Bölüm 2

2730 Words
Adetlerimize göre ve büyüklerimizden gördüğümüz gibi akşam yemekleri ve kahvaltılar her zaman birlikte yenirdi. Aile olduğumuzu anladığım en belirgin özelliklerden biriyken akşam yemeği masasında iki kişi eksikti.  Baran ağabeyim ve babam masada yoklardı.  "Sabah alınacaklar var konak için. Dicle, Mirza ile birlikte inersiniz çarşıya. Ben sana alacaklarını bir liste yaparım. Hemen gider, gelirsiniz." Alışverişin üzerime yıkılmasına karşılık tepki vermek yerine başımla onaylamıştım. Çarşıya gitmek şuan için çok daha iyiydi. Hem almam gereken bir kaç şeyim vardı. Onlarıda gitmişken hallederdim.  "Yarın sabah çarşıya ben inerim," dedi Hazal, tek kaşımı kaldırıp ona baktığımda omuz silkmişti. "Yoldan geldi ablam, dinlensin. Ben alışverişi yaparım, bir de poşetlerimi taşıtalım doktor kıza!"  Yapmaya çalıştığı şeyi az çok anlamıştım. Her ne olduysa konağa gitmek istemiyordu. Burada yem olarak atılan kişi olmak hoşuma gitmesede Hazal için kabullendim.  Omzunu şakayla karışık ittirdiğimde annemin kartal bakışları bizi buldu ve kınarcasına baktı.  "İtişmeyin kızım, kocaman kızlar oldunuz hâlâ aynısınız!"  Annem yine o klasik azarlarından biriyle bizi sustururken derin bir nefes aldım.  Yarın görüşmem vardı hastaneyle.  Babamın, abimin ve annemin haberi yoktu henüz, kendimce bir işe kalkışmıştım. Sabah kalkıp gidecek ve o işi alacaktım. Altı yıl beyin çürütmüş biri olduktan sonra evde koca beklemek istemiyordum haliyle. Gerekli kişiyle görüştükten sonra oluru olduğuna inanıyordum. Notlarım çok yüksekti. İyi bir derecem vardı. Başarılı biriydim. Babam.. babam bu konuda karşıma geçmek gibi bir hata yapmamalıydı.  Ben bir kuştum ve kafese girmek için fazla özgür ruhluydum. Kanatları varken insan, neden yürürdü ki?  Onun gibi bir meseleydi bana göre. Sanki içimdekileri okumuş gibi annem, "Kızım bundan sonra neler yapacaksın, okulun bitti," dediğinde Mirza abime baktım göz ucuyla. Yirmi dokuz yaşında olmasına rağmen bana göre fazla genç gösteriyordu.  Dikkatimi annemden tarafı çekerek, "Mardin il hastanesine gideceğim, orada başlayabilirim gibi duruyor," dedim düz bir sesle. Bir yandan çok mutluydum, bir yandan deli gibi korkuyordum. Mirza abim beni bozacak diye ödüm patlarken korkuyla baktım ona. Hem babama benziyor, hemde babamdan o kadar başka bir adamdı ki.. Mimiksiz yüzünden hiç bir anlam çıkaramıyordum. "Altı yıl okudum, yeri geldi sizden ayrı düştüm, memleketten ayrı düştüm. Bunların elbette bir sonucu olacak. Her insan gibi, bende mesleğimi en iyi şekilde yapacağım."  Annem bir şey demediğinde Mirza abim öksürerek boğazını temizlemiş, ilgileri üzerine çekmişti. Annem dahil hepimiz ona baktığında, "Daha bir karar alma Dicle. Üzülen sen olursun, babam daha gelmedi," demişti. Kötü bir cümle gibi değildi ilk başta, sonradan çok can yaktığını kavrıyordunuz. Babam.. her zaman hayatımda benim karşımda olan taraf olmak zorunda mıydın? Babama karşı gelmek zorunda kalmak istemiyordum. "Babamın düşüncelerini az çok hepimiz biliyoruz. Başımı bağlamak istediğini daha gelmeden biliyordum. İstediği şey benim evlenip bir hayat kurmam değil, istediği şey leke gelmeden namusuma onun yanından gitmem. Bu şekilde yetiştirilildiği için bize böyle davranıyor, biliyorum ama biz eşya değiliz. Öyle alıp satamazsınız, hasar kontrolü hiç yapamazsınız!"  Ses tonum sonlara doğru yükselmişti istemsizce. Babamın yetişme tarzının bedelini neden ben ödemek zorunda kalıyordum?  Sadece kız çocukları ödemek zorunda kalıyordu? Mirza, Baran istediklerini yapabilirken ben neden evlendirilen kişi olacaktım, bu zihniyete karşıydım ben. Hazal gözlerini devirirken masa altından geçirdi bir tane bana, gözlerimi üzerine diktiğimde omuz silkip kaşlarını çattı. Mirza abim, gözlerini üzerimden bir an için çekmezken, kısık sesi duyuldu masada. "Duyguların babama karşı gelemeyecek, sende, bende biliyoruz bunu! Şimdi, bir daha babam gelmeden bu konunun açıldığını duyarsam fena olur!"  Abim iyi biriydi. Konu babam olduğunda ona benziyordu sanırım. Sırf bu yüzden.. ondan korkuyordum işte. Töre cehaletine hepimiz az çok biliyorduk. Törenin kanunlarının işlediği topraklarda kız çocukları çok mutsuzdu. Kız çocukları olarak o topraklarda yaşamak çok zordu.  Günümüzde kız çocuğu olmak bile çok zordu gerçi. Sinirle kalkıp masayı terk ettiğinde yüzümü buruşturdum.  Kendimi bildim bileli hep babamın dediği hayatı yaşadım. Ne derse sorgulamadan itaat ettim. Çünkü ona karşı gelebilecek gücüm yoktu. Ben ona karşı gelsem arkamda duracak kimsenin olmadığını bilmek beni daha güçsüz kıldı yıllarca. Böyle sürüp giden hayatıma Edebiyat Öğretmenim yeni bir soluk getirdi.   Lise sonlarına doğru gelen Edebiyat öğretmenim hayatta özgür kalmanın nasıl bir his olduğunu o kadar iyi anlatmıştı ki, bir hayale kapılıp gitmiştim. Özgürlüğü hissedene kadar peşinden gittim. Babamın olumsuz düşüncelerine rağmen savaştım.  Bu canımı sıkmıştı ama bir yolunu bulup üniversite okumak için çok çaba harcadım. İstediğim olmuştu, babam denilenleri aldırmadan beni gönderdi başka bir şehire. Benim için ilk defa töresinden ve kendinden ödün vermişti, o zaman kendi kendime fısıldamıştım.  Babam galiba seviyor beni.  Mardin'den Ankara'ya uzanan bir hayat hikayesiydi benimkisi. Şimdi ise en başa dönmüştüm. Mardin'e. Benim memleketime.  Ankara, soğuk ve kış havasında geçerdi her günü. Mardin bir başkaydı o yüzden. Mardin.. Mardin'in havası bile çok başkaydı. Değişmezdim buraları hiç bir yere. "Aman salla abla ya," dedi gözlerini devirerek abimin arkasından bakan Hazal. "Biliyorsun Mirza abimi, adam tahta görünümlü cevher. Arada bir tak ediyor işte."  Sırıttım burukça, onların sakladıkları kalpleri yüzünden biz her gün yıpranıyorduk. Kimseye bunu yapmaya hakları yoktu.  "Açıkcası pek takmadım. Yarın gidip görüşme bile yapacağım." İkimizde gülmüştük, inadımı herkes bilirdi. Annem gözlerini devirdi bize.  "Sizin yüzünüzden babanızla karşı karşıya gelmekten sıkıldım," diye itiraf edince içim huzursuzlanmıştı, annem her şeydi benim için ve üzülmesi beni kahrederdi.  Ancak özgürlüğümün bu şekilde kısıtlanmasınada razı olmak bana yakışmazdı.  Anneme gülümserken, "Bu sefer direk tek yön benim anne, kimse gelipte sana tasalanmaz yani," diyerek içini ferahlatmaya çalışırken başını salladı, içten içe bana kızdığını anlıyordum. Babam, iyi biriydi ama sağı solu belli olmayan dengesiz herifin tekiydi! Bu sabah bana güller açtıysa akşama poyraz estirebilirdi. Allah'tan Adem amca vardı, o bizim babamız gibi, hatta ne yazık ki babamdan bile daha çok babaydı bana göre. Babamdan daha çok başımı okşadığına yemin edebilirdim. "Her neyse," dedi annem oflayarak. "Hadi, kaldırın bulaşıkları. Yarın büyük gün! Hem Ramazan-ı şerife hazırlık var, hemde sözümüz var!"  Bütün konağın işlerinin bize kalacağını anlayınca derin bir nefes aldım. Hande'nin Şadoğlu'na gelin gelmesi bile hazmedilir şey değildi! Üstelik, Hazal'ın tüyeceğine en az adım kadar emindim.  Sinirlerim düşüncelerim doğrultusunda bozulurken Hazal'a rahat bir tavırla, "Daha yeni geldim ben. Sen yapsana," diyerek tüydüm mutfaktan. Koşa koşa kendimi yatağa bırakıp sırıttım.  * Sabahın erken sularında Mardin'e merhaba diyerek uyanmıştık, annem konağın kahvaltısını hazırlarken ben de abime hazırlamıştım. Mirza abim kahvaltısını ederken Hazal pijamalarından kurtulmuş bir şekilde mutfaktan içeri girdi.  Ona bir kaç saniye baktıktan sonra merakla, "Sabah sabah bu ne şıklık Hazal," diye alayla karışık takılınca Mirza abim başını kaldırıp Hazal'a baktı. Şık diye alay ettiğim şey; pantalon üzeri gömlek olması beni bilgisiz ve zevksiz yapmazdı aksine engin tecrübelerime dayalı Hazal'ı güzel yapardı.  Mirza abim önüne dönerken, "Annem gitmeden liste bırakmış bana, git al şunları diye. Onları alıp geleceğim," dediğinde gözlerimi devirip sinirle ayağa kalktım. Sıvışmaya kalkışıyordu aklınca. Konağın işlerini kendime baya baya kaldığını hissederken, "Ben gideceğim," diye söylendim, o sırada hastaneyede gidebilirdim hem.  Omuz silkerken derin bir nefes aldı. "Annem bana dedi Dicle abla," diyerek otuz iki diş sırıtınca ayağımdaki terliği annemvari fırlattım kıçına. Denk gelmedi ama benim içimi rahat ettirdi.  Abim bizi aldırmazken kahvaltısına bir son verdi. Ayağa kalkarken Hazal'a hitaben, "Seni ben bırakırım çarşıya," deyince başını salladı Hazal. Gevşekçe bana dil çıkarıp kayboldu gözümün önünden.  Mutfaktaki bulaşıkları hızlı bir şekilde makineye yerleştirdikten sonra pijamalarımdan kurtulup en az Hazal kadar şık giyindiğimi varsayarak çıktım evden. Konağa kadar yürüdükten sonra kapıda beni karşılayan Berfin oldu.  Ona bakarken niye kapıda bekliyor  diye geçirdim içimden. "Niye bekliyorsun Berfin burada," diye sordum merakla.  Avludan içeriye beni çekmesiyle sıkı sıkı sarıldı bana. Öldürecek gibi nefesimi kesmeye çalıştığında ondan kurtulmaya çalıştım. "Bıraksana kızım ya," diyerek ittirdim onu. Sendeleyerek geriye çekildiğinde yüzünde kocaman bir gülümseme yer etmişti.  Az önceki deli gücünün nereden geldiğini içten içe sorguluyordum. Üstelik daha on sekiz yaşındaydı. Bu güç nereden! Allah Allah.  "Kaleyi içten fetih etmek iyi olabilir diye düşündüm de, zaten siz beni deli gibi seviyorsunuz!"  Gözlerimi devirirken omuz silkip anneme selam verdim, biten kahvaltı masasını kaldırıyordu. Ona yardım etmek için gittiğimde peşime takılan Berfin, "Hazal nereye gitti Mirza'yla," diye sorduğunda gözlerimi kısarak ona baktım.  Abime ben bile abi derken aralarında olan yaşa rağmen direnerek ismiyle seslenmesine bir anlam veremedim. Hayranlık mıydı, takıntı mıydı, aşk mı bilinmez ama abime karşı bir zaafı olduğunu rahatça söylerdim. "Çarşıya bırakacak Hazal'ı. Mağlum, annem kocaman bir liste tutuşturmuş eline. Koşa koşa gitti."  Annemin getirdiği sarı bezi elinden kapıp onu geriye gönderdim, sarı bez ile masanın üzerindekileri alırken kısık sesle kahkaha attı Berfin. Tek kaşımı kaldırınca, "Hazal daha çok kaçar bu sene," dediğinde suratımı buruşturup merakla suratına baktım.  "Neden?" Soruma karşılık elini ağzına kapatarak bir kahkaha daha attı, bu hareketleri hem beni meraklandırıp hemde rahatsız ederken nefesimi verdim. "Bir şey söylesene kızım!"  "Söylemem!" Gözlerimi devirip elimde tuttuğum sarı bezi üzerine doğru attım. Bu seferde daha çok kahkaha attı. Sesi avluda yankılanınca korkuyla etrafa baktım, Adem amca evdeyse ikimizide sıra dayağına çekecekti birazdan! "Gülmesene Berfin! Şimdi yiyeceğiz azarı!" Berfin umursamaz bir tavırla yeniden kahkaha atınca ona doğru bir hareket ettim.  Ters yönde masanın etrafına dolanınca, "Babamla Asaf abim beş dakika önce çıktılar. Eyüp abimle, Çınar abim var. Onlarda bana bir şey demezler," diyerek yeniden bir kahkaha savurdu. Sinirle peşine takıldığımda avludan yukarı çıkan merdivenleri birer ikişer atlayıp kendini banyoya kitledi.  Kapıyı yumruklamaya başlamıştım, Adem amca ve Asaf abi olmayınca kendimi biraz salmıştım. Diğerlerini pek umursamıyordum çünkü.  Yumruklarımı geçirirken ben Berfin kahkaha atarak, "Def ol git ya," diye sitem ediyordu bana! Bir anlam ben yükleyemezken tekmelerimi geçirdim kapıya. Gürültünün son durağına gelirken banyonun karşısında olan odanın gürültüyle açılan kapısı beni yere çiviledi. Bu oda Eyüp Şadoğlu'na aitti ve onunla bir yıl sonra ilk kez görüşecektim.  "Ne bağırıyorsun kızım odamın önünde?!" Sese döndüğümde kapının pervazına yaslanmış onu gördüm. Bir senedir ilk defa gördüğüm yüzünde hiç bir farklılık yoktu, sadece biraz daha olgunlaşmıştı yüzü. Siyah saçları uykudan kalktım der gibiydi, yeni yeni çıkmaya başlayan siyah sakalları farklı bir hava katıyordu yüzüne. Burnu düz iniyordu aşağı doğru. Gülümsemişti.  Eyüp Şadoğlu gülümsedi az önce bana. Hani, şu ukala olan.. hani benden nefret eden Şadoğlu!  Bana bakarken gözlerini kısarak, "Dicle," dedi, devamını getirmeden omuz silkerek, "Ne var ya," diye sitem edip merdivenlerden aşağı geri indim.  Arkamdan boş boş baktığına eminken annemle birlikte evi temizlemeye girişmiştik, ben salondan başladığım zaman Berfin geldi yanıma. Daha yeni korkusundan kurtulmuş olacak ki, kedi bakışlarını atarak, "Yardım etsem mi," diye sordu, bu evin tek hanımı olmasına rağmen mütevazi yetişmişti Berfin. Öyle sen yap, ben izleyeyim havalarında olmadı şu ana denk.  Tabi, benimde canıma minnet! İkimiz birlikte başladık temizliğe. Annem, ben ve Berfin güçlerimizi birleştirip hemen hemen her şeyi bitirmiştik, geriye kalan mutfak olunca avluya indik hep beraber. Mutfak temizlemekten hoşlanmazdım hiç, bu yüzden avluyu yıkamaya karar verip avluya kaçtığımda kapı önünde bir hareketlilik sezmiştim.  Hazal ellerinde poşetlerle etrafı kolaçan ediyordu. "Gel buraya küçük yılan!" Ona doğru adım atarken bana yakalanmanın verdiği bir şey vardı üstünde. Kendine kızgındı sanırım. "Anlat hemen benden sakladıklarını yoksa!!"  Kaşları düz bir çizgi halinde kalkarken siyaha yakın koyu kahve gözleri kısılmıştı. Anlık bir terettüt yakaladım o anda.  "Ne anlatacağım abla ya, ne saklayabilirim ki ben senden?"  Şüpheli hareketleri kendini belli etmeye yetmişti. Anlamamdan korkuyor olmalıydı. Ama neyi anlamamdan? Berfin bir şeyler söylemişti ama zihnimde canlanan hiç bir şey olmamıştı.  Kırmızı başlıklı kız gibi etrafta saklanan koca kalpli Hazal'a ya tutarsa taktiğini uygulamaya karar verip otuz iki diş sırıttım. "Berfin zaten anlattı da, ben senden duymak istedim bir de!" Ciddi bir şekilde ben söylenince kaşları kalktı korkuyla karışık.  Yalan olsun, bol olsun diye mırıldandım kendi kendime.  "Şey abla.. vallahi oyundu! Ergen işi şeyler. Bilirsin işte, bir araya gelince doğruluk mu cesaretlilik mi oynayalım diyen bir hıyar olur. Bende gençlik hayallerine kapıldım."  Gözlerimi devirirken ne yapmış olabileceğini tarttım aklımda. Bir şey gelmiyordu aklıma. Doğruluk mu cesaretlilikten nereye gelmiş olabilirdi ki? Bu konakla ilgili. Sır gittikçe büyüyordu.  "Sadece bir oyundu yani? İnanayım mı?" Baskı uygularken üstünde derin derin nefes aldı. Arada bir etrafa baktığı gözümden de kaçmamıştı.  "Elbette! Ben isteyerek gidip o salağı öper miyim?"  Merak etme kat sayım yükselmişti. Benim kardeşim.. benim kardeşim hangi salağı öpmüştü? Benim kardeşim, bu hale nasıl düşmüştü!?  "Salak yani? Kesin bildiğimiz salak?" İma yapar gibi baskı uygularken ismini söylemesini umuyordum.  Zeki bir kızdı Hazal ama ondan daha zeki biri varsa o da bendim. Avı attım. Oltaya gelmesini bekledim merakla. Düşündüğüm gibi olmuştu zaten. Oltaya gelen sazan Hazal, "Eğer o kapıdan giren ilk kişinin Çınar olduğunu bilsem kabul eder miydim sanıyorsun!?" Diye sinirle soludu.  Yutkunamadım. Çınar ile Hazal.. öpüşmüşler miydi!  Aklıma gelen bir çok senaryo ve Hazal'a attığım acıyan bakışlar. Çınar zaten çok egoist biriydi, Hazal'da gitmiş yağ sürmüş ekmeğine. Şimdi kaçar durur böyle. Su gibi Hazal'ım o Çınar'ı mı öpmüştü? Kendi rızasıyla üstelik...  Tam bir salaktı Hazal. "Asıl sensin salak Hazal!" Yüksek sesle söylendiğimde mutfaktan annem başını uzatıp o meşhur soruyu tekrardan sordu.   "Geldin mi Hazal?"  Hazal ile aynı anda birbirimize bakıp gözlerimizi devirirken Hazal kısık sesle, "Geldim anne," demişti.  Annem, "İyi, gel o zaman. Bulaşıkları da sen yıka. Hepimizin pestili çıktı," deyince gözlerini çevirdi bana Hazal. Sessiz çığlıklarını duymamı ister gibi baktı bana. Ona yardım etmeme ihtiyacı vardı. Olay taze olmuş olsa ki hâlâ kaçıyordu ondan.  Çınar'ın da egosunu okşamakta ayıptı ama!  Gözlerimi devirip Hazal'a son kıyağı geçtim,  "Anne, bir şeyi almayı unuttu, gidip gelecek yeniden," diye seslenince Hazal üzerime atlayıp defalarca bana teşekkür etti. İttirdim onu gitmesi için iyiki annem Berfin'i banyodan sabun göndermeye yollamış diye geçirirken içimden Berfin indi avluya.  "Aa, naber Hazal?" Hazal'ı görünce şaşırmıştı haliyle Berfin. Hazal, pis bakışlarını Berfin'e çevirdiğinde garibim Berfin her şeyden bir haber hâlâ gülümsüyordu ona. Bana öttü demiştim, kendini kendi ele vermişti Hazalcık!  "Sen çok kötü birisin Berfin! Söylemeyeceğine söz vermiştin!"  Avludan sinirle çıktığında Berfin şaşkınca bana bakıyordu. "Neler oluyor?"  Omuz silktim. "Sen ipucuyu verince ben peşine düştüm. Hazal üzüldü bana sen her şeyi anlatınca, sanırım uzun bir süre sana güvenemez.. üzgünüm Berfin. Benimle dost olmayı öğrenmeliydin."  Berfin'in jetonu beklediğimden kolay düşünce, "Sen tam bir alçaksın," dedi.  Fırsat bu fırsat diyerek eve gidip üzerimi değiştirdim, baş hekimle konuşup her şeyi halletmem gerekiyordu. Sonra yoluna giren hayatıma ayak uydurmak kalacaktı.  Doktorluk her zaman tek hayalimdi ve kavuşmuş olmak iyi hissettiriyordu kendimi.  Üzerime son kez bakıp çantamı da kaptığım gibi evden çıktım. Konağa bakmadan koşar adımlarla çiftliğin sonuna kadar yürümüştüm ki, arkamda çalan korna sesiyle yerimde sıçradım.  Korkuyla arkama baktığımda Berfin ile Eyüp'ü gördüm arabanın içinde. Berfin kornaya abanmıştı. Hâlâ çalmaya devam eden korna sesine karşılık gözlerimi devirdim.  Sinirle yutkunurken araba yaklaştı ve indirdi camını. Berfin, "Nereye kaçak," diye alayla sorunca gözlerimi devirdim.  "Hastaneye, siz," diye öylesine sorunca Berfin güldü komikmiş gibi.  "Hande'yi akşam isteyeceğiz ya, çikolata falan yaptıracaktık çarşıda. Atla, seni oraya biz bırakalım. Sende ordan taksiyle geçersin. Olur mu?"  Reddetmek için gerçekten kendimle cebelleştim ama bir yere kadardı. O an kabul edip arka koltuğa attım kendimi. Ben yerleşirken yeniden hareket edince araba tuttuğum nefesi vermiştim.  "Hastanede ki iş olursa, baban izin verecek mi?"  Berfin'in sorusu üzerine kararsız bir şekilde başımı camdan tarafıya çevirdim.  Bir cevabım yoktu şimdilik.   "Vermeyecek, bu da soru mu," diye lafa karıştı Eyüp. Yılların üzerinden gram eksiltmediği ukala tavrı yine üstten üstten bana merhaba diyordu. Hâlâ aynıydı Şadoğlu. Hiç değişmemişti. Ukala tavrından ödün vermeden benimle alay ediyordu.  "Yani," dedim umursamayarak. "Ben istersem tabiki kimse bana engel olamaz."  Kısık sesle kahkaha attı Eyüp. Sesi arabada yankılanırken Berfin arkaya dönüp bana baktı, abisinin tavırlarından şuan Berfin de rahatsız görünüyordu.  "Kesin."  Alayını görmezden gelmeye çalışarak topu ona atmaya hazırlandım. Benimle alay etmeden evvel kendine bakmalıydı, benim yaşantımın sebebi başkalarının hayatımın üzerinde üstünlük kurmasıydı. Peki ya onun ki? Hande Kandemir ile bile bile, isteye isteye kim evlenirdi ki?  Gülümsedim ona. Aynadan gözlerimiz kesiştiğinde, "Beni sen boş ver Eyüp," dedim sırıtarak. "Asıl haber sende, evleniyormuşsun!"  Gözlerini devirirken, "Öyle," diyerek kestirip attı ancak benim peşini hiç bırakmaya niyetim yoktu. Duygularını istediği kadar saklamaya çalışabilirdi. Onunla evlenmesi umrumda bile değildi, ta ki az önce benimle alay edene kadar.. "Hande ile evlendiğini duyunca asıl şoku ben yaşadım," diyerek itiraf ettim, Berfin ise bu gergin konuşmayı hiç sevmemiş gibiydi. Bizi susturmak için çabalamak yerine bir an önce gelelim diye dualar edip hatimler indiriyordu. Diğer türlü ikimizde susmayacaktık.  "Adem amcanın Hande Kandemir gibi eve bir gelin getirmesi bana tuhaf geldi açıkcası."  Meraklanmıştım. Ben gittiğimde ne olduda işler buraya kadar gelmişti. Merakımın sebebi bundan ibaretti.. Hande, nasıl desem bize benzeyen bir tip değildi. Çok üstten yaşardı. Herkesi küçümser kimseyi kendine layık görmezdi. Eyüp'te ukala biriydi, belkide kan çekti.  Ama uymazdı Şadoğlu'na!  Asaf abinin ve eşi arasındaki uyumsuzluk yüzünden çok çekmişlerdi. Adem amcanın çoğu zaman üzgün olduğuna bizzat ben şahitlik etmiştim.  Şimdi.. görüyordum ki çocuklarının mutluluğu kendi mutsuzluğundan daha önemliymiş meğer.  "Seni ilgilendirmez." Ses tonu gittikçe katılaşırken gözlerimi devirip geriye yaslandım. Geri kalan konuşmalarda ben hiç konuşmadım. Abi kardeş ikisi konuşmuşlardı.  Çarşıda indiğimiz zaman Berfin bana sıkı sıkı sarıldı. Geriye çekildiğimde, "Kolay gelsin sana," dedi işi kast ederken.  Başımı sallarken, "Asıl sana kolay gelsin," dedim.  Bir iş görüşmesinden daha zoru varsa eğer o da Hande Kandemir'i mutlu etmek derdim. Onunla en son sürekli geldiğim ortam liseydi.  Lisedeki gibiyse, hepimizi gerçek bir felaketin beklediğini rahatça söyleyebilirdim haklı olarak. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD