısı fışkırdı. Öfke. Bastırdığı, unutmaya çalıştığı tüm anılar. Tharion’a bağırdığı gün. Cassian’a güvenmediği an. Kendine bile tahammül edemediği sabahlar. Hepsi vücudunda kırıklar oluşturdu. Ama Averiel geri çekilmedi. İkinci sütuna geçti: mavi. Soğuk bir dokunuş. Gözyaşları yağmur gibi döküldü bedeninden. Luzien’in gözlerinde gördüğü son bakış. Kayıp çocuk. Annesinin sesi. Hepsi içini yarıp geçti. Bacakları titredi ama ayakta kaldı. Üçüncü sütun: beyaz. Sadakat. Ama sadece sadakat değil. Onu sınayan ihanetler. Yanında yürümeyen dostlar. Verdiği sözleri unutanlar. Averiel dizlerinin üzerine çöktü ama ellerini sütundan çekmedi. Dördüncü sütun: siyah. Korku. Gerçek korku. Ölüm değil. Unutulmak. Yalnızlık. Kimse için savaşamayacak olmak. Averiel’in dişleri kenetlendi. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki sanki dışına fırlayacaktı. Ama sonra nefes aldı. Derin. Kararlı. Ayağa kalktı. Beşinci sütun: altın. İnanç. Ama bu bir ödül değil, en ağır yüktü. İnancını korumaya çalıştığı günleri hatırladı. Mühürlerin anlamını sorguladığı geceleri. Averiel birden haykırdı. “Ben hâlâ inanıyorum. Kendime. Onlara. Bu yolculuğa.” Sütun parladı. Averiel’in bedenindeki çatlaklar ışıkla doldu. Altıncı sütun: yeşil. Umut. Ama kolay olmayan türden. Kaybedilenin ardından yeniden ayağa kalkma umudu. Averiel gözlerini kapattı. “Ben her seferinde yeniden başlayabilirim.” Yedinci sütun: mor. Merhamet. Kendine. Başkalarına. Mühürlenmiş düşmanlara. Nezareth’e. Hâlâ onu hatırlayan çocuklara. Averiel ellerini kaldırdı. Sütunun üzerine koyduğunda vücudu birden hafifledi. Sütunlar kayboldu. Kadın figür tekrar belirdi. Bu kez tamamen ışıktandı. “Sen artık yalnızca bir mühür taşıyıcısı değilsin. Sen kendini mühürledin. Bu vadiden geçen herkes bir parçasını bırakır. Ama sen tüm parçalarını geri topladın.” Averiel’in kanatları sırtında bir kez daha açıldı. Ama bu defa farklıydı. Siyahın içinde altın damarlar, kırmızının kenarında beyaz tüyler... her mühür, kanatlara işlenmişti. Gözlerini açtığında tekrar vadiye çıkmıştı. Cassian onun karşısındaydı. Ama gözleri doluydu. “Sen... değişmişsin.” Averiel yaklaştı. “Hayır. Sadece hatırladım. Kim olduğumu. Neyi savunduğumu. Ve neyi kaybetmeyeceğimi.” Cassian elini uzattı. Averiel tuttu. Gökyüzünde yeni bir mühür şekillenmeye başlamıştı. Ama bu kez mühür değil, bir kapıydı. Yedi adım tamamlanmıştı. Ve Averiel, artık hiçbir mühürün taşıyamayacağı bir varlığa dönüşüyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD