BÖLÜM 8- DÜŞENLERİN DUVARI

1228 Words
Kırık kule ardında silinirken, yol yavaş yavaş kayalık bir patikaya dönüştü. Gecenin serinliği dağ yamaçlarını sardı, ay ışığı gökyüzünde puslu bir tül gibi asılıydı. Cassian sessizdi, ama onun sessizliği artık bir ağırlık değil, hazırlıktı. Averiel’in adımları daha kesindi. Tharion’un son bakışı gözlerinin önünden gitmiyordu. Ama içini sızlatan hüzün değil, ona devredilen iradeydi. Gittikçe tırmanan yolda, çorak topraklar siyaha çalmaya başladı. Önlerinde yükselen karanlık siluet, duvar gibi yükselen siyah bir kütleydi. Hiçbir taş birbirine benzemiyordu. Ama duvarın kendisi yaşıyordu. Her taşta farklı bir sembol, her çatlakta farklı bir iz vardı. Averiel durdu. Sessizce baktı. Cassian yanına geldi. "Burası Düşenlerin Duvarı. Adını unutanların, tarafını yitirenlerin yattığı yer." Duvarın dibine doğru yürüdüler. Yaklaştıkça taşların üzerindeki desenler canlanmaya başladı. Bazıları bir göz, bazıları bir kanat, bazıları sadece bir harf. Ama hepsi Averiel’e baktı. "Bu mühür taşıyanların mezarı mı?" diye sordu. Cassian başını salladı. "Hayır. Bu, mühür taşıyamayanların yankısı. Onlar düşmedi, ama yükselemediler de. Mühür onlara dokundu ama içlerinden geçemedi." Averiel bir adım daha attı. İçindeki dördüncü mühür sıcaklaştı. Tharion’un yarım kalmış gücü, bu duvarda bir yankı bulmuş gibiydi. Taşlardan biri aniden parladı. Bir şekil belirginleşti: yarım bir yüz, gözsüz ve sessiz. Averiel yutkundu. "Bu yüz... tanıdık." Cassian sessizce konuştu. "Bu, ilk kaybettiğimizdi. Mühür onu parçaladı. Ruhu da bedeni de ortadan ikiye bölündü. Ama o yok olmadı. Bir kısmı duvarda kaldı. Diğeri... içeride." Averiel gözlerini kısmıştı. "İçeride mi?" Cassian başını yukarı kaldırdı. "Duvardan içeri geçen her mühür taşıyıcı, bu enkazla yüzleşir. Ama içeri giren, ya bütün kalır... ya da hiç çıkmaz." Averiel duvara yaklaştı. Elini parlayan taşa uzattı. Taş aniden titreşti. Duvar açılmadı ama içinden bir ses duyuldu. Ne fısıltıydı ne de yankı. Bir iç çekiş gibi geldi. "Kimsin?" Averiel gözlerini kapattı. Kendi içinden cevap geldi. "Ben Averiel. Düşmüşlerin mirasını taşıyan. Tharion’un mühür yoldaşı." Ses yine geldi. "O, yarımdı. Sen ise... fazla dolusun." Duvar çatladı. Sadece Averiel’in uzandığı taşın altında bir çizgi belirdi. Işık değil, bir gölge sızdı dışarı. Cassian hemen yanına geçti. "Yol açıldı. Ama bu yol mühürle değil, kalple yürünür. İçeride savaş yok. Sorgu var." Averiel derin bir nefes aldı. Kalbindeki mühürler birbirine karışıyor gibiydi. Terazi sembolü en kuvvetli şekilde atıyordu. Duvardan içeri adımını attı. Kapı yoktu. Sadece taşların arasından karanlık bir geçit. Ve içeri girdiğinde, zaman büküldü. Bir anda kendini siyah göğün altında, tamamen boş bir ovada buldu. Gökyüzünde yıldız yoktu. Ama yerde... yerde bedenler vardı. Hepsi yüzsüzdü. Hepsi hareketsiz. Ve her birinin göğsünde bir mühür yanıyordu. Ama mühürler yanmıyor, çürüyordu. Averiel yürümeye başladı. Ayaklarının altında taş değil, küllere bulanmış toprak vardı. İlerledikçe bedenler azaldı. Sonunda bir taşa ulaştı. Taşın üzerinde bir yazı vardı. Kendi dilindeydi. Ve yazı canlıydı. “İsmini unuttuğunda, yönünü kaybedersin.” Tam o anda arkasından bir ses geldi. Ne erkekti ne kadın. Ne yaşlıydı ne de çocuk. "Averiel. Bu senin gerçek ismin mi?" Averiel dönmeden cevapladı. "Hayır. Ama bana verilen ad bu." "Gerçek adını bilmezsen, mühür seni sahiplenemez." Averiel başını kaldırdı. "Ben mührü sahiplenmeye geldim." Gökyüzü çatlarmış gibi oldu. Ve sonra karanlığın içinden biri çıktı. Yüzü olmayan biri. Ama Averiel’in aynası gibi. Kıyafetleri aynı, hareketleri aynıydı. Fakat göğsünde hiçbir mühür yoktu. Sadece bir boşluk. Ve elinde siyah bir hançer. "Sen, sensin" dedi Cassian’ın sesi duvarın ötesinden. "Bu, içindeki reddedilmiş taraf." Averiel konuştu. "Ben seni tanıyorum. Ama artık sana sahip değilim." Ayna-figür yaklaştı. Sesi hırıltılıydı. "Beni inkâr edemezsin. Senin korkularınla, suskunluklarınla, öfkenle varım. Sen beni mühürlemedin. Sadece susturdun." Averiel gözlerini kapattı. İçindeki her mühürü hissetti. Tharion’un parçalanmış karanlığı, Cassian’ın gölgesine dokunan ışık, tapınakta yapılan anlaşmanın izleri. Sonra gözlerini açtı. "Sen, ben değilsin. Sen, benden kalan bir yankısın. Artık hüküm veremezsin." Ayna figür saldırdı. Hançer ileri savruldu. Averiel kıpırdamadı. Göğsündeki mühür parladı. Bir kalkan değil, bir yankı oluştu. Hançer bir çığlıkla durdu. Figür çatlamaya başladı. Onun içinden çıkan küller havaya karıştı. "İsmini unuttun" dedi Averiel. "Ama ben hatırlayacağım." O an zeminden bir ses yükseldi. Mühür şekillendi. Beşinci mühür, çember içinde kırık bir göz ve iç içe geçmiş iki yarım halka. Averiel’in avucuna aktı. Damarlarına yayıldı. Artık ne eksikti ne de fazla. Sadece “tam”dı. Averiel’in avucundaki sembol hâlâ yanıyordu. Küllerin ortasında, figürün dağıldığı yerde, beşinci mühür titreyerek yerleşti. Göğsünden sırtına uzanan ince bir çizgi gibi, içinden geçen bir ateş damlası varmış gibi hissetti. Ne acı veriyordu ne de hafiflik. Bu, sadece hak edilmiş bir parça gibiydi. Artık içindeki her mühür, ona ait geçmişleri taşıyordu. Gökyüzü bu kez çatlamadı. Sessizce açıldı. Üzerindeki koyu bulutların arasından gri bir boşluk belirdi. Ne ışık sızdı ne de bir sıcaklık yayıldı. Ama bu açıklık Averiel’in içindeki güce cevap veriyor gibiydi. Bir ses duyuldu. Bu kez sadece onun zihnindeydi. "Beş mühür tamamlandı. Yarım kalanın yankısı dindi. Ama asıl yol şimdi başlıyor." Averiel başını kaldırdı. Duvarın içinden geldiği geçit hâlâ açıktı. Ama ardında bırakacak bir şey yoktu artık. Gökyüzüne baktı, duvarın kendisine değil, yukarıya doğru çekilen o genişliğe. Kendini ilk kez ağırlıksız hissetti. Tharion’un mirası, Cassian’ın suskunluğu, Erelim’in uyarısı, hatta Tapınak’taki gölge... Hepsi onu bu an için hazırlamıştı. Ama bu yalnızlıkla gelen hafiflik uzun sürmedi. Aniden, duvarın içinden başka bir titreme yayıldı. Averiel geriye döndüğünde, külle kaplı zeminde bir çatlak oluştuğunu fark etti. Sanki mühür sadece kilidi değil, zeminin altındaki başka bir şeyin de kapağını açmıştı. Zemin ağır ağır çöktü. Averiel dengede kalmak için dizini kırdı ama tam o anda, karanlığın içinden bir parıltı yükseldi. Siyah ve kırmızı arasında yanıp sönen bir ışık. Ama bu ışık, Averiel’in mühürlerinin hiçbirine benzemiyordu. Cassian’ın sesi uzaklardan yankılandı: "Çık oradan! O mühür değil!" Ama çok geçti. Işık havada büküldü ve şekil almaya başladı. İlk başta yüzü olmayan bir figürdü. Ama saniyeler içinde varlık kazandı. Averiel nefesini tuttu. Figür, uzun boylu, ince yapılıydı. Kanatları vardı ama tüylerden değil, siyah sis ve alev parçalarından oluşuyordu. Gözleri parlıyordu, ama içinde hiçbir duygu yoktu. Ve sesi bir fısıltı gibi zihne dokunuyordu. "Beşinci mühürü taşıyana selam olsun. Seninle konuşma hakkım doğdu." Averiel geri çekilmedi. "Kimsin sen?" Figür yavaşça adım attı. Ayaklarının altında zemin kararıyor, yanıyordu. "Ben mühürlerin ötesinde kalan ilk gölgeyim. Bana zamanında Luzien derlerdi." Averiel irkildi. Bu isim Tapınak metinlerinde hiç geçmemişti. Cassian’ın suskunlukla andığı, hiçbir düşmüşün adını telaffuz etmediği o ilk varlık... düşüşten önce dengesini yitiren. "Luzien. Sen... ilk düşen misin?" "Gökyüzünden değil" dedi Luzien. "Ama ilk içten düşenim. Mühürleri taşıyamadım. Onları reddettim. Ama seni izledim. Ve şimdi, seninle konuşmam gerekti." Averiel ellerini iki yanına indirdi. Hazırdı. "Ne için?" "Uyarı için" dedi Luzien. "Beşinci mühür, kendini tam sandığında çürür. Çünkü o artık sadece senin değil. İçinden geçip başkasına da bulaşan bir güce dönüştü. Tharion’un yankısı, figürün yıkımı, duvarın açılışı... Hepsi seni arındırmadı, seni açtı. Şimdi sadece mühürleri taşıyan değil, onları yankılayan bir hale geldin. Ve bu... dikkat çeker." Averiel’in sesi kararlıydı. "Kim dikkat edecek?" Luzien’in kanatları çırpındı. Çıkan rüzgâr, etraftaki küllerin tamamını havalandırdı. "Mühürleri yaratmayan ama onları arayanlar. Kendi mühürünü hiç taşımayanlar. Gerçek karanlıklar. Onlar şimdi senin varlığını duydular. Ve gelecekler. Çünkü sen... eksik olmayan tek parçasın." Averiel sessiz kaldı. Luzien’in varlığı sönmeye başladı. Kanatları, toz gibi çözülerek karanlığa karıştı. Ama son sözleri açık ve netti. "İlk düşüş benimle başladı. Son çözülüş seninle bitecek. Dengeyi taşıyan, son hükmü getirir." Ve sonra yok oldu. Averiel tek başına kaldı. Ama artık yalnız sayılmazdı. Çünkü artık taşıdığı mühürler sadece geçmişe değil, geleceğe de dokunuyordu. Duvar kapanmadı. Ama Averiel arkasını dönüp dışarı çıktı. Cassian oradaydı. Sessizce yaklaştı. "Aldın mı?" "Beşinci mühür artık bende" dedi Averiel. "Ama onun yankısı... çok daha büyük." Cassian başını eğdi. "O zaman artık Lerna’nın dışına çıkma zamanı." Averiel gözlerini kaldırdı. Gökyüzü açılıyordu. Sanki yeni bir çağ başlamıştı. Ama bu çağın sahibi, eski düzenin parçası değildi. Ve artık o da değildi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD