Midyat’ın taş avluları, sabahın serin nefesiyle uyanıyordu. Zeytin ağaçlarının gölgeleri, taş döşemelerde dans ederken, rüzgâr, sedir dallarında eski bir türkü gibi fısıldıyordu. Eylül ve Berdan, Hacı Mahmut'tan kurtulup, kaçmış, Kobani’nin tozlu yollarından dönmüş, konağın gölgesine sığınmıştı. Ellerinde Hacı Mahmut’un defteri, yüreklerinde ise aşklarının sınavıyla bıraktığı yaralar vardı. Şeyhmus’un gölgesi, Leyla’nın sırrı, Kerem’in ölümü, hepsi bir sis gibi zihinlerini bulandırmıştı. Ama Midyat, onları yeniden çağırıyordu; bu kez, ne bir silah sesi, ne bir ihanet, sadece avlunun sessiz sedasız anlattığı bir hikâye vardı. Eylül, konağın avlusunda, eski bir çınarın gölgesinde oturuyordu. Elinde, Berdan’ın yıllar önce verdiği pürüzlü taş, parmaklarının arasında dönüyordu. Gözleri, uzakla

