Bölüm 6

2727 Words
İlk günün azizliğine uğramıştım. Açıkmadığım kadar susamıştım. Ağzımın içi kurumuştu, yutkunurken bile zorluk çekiyordum. Mardin için, fazla yoğun, kalabalık ve terletici bir gündü. Acilde çalışıyordum üstelik. Gözlerimden uyku damlarken belimden aşağı süzülen ter damlasını hissediyordum. Gerçek anlamıyla bitmiştim.  Gelen hastalara gerekli müdaheleyi yapıp acilin kapısından içeri götürdüğümde ileride dikilen Vera'yı fark etmiştim. Düşünceli görünüyordu.  Yanına gittiğimde, "Karadenizde gemilerin mi battı, bu ne hal," diye takılmıştım. Yüzünde her hangi değişiklik olmazken yutkundu Vera. Mutsuzdu.  "İyi hissetmiyorum. Daha fazla burada kalmaya dayanamayacağım sanırım," diye itiraf ettiğinde elimi omzuna koydum dostça.  "Bu pislik şey banada oluyor arada. Ama yapma. Boşuna geçmedi o yıllar."  Vera tebessüm etti.  "Bu şekilde kaçarsan gözümde büyüyen Vera Toksöz'e çok zarar verirsin ayrıca."  Gözlerini devirirken kaşlarını kaldırdı alayla. "Gözünde büyüyor muyum?" Kahkaha sesini duyduğumda ilk kez fark ettim. Vera'ya kahkaha atmakta yakışıyordu! İçimden geçeni dışıma yansıtamadım tabi.  "Birazdan geçecek, sakin olll."  Gelen ambulansla birlikte ikimizde yüzümüzdeki ifadeden kurtulup odaklanmıştık. Geri geri gelip önümüzde durduğunda içinden çıkan ilk yardım çalışanları, "Acil," demekle yetindi. "Yürürken başına taş düşmüş çatıdan. Sertçe yere düşüp baygınlık geçirmiş. Otuz dört yaşında kadın."  Vera'nın kendi alanı olduğu için hastayla kendisi ilgilenecekti. Hastanenin içine doğru ilerlerken sertçe yolu açmaları için bağırıyordu. Bu haline şaşırmıştım.  Bu kadar sertlik beklemiyordum ondan.  Diğer gelen hastalarla ilgilendim bir süre. Annem bir kaç kere arayıp akşam kaçta geleceğimi sormuştu, önce anlamadım ardından dayanamayıp sorduğum zaman bana Handelerin iftara geleceğini söylemişti. İlk iftarda birlikte olmalarını istemeleri çok normaldi. Sonuçta sadece Şadoğlu ve Hande birleştirmeyecekti hayatlarını, aileleride birleşecekti. Dallanıp budaklanacak iki soylu aşiret..  Aman ne güzel! Bu kadar yorgunluk üzerine gidip Hande'ye hizmet edemezdim. Etmek istemiyordum doğrusu, onun o kaprisli yüzüne hamilelik hormonları da eklenmişken hiç istemiyordum.  Sanırım akşam mesaiye kalacaktım bu durumda..  Babamın bir hafta sonra geleceğini öğrenmiştim Hazal'dan. Bu iyi mi, kötü mü benim için henüz bir cevabı yoktu. O geldiğinde daha net görecektik. Belkide ikimiz için yeni bir dönem başlayacaktı. Biz her ne kadar istemesekte.  Öyle böyle saat ilerlemiş, iftar saati yaklaşmıştı. Dinlenme odasında oturuyordum tek başıma. Çok geçmeden Vera geldiğinde saate baktı. Ameliyattan yeni çıkmıştı. "Kaç saat oldu," diye sordu, daha çok bana değilde kendine sorulan bir soru gibiydi.  Yüzünü ekşitti, yorgunluğu her halinden belliydi. "Yedi saat, on üç dakika. Ama adam çok iyi. Böyle giderse iki haftaya kalmadan kendini toparlar ve o çatı altlarından geçmemeye yeminler içer." Gülümsedi Vera burukça. Bir sabah her gün geçtiğiniz o yoldan geçiyordunuz, yeni bir günün üzerinde gülümsemesi varken birden başınıza çatıdan taş düşüyor ve hayatınız kararıyordu. Gözlerinizi şanslıysanız açabiliyordunuz ve ilk gördüğü kişi sizin serumunuzu değiştiren o hemşireler.  Bir hayat bir kaç saatte ne kadarda değişebiliyordu oysa. Biz doktorlar elimizden geleni yapıp onları iyileştirmek için çabalıyorduk. Bu çok özeldi. Bu gerçekten özeldi. Ve ben bu duyguyu her gün çok fazla tatmak istiyordum.  "Ee, akşam menüde ne var?"  "Aslında yemek konusunda pek maarifli sayılmam, daha çok.. güzel sipariş verebilirim." Yüzündeki o gülümsemenin anlamını az çok biliyordum, keyif alıyordu sanırım..  Gözlerimi devirirken aklımdan geçeni dile dökmeyi tercih ettim. "Vera, senin içinde sorun olmazsa sana katılabilir miyim," diye sordum, Hande'ye hizmet etmek gerçekten istemiyordum. Hamile hormonları katkılarıyla neler yapabilirdi, bilmiyordum. Adem amcayı üzmekte istemezdim, dilime hakim olabileceğimi bilsem yine giderdim. Benim annem, babam bu işin içindeydi ben doğdumdan beri. Utanmak bir kenara bunun lafı bile yapıldığında umursamazdım.  Ne olmuş olacak? O da bir meslek sayılmaz mıydı? Helal paranın nereden geldiği sorgulanmazdı bana göre. Utanmam, umursamamda.  "İnanır mısın, bende tek başıma iftar edeceğim diye üzülüyordum. Evimin kapılara sana her daim açık majesteleri," dediğinde gülmüştüm bende. Fena sayılmayan bir ikili olma yolunda ilerliyorduk bence.  "O zaman sen üzerindekilerden kurtul, sonra da yola çıkalım."  "Aynen," diye onay verdiğinde Vera, sivil hayata geçmiştik iki dakika sonra. Kendimizi hastanenin dışına attığımızda yürümeye başlamıştık. Hatırladığım kadarıyla hastanenin hemen arkasında oturduğunu söylemişti Vera. Onun önderliğinde bir kaç dakika yürüdükten sonra dış cephesi yapılmamış bir binanın önünde durmuştuk.  Baktığım binayı fark edince, "Malikaneme hoşgeldiniz majesteleri," dedi alayla, dışarıdan nasıl göründüğümü anlayınca yüzümü buruşturdum.  "Nasıl görünüyorum bilmiyorum ama beğendim," dedim, sadece dış cephesine bakmıştım. Sonuçta sadece kiracıydı. Üstelik ben müştemilatta kalıyordum, kalkıpta yargılayacak biri hiç değildim.  "Şaşkın görünüyordun," dedi alayla. "Bir malikanede yaşamak bende isterdim doğrusu ama ideallerime ters. Yoksa.. kendime bir malikane kesinlikle alırdım." Alayla karışık takılmasına bozulsamda gülümsedim ona. Yanlış anlaşılmaktan hoşlanmıyordum. Ve anlaşılmıştım az önce.  Küçük dairesinin kapısındayken ayakkabılarımı çıkarıp sağa ayakla içeri girmiştim, hemen dönüp kendi ayakkabılarımı ayakkabılığa koymuştum.  "İçeriye sağa ayakla girmene dikkat etmen ilginç," diye mırıldandığında Vera omuz silkmiştim.  "Eve ilk kez gelen misafirlerin sağa ayakla eve girmesi bolluk bereket getirir derdi annem. O günden itibaren ben gittiğim yere bolluk bereket götürme arzusuyla doldum." Kendime hakim olamayıp güldüğümde Vera da bana katılmıştı.  "Olabilir," demişti.  Ardından duvar saatine bakıp, "Az kalmış, salata yapalım sadece. Yemekleri sipariş vermemiz gerekiyor," diye eklemişti.  Başımı sallayarak onay verdikten sonra, "Ne yemek istersin," diye sordum ona, benim aklımda Sami ustanın kebabı çoktan canlanmıştı gerçi. Onun bir fikri yoksa benim çok güzel fikirlerim vardı.. Uzun süre önce yemiştim, Ankara'ya gitmeden evveldi. Baran ağabeyim ısmarlamıştı.  Baran ağabeyimin hangi hapishanede olduğunu öğrenip yanına gitmeliydim bir an önce. "Sürekli aldığım bir yer var aslında. Efsane lahmacun yapıyorlar. Sende yesen bayılırsın." Aç bir Vera cümleleri kurarken yaşıyordu adeta. Haline tebessüm ederken benim memleketi bana övdüğünün farkında mıydı acaba "Sürekli lahmacun yiyorsan eğer sana bir kebap ısmarlayabilirim. Şuana kadar yediklerini unutman gerecek sonucunda. Ve tabiki aşık olacağın bir lezzetle karşılaşacaksın."  İddealı konuşmam üzerine, "Adıyamanda yemiştim güzel bir kebap. Gelmiş geçmiş en iyisiydi bana göre. Daha iddealı mısın," diye alayla konuştu.  Sırıttım. "O yediğimde kebap mıydı diyeceksin!" O kadar heveslenmiştim ki şimdiden, açlığım iki kat arttı sanki.  "Beni şaşırt Dicle," dedi imalı imalı. Başımı sallayıp ışık hızında Hazal'ı aradım Sami ustanın numarasını alabilmek için.  Bu anı bekler gibi anında açtığında Hazal, "Naber konak gülü," diye sordum, gülmemek adına dudaklarımı birbirine bastırırken Hazal'dan oflama sesi yükselmişti.  "Sen kalleş birisin, bu yaptığını bu kardeşin asla unutmayacak. Habille Kabil'den sonra senin bana attığın kazık konuşulacak tüm dünyada. Yazık, çok yazık.. bizde sana güvenmiştik. Nereden bilelim koynumuzda kalleş beslediğimizi.. ah, yanarım kendime yanarım." Onun bu dertli hali keyfimi iyice yerine getirdi.  "Abartma Hazal. Sen benim yerimde olsan kaç tilki döndürürdün, ben sana göre çok masumum. Eline su dökemem, sende biliyorsun." "Kusura bakma ama sen tam bir şerefsizmişsin abla," dedi, telefonun diğer ucunda fazla sinirli bir Hazal olduğunu duymak ne kadar keyfimi yerine getirsede onun adına da üzgündüm. Zor bir gece bekliyordu konaktaki herkesi.  "Geldiler mi? Kesin şimdi kürklü bir Bülent Ersoy havasına bürünmüştür. Taşlar, pullar, payetler! Girişe kırmızı halı serinde kızın bir mantığı olsun." Hande, kraliyet balosuna giden bir prenses edasıyla hazırlanmış olmalıydı. Topukluları, giydiği kıyafetler ve yüzündeki ikinci maske. Keyifli bir gece onu bekliyordu diğerlerinin aksine.. "Hande'yi bilmiyor musun işte? Giymiş ne kadar bu geceye uymayacak parça varsa kombin yapıp gelmiş. Yüzündeki makyajdan kızın yüz hatları düzleşmiş. Allah affetsin, Karayip Korsanlarında burnu olmayan adama dönmüş. Yüzüne bakarken korkuyorum." Adem amcayıda anlamıyordum, insan öz oğluna bunu reva görür müydü?  Dediklerine sırıttım keyiflice. "Beğenen beğenmiş, alan almış. Bizede boşa çene çalmak düşmüş." Tam olarak durumun açıklaması buydu. Yani, bizim yorumlarımızın faydası var mıydı?  Yoktu bence.  "Annem suları dağıtmamı istiyor, kapatmam gerekiyor."  "Dur, bir dakika!"  "Ne? Bitmedi mi alayın?"  Aslında daha çok dalga geçebilirdim bu olayla ilgili ama tadım kaçmıştı. "Sami ustanın telefon numarası için aramıştım seni, unutturuyordun az kalsın!"  "Çıkarcı pisliğin tekisin!"  "Aç mı kalalım biz Hazal? Yemek yemeyelim mi? He, biz aç mı kalalım?" Duygu sömürüsü yapamayanlarda bugün Dicle Aksu. Bir tebriğinizi alırım artık.  "Mesaj olarak atarım birazdan." Sessizce kabullenmesi beni mutlu etmişti. Telefonu kapatıp masanın üzerine bırakmıştım.  "Ne şanslısın!" Vera salatalıkları bir kenara bırakıp bana döndü, kendini tezgaha yaslamıştı. "Ben tek kardeşim. Kardeşlerin var, ailen çok büyük ve bu bence güzel. İnsan sesi duymak güzeldir. Üstelik Şadoğlu'nun çocukları da ailenize dahil. Hepsiyle kardeş gibi büyümüşsünüz. Bu güzel bir his olmalı."  Şanslı olduğum kadar şanssızdıkta aslında. Şadoğlu ailesinin yanındaydık, onlarla kardeş gibi olduğumuz kadar aslında bir o kadar yabancıydık birbirimize. Belki annem onlara annelik etmese, onların babası bize babalık etmese böyle gelişmezdi hiçbir şey.  Haklılık payı vardı yine de. Benim kardeşlerim Mirza, Baran ağabeyim, Hazal değildi sadece. Evet, bakılınca onlar benim her şeyim gibi gözükmelerine rağmen diğerlerini onlardan ayırt edemezdim. Berfin benim diğer kız kardeşimdi. Asaf abi benim diğer abim.. Çınar'a katlanmak kelime anlamıyla tam olarak zor olsada onu bile dualarıma katardım. Eyüp desen.. benim için vurulduğu günden beri üzerine titrer olmuştum. Ona bir şey olsaydı büyük vicdan azabı çekerdim.  Biz kocaman bir aile olmuştuk.  "Büyük bir aileye sahibim. Dostlarda ailedendir." Gülümsedim ona. Kardeşi olmadığı için üzülmemeli diye düşünüyordum. Evet, güzel bir histi ama değişkenlik gösterirdi.  "Hiçbiri gerçek kardeş gibi olamaz ama," diyerek iç çekti. Bir kardeşi olsaydı daha mutlu olur muydu sahiden? Üzülmüştüm Vera için. Yanına gidip kollarımı sardım ona. "Bazı şeyler zamanla olur bence, üzülme. Ben varım," dedim gülümseyerek. "Hem bu denli çok istiyorsan Hazal'ı sana satabilirim. Sahibinden bak," diyerek kahkaha attım. Dediklerimi duysaydı eğer bir ömür küserdik.. net!  Bana katılarak güldüğünde Hazal üzerine damladı. İyi insan lafının üzerine mi, iti an çomağa hazırla mı? Tartışılır konuydu. Sami ustadan siparişleri verip beklemeye koyulmuştuk. İftar saati gelmeden bize siparişlerimizi yetiştirdi Allah'tan Sami usta. Sonra ezan okundu. Bütün gün özlemle yanıp tutuştuğum suyu bir dikişle içmiştim. İftardan sonra film izlemeye karar vermiştik. Youtube'dan bir korku filmi açıp oynattık. İlerleyen saatlerde yerime sinmiş, o salak kızın koridorda yürümesini korkuyla seyrediyordum. Son ses gerilim müziği içimde inanılmaz duygulara sebep olurken çalan telefon sesiyle yerimde zıpladım. "Annemmiş," dedim ekranda yazan isme bakıp. Mutfağa geçmiştim annemle konuşmak için.  "Kuzum, nasıl geçti günün? Çok yoruldun mu? Susadın mı?" Annemin meraklı sesine gülümserken buldum kendimi. Anne yüreği..  "İyi geçti anne, pek yorulmadım ama susadım. İftar edincede benden mutlusu yok tabi. Şimdi doktor arkadaşlardan birinin evine geldim, Vera. Çok tatlı bir kız, tanısan ya çok seversin. Birazdan çıkarım muhtemelen. Taksiyle gelirim, merak etme."  "Öyle olmaz Dicle, yalnız gelme sen. Ben Mirza'ya haber veririm şimdi, gelir alır seni."  Annem tek gelmemi istemediği içinde olsa Mirza abimi yollamasını istemiyordum. Zaten aramız limoniydi, onunla konuşmak hiç istemiyordum. Mecbur kalmaktan yorulmuştum bazı şeylere.   "Gerçekten gerek yok anne, gelirim ben. Mirza abim işte yorgun geliyor zaten, uğraştırmayalım hiç." "Öyle olmaz Dicle, içim rahat etmez hiçbir şeyden başka. Sen Hazal'a konum mudur, nedir, ne zıkkımsa at. Mirza gelir yarım saate. Saatte geç oldu hem, kızda yorulmuştur.. uyusun o da."  Kabul etmek zorunda kalmıştım. Telefonu kapatıp Hazal'a konup attım. Anneme hayır diyememek gibi kötü bir huyum vardı. Gerçi annelere hayırda denmezdi ya.  Geri döndüğümde Vera elinde telefonla mesajlaşıyordu. Şüpheci bakışlarımı üzerine diktiğimde, "Kim o konuştuğun," diye annemvari konuştum.  Bakışlarını üzerime dikmişti. "Sence kim olabilir?" Onu yeni yeni tanıdığımı varsayarsak bu pek mümkün değildi. Yani kim olduğunu bilemezdim.  "Nereden bilebilirim ki ben? Her neyse, abim gelecek birazdan. Gidiyorum anlayacağın.. bu veda ikimizede yük, farkındayım ama.. kader be gülüm. Sen üzülme olur mu? Gözünden akan tek bir damla yaşa yakarım bu dünyayı!!!" Oskarlık oyunculuğuma karşılık sırıttı. "Abin damdan düşmez heralde, gel devam edelim," demişti. Kız fazla realist, ben fazla hayalperest. İşte dostluk desen 10/10 derim. Mükemmel olduk biz!! "Gelemez heralde. Yine de ben hazırlansam iyi olur. Bekletilmekten pek hazetmez, kendisi malum bir dünya markası olduğu için.." "Dediklerinden gram anlamıyorum ama alışacağım zamanla sanırım." Dediklerimi düşününce bende hak verdim ona. O kadar kendi iç dünyamdan serzenişlerde bulunuyordum ki, ona saçma geliyordu doğal olarak. "Sen hazırlan o halde, yarın ben hastaneye gelmeyeceğim." "Neden?" Pes etmekten vazgeçmişti sanmıştım.. "İzinliyim yarın. Yani, sorun olmazsa gelmeyi düşünmüyorum."  Doktorların izin günleri sınırlıydı, nadiren izin kullanmak dışında bende Perşembe günü izin yapacaktım. Başhekimle ayak üstü konuşmuştuk. "Bende Perşembe yokum, beni göremediğin için endişelenme," diyerek göz kırptım.  Hazırlandıktan sonra filme devam ettik birlikte. Korkuyu dibine kadar yaşarken geriliyordum her saniye. Niye komedi açmadıysak! Zaten hayatımız korku filminden fırlamış gibiydi.  Telefonuma mesaj geldiğinde kilidi açıp kimden geldiğine bakmıştım.  Eyüp'tendi mesaj.  Kapının önündeyim, in aşağı.  Mesajı okuyup bir anlam yükledikten sonra Vera'ya bakmıştım. Geriye doğru yaslanıp uyuya kalmıştı. Bugünki ameliyat onu fazlasıyla yormuştu anlaşılan. Üzerine pike tarzı bir örtü örtmüştüm.  Uyanınca meraklanmasın diye kısa bir not yazmıştım.  Gittim ben, bayy ~Dicle  Çantamıda alıp evi terk etmiştim. Binanın hemen önünde duran tanıdık arabaya baktığımda göz göze geldim Eyüp'le. Gelmemi işaret edince arabanın önünden geçip yan koltuğa yerleşmistim. Aramızda bir konuşma geçmedi. Sessizlik hakimdi geceye.  Biraz daha ilerledikten sonra sessizlik sinirlerimi bozduğu için radyoyu açmak istemiştim, elimi uzattığımda Eyüp elimi tutup durdurmuştu beni.  "Şarkı dinlemek dikkatimi dağıtıyor."  Elimi geriye çektiğimde elimin yandığını hissettim, gözlerimi sımsıkı yummuştum. Camı açtım bu sefer. Ilık ılık esen rüzgarda saçlarım savruldu.  "Abim gelecekti, neden sen geldin?" Merakıma yenik düştüğümde dışarıya bakıyordum hâlâ.  "Mirza evde değilmiş, Handeleri evine bırakıyordum. Seni alıp alamayacağımı sorunca Fatma ana onu kırmak istemedim."  Annemi az çok tanıyınca insan yapabileceklerine şaşırmıyordu. "Peki, yaran ne durumda?" Koluna dönüp bakmıştım, üzerindeki ceketten hiçbir şey belli olmuyordu. Eğer iyileşme göstermiyorsa onu Vera'ya götürecektim. Benden daha tecrübeliydi, nedenini anlayabilirdi.  "Aynı."  "Pansumanlarını düzenli olarak değiştirdin mi? En son ne zaman değiştirdin ya da?"  Başını olumsuz anlamda sallamıştı. "Değiştirmedim. Düzen hiç olmadı."  Onun bu kadar kendini önemsememesi beni delirtiyordu! Vurulmuştu. VU-RUL-MUŞ-TU. Tam olarak anlayamadığı kısım neredeydi? Hayatta diyemiydi bu umursamazlık?  "Bak, sen önemsemesen bile ben önemsiyorum bu durumu. Az kalsın ölecektin, hemde benim yüzümden. Üzerimde bir suçluluk hissi var, sana daha çok yardım etmek isterdim ama müsade etmiyorsun. En azından pansumanını değiştirmeme izin ver." Gözlerimi yumup geri açtım. Ona baktığımda dediklerimin kulaklarından girip çıktığına emindim bile. "Sana bir şey olsun istemiyorum," dedim en sonunda.  Gözleri beni bulduğunda tek kaşı kalktı ardından derin bir nefes alarak yola baktı. Benden gözleri çekildiğimde başımı olumsuz anlamda salladım. Neyi, kime anlatıyordum! Bir insan hiç mi korkmazdı ölmekten? En azından biraz endişelense..  O yara iyileşsin diye çok yanlış ithamlarla yargıladı beni Çınar. Ağzımı açıp tek kelime etmedim, lütfen. Tamam mı, kendini düşünmüyorsan sevdiklerini düşün."  Gözlerini yoldan çekmeden, "Tamam, eve geçince bakarsın. Oldu mu istediğin," diye soluduğunda beni hatalı olarak gördüğünü anladım.  Onu düşünüyordum! Onun için söylemiştim her şeyi! Anlamıyor muydu?  Vicdanım sızlıyordu. Korkmuştum. Biraz olsun alttan alsa ölmezdi, gerçi ölümü önemsemediğide ortadaydı. Ben bir bebek babasız kalacak diye kendi kendimi yiyordum. O önemsemiyordu.  Beni sinirlendiren şey buydu aslında.  Onun babalığı benim babamın babalığına benzeyecek gibi görünüyordu.  Sessiz süren yolculuk ardından konağın önünde durdu araba. Üzerindeki ceketi çıkarıp gömleğin düğmelerini açtı. Üzerinden sıyırdığında yara ile karşı karşıya kalmıştım. Kan durmuştu, yara kapanacak gibiydi. Tek sıkıntı bu pansumanla kalırsa mikrop kapardı.  "Sahurda yanına gelir, pansumanı değiştiririm. Yara kapanmak üzere." Başını sallayarak onay vermişti. Konuşma zahmetine bile girmemesi yumruklarımı sıkmama neden oluyordu. Bu tavrından nefret ediyordum işte! Görmezlikten geliyordu. Sabır dileye dileye eve yürüdüm. Annem bana kapıyı açmıştı. Onunla ayak üstü konuştuktan sonra odaya geçmiştim.  Hazal yatağın üzerinde oturmuş, telefonla oynuyordu. Beni görünce otuz iki diş sırıttı.  "Bugün iftarda neler oldu, inanamazsın!"  Hazal dedikodu kazanının altını açmış, beklemişti anlaşılan. Üzerimi değiştirmek için dolabın önüne geçtiğimde kısık sesle kahkaha attı.  "Hâlâ inanamıyorum. Gerçekten bu inanılmaz bir olay. Kaçırdığına çok üzüleceksin." Benim bu konakta kaçırdığıma üzüldüğüm bir an yoktu, yani ne olmuş olabilirdi ki? Beni sevindirecek ve olmadığım için üzecek? Bu gerçekten ilginç bir olay olmalıydı..  "İftarın ilerleyen saatlerinde çay koydu annem. Bizde çayları dağıtıyorduk, Antalyalı gelin benden Kuzey'in kırmızı battaniyesini istedi. Yukarı çıktım, onların odasına giderken Hande'nin doktoruyla olan konuşmasını duydum.." Pijamalarımı giyindikten sonra yatağın üzerine bıraktım kendimi sırt üstü. "Hande Kandemir hamileymiş! Düşünebiliyor musun? Hamile."  Hazal'ın bu kadar büyük bir olay gibi allandırıp budaklandırmasını izlemiştim. Belki bilmiyor olsaydım biraz şaşırırdım, yalan yok. Ama zaten bildiğim bir olay olunca şaşırmadım.  "Bebek Eyüp abiden olmayabilir, hatta Hande'nin hamile olduğundan bile habersiz olabilir. Kırk yıl düşünsem bu olayları tahmin edemezdim. Düşünsene bebek Eyüp abiden değilse neler olur?"  Gözlerimi devirdim. Gerçekten Hazal abartmayı seviyordu. "Ne demek Eyüp'ten olmayabilir, nereden biliyorsun ki? Kızın adını iki dakikada neye çıkartıyorsun? Hemcinslerin böyle konularda sağ duyulu olmaması beni sinirlendiriyor Hazal. Yapma."  "Benim tavrım hoş değil, eyvallah. Eyüp abinin bu şekilde aldatılmaya hakkı var mı? Kız daha iki ay öncesine kadar başka biriyle sevgiliydi, nerden bilebiliriz ki? Ya çocuk o adamdansa?" Düşünceli tavrını sürdürttü Hazal. "Ben söyleyeceğim Eyüp abiye, eğer ondansa tamam der geçerim. Onların hayatı sonuçta. Ama ondan değilse engel olurum bu birlikteliğe. Eyüp abiye kız mı kalmadı sanki?"  O kadar basit harcadı ki bir ilişkiyi. Eyüp, Hande'yi gerçekten sevmiyor olsaydı zaten birlikte olmazdı bence. Demek ki, o bağa bu kadar kuvvetliydi. Hata yapmış olsa bile affedebilirdi onu. Olayı pat diye doğrudan söylemek doğru bir hareket değildi bence.  "İyi geceler Hazal," dedim yatağın içine girerken.  "Neden kırk yıldır biliyor gibi davranıyorsun abla! Sana herkesin şaşıracağı bir şey anlattım, mimik oynatmadın. Eyüp abiye söylemeliyim, değil mi?"  Bana topu attığında gözlerimi açıp Hazal'a baktım. "Ben zaten biliyordum Hazal, söyleyip söylememek sana kalmış. Kimsenin hayatına müdahele etmek istemiyorum. Bilmiyor gibi davranacağım. İyi geceler sana."  "Ama Eyüp abi? Ona ne olacak?"  Derin bir iç çektim. Ona ne olacağını umursamadan gözlerimi kapattım. Uykuya yenik düşmeyi bekledim sıkı sıkı sarılırken yastığıma.. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD