Taş Gölgeler

624 Words
Mardin’in Midyat’ında, taş evlerin gölgeleri dar sokaklara süzülürken, güneş, kentin üstüne altın bir tül örterdi. Berdan, o yıllarda henüz on dördündeydi; gözlerinde bir ağa oğlunun mağrur parıltısı, yüreğinde ise adını koyamadığı bir ateş. Eylül, aynı sokakta, zeytin ağaçlarının gölgesinde dans eden, kahkahaları rüzgâra karışan bir kızdı. Saçları, buğday tarlalarının dalgaları gibi savrulur; gözleri, Harran Ovası’nda batan güneşin son yansıması gibi derin ve yakıcıydı. İkisi, çocukluklarının masum oyunlarında, taş duvarların kuytusunda, birbirlerinin ruhuna dokunmuştu. O dokunuş, ne bir başlangıç ne de bir sondu; yalnızca ebedi bir ânın ilk nefesiydi. Berdan, babasının konağında, aşiret törelerinin ağırlığı altında büyürken, Eylül’ün özgür ruhu onu büyülüyordu. Bir yaz akşamı, Midyat çarşısında, yaşlı bir çınarın gölgesinde, Berdan, Eylül’ün avucuna pürüzlü bir taş sıkıştırdı. “Bu taş,” dedi, sesi titreyerek, “bizim yeminimiz. Ne zaman uzak düşsek, bunu hatırla.” Eylül, taşın sıcaklığına dokundu, gözleri parlayarak gülümsedi. “Uzak mı düşeriz ki, Berdan?” diye sordu, masum bir alayla. O an, ikisi de bilmiyordu ki, kader, taş kadar sert bir el uzatacaktı aralarına. Yıllar, bir bahar seli gibi aktı. Berdan, on sekizine bastığında, babasının emriyle önce İstanbul’a, ardından Amerika’ya, bir üniversiteye yollandı. Ağa oğlu, modern dünyanın kapılarını aralarken, Eylül, Midyat’ta, orta halli ailesinin taş evinde kaldı. Berdan’ın gidişi, Eylül’ün yüreğinde bir yara açtı; ama aşkları, mesafelerin soğuk zincirlerini kırmayı bildi. İlk zamanlar, mektuplar uçuştu aralarında. Berdan, Amerika’nın gri şehirlerinde, Eylül’ün el yazısıyla süslenmiş kâğıtlara sığındı. Eylül, Midyat’ın tozlu sokaklarında, Berdan’ın kelimeleriyle hayaller kurdu. “Bir gün,” yazıyordu Berdan, “sana Midyat’ın taş konağında bir hayat kuracağım. Seninle her sabah zeytin ağaçlarının gölgesinde uyanacağım.” Eylül, bu sözleri okurken, parmakları kâğıdın üstünde geziniyor, sanki Berdan’ın tenine dokunuyordu. Mektuplar, zamanla yerini telefonlara, sonra mesajlara bıraktı. Teknolojinin soğuk ekranları, onların ateşini söndüremedi; aksine, kelimeler, daha cesur, daha yakıcı bir hal aldı. Berdan, bir gece, Amerika’da, odasının loş ışığında, telefonun öbür ucunda Eylül’ün sesini duyduğunda, yüreği titredi. “Seni düşlüyorum,” dedi, sesi kalın, neredeyse bir fısıltı. “Burada, bu yabancı topraklarda, senin kokunu özledim.” Eylül, Midyat’taki odasında, yatağında uzanmış, gülümsedi. “Sadece kokumu mu?” diye sordu, sesinde muzip bir davet. “Peki, Berdan, ya ben seni düşlersem? Ya ellerim, senin hayalini burada, bu karanlıkta okşarsa?” Berdan’ın nefesi kesildi; bir an sustu, sonra, “Eylül,” dedi, “Böyle konuşursan, bu mesafe beni yakar.” Bu sözler, ikisini de alevlendiren bir oyunun başlangıcıydı. Mesajlar, artık sadece özlem değil, bedensel bir hasretin çığlığıydı. Berdan, bir akşam, cesaretini topladı: “Sana dokunmayı hayal ediyorum,” yazdı, parmakları ekranda titreyerek. “Parmaklarım teninde gezse, nabzını hissetsem, ne yapardın?” Eylül, bu mesajı okurken, içindeki ateşin yükseldiğini hissetti. “Belki,” diye yanıtladı, “ben de sana dokunurdum, Berdan. Ama öyle yavaş, öyle ki, ruhun bile titrerdi.” Kelimeler, bir dans gibi, arzunun sınırlarında geziniyordu. Telefon görüşmeleri, gecenin sessizliğinde, daha da cesur bir hal aldı. Eylül, bir gece, fısıldadı: “Berdan, seni burada, yanımda hayal ediyorum. Teninin sıcaklığını, nefesinin hızını…” Berdan, bu sözlerle, binlerce kilometre ötede, kendini bir ateşe teslim edilmiş buldu. “Eylül,” dedi, sesi hırçın, “bir gün geldiğimde, bu hayalleri gerçeğe çevireceğim. Öyle bir dokunacağım ki, zaman duracak.” Bu yazışmalar, ikisini de hem birleştiriyor, hem de tüketiyordu. Eylül, Berdan’ın kelimelerine sığınırken, onun Amerika’daki hayatını kıskanıyordu. Berdan, Eylül’ün Midyat’ta, kendi ulaşamayacağı bir dünyada olduğunu düşünerek huzursuzlanıyordu. Ama aşkları, bu kıskançlıkların, bu mesafelerin üstesinden geliyordu. Her mesaj, her fısıltı, onları birbirine daha sıkı bağlıyordu. Berdan,” diyordu, “bir gün, bu taş yeminimizi tutacağız. Seninle evleneceğim.” Berdan, bu sözleri okurken, yüreğinde bir ateş, bir umut yanıyordu. Ama kader, henüz yüzünü göstermemişti. Eylül’ün, Berdan’ın kelimelerine sığınırken bir yandan da Midyat’ının taş sokaklarında kendi savaşlarını verdiğini bilmiyordu. Berdan, Amerika’da, modern dünyanın ışıltısında, aşklarınının gücüyle ayakta dururken, Midyat’ta bir fırtına hazırlanıyordu. Töre, soğuk bir gölge gibi, iki gencin üstüne düşmek için bekliyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD