Midyat, taş avluların gölgesinde bir isyanın fısıltılarını saklıyordu; rüzgâr, kuru hışırtısıyla tozları savuruyor, yaslı sedirlerin dallarına bir keder ağı örüyordu. Gökyüzü, kurşuni bir örtüyle kapanmış, sanki bu kadim toprakların sırrını örtmek istercesine. Berdan, Midyat’ın dar sokaklarında bir hayalet gibi süzülüyordu; yüreği, Eylül’ün aşkıyla tutuşurken, zihni Hacı Mahmut’un ifşa olmuş sırlarının yankılarıyla doluydu. Gazetecinin haberi, ulusal basında bir bomba gibi patlamış, Hacı Mahmut’un sınır ticaretindeki kirli ittifaklarını gün yüzüne çıkarmıştı. Tüccarlar, onun adını terk ediyor, bankalar borçlarını sıkıştırıyordu; bir imparatorluk, çöldeki bir kale gibi ufalıyordu. Ama bu zafer, bir gölgeyle gelmişti; Şeyhmus Ağa ve Hacı Mahmut’un ittifakı, Berdan’ı bir av gibi kovalıyordu.

