BÖLÜM 13- GÖKTAŞININ IÇİNDEKİ FISILTI

1252 Words
Sabah rüzgârı vadiyi terk ettiğinde, Averiel’in kanatları hâlâ titriyordu. Sanki her tüyü, bir savaştan çıkmıştı. Cassian ona göz ucuyla baktı ama sessizliğini bozmadı. O, Averiel’in bir şeyleri dile getirmeden önce bekleyen tarafıydı hep. O sabır, Averiel’in bazen en çok sığındığı duvar oluyordu. Yolun ilerisinde, gri taşlardan oluşan bir alan belirdi. Bu taşlar sıradan kayalar değildi. Her biri gökten düşmüş, yeryüzüne karışmış ama asla tam olarak ait olamamış taşlardı. Gökyüzüyle yerin arasında kalmış varlıklar gibi. Aynı Averiel gibi. Cassian yürürken elini bir taşa koydu. “Burası Arkamara Taşlığı. Her bin yılda bir, gökten kopan parçalar burada toplanır. Ama bu taşlar sadece madde değildir. Bazılarının içinde yankı kalır. Bazen bir ruh, bazen bir söz.” Averiel yavaşça yaklaştı. Taşların arasında yürümeye başladığında, havanın değiştiğini fark etti. Sanki taşların arasında görünmeyen bir ağ vardı. Her taş bir anı gibi titreşiyor, dokunulduğunda bir hikâye anlatıyordu. Biri savaş, biri aşk, biri ihaneti fısıldıyordu. Ve sonra… biri onun adını söyledi. “Averiel.” O anda zaman durdu. Cassian hemen döndü. “Duydun mu?” Averiel gözlerini kısarak etrafa bakındı. “Bu… tanıdık bir ses.” Sesi takip etti. Bir kayanın yanına geldi. Gri taşın üzerinde çatlaklar vardı ve çatlakların içi ışıkla doluydu. Averiel elini uzattığında taş birden titredi. Yüzeyindeki çatlaklar genişledi, içinden bir parıltı sızdı. Parıltının içinde… bir göz. Ama bu göz fiziksel değildi. Sadece hissettiği bir bakıştı. Derin, yakıcı ve tanıdık. Cassian yaklaşmak üzereydi ama Averiel elini kaldırdı. “Bekle. Bu bana ait.” Taşa iki eliyle dokunduğunda, parıltı içine aktı. Bir anlığına çevresi karardı. Duyduğu ilk şey bir kalp atışıydı. Ardından bir fısıltı. “Onlar geliyor.” Averiel irkildi. “Kim?” “Gökten kovulanlar. Mühürleri kırmak isteyenler. Sen onların yolunu kapattın. Ama biri onlara içeriden yardım ediyor.” Görüntü karıştı. Averiel bir anlığına başka bir yerdeydi. Taşın içindeydi. Bir alan, tamamen siyah. Ama o siyahın içinde hareket eden varlıklar vardı. Kanatları olmayan, ama eski melek izlerini taşıyan figürler. Elleri zincirli ama gözleri özgür. Her biri mühürlere bakıyordu. Ve biri konuştu. “Altıncı mühür kırılmadı. Ama hâlâ birini etkileyebiliriz.” Averiel gözlerini kısıp dikkat etti. İçlerinden biri diğerlerinden ayrılıyordu. Daha uzun boylu, kanat izleri daha derin. Ve... tanıdık bir siluet. Averiel’in kalbi sıkıştı. “Hayır. Bu olamaz.” Taşın içindeki varlık başını çevirdi. Göz göze geldiler. Tharion. Ama onun gibi değil. Gözleri daha karanlık. Ellerinde ışık değil, gölge vardı. “Beni bırakırken kim olduğumu bilmiyordun. Şimdi kim olabileceğimi göreceksin” dedi Tharion, sadece düşünceyle. Averiel geri çekilmek istedi ama taş izin vermiyordu. Tharion bir adım attı. “Seni hâlâ seviyorum. Ama sevgi bazen bir zincirden ibarettir. Ve ben zincirlerimi kıracağım.” Averiel’in gözleri doldu. “Bu sen değilsin.” “Benim gölgem de bana ait. Tıpkı seninki gibi.” Taşın içindeki ışık sönmeye başladı. Averiel son bir fısıltı duydu. “Sana gelen sadece dışarıdan değil. İçinden de. Mühürlerin senden parçalar alıyor. Ve biri o parçalara dokunuyor.” Sonra her şey karardı. Averiel gözlerini açtığında taşların ortasındaydı. Diz çökmüş, alnı ter içindeydi. Cassian hemen yanına geldi. “Ne oldu?” Averiel bir süre konuşamadı. Sonra zorla fısıldadı. “Tharion... o hayatta. Ama artık bizimle değil.” Cassian’ın yüzü kasıldı. “Mühürlerin düşmanı mı oldu?” Averiel başını eğdi. “Henüz değil. Ama bir adım kaldı. Ve o adımı ben attırabilirim.” Göktaşları titredi. Sanki Tharion’un yankısı hâlâ oradaydı. Cassian, elini Averiel’in omzuna koydu. “Bu onunla son karşılaşman olmayacak.” Averiel gözlerini uzaklara dikti. “Biliyorum. Ve o karşılaşmada ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.” Gökyüzü kararırken, taşların arasında yanan bir iz belirdi. Bu bir çağrıydı. Bir sonraki mühür, Averiel’i bekliyordu. Ama bu sefer savaş sadece dışarıda değil, içindeydi. Averiel göktaşlarının titreşen yankısını ardında bıraktığında, Cassian’ın bakışları hâlâ onun üstündeydi. Sanki bir şey söylemek istiyor ama kelimeleri seçemiyordu. Averiel yürümeye başladı, sessizliği ilk bozan o oldu. “Tharion’un içindeki şey sadece karanlık değil. O hâlâ benim tanıdığım kişi. Ama bir parçası... artık bana yabancı.” Cassian arkasından yürürken konuştu. “Karanlık hep vardı. Ama biz bazen onu görmezden geliyoruz. Sevdiğimiz kişilerde görmek istemiyoruz.” “Ya o karanlık büyüyorsa? Sessizce, derinlerde?” Cassian durdu. “O zaman bir seçim yapmak zorundasın. Karanlığını kabul edip onu aydınlığa çekmek mi, yoksa onunla birlikte düşmek mi?” Averiel bu sözle birlikte durdu. Derin bir nefes aldı. Yol onları batıya götürüyordu. Haritalarda adı geçmeyen bir bölgeye. Gölgeli Ormanlar’ın ötesine. Yalnızca eski metinlerde geçen bir varlığa ulaşmaları gerekiyordu: Ariôn. Ariôn, ilk mühür çağrısı yapılmadan önce mühürleri gözleyen varlık olarak bilinirdi. Meleklerle düşmüş olanlar arasında yer almayan ama onların çöküşünü izleyen, kendi tarafını seçmeyen bir “orta varlık”. Tarafsızlığının ardında gizli bir bilgelik taşıdığı söylenirdi. Onun adı gök yazıtlarında geçmezdi ama bazı eski mühür taşlarında onun sembolü vardı: iç içe geçmiş bir göz ve yılan figürü. Yolculuk boyunca hiçbir kuş ötmedi. Ağaçlar aralandıkça gece bile sessizliğe bürünüyordu. Cassian cebinden kırık bir mühür taşı çıkardı. Üzerinde çatlaklar vardı ama hâlâ soluk bir ışık taşıyordu. “Bu taşı yıllar önce, karanlıkla ilk karşılaştığımda aldım. O zaman bir anlam verememiştim. Ama şimdi anlıyorum. Bu taş Ariôn’un mühürlerinden biri.” Averiel taşı aldı. Elleri değdiği anda sıcaklık hissetti. Ama bu sıcaklık bir davet değil, bir uyarıydı. İçine doğru fısıldayan bir ses duydu. “Ben sana kim olduğunu söylemem. Ama senin ne olmadığını gösterebilirim.” Bu ses onu bir ağacın altına çekti. Ağaç yaşlıydı, kabukları yıldız gibi çatlamış, dalları yere kadar sarkmıştı. Dalların altında bir oyuk vardı. Cassian eğildi, içeri baktı. Ardından Averiel’e döndü. “Burada.” İkisi birlikte sürünerek ağacın içinden geçtiler. İçerisi zifiri karanlıktı ama Averiel’in mühürleri yavaşça yanarak yön gösterdi. Tünelin sonunda geniş, kubbeli bir boşluk açıldı. Tüm duvarlar pürüzsüz taştan oluşuyordu. Ortada yalnızca bir figür vardı. Oturuyordu. Sırtı onlara dönüktü. Kanatları yoktu. Ama varlığı... hissediliyordu. Cassian fısıldadı. “Ariôn.” Figür başını çevirmedi. Yalnızca konuştu. “Bir mühür taşıyıcısı. Ve bir kararsız.” Averiel öne çıktı. “Senin yardımına ihtiyacım var.” “Hayır” dedi Ariôn. “Senin kendine sorman gereken sorular var.” Averiel yaklaştı. “Tharion yaşıyor. Ama içi karanlıkla dolmuş. Onu kurtarabilir miyim?” Ariôn yavaşça döndü. Yüzü yoktu. Sadece boşluk. Ama onun boşluğu bile bakıyordu. “Hayır. Kimse kimseyi kurtaramaz. İnsan yalnızca kendi kurtuluşunu seçebilir. Ama senin sorunun bu değil.” Averiel’in sesi çatallandı. “Neymiş sorunum?” Ariôn elini kaldırdı. Havada dönen bir mühür sembolü belirdi. Averiel’in mühürlerinden biri. Kalbininki. “Senin sorunun, onun düşmesini istememen. Çünkü o düşerse... senin de bir parçan düşecek.” Averiel gözlerini kapattı. Boğazı düğümlendi. “Onu sevdim. Onunla bir hayat hayal ettim.” “Ve şimdi onu durdurmazsan, o hayat karanlığın öncüsü olacak. Her mühür, bir kapıdır. Ama seninkiler artık kilit olmaktan çıktı. Onlar açık.” Averiel yere çöktü. “Ne yapmam gerek?” Ariôn’un sesi ilk defa yumuşadı. “Ona ulaşmak istiyorsan, son mühürü açmadan önce kendinle yüzleşmelisin. Çünkü son mühür... sana aittir. Ve sen hâlâ kim olduğunu tam bilmiyorsun.” Averiel gözlerini açtı. Karşısında bir aynalık belirdi. Ama bu aynada yüzü yoktu. Sadece mühürlerin sembolleri dönüyordu. Cassian arkasından yaklaştı. “Bu son yolculuk.” Averiel ayağa kalktı. Elleri titriyordu ama gözleri sakindi. “Öyleyse önce içimdeki savaşı bitirmeliyim. Sonra onunla yüzleşeceğim.” Ariôn elini uzattı. Avucunun içinde bir parıltı vardı. Averiel’e uzattı. “Bu, gölgede yönünü kaybetmemen için. Ama unutma, ışığı tutmak için elin boş olmalı. Onu sıkarsan kaybedersin.” Averiel parıltıyı aldı. Elleri hafifledi. İçinde bir soğukluk değil, berraklık oluştu. “Teşekkür ederim.” Ariôn gözsüz yüzüyle eğildi. “Ben sana yardım etmedim. Sen sadece soruyu doğru sordun.” Boşluk çöktü. Ağaç onları tekrar dışarıya ittiğinde, gökyüzü değişmişti. Ay tamamen örtülmüş, bir gölge doğmuştu. Tharion’un dönüşümü başlamıştı. Averiel için son sınav, sadece karanlıkla değil, sevgiyle verilecek bir savaştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD