3.Bölüm

2105 Words
Korumalar hemen önüne set çektiği anda yüzünü buruşturdu. Oldum olası önünü kesenlerden nefret ederdi. Hoş, daha önce önünü kesmeye çalışan olmamıştı. Her neyse işte, engel olunmasından hoşlanmadığına karar vermişti. "Hayırdır yontulmamış odunun hödük çalışanları?" diye çemkirdi. Korumalardan biri öne çıkıp dediklerini ciddiye almamış gibi davetiyesini sordu. Miya davetiyesi olmadığı için ne cevap vereceğini düşünmeye başladı. Bir bahane hazırlarken öfkeli bakışlarla kendisine doğru gelen adamı gördü. Kalbi korkudan mı heyecandan mı çarpıyordu karar veremedi. Song arayan elemanı ile konuştuktan sonra öfkeyle yumruğunu sıktı. Pastanenin kapalı olduğunu duymuş, çatlak kadının neden dükkanda olmadığını düşünüyordu. İçerisi davetliler tarafından dolmaya başlamıştı. Sinirle bahçeye yöneldi yoksa bir yerleri kırıp dökmek için müthiş bir haz duymaya başlamıştı. Bahçeye yöneldi ve derin derin nefes almayı ihmal etmedi. Öfkesini çıkaracak bir şey ararken kapıdaki korumalar dikkatini çekti ve Miya'yı gördü, onun burada ne işi vardı? Ah bu kadın kesinlikle delinin tekiydi! Güzel bir deliydi! Her neyse! Hazırda olan, paketlenmiş öfkesiyle oraya yöneldi. Kaşları çatılmıştı ve burnundan soluyarak kadının yanına geldi. Öyle bir güçle kolunu sıktı ki Miya elinde olmadan bir çığlık kopardı. Kendine engel olamayarak bağırmaya başladı. Bu herifin derdi neydi Tanrı aşkına? Nasıl bir misafir ağırlama stili vardı herifin? Herkesin girdiği yere kendisi neden giremiyordu? Yapılan çifte standart karşısında öfkeyle soludu. "Öküz herif bırak kolumu!" Genç kadın acıyla inledi. Kuyruğu dik tutmayı da ihmal etmiyordu. Ne de olsa o Miya’ydı. Miya'nın kolunu ne kadar sıktığının yeni farkına varan Song elini hafif gevşetti ve dişlerinin arasından konuşmaya başladı. "Senin burada ne işin var baş belası!" diyerek öfkesini belli etti. Miya kekeleyerek "si. sipa.riş.leri getir. miştim," dedi. Kolunun acısını unutmaya çalışıyordu. Tüm suç kendisinindi. Ne diye merak edip yollara düşmüştü sanki? Güzel güzel pastanesinde otursa, turtalarıyla konuşsa olmuyor muydu? Ne olduysa o anda oldu. Ortalık karıştı ve silahlar patlamaya başladı. Miya korkudan titremeye başlamıştı. Song bir küfür savurarak tuttuğu kolu daha çok kendine çekti. Ömründe ilk defa korkuyu hissetmişti, Miya’nın küçük bedenini kendine hapsederken. Zaten sinirlenmesi, öfkesi bu yüzdendi. Bu küçük cılız bedendeki kadının burada olması çok ama çok yanlıştı ve korktuğu şey başına gelmişti. Miya silahlar karşılıklı patlarken sadece titriyor, ağzını açıp tek kelime edemiyordu. Kendine siper olan bedene iyice gömüldü. İlk defa iliklerine kadar korktuğunu hissetti. Song bir yandan Miya'yı korumaya çalışıyor, diğer yandan kendini siper ediyordu. Miya'nın attığı çığlıkla kendine geldi ve arkasındaki kadına baktı. Omzundan akan kanı görünce yaşadığı hayata bir kez daha küfür etti. Bu küçük, devamlı gülümseyen kızın hayatını mahvettiğini yeni idrak ediyor gibiydi. Kızın meraklı olduğunu davranışlardan anlamıştı. Hiç sipariş vermemeli, o aptal pastaneye girmemeliydi. Miya acısını unutmaya çalışarak karşısındaki gözlere bir gülücük gönderdi. "Ben iyiyim gerçekten," diyerek adama güven vermek isterken, bedeni karanlığa teslim olmuştu bile. Song kollarına bayılan kadına baktı. "Yanlış yer, yanlış insan" diyerek tuttuğu bedeni tamamen kendine hapsetti. Gülmek geliyordu içinden, ilk defa bu boktan hayatından nefret etti. İç geçirdi, biliyordu ki bu hayat, ondan daha çok şey alacaktı. İki ayrı dünya, iki farklı yaşam birbirine girerse olmayacak yerden vuruyordu. Komedinin içine bile dramı sokmayı iyi beceriyordu hayat. İki beden dışarıdan tek beden görünürken, gelecek onların yolunu çoktan çizmişti. Song kollarına yığılan kadını iyice kendine hapsetti. Silah sesleri sustu. Ortalık yavaş yavaş sakinleşmeye başladı. Song kucağına aldığı kızı villanın üst kadına çıkarmaya çalışıyordu. Öfkeden parlayan gözleriyle adamlarına döndü, sesinin en yüksek desibelinde bağırdı. "Ortalığı toplayın ve doktoru çağırın hemen.” Döndü ve uzun bahçeyi geçtikten sonra villaya giriş yaptı. O kadar çok korkmuştu ki sanki kollarındaki kız ölmüştü de yasını tutuyormuş gibi hissetti. Genç kadını kendi yatağına yatırıp yarasına tampon yapmaya başladı. Bir yandan da kadının yüzünü inceliyordu. Miya'nın yüzüne öyle dalmıştı ki doktorun geldiğini o konuştuktan sonra fark etti. Doktor yatakta yatan genç kadına yaklaşarak kolunu inceledi ve "Kurşun sıyırmış, korkulacak bir şeyi yok" diye adamın soru dolu gözlerine cevabını verdi. Daha sonra çantasını açarak gerekli tedaviyi yaptıktan sonra bir de iğne yaptı. Song kurşunun sıyırdığını öğrenince bayağı rahatlamıştı. Bir kişinin daha kendisi yüzünden ölmesini istemiyordu açıkcası. Doktor gittikten sonra yatağın kenarına oturdu. Bu kadın nasıl da bir anda girmişti hayatına bilmiyordu doğrusu ve bu kadından kurtulamayacağını bile düşünmeye başlamıştı. Cadının, inatçının ve laf cambazından başka bir şey değildi Song'un gözünde. Tabi bu onun kendi düşüncesiydi. "Baş belası!" diye arada söyleniyor, yatakta kırmızı cüretkar elbisenin içindeki kızı da daha çok detaylıca inceliyordu. Miya yavaş yavaş kendine gelmeye başladı, gözlerini kırpıştırarak ışığa alışmasını bekledi. Kendine iyice geldikten sonra etrafını incelemeye başladı. Kendisine bakan bir çift siyah, zeytin karası gözlerle göz göze geldi. Ne olduğunu ya da buraya nasıl geldiğini hatırlamaya çalıştı. Görüntüler yavaş yavaş aklına gelirken "aman Tanrım," diyerek yataktan fırlayıp adamın dibinde soluğu aldı. Song kadının ne yapmaya çalıştığını bir türlü çözemedi, genç kadın bütün vücudunu gözden geçiriyordu. Miya'nın konuşması ile neden kendisini incelediğini anladı. "Bir şeyin yok değil mi? İyi misin? O adamlar kimdi? Neden seni öldürmek istediler? Lanet olası öküz herif cevap ver bana!" Song daha yeni vurulmuş fakat çenesinden hiçbir şey kaybetmemiş olan bu kadına baktı. "Susmazsan nasıl cevap vermemi bekliyorsun Tanrı aşkına, hiç susmaz mısın sen? Ayrıca vurulan ben değil sen oldun," diyerek bakışlarını genç kadınının gözlerine dikti. Miya olayları yeni yeni aklına getirirken sargılı koluna baktı ve açtı ağzını yumdu gözünü. Song "Keşke ben vurulsaydım da bu çeneyi çekmeseydim," diye düşünmeye başlamıştı artık. "Seni ekvatorların bağrından kopup gelmiş buzdağı lordu! Lanet olası senin yüzünden canımdan oluyordum. Tanrı seni ekvatora geri postalar umarım; yoksa ben seni postalamasını bilirim," diyerek bu zamana kadar yaptığı saçma cümlelere bir yenisini daha ekliyordu. Song karşısındaki bu manyak kadına laf anlatamayacağını çok iyi biliyordu. Ama hani bazen insanın başına şans gelir ya, kendi başına gelme ihtimaline dualar yollayarak genç kadına yöneldi. "Ne dediğin ya da nasıl aptalca cümleler kurduğun umurumda değil! Ayrıca buraya seni ben çağırmadım, kendi ayaklarınla geldin. Şimdi kalkıp da beni suçlayamazsın. Anladın mı seni çok bilmiş cadı!" diyerek ateş saçan gözlerini Miya'nın gözlerine çevirdi. Miya o gözlerin ekvatordaki buzullardan sonra böyle ateş de çıkarabildiğini görünce "vay be bende sana buzlar lordu diyordum, gözlerin hep buz kütlesi gibiydi ama şimdi cehennem ateşi de olabiliyormuş. Çok ilginç!" Song artık sabrının noktasına gelmişti. Karşısındaki kadın vurulmuş, dahası silahların arasından yeni çıkmış olmasına rağmen böyle pervasızca konuşmasına ne diyeceğini bilemedi. Hatta bu kadının kaçık olduğuna kesinlikle emin oldu. Dahası genç kadına cevap verme gereği bile duymadı. Miya karşısında derin düşüncelere dalan adamı izlemeye başladı. Adamın ona cevap vermemesine sinirlenmişti. Zaten ağrıyan kolu canını sıkıyordu bir de adamın cevap vermemesi daha çok sinir olmasına sebep oldu. Ne cüretle kendisini görmezden gelirdi? "Bana baksana! Sen neden cevap vermiyorsun ya da neden kızmıyorsun? Susma öyle adamım!" deyince dengesiz olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı. Song genç kadına bakarak "sen gerçekten delinin tekisin, daha yarım saat önce silahlar arasında kaldın ve vuruldun ama hiçbir şey olmamış gibi saçma sapan konuşmaya devam ediyorsun. Nasıl bir kadınsın sen ya!" diyerek sabrının son kırıntılarını da üstünden atmıştı. Tüm günü hatta tüm daveti mahvolmuştu ama o, burada bu deli kadına laf anlatmakla meşguldü. Miya adamın söylediklerini bir süre analiz etti. Adama kendisini nasıl ifade edeceğini bilemedi. Miya her zaman çok konuşurdu ve konuşmak artık onun için kendiliğinden, beyinsel olarak hareket eden bir uvzu gibiydi. "Neden böyle düşünüyorsun? Deli değilim ve evet canım acıyor. Ama küçükken yurtta ne zaman canım yansa konuşarak unutmaya çalışırdım," diye cevap verdi. Geçmiş anıları zihnine doluyor, her bir hücresini istila ediyordu. Song tam anlamadığı için "ne yurdu?" diye sordu. Miya karşısındaki karizmaya bakarak dahası adamın zekasından şüphelenerek, "ne yurdu olacak yetiştirme yurdu," cevabını verdi. Song karşısındaki genç kadına şaşırarak baktı. Ne yani yurtta mı büyümüştü bu kız. Ailesi neredeydi? Dahası ailesi yoksa araba ve işyerini nasıl almıştı. Bunu sözlerine de yansıttı. "O zaman kapıdaki araba ve işyerini nasıl aldın?" dedi. Tüm işi babasından miras kaldığı için ve hayat şartlarının çok zor olduğunu bildiği için ister istemez merak etmişti. Miya kendini sorguya çeken bu adama her ne kadar "sana ne be adam," demek istese de, nedendir bilinmez açıklama gereği duydu. "Liseden sonra okumadım ve ne iş olursa yaptım. Daha sonra biraz birikmiş, biraz borç para dükkanı açtım ve iki sene önce tamamen benim oldu. Sonra da kazandığımla arabayı aldım. Tatmin oldunuz mu?" Song ne diyeceğini bilemedi. Bu kadın bazı sözleriyle onu çıldırtsa da çok çalışkan ve azimli olduğu belliydi. "Çevremdeki kadınların on tanesini toplasan bu kadın etmez,” diye düşünüyordu. Haksız da değildi doğrusu! Öyle bir ortamdaydı ki çevresindeki kadınlar ya zengin birini ayartıp karısı olurdu ya da metresi. Song düşüncelerini toparlayıp ne alakadır bilinmez; "Evli misin?" diye sordu. Miya bu adamın konudan konuya geçmesine, dahası evli olduğunu sormasına bir anlam veremedi. "Niye sordun? Değilsem sen mi evleneceksin?" diyerek karşısındaki adamla evliliği hayal etmeye başladı. Song aldığı cevapla nasıl bir soru sorduğunu yeni fark ediyordu. Telaşlı bir şekilde, "ne alakası var? Sadece kocanın zengin olup onun destek olduğunu düşünmüştüm," diye aptalca bir cevap verince, Miya düşman görmüş asker misali Song'un üstüne yürümeye başladı. "Sen ne diyorsun su katılmamış odun, zengin züppesi! Oradan bakınca zengin koca avına çıkmış sürtüklere mi benziyorum? Senin gibi züppe birinden ne bekliyorum ki senin tanıdığın kadınlar anca bunu yapar. Ya altına yatar ya da ava çıkar değil mi? Pisliğin tekisin," diyerek ateş püskürdü. Song bu çılgın kadının neden bu kadar sinirlendiği anlamazken, sinirlendiği anlarda çok ateşli olduğunu düşünüyordu. Bunda uzun zamandır bir ilişki yaşamamasının da etkisi olabilirdi. Miya'yı sakinleştirme isteğiyle doldu. "Lütfen yanlış anladın. Ben öyle bir şey ima etmedim. Tek başına böyle şeyler başarman takdir edilecek bir davranış, o yüzden sorma gereği hissettim," diyerek ortamı daha doğrusu Miya'yı yumuşatmaya çalıştı.  Miya duyduğu iltifat karşısında mutlu olmuş ve istemsizce bir eliyle adama sarılmıştı. Miya küçüklüğünde devamlı hor görüldüğü için belki de bundandı tepkisi. Başarısının kutlanması, dahası tebrik edilmesi, Özellikle bu adam tarafından gururunu okşadı. Ani bir heyecanla atlamıştı adamın boynuna nelere gebe olacağını bilmeden. Song genç kadının bir anda boynuna sarılmasına mı, yoksa burnuna gelen buram buram çiçek kokusundan mı bilinmez kalbi hızlanmaya başladı. Kadının kokusunu içine çekerken direncini kaybetmek üzereydi. Miya adamdan yayılan erkeksi koku ile kendini başka diyarlarda hissederken, bir anda nasıl bir hata yaptığı başına fırlatılan kepçe misali dank etti. Miya utançtan kızarmış yanaklarını adamın boynundan çekip gözlerine baktı. Göz göze geldiklerinde Miya tam özür dilemek için ağzını açtığı anda genç adamın dudaklarını kendi dudaklarında hissetti. Kalbi yüz yirmi km hızla çoktan kendini kaybetmişti. Song'da nelere sebep olduğundan habersiz, istediği dudakları öpmeye devam ediyordu. İki genç birbirini kalplerinde hissederken yarının onlara ne getireceğinden habersizdi. Arzularına karşı gelemeyen Song bundan sonra düşmanlarına bir koz verdiğinden maalesef habersizdi. Peki Miya her hücresini bu adama kaptırırken başına gelecekleri bilse bu kadar kendinden geçebilir miydi? Miya hala dudaklarının üstündeki dudakları düşünüyordu ve o anda aklına sorular hücum etti. Ne kadar salaktı, hemen kaptırmıştı kendini. Hışımla kendini geri çekti ve Song'un suratına tokadı yapıştırdı. Dengesiz bir insan olmak böyle bir şeydi galiba; önce kalbinin motor yarışlarındaki motorlardan daha hızlı uçması, sonra o dudaklara karşılık vermesi ve en sonunda da yaptığı düşüncesizliğinin beynine gönderdiği dalgalar sonucu adamın dudaklarından zorla ayrılıp tokadı yapıştırması. Miya gerçekten şu son zamanlarda yani bu Song denen buzlar lordunun karşısına çıktığı günden beri dengesizce hareketler ve saçma sapan düşüncelere sahipti. Song hala dudaklarında hissettiği kiraz dudaklardan, dahası ona karşılık veren bu genç kadından böyle bir tokat beklemiyordu. Hayatında ilk defa bir kadından tokat yerken, Miya bunu bilse kendiyle gurur duyar ve son zamanlarda moda olan apaçi dansını yapmaya başlardı. Her ne kadar dansın nasıl yapacağına dair fikri olmasa da Miya bu yapardı. Song bu kadın karşısına çıktığından beri hayatının ilklerini yaşıyordu üst üste. Bir kadından etkilenmek, dudaklarını göz hapsine almak ve o dudakları öpmek için yanıp tutuşmak. Tokadı da yabana atmamak gerekiyordu. Şu ana kadar kendine vurmaya dahası böyle aşağılar gibi tokat atmaya kadını bırakın bir erkek yapmaya cesaret edemezken, bu kadın onun bütün ilklerini gerçekleştiriyordu. Dahası bütün tabularını yıkmasına sebep oluyordu. Karşısındaki ufak tefek, güzel gülen Miya olmasa ya da ondan bir elektrik direği misali elektrik almasa bu kadını şu an bu odada öldürebilirdi. Vücudun da tek bir akım bile olmazdı. Ama karşısındaki Miya olunca nedense susuyordu. Miya adamın kızaran yanağına bakarken orayı öpme isteğiyle doldu. Bugünlerde cidden çok anormaldi. Biraz önce tokadı geçirirken şimdi öpmek istiyordu kızaran o yanağı, öpücüğü bitkisel ya da tıbbi bir ilaç olacaktı sanki! Song o kadar içinden koyun, öküz aklına gelen bütün hayvanları sayarken uyumaya değil de sakinleşmeye çalışıyordu. Ne kadar sayarsa saysın bir işe yaramadı ve Miya'yı kollarından tutup duvara yasladı. Miya kollarına mı yoksa sert bir şekilde duvara yapışan sırtına mı üzüleceğine şaşırdı. Song sert ve buz gibi bir sesle konuştu. "Sen ölüme gitmeye çok meraklısın galiba! Sakın ama sakın bu hatayı bir daha tekrarlama yoksa o güzel boynunu kırmaktan hiç çekinmem," diyerek genç kadını duvarla kendisi arasına hapsetti. Miya nefes bile almayı unutmuştu. Gelen bu tehditle boğulacağını hissetti. Fakat Miya kuru gürültüye papuç, ayakkabı bırakacak biri değildi. Adamın kendisine bakan buz gibi gözlerine gözlerini dikti. "Böyle bir şeye bir daha kalkışırsan daha beterini yapmaktan çekinmem. Ve boynumun kırılması pahasına yersin ikinci tokadı!" diye cevap verdi.  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD