KEK MESELESİ

1431 Words
Bir hafta olmuştu ve ben yeni yeni kendime geliyordum. Sıradan bir hayatım vardı ve birdenbire böyle bir şeyle karşılaşınca ne yapacağımı bilememistim. Hala tedirginlik vardı üstümde. Annemle babam bu Şahan Ankara'ya geri dönmüştü. Bende okula gittim. O çocukların öğretmene ihtiyacı vardı. teröristler tarafından kaçırılsam bile korkup kaçacak değildim. Ben bir öğretmenim ve ders vermem gereken çocuklar var. Okulun demir kapısından adımımı attığımda burnuma gelen ıslak toprak ve soba dumanı kokusu, bu yaban coğrafyada içimi ısıtan ilk şey olmuştu. Hava soğuktu. Güneş dağların ardından kendini zar zor gösteriyor, üşümüş yüzüme yumuşacık bir dokunuş bırakıyordu. Üzerimde kalın bir kaban, elimde dosyamla okulun küçük bahçesinden geçerken ayaklarımın altındaki çamur hafifçe sıçradı, ama aldırmadım. Küçük, tek katlı okul binasının pencerelerinden birinden bana bakan birkaç çocuğun heyecanla ellerini salladığını gördüm. Kalbim küt küt atmaya başladı. Onları görmek, sanki uzun süredir beklediğim bir huzuru getirmişti. Kapıyı araladım. İçerisi sıcaktı. Sobanın çıtırtısı, çocukların mırıldanışları, tahta kokusu… her şey tam da bıraktığım gibiydi. Tam içeri adımımı atmıştım ki minik ayak sesleri duyuldu. Sonra birkaç çocuk koşarak yanıma geldi. "Öğretmenim!" dedi biri. Bir anda sandalyelerden fırlayan küçük bedenler boynuma, belime sarıldılar. Gözlerim yandı. İlk başta direnmeye çalıştım ama… o küçük kollar, o minicik eller… insanın yüreğine dokunuyordu. "Tamam çocuklar, tamam," diyebildim boğazımdaki düğümle. "Hadi bakalım, dersimiz var değil mi? Sınıfa geçelim." Onlar neşeyle önden koştu. Ben arkalarından yürürken ayaklarım yerle temas ediyordu ama kalbim başka bir dünyadaydı. Her şey yerli yerindeydi. Sobanın üzerindeki o eski çaydanlık, pencereye yapıştırılmış kar tanesi süsleri, tahtada çocuklardan kalma eğri büğrü yazılar… Her şey beni yeniden evime çağırıyordu. Çantasını masama bıraktım, kalem kutumu çıkardım. Sonra yüzlerine baktım hepsinin. "Bugün nasılsınız çocuklar?" dedim. "Hepimiz iyiyiz öğretmenim!" diye bağırdılar. O an içim bir parça daha ısındı. Ders başladığında birlikte okuduk, yazdık, güldük. Bir çocuğum tahtaya çıkıp kekeleye kekeleye cümle kurmaya çalışırken sınıfça ona destek olduk. Kimse gülmedi. Herkes onu alkışladı. O an dedim ki… “İşte burası.” Benim yerim burasıydı. Zil çaldı. Çocuklar yeniden sarılmak için üstüme üşüştü. Kalbim dolmuştu. Tam o sırada kapıdan biri girdi. "Zeliha Öğretmen değil mi?" dedi bir ses. Başımı çevirdim. Uzun boylu, hafif kirli sakallı, üzerinde sade bir kazak olan biri… elinde defterler vardı. Gülümsemesi içten ve yumuşaktı. "Evet, siz..." "Ben Kerim. Okulun diğer öğretmeniyim. Müdür yardımcılığı da yapıyorum. Hoş geldiniz tekrar," dedi elini uzatarak. Elini sıktım. “Memnun oldum Kerim Bey.” "Ben de. Çok geçmiş olsun bu arada. Hepimiz çok üzüldük. Elimizden bir şey gelmediği için kendimizi kötü hissettik." Gözlerim yere kaydı. “Sağ olun… Şimdi iyiyim.” "Benim sınıf hemen yan tarafta. Bir şeye ihtiyacınız olursa çekinmeden söyleyin. Bu arada çay içiyorsanız öğretmenler odasında demlik kaynıyor. Dersten sonra uğrayın." Kafamı salladım. “Tamam. Teşekkür ederim.” Gülümseyerek ekledi: "Bu çocuklar sizi çok seviyor. İlk geldiğinizde de gözleri ışıl ışıldı. Şimdi tekrar öyle." Yalnızca gülümsedim. İçim kıpır kıpırdı ama bu kıpırtının adı neydi, henüz bilmiyordum. Kerim sınıftan çıkarken bir çocuk yanıma sokuldu, yanağını boynuma yasladı. “Öğretmenim… bizi yine bırakmazsınız değil mi?” Eğildim. Onun göz hizasına geldim. Başımı iki yana salladım ve gülümsedim. “Söz veriyorum,” dedim. “Sizi bir daha asla bırakmayacağım.” Onları bırakmak gibi bir niyetim yoktu. Hepsini çok sevmiştim. ders bittikten sonra öğretmenler odasına giderek elimdeki dosyaları dolaba yerleştirdim. “Bugün hiç zorlandınız mı?” Arkamdan gelen tanıdık sesle irkildim. Başımı çevirdiğimde Kerim öğretmen kapı eşiğindeydi. Elinde iki bardak çay tutuyordu. “Demlikte çay demlemiştim,” dedi hafifçe gülümseyerek. “Sözümü tutuyorum.” İçim ısındı. “. Çok teşekkür ederim.” Çayı alıp karşımdaki sandalyeye oturdum. O da diğerine geçti. Sessizlik çöktü bir süre. Bardaktan yükselen buhar, odanın tek hareketiydi. “Bugün sınıf sizi hiç bırakmak istemedi.” Gözlerimi kaçırdım. “Korkuyorlar. Hâlâ. O gün yaşadıkları şey… sadece benim değil, onların da travmasıydı.” Kerim başını salladı. “Sizin kaçırıldığınız gün… birçoğu geceleri uyuyamadı. Kimi yemek yemedi, kimi okula gelmedi. Sadece öğrenciler değil, hepimiz için çok zordu. Aileleri çocukları okula göndermekten oldukça korkuyordu. Ama bugün… hepsi yeniden ışıldıyordu. Sizi görünce.” Derin bir nefes aldım. “Ben de onları görünce güç buldum. Sanki… bana yaşadığım şeyin üstesinden gelebileceğimi söylediler bakışlarıyla. Onları tekrar kaybetmemek için elimden geleni yapacağım.” Kerim, gözlerini çay bardağının buğusunda gezdirdi. “Zeliha öğretmen siz burada olduğunuz sürece biz de yalnız değiliz. Öğrenciler de, biz de. Bunu unutmayın.” Kafamı salladım. Teşekkür etmek yetmiyordu. O an sadece susmak, o anın sıcaklığını hissetmek istedim. Saat geç olmuştu. Ayağa kalktım. “Ben artık evime geçeyim. Bugün yeterince doluydu.” “Tabii… bir şeye ihtiyacınız olursa buradayım.” “Biliyorum.” Okulun çıkış kapısından adımımı attığımda kasabanın serin havası yüzüme çarptı. Sokak lambaları yanmaya başlamış, uzaklardan soba dumanları yükseliyordu. Adımlarımı yavaşlattım. İçimde korkular vardı, elbet. Ama aynı zamanda yeni bir umut da yeşeriyordu. Bu defa sadece öğretmen değil, yeniden bir parça olmak istiyordum o çocukların hayatında. Ve en çok da… kendi hayatımda. **** Eve geldikten sonra hemen üstümü değiştirdim. Saçlarımı topladım, mutfağa geçtim. Tezgâhın başına geçip derin bir nefes aldım. İçimde garip bir heyecan vardı. Sanki bir sınava girecek gibiydim. Ömer Komutan ve timi için kek yapacaktım. Belki basit bir şeydi ama içimden gelen bir teşekkürdü bu. Hayatımı kurtarmışlardı. Bunun karşılığında ne yapsam azdı ama en azından bir kekle minnetimi gösterebilirdim. Dolabımı karıştırdım, malzemeleri tezgâha dizdim. Yumurta, un, şeker, kakao… Tarife gerek yoktu, annemin yıllardır yaptığı kekin tarifi ezberimdeydi zaten. Mikseri çalıştırırken aklım yine o geceye gitmişti. Gözlerim kısa süreliğine doldu ama hemen kendimi toparladım. Bugün ağlamak yoktu. Bugün teşekkür etme günüydü. Kek pişerken mutfağı nefis bir koku sardı. Kalbim biraz daha hızla atmaya başladı. Kekin kabardığını görünce yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi. Kalıptan çıkarıp biraz soğumaya bıraktım. Ardından üstüne biraz pudra şekeri serptim, kenarlarına birkaç çilek dilimi yerleştirdim. Bir süre öylece karşısında durup yaptığım keke baktım. Belki çok gösterişli değildi ama içimdeki tüm şükranı taşıyordu. Keki güzelce bir kaba koyup dikkatlice sardım. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Sakin olmaya çalışsam da, içim kıpır kıpırdı. Hem korkuyordum hem de mutlu hissediyordum. Elime küçük bir not kağıdı aldım ve sadece Hazırlandım, hırkamı giydim, paketi dikkatlice kucağıma aldım ve evden çıktım. Hastaneye yakın olan karakola doğru yürümeye başladım. Hava serindi ama içim sıcacıktı. Yolda karşılaştığım birkaç tanıdık bana gülümsedi. Herkes hâlâ o olaydan dolayı beni merak ediyor gibiydi. Ama ben artık yavaş yavaş normale dönmeye çalışıyordum. Karakolun önüne geldiğimde içim ürperdi. Elimdeki paketi daha sıkı kavradım. İçeri girerken görevli er beni tanıdı: “Zeliha öğretmen? Burda ne işiniz var bu arada Geçmiş olsun tekrar.” “Sağ olun,” dedim gülümseyerek. “Ben Ömer Komutan’a bir şey bırakacaktım.” Görevli asker başıyla onayladı. “Bekleyin, haber vereyim.” Kısa bir süre sonra Ömer Komutan koridorda belirdi. Her zamanki gibi ciddi bir duruşu vardı ama gözlerinin içi yumuşaktı. “Zeliha öğretmen? Hoş geldiniz.” dedi önce sonra ise merakla bana bakıp devam etti konuşmasına. "Neden burdasın öğretmen hanım" Derin bir nefes alıp elimdeki kek kabını Ömer komutana uzattım "Hayatımı kurtardığınız için kek yapmıştım size." Şaşkın bir şekilde bir bana birde elimdeki kek kabına bakıyordu. "Şey almayacakmısın?"diye sordum tereddütlü bir şekilde elimdeki kabı aldı."Gerek yoktu öğretmen hanım bu bizim işimiz" "Olsun içimden geldi. Umarım sizin time yeter hepiniz için yaptım" "Teşekkür ederim öğretmen hanım" "Afiyet olsun komutan bey" Elimi hırkamın cebine atıp anahtarımı kontrol ettim. “Ben artık müsaadenizi isteyeyim komutan bey." "Bekle çocuklardan birine söyleyeyim seni bıraksın" Hemen itiraz ettim." gerek yok ben kendim giderim" Ömer kaşlarını çattı. “Olmaz. Bu saatte tek başına yürümenizi istemem.” Ben hafifçe başımı iki yana salladım. “Tehlike yok artık. Her şey bitti.” “Öyle deme öğretmen hanım… Tehlike bazen hemen arkamızda dolanır. Ben içim rahat etmez.” Kararlıydı. Direnmenin faydası yoktu. Tam o sırada yan taraftan bir asker belirdi. Genç bir erdi. Ayakta hazırda bekliyordu. “Efe,” dedi Ömer Komutan. “Zeliha öğretmeni evine bırak. Kapısına kadar eşlik et, yalnız gitmeyecek.” Asker bir adım öne çıktı. “Emredersiniz komutanım.” Ben biraz mahcup biraz da minnettar şekilde başımı salladım. “Teşekkür ederim… Gerçekten gerek yoktu ama…” “Olmaz,” dedi Ömer. “İçim daha etmez tek başınıza gitmemize buralar tehlikelidir" Ne diyeceğimi bilemedim. Sadece gülümsedim. Askerin eşliğinde karakoldan çıktım. Soğuk hava yüzüme çarptı ama içimdeki güven duygusu o kadar güçlüydü ki… Ne rüzgar ne karanlık beni korkutuyordu artık. Yanımda yürüyen genç asker sessizdi. Saygılı ve dikkatliydi. lojmana vardığımızda başını bana çevirip “Eviniz burası mı öğretmenim hanım"diye sordu. Başımı salladım. “Evet, burası. Çok teşekkür ederim.” “Görevimiz öğretmenim, hanım” dedi, sonra da eliyle selam vererek uzaklaştı. Kapımı açıp içeri girdiğimde derin bir nefes aldım. Üzerimden bir yük kalkmış gibiydi. Kek kabını bırakırken Ömer Komutan’ın şaşkın yüz ifadesi hâlâ gözümün önündeydi. Küçük şeylerin bazen ne kadar büyük bir anlam taşıdığını bir kez daha anlamıştım. Ve bu gece… ilk defa gerçekten güvende hissederek uyuyacaktım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD