YAZAR ANLATIMI
Gülay, bitkin adımlarla çıktı konaktan, bahçede kahve içen abisine doğru ilerledi titreyen bacaklarıyla.
Çok kötü durumdaydı, yaşadığı büyük hayal kırıklığı onun için tarif edilemezdi. Ama tarif etmesi gerekti bunu, yoksa çok yakında ortaya çıkacaktı kendiliğinden, ve bu onun için ölüm emri niteliğinde olacaktı.
Tam abisinin karşısında durduğunda fark etmişti onu Ferman ağa, çünkü o an aklı işleriyle doluydu.
Kız kardeşini ne kadar çok sevse de sert davranırdı Ferman ağa, böylece kardeşinin ciddi biri olarak yetişeceğine inanırdı.
"Gülüm, hoşgeldin! Gel otur, öyle durma ayakta!"
Gülay ilk başta kararsız kaldı. İlk başta aklındaki şeyi mi söylemeliydi, yoksa abisinin yanına mı geçmeliydi.
Yüzünde buruk bir gülüş oluştu, ardından abisinin yanına geçip oturdu çardakta. Bu onun için çok zor bir durumdu, bu yüzden hemen anlatmak onun için pek kolay olmayacaktı.
"Kahve içeceksen söyle içerdekilere, közde yapmışlar, tadı enfes olmuş!"
Başını salladı Gülay, şu an kahve ya da başka bir şey düşünmeyecek kadar perişandı çünkü.
"Yok abi, kahve dokunuyor bu aralar bana. Ben seninle bir şey konuşmak için geldim. Ama önemli bir konu, vaktin var mı bana ayıracak?"
Aklına ilk olarak okulu gelmişti Ferman'ın. Kız kardeşinin eğitimine bizzat önem veriyordu, onun coğrafya kaderdir lafına boyun eğmeden yaşamasını planlıyordu zira.
"Bana bak, dersten çaktım dersen bende sana çakarım! Ben senden bugüne kadar hiçbir şey istemedim, aklı başında bir kız ol, kendin bir şeyler başaracak kadar güçlü ol istedim sadece! Bunu da yapamıyorsan çok fena olur Gülay!"
Abisinin şakayla karışık sözlerine sadece gülümsedi Gülay. Ona bir gün olsun vurmamıştı Ferman, ama bugün duyacağı şeyden sonra toprağa canlı olarak gömme ihtimali bile vardı.
"Yok abi, dersler değil konu. Ben başka bir konu için rahatsız ettim seni, kusruma bakma lütfen! Abi, ben..."
Ferman tam tüm dikkatini ona vermişken telefonu çaldı. Duyduğu telefon sesiyle hem gerilmişti, hem de rahatlamıştı Gülay.
Bunu konuşmaktan zaten korkuyordu, birkaç dakika daha kurtulmuştu bu konudan. Ferman kız kardeşine parmağıyla susmasını işaret edip telefonunu çıkardı cebinden.
"Bu önemli, ben hemen geliyorum güzelim!"
Yerinden kalkıp birkaç metre öteye giderek telefonunu açtı, ardından iş konusunda konuşmaya başladı. Yakınında olsa da dinlemedi Gülay, derdini nasıl anlatacağını düşünüyordu öylece.
Zordu bu derdi anlatmak, imkansız bile sayılırdı hatta. Ölmek daha iyi bir seçimdi belki de, abisine anlatmayı seçerek hata yapmıştı.
Bir mektup bırakırdı ardından, en azından ailesi masum bilirdi onu. Daha sonra kıyardı canına, kimse bilmezdi onun yaptığı bu lanet işi.
Kararlı bir şekilde ayağa kalkıp abisine doğru yürüdü eve geçmek için, tam o sırada kapattı telefonu Ferman. Kardeşinin yanında olduğunu görünce hatırlamıştı önemli bir mevzu anlatacağını.
"Gülüm, sen ne konuşacaksan konuşalım haydi, benim çıkmam gerek daha sonra. Anlat bakalım, belli ki bir sıkıntın var senin."
Sadece gülümsedi Gülay, ardından başını salladı. Bu olay duyulmasa daha iyi olacaktı, zaten abisi duysa bu evden çıkan tek şey Gülay'ın cenazesi olurdu.
"Yok abi, o kadar önemli değil. Hem ben uygun bir anında konuşmak isterim, sen bu aralar çok yoğun çalışıyorsun, ben beklerim."
Ferman, kardeşinin anlayışlı haline sevinmişti. Çok yoğun günler yaşıyordu, o yüzden hiçbir şeye zaman ayıramıyordu.
"Tamam güzelim, ben gidiyorum o halde. Eve gelince konuşuruz," diyerek alnından öptü kardeşinin.
Kardeşinden uzaklaşıp kapıya ilerledi, Gülay arkasından bakınca göğsü daralmıştı sanki. Onu son kez gördüğünü düşünerek ilerledi arkasından.
"Abi..." kelimesiyle durdu Ferman. Kardeşine döndüğünde bir anda üzerine atladı Gülay, sımsıkı sarıldı abisine.
"Gülay'ım, benim gül kokulu, ay yüzlü kardeşim. İyisin değil mi?"
Kardeşinin bir şeye üzüldüğünü düşünmeye başlamıştı, ve ne kadar sevgisini belli etmekte zorlanan biri olsa da kardeşini üzen sebebi dünyadan silecek kadar korkusuz bir adamdı.
"Yok, yani evet, iyiyim! Sadece seni çok sevdiğimi bil abi, iyi ki benim abimsin sen!"
Başını kaldırıp baktı abisine, Ferman onun bir şeyler sakladığını anlasa da ne kadar mühim olduğunu çözememişti.
"Bana bak, sen benden bir şey mi isteyeceksin yoksa? Eğer öyle bir şey varsa haberim olsun yani!"
Tebessümle başını salladı Gülay, ardından bir adım uzaklaştı abisinden. Ne kadar ağlayacak gibi olsa da bastırıyordu tüm duygularını.
"Yok abi, senin mutlu olmandan başka bir şey istemem. Aa, annem beni çağırıyor. Ben ona bakmaya gidiyorum, daha sonra görüşürüz! Kolay gelsin abicim!"
Mutlu gibi rol yapıp gülümseyerek eve kaçtı Gülay, Ferman arkasından birkaç saniye baktıktan sonra bir sorun olmadığını düşündü.
Önemsiz olduğunu düşündü konunun, bu yüzden de konaktan ayrılmaya karar verdi, halledeceği çok işi vardı sonuçta.
Gülay odasına girene kadar sükunetle sustu, odasına girip pencere önüne geldiğinde abisinin çoktan konaktan çıkıp arabasına bindiğini gördü.
Tamamen gittiğini görene kadar tuttu gözyaşlarını, gittiğinden emin olunca akmıştı yaşları sicim sicim kara gözlerinden.
"Ben ne ettim, bu lekeden nasıl kurtulacağım? Daha doğrusu kurtulmak ister miyim?"
Bu sorusuyla eli karnına kaymıştı. Henüz bir şey hissetmiyor olsa da biliyordu artık burada bir can olduğunu.
O canı bırakmak istemiyordu Gülay, böyle bir günahın bedelini ödemesini istemiyordu karnındaki sabinin.
Ölmeliydi, ancak böyle kurtulurdu herkes. O zaman kendi canından birini öldürdüğü için bir ömür acı çekmezdi.
Hiç düşünmeden eline defterinden yırttığı bir kağıt, ve de bir kalem alıp dökmeye başladı içindeki şeyleri, sıraladı yalanları. Niyeti öldükten sonra dahi ailesinin kara lekesi olmamaktı.
Bir mektubu yazmak ne kadar sürerdi? Bir saat boyunca birkaç kelime ancak dökülmüştü kağıda Gülay tarafından.
Bu kadarını yazdığına dahi hayret ediyordu, ruhu az da olsa rahat etmişti artık.
Oturduğu sandalyeden kalkıp abisinin kendisine hediye ettiği hançeri aldı eline, ardından yatağına uzandı.
İlk başta tereddüt etse de bebeğiyle beraber çekip gitmek istiyordu bu dünyadan, onu terk etmeyecekti böylece!
Daha fazla düşünmeye gerek duymadan bileğine tuttu hançeri, ardından hızlıca çekerek kesti bileğini.
İlk başta küçük bir sızı gibi gelmişti bu, ama daha sonra artmıştı bu acı. Kan kaybederek ölmek kolay değildi, ve Gülay bunu öleceğinden emin vaziyetteyken öğrenmişti...
*******
"Akşam olacak neredeyse, Gülay hanım kalkmamış! Bu kız benim ömrümü yedi!"
Söylene söylene çıktı konağın merdivenlerinden Zeynep Hanım, kızının tembel halleri onu bunaltmıştı artık, bu yüzdendi söylenmesinin sebebi.
Kızının odasının kapısını hiç çalmadan girdi, önce yatakta uyuduğunu sandığı kızına, ardından da elindeki hançere baktı.
Hançeri gördüğü an gözleri fal taşı gibi açılmıştı, o kadar korkmuştu ki hiçbir şey diyemedi o an. Bu kez kızının kesik bileğine baktı, işte o an acı bir feryat kapladı tüm konağı.
"Gülay! Kızım! Sen kendine ne yaptın kızım?"
Acı içinde kızının üzerine koştu, ardından bileğini tutup gözyaşları içinde kızına baktı. O kadar tedirgin bir haldeydi ki, böyle bir şeye ne yapılır bilmiyordu.
Konaktaki hizmetçilerden biri Zeynep Hanım'ın çığlığıyla beraber odaya geçti, o da aynı manzara ile karşılaşınca acı içinde çığlığı bastı. Gözyaşları içinde ona döndü Zeynep.
"Hemen kalfayı getir, arabayı hazır etsinler, Gülay'ı biz hastaneye götüreceğiz!"
Böyle bir durumda bile sert ses tonunu bürünüyordu Zeynep Hanım, zira çalışanlarının yanında hep güçlü durmak istiyordu.
Konağın hizmetçisi koşarak kalfaya haber vermeye gittiğinde Zeynep Hanım kızının karnına koydu başını, hıçkıra hıçkıra ağladı.
"Sen ne yaptın kendine kızım, biz senin saçının teline kıyamazken sen nasıl kıydın kendine?"
Aynı soruları defalarca kez sordu kızına, cevap alamayacağını bile bile. Kalfa gelene kadar haykırışları bitmedi, kendi kendine konuşup durdu.
Kalfa geldiğinde Gülay'ı kucağına aldı, ardından arabaya götürmek için hızlı adımlarla çıktı odadan. Zeynep Hanım ilk toparlanmaya çalıştı, kalbi o kadar hızlı atıyordu ki kendinde güç bulamıyordu.
Tam odadan çıkacakken yatağın yanındaki komodinde bir kağıt gördü, anında uzanıp aldı kağıdı. Okuma yazması yoktu Zeynep Hanım'ın, ama kızının intiharıyla alakalı olduğunu anlamıştı bu kağıdın.
Kağıdı hemen alıp cebine koyarak odadan çıktı, bir an önce hastaneye yetişip kızının kurtulmasını sağlamalıydı önce!
*******
O kadar acılı bir haldelerdi ki, hastaneye gittikten 1 saat sonra akıllarına gelmişti Ferman'ı aramadıkları. Böyle bir haber vermek istemeyen Zeynep Hanım kalfaya emretti Ferman'ı aramalarını.
Ferman kardeşinin kendisine kıydığını öğrendiği an hastaneye gitmişti, yol boyunca acı içinde ağlamış, kardeşi için dua etmişti.
Hastaneye geldiğinde güçlü durmaya çalışsa da başaramadı, kız kardeşinin durumu ortadayken nasıl güçlü durabilirdi ki?
Annesinin ağlayarak orada oturduğunu görünce koşarak yanına gitti, hemen önünde diz çöktü ve ellerini tuttu.
"Kardeşim iyi, değil mi anne? Ne olursun bana başka bir şey için ağladığını söyleme! Durumu nasıl kardeşimin?"
Zeynep Hanım yaşadığı şoktan ötürü cevap veremedi, kalfa yanına yaklaşıp aynı şekilde eğildi.
"Henüz bir şey söylemediler Ferman ağam, ama iyi olacak Gülay kızımız. Siz sakin olun, Gülay güçlü kızdır, bizi bırakıp gitmez öylece!"
Ferman bu sözlerin doğru olması için sessizce dua etti. Zeynep Hanım hiçbir şey demeden yanında getirdiği mektubu çıkarıp oğluna verdi.
"Bu ne anne?" diye sordu Ferman mektubu eline alırken. Zeynep Hanım önce hıçkırıklarının geçmesini bekledi, zar zor cevap vermişti.
"Yanı başında buldum, önemli bir şeydir diye de yanımda getirdim! Oku oğlum, benim Gülay'ım neden kıymış canına, söyle bana!"
Ferman titreyen elleriyle aldı mektubu, ardından da yavaş bir şekilde açıp içinden okumaya başladı yazılanları.
'Aylar önce tecavüze uğradım, ama bunu canım aileme söyleyemedim! Ben ailemizin kara lekesi olmamak için gidiyorum, sizin için namussuz biri olmaktansa hiç olmamayı tercih ederim! Karnımdaki sabinin hiçbir günahı yok, o yüzden ona kıyıp hayatıma devam etmek yerine, onunla beraber gidiyorum. Sizleri çok seviyorum, beni sakladığım bu günahtan ötürü affedin!
GÜLAY...'