Midyat, taş avluların gölgesinde bir lanetin nabzını tutuyordu; rüzgâr, kuru hışırtısıyla tozları savuruyor, yaslı sedirlerin dallarına bu kez bir intikam ağı örüyordu. Gökyüzü, kanla lekelenmiş bir yara gibi bu kadim toprağın öfkesini haykırıyordu. Eylül, konağın zincirlerinde bir mahkûm, ruhu ise bir ateşti. Cehennemin ücra dehlizlerinin en dumansız yerinden dişi bir şeytan, yeryüzüne teşrif etmiş, adeta arz-ı endam buyuruyordu. Berdan’ın vurulduğu haberi, yüreğini bir hançerle oymuş, yerini bir alev ve devasa bir yeminle doldurmuştu: İntikam yemini. Töre, tüm pervasızlığıyla hayatı kızıla boyamıştı. Heplikten hiçliğe giden yolu kapatmış, Eylül'e küçük kıyametini her yeni gün yeniden yaşatır olmuştu; O ise tüm bu olanları şimdiye kadar nispeten sineye çekmişti. Lakin durulması gereken

