1.Bölüm

1086 Words
"Efendim bunun tadına bakmaz mısınız? Vişneli turta gibisi yoktur, inanın bir kere yeseniz müptelası olacaksınız," dedi Miya karşısındaki müşteriye. Her gelenle nereden baksanız on beş – yirmi dakika konuşurdu. Zaten mahalle sakinleri onun pastalarından daha çok, tatlı diline gelirdi bu dükkana, bu kadar çeneyi sevmeyenlerde vardı tabi. Haksız da sayılmazlardı. Ah! Miya hiç susmayı bilmezdi ki! Kimse olmasa onun düşmüş çenesini çekecek pastalarla, turtalarla konuşur, onlara dert yanardı. Her gelen müşteriye de alacağı ne olursa olsun vişneli turta satmayı ihmal etmezdi. Pastacılıktan daha çok bir pazarlamacı gibi davranıyordu. Yalnız bu davranışını sadece vişneli turta satarken gösteriyordu. Omuzlarının hemen aşağısında biten düz, gözleriyle aynı renge sahip kahverengi saçları vardı. Devamlı tebessüm ettiği için dudakları her daim gülümseyecek gibi duruyordu. Karşısındaki tombul hanım, "ah pekala bakalım bir tadına," diyerek bir çatal ucu turta aldı ve ağzına attı. Miya kadının suratındaki değişimleri zevkle izledi çünkü; onun gözünde vişneli turta hayat gibiydi. Hafif bir ekşimsi tat ve ardından gelen şekerleme tadı. Hayatta öyleydi onun gözünde. Biraz bir mutluluk, biraz hüzün. Miya bunu erken yaşta keşfetmişti. Yetimhanedeki günlerinde bir gün vişneli turta yemiş ve hayatımın özeti demişti. Daha çocuk yaşında kıvrak bir zekaya sahipti Miya ve hayat ona bunun ödülünü vermiş, göz bebeği dükkanını açmıştı. Her şeye iyi yanından bakar, mutlaka güzel bir tebessüm olurdu yüzünde. Kadın gerçekten turtaya bayılmıştı. Hemen bir tane istedi. Miya biraz zevk, biraz hüzünle paketi sardı. Ne de olsa turtalar onun çocuğu gibiydi. "Buyurun, yine bekleriz," diyerek yüzünde en masum gülümsemeyle paketi uzattı. Çoğu kişi memnun ayrıldı dükkandan, üç yıldır mahalle sakinlerinin çoğuyla dost bile olmuştu. Miya hem işini hem de kendi emeği olan her şeyi çok severdi. Dükkanda yalnız kalınca geçti turtalarının başına ve başladı kendi kendine pardon turtalarla konuşmaya. "Güzellerim gene kaldık baş başa, ah nasıl da pazarlıyorum sizleri. Ben olmasam kalacaksınız kokuşmuş tezgah altlarında. Kimse bilmiyor kıymetinizi. Varsa yoksa boş olan midelerini düşünüyorlar. Ben ne emekle ne aşkla yapıyorum sizleri. Ama yiyen tadınıza doyamıyor üzülmeyin tamam mı?" diyerek düşük, bir türlü kapanmayan çenesinin gazabını zavallı turtalardan çıkarıyordu. Dili olsa da konuşsa deriz ya; gerçekten dili olsa isyana kalkar bu vişneli turtalar. Vişneler artık soluk renge bürünebilir, şekerler tatlığını bile kaybedebilir. Ülkeyi bile terk etmekten çekinmezler. Miya bir komploya bile kurban gidebilir. Allahtan dilleri yok da bir katliamın ucundan kurtuluyor düşük çeneli, işkence makinesi olan Miya. Miya hala konuşmasına devam ederken bir müşteri kapının girişinde onu dinliyordu. Gülmek kitabında olsaydı bu buzdağı lordunun çoktan yerlere yatana kadar kahkahalarla gülebilirdi. Miya arkasındaki adamdan habersiz hala konuşuyordu. Zaten hiç susmuyordu ki! Adam bu işkenceye daha fazla dayanamadı ve hafif bir öksürükle bu ufak tefek cadının kendini fark etmesini sağladı. Miya yüzünde bin iki yüz waatlık gülümsemesiyle arkasına döndü. Adamla göz göze gelir gelmez bir anda ürktü ve kendine engel olamayarak "aman Tanrım" dediği anda elini ağzına kapattı. Çenesine engel olmak istemişti ama yine geç kalmıştı. Uzun boylu, geniş omuzları, üstüne tam oturmuş takımı ile karşısındaki adam yüksek binalarda çalışan Ceo’lara benziyordu. Bu izbe mahallede ne aradığını gerçekten merak etti. Tamam, mahalleleri oldukça nezihti, sessiz ve sakin bir muhitti. Yeni yapılan birkaç villa mahalleye ayrı hava katmıştı ama yine de izbeydi işte! Öyle lüks rezidanslar yoktu. Çok işlek bir yer olduğu söylenemezdi. Böyle bir adam Euljiro gibi lüks yerlerin adamıydı. Şekillendirilmiş saçları ben havalıyım diye bağırıyordu. Song karşısındaki kadına bakarken gülme isteğini zorlukla bastırdı. Sahi kaç sene olmuştu yüz kaslarının gülümsemeyle gerilmediği, yüzündeki gamzesinin gün yüzüne çıkmadığı? Bunu hatırlamak için çok eskilere gitmesi gerekiyordu ve doğrusu o kadar vakti de yoktu. "Bayan ben bir iş konuşmak için gelmiştim ama konuşmanız devam edecekse meşgul etmeyeyim," diyerek çenesine atıfta bulundu. Bizim laf cambazı oldum olası laf altında ezilmekten nefret ettiği için cevabı gecikmedi. "Bayım çeneniz tutulacak kasmaktan, tutmayın kendinizi," dedi ve kahkahaya boğuldu. Gülümsemek iyiydi. İnsanın içindeki kötü enerjiyi atmasını sağlıyordu. Song'un her zaman hazırda bekleyen sinirleri yine yay gibi gerildi ve sözler ok gibi ağzından fırladı. Eğer bir geri dönüş tuşu olsaydı mutlaka ağzına geri zımbalardı o lafları. "Sokak kadınlarını aratmıyorsunuz kahkahalarınızla," diyerek buz gibi bakışlarını genç kadına dikti. Miya yüzünde gülücük dona kalmışken, gözlerindeki bakış karşısındakini küle çevirecek cinstendi. Song belki de ömründe ilk defa bu kadar laf yemişti. Miya ateş saçan gözleriyle adama cevabını verdi. "Sokak kadınları bu semtte bulunmaz bayım, geldiğiniz yerde kalmış olmalı. Ve ne için geldiniz? Daha fazla uzatmasanız da konuya girseniz!" Miya hem lafı sokmanın verdiği zafer, hem de konuyu kaleden auta çevirmenin tatlı gururunu yaşıyordu. Hani her şeyin iyi bir yönü vardır ya. Çenesi de bu atasözünü doğrular nitelikte lafları bekletmeden sıralıyordu. Song lafa mı cevap versin, konuya mı girsin ne diyeceğini şaşırdı. Zira karşısında hazır cevap, ufacık tefecik bir kız vardı. "Ah erkek olsaydın gösterirdim ben sana," diyerek masalardan birine yönelip oturdu. Gömleğinin kollarını geriye doğru kıvırdı ve konuya giriş yaptı. "İşlerimi her zaman kendim yaparım. Karşıdaki villayı bir hafta önce aldım ve orada bir iş yapacağım. Açılış iki gün sonra,” derken Miya adamın lafını kesti. "Eee sonra," diye sazan misali konuya atladı. Song artık sinirlerine engel olamadı ve çileden çıkmış bir şekilde masaya sertçe vurdu. Yoksa bu kızın gırtlağına çökebilirdi. Miya beklemediği bu tavır karşısında olduğu yere sinerken Song artık konuya girdiği gibi sakin konuşmuyordu. "Tanrı aşkına kadın! Siz hiç konuşmadan duramıyor musunuz? Yeter artık dinleyeceksen dinle." Miya titrek bir sesle adamın konuşmasını yeniden kesip; "peki, peki devam et," diyerek elini ağzına kapattı. Song bir of çekip hızlı bir şekilde anlatmaya başladı. Zira bu kadın elinde kalacaktı yoksa. "Açılış için aparatif bir şeyler hazırlatmak istiyorum ve dükkanı görünce konuşmak istedim. Ne kadar hata yapmış olsam da! İki gün sonraya iki yüz kişilik kanepe ve tatlılar hazırlayabilir misiniz?" Miya bir yandan adamı dinliyor bir taraftan da adamı incelemeyi ihmal etmiyordu. Soğuk ve katı insanları sevmezdi ama bu adam dükkana girdiği ilk anda bünyesine zarar vermeye başlamıştı. Buz gibi bakışlar bile ateş misali içini yakıyordu. "Buzlar lordu," diye geçirdi içinden. Miya kaşlarını yukarı kaldırmış, dudaklarını büzmüş -sanki dünyanın en önemli icadını bulacak misali- düşünüyordu. Song hayatında ilk defa bir kadının dudaklarını inceliyordu. O dudaklara yapışma isteğini zorlukla bastırıp, başını yukarı kaldırdı ve Miya ile göz göze geldiler. Miya hafif bir öksürük sesi çıkarıp hemen konuya girmek istedi. Adamın bakışları o kadar tuhaftı ki bir an kendini çıplak hissetmişti. "Evet, hazır olur. İçinde neler olsun?" diye sorma gafletinde bulununca, aldığı cevap yırtıcı kişiliğini ortaya serecek cinstendi. "Bu benim işim mi be kadın! Beyin yerine ne taşıyorsun kafanın üstünde?" diyerek sinirli bir sesle konuştu. Miya karşısındaki adamı süzerken, "hangi ormandan kesilmiş acaba?" diye düşünmeden edemiyordu. Yani bu adamın yontulmaya ihtiyacı vardı ama maalesef kendisi oduncu değildi. Yoksa bu işi dünyayı bir odundan temizleme isteği ile zevkle yapabilirdi. "Bakın odun, pardon isim neydi?"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD