Rüzgar ağırdan bir yavaşlıkla tenime dokunurken, dizlerimin üzerinde bağladığım ellerimi dikkatlice izliyordum. Umutsuzdu bakışlarım. Eskisi kadar mücadeleci değil. Hoyratlığım izini sürse de, eski heyecanım kalmamıştı.
Dizginlenemeyen bir avuç acının beşiğinde sallanır olmuştum. Sanki, buz tutan bir yumruk, kaderimin tam zirve noktasına tosladı. Olağan olacak çoğu şeyi olağanüstü gibi yaşıyor, ne sesimi ne de gözlerimdeki yaşları durduramıyordum. Mutluluğuma olan özlemim çok şiddetliydi. Lakin fazla uzaktaydı, geri dönemeyecek kadar uzaktan ızdırabımı seyrediyordu.
Gülümsedim sahteden. Umutsuz vakayım ben, der gibi başımı kaldırıp gülümsedim. “Yapamıyorum bazen. Güldüğümde bile göğsümün içi ateş gibi yanarak sızlıyor.” Kaldırdığım başım aniden aşağı indiğinde iki büklüm oldum, ellerimle başımı sakladım. “Yapamıyorum,”diye fısıldadım tekrar. Fısıltılarım arasında yükselen nefesim titreyerek rüzgara meydan okuyordu.
Güneşin doğuşu ve batışı arasındaki esrarengizlik kadar yoğun olan bir tınıyla,”Bir adam yüzünden mi?”diye sordu Barış.
Burnumu çektim ve kısa bir an düşündüm. Ben bir adam yüzünden hayata küser miydim? Sadece günlerim boşluğa düşmüş olurdu, çünkü hayatımı bağladığım insan yoktu artık. Ama ben, bir adam yüzünden bütün hayatımı hiç edip intihara kalkışır mıydım? Ve bir adam yüzünden intihar etmeye çalışıp yine bir adam sayesinde hayatta kalır mıydım?
“Çok iyi hatırlıyorum,”diye başladı sözlerine. Gözleri denizi seyrediyor, yine de buradan bir parçası burada değil gibi dalmış görünüyordu. “Telefonları açmayınca Sinem beni aramıştı. Kapıyı çilingir ile açtırdık. İlk ben bulmazdım belki de seni, işte kaderdir belki de. En azından ben öyle düşünüyorum…” Sonra gözlerimin içine baktı ufak bir sessizlik ile. “İp boğazını mosmor yapmıştı. Günlerdir yemek yememenden dudakların kurumuştu. Her zaman zayıftın ama o gün daha bir zayıf göründün gözüme. Telaşla seni oradan alırken Sinem’in bağırışını unutmuyorum. Yıllardır tanırım onu, hiç bu kadar afallamamıştı. Seni uyandırana kadar şoktan çıkamadı. Tek kendine değil, çevrene de zarar veriyorsun.”
Bir sebep aradım söylemek için. Bulamadım düşündükten sonra. Haklıydı. Her sözü doğru, her sonucu yalansız bir doğruluk içindeydi.
Yüzüne bakamadım. Özellikle o günü hatırladığımda pişmanlık içinde birkaç saniye yumdum gözlerimi. “Hayat çok boş geliyordu. İstekle bağlandığım adam bir gün bu ilişki beni yoruyor, aileme odaklanmam lazım deyip uzaklara gittiğinde hayat bağlantım birkaç yıl kopmuştu. Benim tek aptallığım kendimi bir şeylere bağlayarak umutlanmamdı. Annemi düşündüm, hayatta olmamın tek nedeni oydu. Onu kaybettiğim günün son haftasında kendimi astım. Sonra sen kurtardın beni. Gözlerimi açtığımda alevler içinde yanmayı beklemiştim ama gördüğüm gözler bir zebaninin değil, senin gözlerindi.”
“Annen,”diye fısıldadı, ufacık aralıkta yutkunduktan sonra devam etti:”O yüzden mi astın kendini?”
“Kendimi de hayatı da o kadar boş hissettim ki. Ölümün eşiğinden uyandığımda pişmanlığı bir an bile hissetmedim. Keşke olsaydı dediğim de çok oldu. Arada ziyarete gidip kokusunu doya doya içime çektiğim, sarıldığımda acılarım bir anlığına kaybolan annem gidince uçurumdan salınmış gibi hissettim. Hala öyle aslında…” Soluklarımı düzene uydurmaya çalıştım. Birkaç dakikamı aldı. “Bazen acılar üst üste gelince daha ağır oluyormuş. Zamanla bir birey oluşumu daha iyi anlıyorum. Keşke küçük bir çocuk olarak kalabilseydim. Tek derdim şekerimin erimiş olması olurdu.”
Elini ellerimin üzerine koyduğunda yüzüme baktığını hissettim, ben bakamadım ama o bana bakıyordu. “Sinem de ben de yanındayız. Olabildiğimiz kadar yanında olmaya çalışırız. Daha doğrusu…senin izin verdiğin müddetçe.”
“Gerek yok.”dedim. Elimi elinden uzaklaştırıp göğsüme çekerken ellerimi dizlerim ile göğsümün arasında sıkıştırdım.
“Biliyorum erkeklerden uzak durduğunu. Korkuyorsun, endişe içindesin. Ben sadece yardım ediyorum. Kötü bir niyetim yok.”
“Sinem arkadaşım olduğu için mi bana yardım ediyorsun sahiden?” Gözlerine döndüm ve sonrasında susarak sözlerini bekledim. Bir süre konuşmadı. Birkaç kez gözlerini kaçırdı ama sonra cesaretini toplamış gibi baktı bana. “Biliyor muydun?”
“Belki de acılar olgunlaştırıyor insanı. Kimin ne için yakınımda olduğunu anlıyorum artık. Sinem dostum. Bir gün ölecek olsam mezarıma çiçek toplayıp getirecek tek kişidir belki. Seni de biliyorum. Hiçbir erkeğin sorunlu ve hayattan ümidi kalmamış bir kıza sırf kardeşinin en yakın arkadaşı diye bu denli yardımda bulunacağını düşünmüyorum. Ya hisleri vardır ya da menfaati.”
“Menfaatim yok.”
“Yanlış izi sürüyorsun, Barış.”
Başını eğdi. Uzun bir soluğun ardından,”Belki de…”diye mırıldandı. Sözlerin devamı olduğunu bana çevirdiği gözlerinden fark ettim. “Bende yapamıyorum, güzelim. Elimde değil. İlk gördüğümde hissettiğim bir şeydi bu. Hayata karşı ümidin yoktu ama içinde canlanabilecek o ışığı biliyorum. Uyuduğun zamanları görebilsen hak verirsin bana. Masumsun, kederlerin hiçbiri sana uğramamış kadar doğal ve içtensin. Umudun kırılmış, sağlam üzülmüşsün ama yeniden canlanmayı sadece bir destekle bekliyorsun. Bu acılar kolay geçmez belki ama bir gün illa ki geçecek.”
Gözlerime kir gibi bulaştığını bildiğim ağırlık ona baygın bakarken çoğaldı. “Sayamayacağın kadar intihara kalkıştım. Çoğunu kardeşin engelledi. Hiçbir hedefim yokken, acılarımın nedeninin kaynağının eski sevgilim olduğunu sanıyorken bu hisler biraz fazla. Benim ömrüm kısa, Barış. Mutlu olabileceğin birine sarf et bu sözleri, bana değil.”
“Ben seninle mutsuz olmaya da hazırım. Bütün ömrüm senin olsun, ona da razıyım.” Dikkatlice yanaştı bana. Dokunmaya kıyamaz gibi saçlarımın kenarından yanağıma dokunduğunda dudaklarında derin bir genişlemeye şahit oldum. “Anlar mısın bilmem ama her nefes alıp vermende yaşıyor olman dahi mutlu olmama neden. Bu şeyler atlatılmayacak şeyler değil. İnan bana, daha kötülerini de yaşadım ama hala hayatta olumlu düşünerek kalabilmek sandığından zor değil. Sadece sen kendini güçlü görmüyorsun ama başaracaksın.”
“Sen nasıl başardın?”
“Biraz dualara tutundum. Ama yalan yok, sonradan bir kardeşim olduğunu öğrenince onu korumaya adadım kendimi. Abilik nasıldır öğrenmeye başladım, sonra da onu koruyabilmek için çalışmaya başladım. Gelir elde ettim.”
“Sinem biraz bahsetmişti.” Aklıma sözlerinin gelmesi için saniyelik duraksadım.”Evlat edinildiğini söylemişti ama ailesinden hiç bahsetmedi.”
Parmakları usulca omzuma uzanırken, sadece elini çekmek için uyarmamı bekledi. Bunu yaparsam konuşması kesilirdi, şuan konuşmaya çok ihtiyacım vardı. Dokunuşunu kabullendim ve sözlerine hapis ettim kendimi. “Annelerimiz aynı, tek fark babalar. Sinem doğduğu yıl babası ölmüş ve benim babama ihtiyaç duyduğu için babamı bulup yardım istemiş. Sonra bitmiş ama, annesi ölünce Sinem de beş aylık bebek olarak yetimhaneye gitmek zorunda kalmış.”
Konuşmamı bekledi. Birkaç dakika yüzümü inceleyerek sessizliği korudu ama sonra devam etti. “Onu bulduğumda on yedisine yeni giriyordu. Üniversiteye gidecekti, ev bulmaya çalışıyordu. Ev için ön ayak oldum, sonra Ankara’ya gönderdim. İşlerimi bitip yanında dönmem iki yılımı aldı. Ev arkadaşı olduğunu söyledi bana. Hatta kendisi gibi arkadaşının da babası doğumuna yakın zamanda öldüğünü söylemişti. İyi anlaştığınızı az çok tahmin ediyordum. Seni onun gibi hayal ettim ama geldiğimde bedenden alınmış bir ruh gibiydin. Uyanıyor, yemek yiyor, çalışıyor sonra da uyuyordun. İlk gördüğümde etkilendim senden, hoşlanmış bile olabilirim ama sonradan daha çok bağlandım. Buna engel de olmak istemedim.”
Anlık olarak gülümsedim. “Öyleydim.”
“Nasıldın?”diye sordu merakla. Gözlerinin parladığını görebilmiştim.
“Heyecan doluydum. İyi biriydim.”
“Hala iyisin.”
“Ama yorgunum.” Ağzıma doldurduğum bütün nefesi dışarı saldım. “Ne için uğraşacağımı bilmiyorum. Yok olmak istiyorum. Umut bağladığım şeylerin yok olacak olduğunu bilmek delicesine korkutuyor beni. Ölümden korkarken ölüme bağlı yaşamak delirtiyor. Bazen geceleri ağlayarak uyanıyorum. Uyandığımda beni susturacak annemi görmek istiyorum. Hiç sahip olmadığım babamın bana kızım diye seslenmesini istiyorum. Sadece…yaşamaktan zevk almak istiyorum.”
Yanı başımda kendini kasarak bana bakıyordu. Avucunu sırtıma attığı anlar kısacık geldi bana. Sözlerimin sonlarında titreyerek kısılan sesim yüreğini burkturmuştu. Beklemediğim anda hızla beni kendine çektiğinde tümüyle kolları arasında hapsoldum. Vücudunun sıcaklığı beni aleve çevirirken, çıplak ayaklarıma usul usul çarpan suyun soğukluğu arafa hapsetmişti beni. Burnunu çekip kokumu solumaya çalışırken, gidecekmişim gibi sert bir sıkılıkta sardı bedenimi.
“Buradayım ben. ”dedi. Varlığını hissettirmek isteyerek daha sıkı sardı beni. “Hisset artık. Yıllardır çevrendeyim. Her uyuduğunda başında seni bekliyorum. Yüzüne minicik tebessüm yerleşse diye dua ediyorum. Beni görmeni istiyorum artık. Acılarına mutluluk katmak istiyorum. Kaderin miyim bilmiyorum, yine de hayatının parçası olmak için her gece dua ediyorum.”
Tişörtünün yakasını avuçlarım arasında ezerken yüzümü göğsüne gömdüm. Tarif edemediğim kokusu genzimi kuşatırken gözyaşlarımı yine tutamadım ama ilk defa birinin koynunda ağlamanın tuhaflığıyla beraber bana sarılmaktan bıkmamasını diledim. Kötü bir şey yapıyor gibi aciz hissettim, yine de bunu istemekten vazgeçemedim.
“Çok canım acıyor.” Burnum boynuna dayandığında nefes almak için başımı kaldırdım. “Bitsin artık bu ızdırap. Dayanamıyorum, Barış. Ben beceremiyorsam sen yap, ne olursun…”
Son fısıltıları benliğimi büyüledi: “Seni öldüreceğime kendimi öldürürüm.”
Zaman aktı, gözyaşlarım uzun süre ardından bitti. Yanaklarımdaki ıslaklıklar öylece kurudu. Havadaki nemli soğuk kuru bir şekilde vücutlarımıza çarparken tamamen tükenmiş halde kumların üzerinde oturuyorduk.
Hareket etti. Hafifçe kımıldadı sadece. Vücudumu bırakmasını ve gitmek için beni uyarmasını beklediğim an, havaya kalktığımı hissettim. Gözlerim kapandığı yerden aralanmayı başardığında ilk hareketim kolunu tutup ona sığınmamdı. Kucağındaydım ve gidiyorduk. Nereye olduğunu bilsem bile sorma ihtiyacım fazlaydı. “Nereye?”dedim onun kucağında olmaktan rahatsız olarak bedenimi sıkarken. “Yürürüm ben, bir şey içmedim bugün.”
“Gözlerini kapat, güzelim. Eve gidiyoruz.”
Başka bir şey söylemedim ona, çünkü onu tanıyordum. Eve gidene kadar başım göğsüne yaslıydı ve kokusu burnumdaydı. Neyden oluştuğunu bilmediğim koku yatıştırıyordu derin hislerimi. Gözlerim usulca aralandı ve ilk karşılaştığım gözler en yakınımdan bana bakarken gülümsüyordu. Sanırım darmadağın olmuştum ama bana bakmaktan usanmadı.
Barış adımlarını atarken, yumuşak bir baskıyla, ellerimle tişörtünü sıkıca kıstırdım ve düşmekten olan korkum zaman ilerledikçe daha da azaldı.
Islık gibi uğuldayan rüzgarı duyuyordum. Akşamın karanlığı çökmüştü. Ben önümü göremezdim, eğer beni bırakmasını söylediğim an gitseydi, galiba donana kadar oradan kalkmaz ve sabahın güneşinin doğuşunu sabırla beklerdim. Karanlık korkularımın başındaydı. O bunu biliyor muydu, pek emin değilim, fakat yine de gitmemiş olması dua etmem için bir diğer neden olacaktı.
“Görüyor musun?”
Kısacık bana baktı ve,”Neyi?”diye sordu.
“Neyi görebiliyorsan,” Burnumu çektim, sulu gözlerimi yüzüne çevirerek kırılmış gibi çıkan sesimle devam ettim. “Hava çok karanlık. Görebiliyor musun?”
“Evet,”dedi. “Küçükken birkaç doktora götürüldüm. Raporlarda bu etki ortaya çıkmıştı, daha önce farkında kimse varamamıştı. Hastalıklarımdan bir tanesi.”
Donmuş gibi kalakaldım. “Nasıl yani? Sen buna hastalık mı diyorsun?”
“Tabii. Kimsede olmayan bir şey sende varsa bu doğal değildir.”
Eğer modum yüksek olsaydı buna gülerdim. “Belki hastalık olan bizimkidir. Fayda sağlayan şeyler hastalık olamaz, onlar yarardır.”
Barış, cevabı biliyordu zaten. “Öyle diyorsan öyledir.”diye karşılık verdi, ağzına küçük bir gülüş yerleşirken.
Başımı göğsüne teslim ettim, içimde ise beynimi kurcalayan tedirginlik nabız gibi atıyordu. Elimi üzerine koyacağım bir yastık olmalıydı, vücudumu saran bir çarşaf. Göz göze gelince dahi bakışlarımı kaçırdığım birinin kollarında eve gidiyor olmak tümünden beynimi yoruyordu.
Bir soru işareti düşmüştü. Bana olan hislerini biliyorum, fakat Sinem’in bunu öğrenecek olması ve arkadaşlığımız üzerine etkisi?
Hayır, hayır. Onu kaybetmek istemiyorum.
“Beni indirebilir misin?”
“Hayır,”diye mırıldandı Barış.
“Barış.” Başımı kaldırıp gözlerine baktım, onun yatıştırıcı sakin yüzünden kurtulmam gerekirdi. “Arkadaşımla aramın açılması son isteyeceğim şey. Şimdi indirebilir misin beni?”
“Seni daha önce de kucağımda taşıdım.”
“Şuan çok rahatsızım ama.”
O zamanlar bilincim yerinde değildi. Hatta çoğunda ölüm döşeğinde hayata döner haldeydim. Sinem bunu olağan karşılardı, ya öylesine gözlerim bile açıkken eve giriş anımız nasıl bir imaj sergiledi? Allah’ım!
Kendimi, Barış’ın kollarından kurtardım ve ayaklarımın yere temas ettiğini hissettim.
“O, bundan rahatsız olmazdı, İzem.”
Kapşonlunun kollarını parmaklarıma kadar çekerken,”Ama ben öyleyim.”dedim, bazı kendime gelmem konular vardı. Gözümü gözüne temas ettirirken hissettirmek istedim düşüncelerimi. “Sinem benim en yakın arkadaşım. Yakın davranmam sana, benim gözümde sadece arkadaşımın abisi olarak kalırsın. Hislerini gömmeni istiyorum, Barış. İletişimimiz eskisi gibi kalabilir.”
“Sinem için endişelisin, farkındayım. Bunu olağanüstü karşılamayacaktır. Korkman gerekmiyor.”
Kafam tamamen karışıktı. Parmaklarımı saçlarımdan geçirirken,”Hayır,”diye soluklandım. “Tek endişem Sinem değil. Ben hayatıma birini alamam, Barış. Bugün veya yarın yine ipi boynuma dolayabilirim. Arkamda bıraktığım insanlar o an aklımın ucunda bile olmuyor. Yapamam, ne seni ne başkasını incitemem.”
Sonuç olarak, onun gözlerine bakınca yani, artık onun da kafasının karıştığını gördüm. “İzin vermeyecek misin?” Konuşmak için ağzını araladı ama o an konuşmadı. Rüzgar ile uçuşan saçlarının üzerinden gözlerime bakıyordu. Allah’ım, aklımın ucunda bile benimle olabileceğini düşünmediğim kişiydi Barış!
“Bana gelemezsin.” Dudaklarım tamamen düz bir çizgi olduğunda başımı iki yana salladım.
Onun aklı alıyor muydu ki? Hisleri için beni intihardan çekip kurtarmıştı ama bana doğru gelmek ve bir çift gibi olma fikrini gerçeğe oturtturmak mantığa sığar bir şey miydi?
Almış olduğu riski göz ardı edip, beni sevmeyi göze almıştı.
Bu hisleri hissettiğim ilk an belki onu kendimden tamamen uzaklaştırmalıydım. Sinem ile konuşmalıydım. Aramıza birkaç soğukluk girebilirdi, fakat şimdi karşımdaki gözler böylesine kırılgan bakmazdı bana.
Ona hoşgörü armağan ediyordum ama saygıyı veremezdim. Buna karşılık vereceğim saygı onun hanesine bir evet olarak yazılır.
Biraz önceki konuşulan ve yakın olduğumuz anlara çokça ihtiyacım vardı, tam o anda bunu fark etmiştim. Belki birine dayanmanın özlemi içerisindeydim. Yanlış olan şey onu biri olarak kendime yakınlaştırmam olacaktı, çünkü ben kendimi bile taşıyamaz ve sevginin nasıl işlediğini bilmezken bunu bilmekte olan biri ile yola baş koyamazdım. Özellikle bu kişi en yakın arkadaşımın abisi ise. Tüm gücümle ayağımı geriye bastım.
Tek kelime söylemedi. Saygısına, hoşgörüsüne ve anlayışlı olmasına hayrandım. Bu yalnızca eskiden olduğu gibi kalmalı ve önümüze bu şekilde bakmalıydık. Ben tereddüt eden biri değildim. Karşımda bana elini uzatan adam da öyle değildi. Bu nedenden, zorluk çekmezdim. Çok hızlı bir şekilde arkamı döndüm ve gitmeye başladım.
Akşamın ıssız soğuğu tenimi keserken, ay ışığının etrafı aydınlatan minik dairesinde evin yolunu dakikaların ardından buldum. Bahçe kapısını araladım, birkaç adım arkamda hissedebildiğim varlık sesini çıkarmadan, yanıma yanaşmadan beni takip ediyordu.
Kapı arkamdan sessizce kapandı. Perdelerin arasındaki ayrıktan bir çift göz gördüm, doğruca oraya gittiğimde bizi karşılayacak çıtı pıtı kızı şimdiden hayal edebiliyordum. Endişe içinde olacaktı, sarılacak ve suçlayacaktı. Haklıydı, biliyorum. O an kafamın içindeki tüm düşünceleri siler atar ve kendime geleceğim zamanı dileyebileceğim hatıralar gelirdi. Kimi zaman bu bana beddua gibi gelse de, yapabileceğim en mantıklı dua olurdu.
Kapının arkasında hareketlilik vardı. Sinem, koşarak ve ismimi soluyor gibi bağırdığında üzerime atladı. İhtiyaçla kollarını bana doladı. “Allah’ım, şükürler olsun!” Usulca kollarını geri çektiğinde, gözlerimin içine bakarak,”Nasıl korktuğumun farkında mısın?”dedi hesap sorar gibi. “Kendine bir şey yaptığını sandım. Neden bizimle gelmedin? Abim seni daha sonra fark etseydi, belki karanlık çoktan çökerdi ve seni bulamazdı. Bu soğukta ne yapardın?”
“Özür dilerim,”diye fısıldadım. Başımı suçlulukla eğdim. Sanki bunu daha önce hissetmemiş, ilk defa başıma geliyormuş gibi hissettim.
“Bir gün ölü bedenini görmek istemiyorum, İzem.” Yeniden, ağlamaya başlayarak boynuma sarıldı. Hıçkırıkları arasından sesini duydum, kalbim parçalandı. “Sen ailemizin parçasısın. Annenin yokluğu seni kahrediyor, senin yokluğuna alışma ihtimali bile deli olmama neden, sen biliyor musun bunu?”
“Korkma,” Elimi saçının üzerine götürüp nazikçe okşadım. “Kendimi öldürmeye gitmedim. Yalnız yürümeyi ve suyu izlemeyi seviyorum, bunu yalnız yapmak istedim. Amacım seni endişeye düşürmek değildi, Sinem. Çok üzgünüm…ağlama, ne olursun.”
“Seni çok seviyorum,”diye fısıldadı Sinem.
Gülümsedim. “Bende seni seviyorum.”
Yalnızca üç kelime. Gözlerim Barış’ın hızlı adımlarla içeriye girdiğini bu üç kelimenin arkasından görmüştü. Buna alışmam gerekecekti.
Güç toplamaya çalıştım, biraz olsun kendime gelmeye. Sinem’i kendimden uzaklaştırdım. Üç buçuk saniyede yüzümdeki tebessümü yüzüne takınmasını sağladığımda koluna girdim ve içeriye girdik. Soğuk bedenim, sıcaklığa karşı uyumlu bir tepki gösterip ısınmaya başlarken yolu bulduğuma duacı olmaya başladı. Gerçekten, biraz ihtiyacım olan sıcak yatakta uyumaktı.
Sinem gözlerini evde gezdirerek,”Abim nerelere kayboldu?”diye sordu.
“Çalışmaya gitmiştir.”
“Olabilir.”
İç çekerek, kendimi çift kaplı koltuğa bıraktım. Bu çelişkiden kaçınmanın güzel yollarından birisi rahatı arayarak uykuya sığınmak olurdu. Kendime anlatması dahi biraz zordu, halbuki içimden bir şeytan bunları Sinem’e dökmem için beynimin içini kurcalıyordu ama ben söylemezdim. Bir ihtimale bile dayansa bu arkadaşlık, yılların emeği olan dostluğu kesinlik bile içermeyen hisler için yıkamazdım.
Sinem başımın ucuna oturdu. Dağılan saçlarımı eliyle düzeltirken gülümsedi ve,”Bugün çok yorucuydu.”diye mırıldandı.
Bu benim için ve onun için farklıydı, Sinem için hiçbir şey fazla yorucu olamazdı. Bu sözleri duymak bin kat derinden bin derece ısınmış kazığın kalbime saplanması ile aynı şeydi.
“Uyuyacak mısın?”diye sordum fısıltıya inmekte olan cılız sesimle.
Uyumasını istemiyordum ama bir yandan gözlerimin içi uykusuzluktan geberiyor gibi sızlıyordu.
Konuşmasını istiyordum ama bir yandan dilim sarhoş olmuşum gibi dönmeyecek kadar kötüydü.
“Biraz uyuyacağım.”dedi, gülümsemesi eksik olmadı. “Abimle de konuşmak istiyorum. Biraz ihmal etmiş gibiyim onu. Son zamanlarda fazla uzak, belki nedeni benimdir.”
“Neden seninle ilgili olsun?”
“Kalbini kıracak sözler söyledim. Öfkeli olmasına rağmen tek kelime etmedi ama şimdi içimi gıdıklıyor sessizliği.”dedi Sinem.
Düşünceli bir halde,”Ne konuştunuz?”diye sordum.
Elini havada savurarak,”Boşver, önemli bir mevzu değil yalnız benim sözlerim onu yaraladı.”diye konuştu. Dudağını bükmüştü. “Abim hayatıma girdiğinden itibaren her şey şans çarkına yerleştirilmiş gibi ilerledi. En iyi üniversiteye gidiyorum, kaldığım evin parası benden gitmiyor, abimin sevgisine sahibim ve daha çok şey ama buna rağmen onu yargılamam hoş değildi.”
“O zaman neyi bekliyorsun,”diyerek uyarıda bulundum. Elimi bacağına uzattım, yanında olduğumu göstermek için nazikçe sıktım. “Yanına git, konuş.”
“Kafam çok karışık, İz. Nerden başlayacağımı bilmiyorum.”
“Tam ortasından başla.”dedim. “Böyle durumlarda yoğun açıklamalar yapmak mantıklı değildir. Konunun içinden geç. Abine olan sevgini dile getir, hissettiğin duyguları yüzüne anlat. Sen memnun değilsen o da değildir, kardeşsiniz siz. Çekinmekten vazgeç.”
Sinem, hayran bakışlarla bana bakarak başını salladı. “Yapacağım ve bir ara nasıl bu kadar bu şeyleri bilebildiğini bana anlatacaksın.”
“Söz veriyorum ama önce kıçını kurtar.”
Sinem öne doğru eğildi ve ayağa kalkmadan önce sağ yanağıma minik bir buse kondurdu. İkili ördüğü saçları sağa sola sıçrarken saniyeler içinde gözden kayboldu. Onun kapıya vuruşunu, kapının açılıp kapanış sesini duymuştum.
Burada bir odam olup olmadığını bilmiyordum, o yüzden bu koltukta güzelce uyuyacaktım. Uykuya dalmadan önce derenin üzerinde konuştuğumuz şeyleri düşündüm. Sözleri çok gerçek gibiydi bir yandan, fakat gerçek olmayacak kadar sıra dışı geliyordu gözüme. Hiçbir zaman ona o gözle bakmamıştım. Hislerini hissediyor, davranışları beni tedirgin ediyor olsa bile benim ona karşı sahip olduğum bir hissim yoktu.
Birini seviyorken sevilmemek acı dolu olmalıydı.
Bunu ileride halledebilmeyi umdum. Şuanda yapabileceğim tek şey olanları göz ardı ederek, hayat nasıl akıyorsa o şekilde devam etmek olacaktı.
Ellerimi başımın altına sıkıştırdım ve uzun uzun şöminenin içindeki ateşin görüntüsünü izleyerek sesini dinledim. Yatıştırıcı bu ses vücudumu gevşetti, huzura ortak olmamı sağladı. Sonunda ise, yarına uyanmak için yine gözlerimi yumdum.