Bölüm 4

2509 Words
"Diclee!"  Gece karanlığına ismim bir feryat olarak düştüğünde  gözlerimi aralamak konusunda pek iyi değildim. İki yanıma sarılı eller bedenimi her ne kadar sarsıyor olsada bir buçuk saattir uykuda kalan bedenim, dış etkene fazlasıyla kapalıydı. "Ne olur uyan.." Yeni bir cümle irkilmeme neden olduğunda usulca açtım göz kapaklarımı. Berfin'in yüzünde ağlamaklı bir ifade yer edinmişti. Kahverengi saçları yaptığı ev topuzundan fırlayıp bir sağa bir soldan kaçmışlardı.  Renkli gözleri sulanmış, inanılmaz bir görsel karesi sunuyordu. Endişe ilmek ilmek işlenmişti güzel suratına. Dudakları büzülmüş, acı bir tat dudaklarını esir almış olmalıydı. Yüzünden korkusu belliydi..  "Berfin, iyi misin sen?"  Olumsuz anlamda salladı başını. "Başka aklıma bir şey gelmedi. Abim.. çok hastalandı. Doktorada gitmek istemiyor. Ateşi var. Ateşi çıkmış. Bize sadece sen yardım edebilirsin," dedi, sesine yansıyan korkuyu nerede görsem tanırdım. Bu gerçek acının bedene yaptığı ilk izlenimlerdi.  Masumluğuna hayran bıraktı o gece Berfin Şadoğlu.  "Sadece ateşi mi var?" Dikişleri atmış olabilirdi, yara mikrop kapmış olabilirdi, eğer biri baskı uyguladıysa bilmeden canı felaket yanmış olabilirdi.  Oraya giderken bunlarıda düşünmüş olduğunu düşünmüştüm ama sanırım yanıldım.  "E-evet. Sanırım yani. Benim gördüğüm sadece ateşi var gibiydi," dediğinde başımı salladım. Yatağın ucundaki kapşonluyu üzerime geçirdim. Oturma odasına bıraktığım ilk yardım çantasını da alıp yanına gitsem iyi olucaktı. "Sen geç, geliyorum bir kaç dakikaya."  "Lütfen hızlı gel," dedi.  Başımla onaylamıştım. Berfin'in çıkmasının üzerinden yan yatağımdaki Hazal'a baktım göz ucuyla. Hiç bir hareketlilik yoktu. Mışıl mışıl uyuyordu. Berfin'in feryatlarını duymamış, olanlardan bir haberdi.. Top patlasa duymayacak kadar dalmıştı o uykuya.  Çantayıda alıp sessizce evden ayrılmıştım. Kapının dışında gelmem korkusuyla beni bekleyen Berfin'in içeri hepimiz uyurken nasıl girdiğini merak ettim. "Berfin, in misin, cin mi? Nasıl girdin lan içeri!?"  Sitemli soruma karşılık bir an gülümser gibi oldu. Ama hemen hüzün dalgaları yerini sağlamlaştırmış, eskiye dönmüştü. Abisine bir şey olacak diye ödü kopan o kız çocuğuna.. "Neden bu kadar şaşırıyorsun ki, bizim evin anahtarı hepinizde var," dedi omuz silkerken. Doğruydu fakat çokta geçerli bir nedenimiz vardı. Biz Şadoğlu ailesinin yardımcılarıydık. Bize kapıyı onlar açmazdı, biz erkenden girip işimizi hallederdik. Onlar uyandıklarında bizi fark ederlerdi. "Anahtarla girdim, mutfak kapısından."  Her gün beni şaşırtmaya devam ediyordu. Bu istikrarlı tutumunu devam ettirebilirse sanırım abimin kalbini bile fetih edebilirdi. Bu azim ve kararlılıkla yapamayacağı şey yoktu çünkü. Berfin'den ne kadar çok iyi bir dost olunursa, zıtlaşıncada çok kötü bir düşmanla baş başa kalınırdı. Sezmiştim yani.. Avluya adım atar atmaz, "Kimse bilmiyor,  sessiz olmalıyız," diye söylendi, adımlarımız seri ve sessizleştiğinde merdivenleri tırmandık. Eyüp'ün gizli mabedine geldiğimizde Berfin önden girdi odaya.  Uzun zaman sonra ilk kez giriyordum bu odaya. Eyüp odaya annemin dışında kimseyi sokmazdı, girmek isteyende benim gibi yasa dışı belki girebilirdi. Kendine özel olan bir oda olduğundan olsa gerek herkesin girmesini doğru bulmuyordu. Mahremdi ona göre şahsi odalar.  Kimseyi sokmadığı gibi kendiside girmek için çabalamazdı.  Ahım şahım bir oda değildi. Erkek renkleriyle uyumu gözetilen normal bir odaydı. Etrafa bakınmaya ara verip yatağa baktım doğrudan. Sırt üstü yatmış, derin derin nefesler alıyordu. Bir adım attığımda yüzünü gördüm yandan. Yüzünün rengi solgun gözüküyordu sabahki haline göre, acıdan olsa gerek yüzü kaskatı kesilmiş, solunumu yavaşlamıştı.  Yorgun görünüyordu.  Bütün olanlardan sonra yorgun düşmesi çok normaldi. Suratında acı bir tebessüm yer etti gözlerimiz kesiştiğinde. Geldiğime sevindi mi, bilmiyorum ama ben onu bu halde gördüğüm için çok üzülmüştüm. Benim yüzümden olmuştu.  Yanına gittiğimde bana bakan gözlerini sımsıkı yummuştu, çarşafın üzerinde kalan elini sıkıca yumru yaptı. Bu halde bile burnu havadaydı, acısının geçmesini bekliyordu. Berfin olmasa sesini çıkarmadan sabah ederdi, emindim.  "Berfin, bana sirkeli su ve bir kaç bez getirebilir misin?"  Berfin beni ikiletmeden odadan çıktığında yatağın ucuna oturdum. Gözleri açıldığında Eyüp'ün asıl yaraya kaydı gözlerim. Hiç durmamıştı kanı, oluk oluk devam eden kan beni korkuturken kanı temizlemeye çalıştım bir süre.  Acının ve yorgunluğunun temel nedeni açık kalan yaraydı.  "Ne zamandan beri bu haldesin," diye sordum yaraya bastırarak. Dudakları kıvrılsada ifadesizliğinden ödün vermemişti. "Çok kan kaybediyorsun, dikişler tutmuyor. Senin tedavi edilmen gerekiyor. Hastaneye gitmemiz lazım." Benim yüzümden olduğu için suçluluk duyuyordum.  Olumsuz anlamda salladı başını. Anlayamıyordum onu. Bu inadına anlam veremiyordum. "Sen doktor olabildiğine emin misin," diye sordu kendini alaya alarak, ölmek üzere de olsan Şadoğlu kimliğinden ödün veremezdi. Katı kurallar anayasasına sahip olabilir miydi? "Sadece bir sıyrık. Beni tedavi edemeyeceksen boşuna okumuşsun. Benden söylemesi." Bu halde bile beni delirtmeyi becerebiliyordu. Konuyu saptırmıştı. Yüzümü buruşturdum sinirle karışık. "Mikrop kapman çok yüksek bu ortamda. Anlayabileceğin şekilde söyleyeceğim sana. Eğer ki, kan çıkışı yapıldığı kadar sana takviye yapılmazsa ortalama bir günde bütün kanın dışarı dökülecek ve sende öleceksin. İnat etme. Birlikte gidelim." Yüzünde her hangi bir mimik duygularını ele vermedi. Bu ifadesizliği beni sinirlendirmeye yetmişti bile.  Bir kaç saniye düşündükten sonra konuşmuştu Şadoğlu.  "Umrumda değil, hastaneye gitmek istemiyorum."  Akıl noksanlığı gözümde doğrulanmıştı. Öleceksin demiştim, bana mısın demiyordu. Delirmek üzere derin derin nefes aldım.  Bir çıkış yolu düşünürken yüzümü buruşturdum. Kendini düşünmeyen bir adamı düşünmek zorunda bırakılıyordum. "Berfin'in haberi var mıydı?" Kendi açımdan daha kolaylaştırmayı hedeflerken beni bozguna uğrattı Eyüp bir kere daha.  "Hayır," demişti. Berfin elinde su dolu kovayla geldiğinde gerisi bende diyerek çıkarmıştım onu odadan. Pikeyi üzerinden çektim. Üşümesi arttığında her hangi bir şey olmaması için dualar ediyordum ona.  Getirdiği bezleri suya batırıp sıktıktan sonra yüzüne, göğüsüne ve karnına doğru açarak koymuştum. Acı onun için ne kadar hafiflerse o kadar kolay olurdu ikimiz açısındanda. Kan akışını durdurmak için iki pıhtılaşmasına yardımcı olacak ilaçlardan vermiştim ona. Üniversitede bir arkadaşta vardı. Kanadığı zaman bir yeri asla durmuyordu kan. Küçük bir sıyrık, büyük bir sıyrık. Hiç fark etmezdi. Onunla vakit geçirmek hep bir aksiyondu o zamanlar. Ondan kalan iki ilaçı içmesini sağladıktan sonra ateşini kontrol ettim tekrardan.  Böylelikle kan daha çabuk duracaktı. Ateşi de düşerse sabaha kadar kalmaz Eyüp kendini daha da iyi hissederdi. Dikişlerini alıp yeni dikiş atmam gerekiyordu. "Nasıl bir anda oldu bu kadar kanama? Anlayamadım gitti," dedim olumsuz anlamda başımı sallarken. Onu bıraktığımda iyi durumdaydı. Hatta kan akışı durmuştu neredeyse. Şimdi bu kadar kana maaruz kalmak beni de yıprattı.  "Bir anda değil," dedi ateşi yavaştan düşmeye başlayan Şadoğlu. "Hande yaranın üzerine vurdu, vurunca ilk dikişler patladı. Sonra hissettim kanı. Ateşim çıkıncada endişelendi Berfin. Öyle işte."  Her şeyi açıklayan cinsten bir açıklama gelince başımı sallamakla yetindim, Hande'nin bilmeden canını yakmasına benim bir gece uykuma neden olduğu için suratım düşsede çaktırmamaya çabaladım.  "Bir doktor için en kolay şey aslında dikiş atmakmış," dedim burukça. Okul zamanımdan bir kaç kare zihnimin içinde canlanmıştı. Ne kadar zorlu yollardan geçmiştik her birimiz. Duranlarda oldu tabi. Biz başardık onların aksine. Ondan kendimle gurur duyuyordum her zaman. "Ben o doktor adaylarından biri olamamıştım o süreçte. Herkesin çok çok ilerlediğini görüyordum ve her ileri bir adım attıklarında ben başarısızlığa daha çok yaklaşıyordum." O süreçte en dibe battığımı hatırlıyordum.  "Sana güvenmemem gerektiğini mi ifade ediyorsun?" Alaya almak istesede yüzündeki korku kendini ele vermişti. Elbette çok küçük bir ihtimalde olsa ben onun koluna zarar verebilirdim. . Kendi istemişti.  "Kumaşla, deriye yapılan dikiş aynı olur mu? Olmaz tabi, bir gün gerçekten usandığımı fark ettim. Kıyısına kadar gelip vazgeçmeyi düşlediğim o andı. Sirkelendim, kendime gelmek için. Yurda dönerken beş tane tavuk aldım." Gülümsedim aklıma gelen tabloyla. Yurdun tam karşısındaydı market. Beş tane birden alınca insanlarda şaşırdı. Ardından kasiyer gülümseyip mevlüt mü var yakında, çok severimde demişti hatta.  "Korkmaya başladım." İtirafına karşılık  devam ettim keyifle.  Sırıtıyordum..  "Önümüzdeki bir yıl Bim benim aldığım tavuklarla geçirdi, haberin var mı?" Her gün alıyordum tavuk, bir süre sonra aşçımızda bıkmıştı. Benim attığım yamuk dikişleri söküp hayvanları pişiriyordu. Sonra benim ödevimi hep birlikte yiyorduk.  İşimi hallederken ben korkudan kaynaklı başını çevirdi diğer tarafa Eyüp.  "Üçüncü sene-"  "Hâlâ yapamadığını söyleme!" Kısık sesle kahkaha attım, dikişte bitmişti zaten. Hissettirmeden işime son vermiştim. Anlındaki bezi alıp sıktım kovanın içine doğru. Tekrar sıkıp anlına koymuştum.  "Dikişler bitti, ateşinde düşmeye başladı," demiştim gülümserken. Kendini kontrol ettiğinde gülmemek için dudağımı ısırıyordum. Yaşadığına yatıp kalkıp şükretmeliydi.  Hâlâ sapasağlam görünüyordu. "Nasıl oldu bu iş? Hissetmedim. Beni uyuşturdun mu?" Başımı olumsuz anlamda salladıktan sonra, "Dinlemiş olsaydın bilecektin zaten. Üçüncü senemde en iyi dikiş atan doktor adayı seçildim. Yani, ölmüyorsunuz, maalesef hâlâ hayattasınız," diye alayla süzdüğümde onu gözlerini devirmişti.  Susmuştu. Suskunluğunu fırsat bilip alnında, kolunda ve bacaklarına koyduğum bezleri yeniden ıslatıp yerlerine koydum. Yavaş yavaş düşüyordu ancak hâlâ ateşi vardı. Nefesi düzene girene kadar bekledim yanındaki koltukta.  Uyuyana kadar başında nöbet tutsam iyi olacaktı.  Sonra.. bir uyku bastırdı. • "Dicle!.. Uyansana artık.. Bak birazdan Fatma ana gelecek. Hadi kalk!!" Beni rahatsız etmeye yeten bir kaç kelimeye bedenimi sarsan elleri eşlik ettiğinde direnen gözlerimi araladım, ilk gördüğüm gözler Berfin'inkilerdi. Sonunda uyandığım ile ilgili bir kaç şey zırvaladığında doğrulmaya çalıştım.  Odamda uyumuyordum. Yanımda kalan kişi Hazal hiç değildi. Dün gece Eyüp'ü beklerken onun odasında uyuya kalmıştım, belimdeki ağrının sebebi iki büklüm yatmamdı şu koltukta.  Gözlerim yatakta bir seksen yatan adama kaydı, Eyüp endişeyle bakıyordu bana.  "Hadi, çık odadan! Annen gelir birazdan beni kaldırmaya."  Annemin beni burada görmesi istediğim son şey bile olmazdı. Kendimi toparlayıp ayağa kalktım, yanına gittiğimde Şadoğlu'nun gözleri beni buldu. Gözlerinde anlam veremediğim bir duygu baş göstermişti. Dikişlerine uzaktan baktığımda fena olmadığını gördüm. Kan durmuştu.  "İyi duruyor. Sakın birinin dokunmasına izin verme. Bir şey olursa ara beni, kendine iyi bak Şadoğlu." Bana her hangi bir şey demesine izin vermeden koşarak çıktım odadan. Anneme yakalanmadan atlattığımı varsayarken avluya açılan merdivenlerin başında beni seyreden Çınar'ı fark ettim. Yüzünde samimiyetsiz pis bir sırıtma vardı. Hiç bir şey demeden yanından geçip gitmeyi hedeflemiştim ancak Çınar buna izin vermedi.  Kolumdan yakalayan eline baktım bir kaç saniye.  "Doktor civanım, kimin odalarından çıkıyorsun sen öyle?"  Kısık sesle, sadece benim duyacağım şekilde söylemişti. Odanın kapısına imalı imalı bakışlar atarken sesindeki alay beni delirtmeye yetmişti.  Başarılıydı bu konuda kesinlikle.  "Salak salak konuşma Çınar!" İması hiç hoş değildi, her şeyi geçtim. Eyüp'ün bir nişanlısı olduğunu nasıl unutuyordu? Ben öyle biri miydim? Üstelik Şadoğlu'nun beni hiç sevmediğini herkes bilirdi. Kendiside lise hayatında buna bir çok kere şahitlik etmişti. "Ne istiyorsun benden? Çek elini," diyerek ittirdiğimde ellerini merdivenin demirlerine yaslamıştı.  "Hande olaya hiç dahil olmasaydı belki bir ihtimal.. Ama sen benden daha iyi bilirsin, Hande girdiği bütün savaşları hiç darbe almadan atlatır.. kendine yazık ediyorsun doktor civanım."  Kendime sakin kalma konusunda hiç güvenmemiştim. Şuan ettiği lafın gittiği yeri görmediğine emindim.  Sinirle yutkunurken yüzüme hoş olmayan bir gülüş yerleştirmiştim.   "Eyüp'ün odasından çıkarak nasıl bir tablo çizdiğimin farkındayım ama yanılıyorsun. Şu kadarcık beni tanıdıysan öyle biri olmadığımı zaten bilirsin ki, ben büyüdüm ancak hiçbir şeyi unutmadım. Ne bana yapılanı, ne de bana bunu yapanı." Lise konusuna dahil etmek istemedim ancak ima ettiğimde omuz silkti. "Beni kendinle karıştırma Çınar. Ben öyle biri değilim çünkü." Memnuniyetsizce yüzünü buruşturdu.  "Ben sana uyarımı yapayım, gerisi beni ilgilendirmez." Uyarı? Çınar mı? Bana uyarı verebilecek gerçekten biri değildi. Kendine bakmalıydı önce. Önce kendi hatalarına bakmalıydı.  Çınar'ı gerimde bırakıp merdivenleri birer ikişer inmiştim. Daha kimse ile karşılaşmadan eve koşmuştum. Üzerimi değiştirip hastaneye gidecektim. Bugün ilk iş günümdü. Üzerime bir kaç şey denediğimde yatağının üzerine kurulmuş beni seyrediyordu Hazal. Yüzünde anlamsız bir sırıtma.  "Ne bakıyorsun öyle?" Merakla sorduğumda gülüyordu hâlâ.  "Dün gece çişim geldiğinde yoktun yatağında," dedi alayla. Evet, dün yanındayken Berfin'in çığlıklarını duymayan Hazal çişinin sesini dinleyip uyandığında beni görmemişti anlaşılan.  En başında uyanmış olsaydı bu alaylı sırıtışı olmayacaktı. Çınar'dan sonra Hazal'a açıklama yapmak istemedim. Üzerime kot pantalon ve tişört geçirdiğimde aynada kendime tam puan vermiştim. Fena değildim. Tam yanından geçecekken Hazal memnuniyetsizce konuştu.  "Nereye gittiğini söylemeyecek misin?"  Yüzüne baktığımda merakla bana baktığını gördüm. Bu durumda ne diyebilirdim ki? En baştan anlatmam gerekiyordu ama bu bir sırdı. "Sen bana Çınar ile nereye gittiğinden bahsettin mi," diyerek topu ona attım. Dünden sonra bize açıklama yapmadan uyumuştu Hazal. Bizim dünyamız başımıza yıkıldı, annem perişan oldu, Eyüp ile bir çatışmanın ortasında kaldık ve Eyüp vuruldu. Ama bize hiçbir açıklaması olmadı.  Olay gizemini hâlâ koruyordu.  "Pekala," dedi gülerek. Yüzünün düşmesini beklerken gülüyordu. Gözlerimi devirdim ona karşılık. "Sen kazandın, kaç bakalım Dicle Aksu!"  Umursamaz bir tavırla eşyalarımı kaptığım gibi çıktım evden. Hazal olayını şimdilik kapatıyordum ama açıklanacaktı o olay. Verilenleri görmediği için bu kadar bencildi. Eyüp'ün vurulduğunu bilse bu kadar rahat olur muydu? Sanmam.. Çantamı alıp kendimi dışarı attım.  Çiftliğin içinde yürürken aklımdakileri susturmaya yönelik içimden şarkı söylüyordum. Bu benim kendi sesimi susturma yöntemimdi ve baya baya işe yarardı. Konağı geride bıraktığımda önümü kesen arabaya göz ucuyla bakmıştım ki, arabanın arka koltuğunun camı inmişti. Adem amcayı görünce gülümsemiştim. "Korkuttum mu," diye sormuştu. Nezaketen hayır desemde korkmuştum.  "Atla arabaya, gideceğin yere kadar bırakalım," dediğinde saate baktım. Geç kaldığımı anladığımda el mecbur kabul etmiştim. Kapıyı açıp bindiğimde Adem amca gülümsüyordu. Yol boyu sessizlik hakim olsun istemiştim, çünkü Adem amcayla sorunlarımı konuşmak beni düşürüyordu. Onun bu kadar iyi bir baba olduğunu görüp kendi maaruz kaldığım tavırların altında eziliyordum sanki.  "Nasıl devam edeceksin Dicle," diye merakla sordu. Bu aralar sıklıkla sorulan sorulardan biriydi bana karşı. Gülümsemeye çabaladım.  "Bir yerden başlamak gerekiyor. Zorlu süreçi geride bıraktığımı sanıyordum ancak daha kötü günlerin başında olduğumu yavaş yavaş anladım. Abim babamı aratmadı, karşı geldi. Ben, onun üzerine laf söyleyip hastanede işe girdim dün.."  "Peki, baban?" Babamı benden daha iyi tanıyordu. Derin bir nefes aldım.  "Babam işte," diye mırıldandım burukça. İnsanın babası yarası olunca bütün kelimeler kifayesiz kalıyordu. "Babamın zihniyeti belli. Kadın dediğin evinin işini yapar, çocuklarına bakar. Annem gibi.. okumaz, sorgulamaz, itaat eder. Ben öyle olmamak için çabaladım, beni kendine rağmen okuttu. Şimdi karşıma geçemez. Buna izin vermem." "Emin misin," diye sorduğunda gözlerim dolmuştu. Olay örgüsünün gidişatı hoşuma gitmemişti. Adem amcanın her sorusunda daha gergin bir hal tavır alıyordum. Ellerimin terlediğini hissediyordum.  "Babam onun namusuna zarar gelmeden başımı bağlamak istiyor. Evlenmemi istiyor. Evlenmek ise o kadar basit bir olay değil. Ömrünü paylaşacağın birini seçmek kolay olmamalı. Babama saygı duymaya çabalıyorum."  "Farkında olmana çok sevindim Dicle. Sadece senden istediğim şey babanın evleneceğin adamı seçmesine müsade etme. Bu kolay bir şey değil, gönlün olsun isterim bende. Ama babanı biliyorsun.. elini çabuk tutmalısın." "Ee, Adem amca tam olarak anlayamadım. Babam beni evlendirmek için birini buldu, öyle mi?"  Elini çabuk tut ne demekti ya! "Dicle kızım.. Berfin'im neyse, sende benim için öylesin. İstemediğin hiçbir şeyin yapılmasına müsade etmem ama.. babanın inadı inattır. Senin için birini bulmuş.. kuma verecekmiş seni." Öyle bir an gelir ki, kaçıp gitmek istersin ama arkanda bırakacaklarını düşünüp vazgeçersin. Babamın düşünceleri bana yeni yaralar açarken dudaklarımı birbirine bastırıp camdan yana çevirdim başımı. Babam.. bu kadar kolaydı işte. Namus uğruna kızını harcamak bu kadar kolaydı işte. Onun gibi olanlardan nefret ediyordum.  Yıllarca kendimi korudum, hata yapmamak için kendimi defalarca geri çektim. Sevmek bile istemedim. Sırf babamın bir gün karşıma geçip istemem derse diye.. ben kendim olamıyordum ki, onun yanında.  İstediğim tek şey bir kere olsun bana güvenmesiydi. Beni tanımaya çalışsaydı biraz her şey daha farklı olabilirdi.  Yüzümün düşmesinin sebebi yeniden babamdı.  Sinirle yutkunmuştum. Acıyla sinirin harmanlaştığı acı bir tat boğazımı düğümlemeye yetmiştim  "Babam bana bunu yapmaz," diye yalanladım. Onu o kadar iyi tanıyordum ki, ben gittiğimde çoktan bu hesapları yapmış olmalıydı. Çünkü öyle bir adamdı.  Adem amcanın gözleri dolmuştu benim gibi.  "Keşke.."   Kalbimin ritmi bozulmuştu. Korkudan, acıdan, üzüntüden.. kendimi tanıyamaz oldum. "Hayır ya, bu kadarını yapmaz," diye mırıldandım kendi kendime dehşete düşerek. Yapmazdı.. yapmamalıydı.  Adem amca yatıştırıcı bir tonda, "Sakin ol Dicle, henüz hiçbir şey olmadı. Biraz sakinleşelim, düşünelim. Babana karşı gelmenin bir faydası olamaz, sende biliyorsun," dediğinde gözümden bir damla düşüp yanaklarımdan süzüldü. Adem amcanın şefkat dolu sesi beni en dibe batırdı.  "Bize söylemediğin biri varsa hayatında.. Ankara'dan ya da başka bir yerden. Ben babana söylerim. Böyle hayat geçmez kızım.. sen bir düşün." Geri kalan yolculukta babamın beni ne hale getirdiğini düşündüm, kendimi güçlü olma konusunda öğütler verirken derin derin nefes alıyordum.  Babamın bana buna yapmasına müsade etmeyecektim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD