3 hafta sonra
Sabah yine o kumru sesleri uyandırmıştı beni. Hava yavaş yavaş soğumaya ve kış gelmeye başlamıştı. Düğün hazırlıkları sürerken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. O kadar hızlı ilerliyordu ki her şey ben bu duruma alışana kadar evli olacaktım.
Fatih beni üzmemek mutlu etmek için elinden geleni yapıyordu. Hatta fazlasını. Peki ben mutlu muydum. İçimde çok farklı bir his vardı. Adını bilmediğim bir duygu vardı. Dönence şarkısında dediği gibi uzaklarda bir yerlerde bir şeyler oluyor.
Bir beklenti miydi bu içimdeki his bilmiyorum. Ulaşılması gereken yere ulaşmamamışım ya da beklediğim bir şey varda henüz olmamış gibi saçma bir his. Büyük bir eksiklikti içimdeki.
Balkona çıkıp gökyüzüne baktım. Yağmur tekrar yağmaya başlamıştı. Ne zaman yağmur yağsa aklıma mustafa geliyordu.
Yağmur olup geliyordu sanki bana. Kızıyor mudur bana ?
Kızıyordur.
Ondan başkası yanımda diye çok kızıyordur. Her şey çocuğumuz içindi. Onu yaşatmak için bunlara mecburdum. Şimdi gelse karşıma çıksa ne hesap verirdim acaba bilmiyorum. Balkon demirinin yağmur suyu ile ıslanan yerine tutunup gökyüzüne baktım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
Ciğerime çektiğim o derin nefes içimi açmıştı. O an aklıma gelen şey ile hemen harekete geçtim. Evde kimse yoktu. Babam da arabayı evde bırakmıştı. Etrafa şöyle bir baktım. Bence yapmalıydım.
Hemen hazırlandım. Arabanın anahtarını kapının ordan alıp hızlı adımlarla merdivenleri indim. Sokak kapısından çıkınca etrafıma bakındım kimse beni gördü mü diye. Biri görürse babama haber verebilirdi. Babam arabayı almama asla bir şey demezdi ama nereye gidiyorsun derse ne cevap verecektim.
Arabanın kapısı açılıp buz gibi arabanın içine geçtiğimde içimde bir titreme oldu. Üşümeden mi kalbim bir anda hızlanmıştı yoksa heyecandan mı? Arabayı çalıştırıp hemen yola koyuldum. Yolları mıh gibi aklıma kazımıştım. Bu yolları artık ölsem de unutmazdım. Bu yollar beni ona götürüyordu nasıl aklımdan çıkardı.
20 dakika sonra köy yoluna girmiştim. Yağmura bağlı yerlerde çamur vardı. Arabanın tekeri kayacak diye çok korkmuştum. Köy meydanına arabayı bırakıp mezarlığa doğru yol aldım. Burayı bu ikinci çıkışımdı. Bu sefer kolumdan tutan bir teyze de yoktu. Başıma siyah bir eşarp bağlayıp mezarlığa doğru yol aldım. Yağan yağmurdan dolayı olan taze çimen ve toprak kokusu. Canımı çok yakıyordu bu koku.
Ona gelmiştim. Ondan özür dilemeye olanları anlatmaya geldim. Ona bebeğimizi göstermeye geldim.
Mezarına doğru döndüğümde mezarın başında bir adam vardı. Daha önce hiç görmediğim bir kişi. Mustafanın mezarına gelecek kadar yakın akrabası ise tanıyor olmam lazımdı ama onu daha önce hiç görmemiştim. 35 yaşlarında sakallı bir adamdı.
Biraz daha yaklaştım daha net görebilmek için mustafanın mezarına gözlerini dikmiş bakıyordu.
Geldiğimi farketmemişti. Biraz daha yaklaşınca ayak seslerimden geldiğimi anladı.
Hemen bana doğru döndü. Adam bana döndüğünde bir anda şimşek çakınca çok korktum. Gözlerime şaşkın bir şekilde hortlak görmüş gibi bakıyordu o adam ise. Asıl benim ona bakmam gerekiyordu.
Yağmur yavaş yavaş üzerimize yağmaya başlarken hala adamın bir konuşmasını bekliyordum.
“Merhaba” dedim o konuşmayınca.
Cevap vermedi. Hala şaşkın bir şekilde yüzüme bakıyordu.
“Mustafaya mı geldiniz” dedim.
Önce mezar taşına baktı. Sonra tekrar bana. Ağzı açık şaşkın bir şekilde bana bakarken hala bir cevap vermesini bekliyordum.
“Hı hı” dedi kafa sallayıp.
“Yakını mısınız sizi daha önce hiç görmedim” dedim.
Adam mustafaya çok benziyordu. Onun 15 yaş yaşlanmış hali gibiydi. Bir siması benziyordu büyük ihtimalle uzaktan bir akrabasıydı.
“Ben “ dedi.
“Çok uzaktan akrabasıyım. Gelip dua etmek istedim “ dedi. Ardından elimdeki çiçeklere baktı.
“Siz” dedi.
“Ben ?” Dedim.
“Siz yakını mısınız?”
Kafamı salladım. Sevgilisiydim diyemedim. Bu kelimeyi söylerken canım daha çok yanacaktı.
Kalbim deli gibi çarpıyordu belki de aylar sonra Mustafamın yanına geldim diyedir. Onu çok özlemiştim.
“Ben gideyim” dedi adam. Karşımda durup boş boş bana bakmaya devam etseydi ben kovacaktım.
“İyi günler “ dedi başı öndeyken ellerini cebine koymuş yanımdan geçip gidiyordu.
“İyi günler” dedim. Adam yanımdan geçerken tekrar çakan şimşek ile yine irkildim. Ben çok korkardım gök gürültüsünden.
Adam gittikten sonra başımı çevirerek omzumun üzerinden ona baktım. Garip davranıyordu. Hem çok tanıdıktı hem hiç tanımıyordum. Bir süre sonra mezarlığın aşağısındaki yolda kayboldu.
“Sonunda yalnız kalabildik” dedim acı bir şekilde gülerek mezar taşına dönüp. İnsanın mezar taşında sevdiğinin adını görmesi kadar canını yakan bir şey var mıydı acaba?
“Nasılsın? Ben iyiyim beni merak etme. Eskisi gibi intihar etmeye kalkmıyorum. Sensiz yaşamaya alışmaya çalışıyorum yapamıyorum ama olsun. “ dedim gözümden bir damla yaş düşerken.
“Sana bebeğimizi getirdim. Mustafa bir görsen fasülye kadar o kadar tatlı duruyor ki bence sana benzeyecek. Midem fazla bulanmıyor. Hamileliğim rahat geçiyor” dedim hıçkırıklar içinde ağlarken.
“İşte de fazla yorulmuyorum. İyi bakmaya çalışıyorum bebeğimize. Hastanede her şey aynı” dedim. Aklıma gelen her şeyi söylüyordum evdeki perdeleri bile anlatmak istiyordum ona.
“Kalp atışı var bebeğimizin böyle pıt pıt atıyor. “ dedim gözlerim artık bulanık göreceğim kadar dolmuştu. Mezarın yanına oturdum. Ayaklarım beni kaldırmadı.
“Dönmeyeceksin değil mi? Bıraktın beni burada bir başıma. Neden mustafa? “
“Neden mustafa neden toprak bizden daha mı güzeldi” diye haykırdım. Uzun zamandır içimde tuttuğum şeyler patlamaya başlamıştı.
“ sen ben ve bebeğimi nasıl bırakıp gittin. Hiç demedin mi bu kız ne yapacak bensiz nasıl dayanacak. “
“YA NEDEN ?”
“CEVAP VER BANA” gözlerimi silip ağlamaya devam ediyordum.
“Özür dilerim hep hormonlar yüzünden bunlar. “ açıklama yaparak. Mezar taşı ile konuşunca anlıyor insan hayatta hiç bir şeyin öneminin olmadığını. Mezar taşı insana cevap da vermiyordu. Biri dışarıdan görse kafayı yediğimi düşünür.
“Ben evleniyorum” dedim bir anda.
“Bebeğimiz için. Babası olması için. Bir gün babam nerde diye sorduğunda yalan da olsa bir cevap verebilmek için.
“Bana kızıyorsun biliyorum. Beni affet. Beni ne olur affet. Bir tek canım kaldı mustafa senden sonra. Bir canım bir de karnımdaki can. Hayatta kalmak istemedim. Hiç istemedim. Defalarca denedim ama ölemedim. Karnımdaki bebek için yaşamak istiyorum artık. “
“Eskisi gibi tadı yok hiç bir şeyin. Sen gittiğinden beri kafası kesilmiş tavuk gibi çırpınıyorum. Bulduğum tek çözüm yolu da buydu.”
“Sana gelip bunları anlatmak istedim. Beni affetmen için yalvarmaya geldim” dedim ağlarken.
“Beni affet. Mustafa beni ne olur affet” dedim gözlerimi kapatıp hıçkırıklar içinde ağlarken.
“Ne olur affet” dedim. Haykırışım mezarlığı inletiyordu. Ağlamaya devam ederken omzumda bir el hissettim. Bir anda arkamı döndüm bu ıssız mezarda kim vardı ki. Arkamı dönmemle şok oldum.
“Fatih”