Yüzüme vuran gün ışığı ile kirpiklerimi ağırca araladığımda, içime gecelerin yerleştirdiği kasvetli hava pencereden bana kendini gösteren manzara sayesinde kaybolup gitti. Küçük bir pencere görüyordum, bana geniş gövdesinden taşan kudretli dallarını gösteriyordu. Yeşildi, bu yeşil siyahtan öylesine uzak bir renkteydi ki çıkmazdayken bile umudun olabileceğini savunan bir fikre benziyordu.
Gece kendini henüz göstermeden uykuya teslim ettiğim bilincim gerçeklikten sıyrılır vaziyete bürünmüştü. Üzerimdeki uyuşukluktan kurtulmak için vücudumu saran örtüyü kenara sıyırdım, nerede olduğuma dikkatli bakışlar ile göz gezdirirken hala çiftlikteki evde olduğumuzu, fakat uyuduğum kanepede olmadığımı fark ettim. Parmaklarım saçlarımı kavradı. Bu odaya nasıl gelmiştim ben?
İçmediğim alkol kanımı uyuşturmuş olamazdı. Uykularım derin olurdu, ne olduğunu fark edemezdim bile. Uzun uzun düşündükten sonra bir sonuç bulamadım. Yataktan çıktığımda, saçlarımı tokayla bağlayıp güneşi yüzüme yediğimde aklıma bir fikir daha gelmişti; Barış.
Aklımda akşamdan yerleşen diyaloglar canlanırken sıkıntılı bir nefes aldım. Bu konuyu tartışıp bununla ilgilendiğimi sanmasına ön ayak olamazdım. Sevginin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum, yine de bir ilginin nasıl gösterildiğini fazlasıyla deneyimle öğrenmiştim. Konuyu beynimde tartıp, aynı şekilde sonlandırdığımda, mutfaktan gelen mis kokularla yüzümde neşeden bir parça yerleşti. Sanırım Sinem uyanmıştı.
Ses çıkarmadan banyoya ilerledim. Koridorun yolunda bir çift sarı gözle karşılaşmanın verdiği afallama ile duraksadım, ne hareket ettim ne de konuştum. Barış’ın elinde bir gazete vardı. Uykudan uyandığı haliyle saçları dağınık, basit ev kıyafetleri ve dalgın gözleri ile salonun kapısında duruyordu. Sadece bakıyordu ve başımı çevirip banyoya girene dek öylece orada durmaya devam etmişti.
Suyu hızla açıp yüzüme suyu çarptığım an derinden bir ferahlama hissettim. Gözlerim aynada kendimi bulduğunda yutkundum. Galiba şarkılar boşuna yazılmıyordu. Denildiği gibi bana öyle bakma, anlayacaklar. O, o şekilde baktığı sürece yalnız rahatsız olan ben olmazdım.
Banyodan çıkarken Sinem’in kıkırdamalarına kulak kesmiştim. İçeri girdiğimde, Barış’ı salatalık kapmakla ve Sinem’i gülerek elindeki tavayı ocağa bıraktığını gördüm. Onun gülüşleri dudaklarımın şekillenmesine neden olmuştu.
Elimi sandalyeye uzattım ve,”Sabah sabah ne bu neşe?”dedim.
“Abim tatil planlarından bahsediyordu,” Yumurtayı tavadan bir tabağa çekerken gözlerini yüzüme çevirdi. “Üstelik sabah mı kaldı, hayatım? Saat öğlenin on ikisi.”
“Olabilir.”diye mırıldandım ve çay fincanımı önüme çekip dudaklarıma yanaştırırken,”Aciliyeti olan bir işim olmadığı sürece bu saatlere kadar uyumanın gerçekten hiçbir sakıncası olmaz.”diyerek devam ettim.
“Geç uyanmayı sevmezdin sen.”
Gergin bir şekilde güldüm. “Arada olabiliyor öyle.”
Son zamanlarda kendimi şaşırtabileceğim ani durumlarım vardı. Bunlardan başlıcaları bir ay olacak şekilde hastane odasına bağımlı olmayışım ve tabii iş açısından kendimi bir şeylere bağlayabilme durumlarım. Sinem bir yandan mutluydu ama diğer yandan cevaplamamı beklemediği soruları vardı.
Sinem masaya geldi. Kendine bir çay alırken,”Abimin tatil planını duymuş muydun?”diye sordu kıkırdamasına engel olamazken.
Başımı iki yana salladım. “Duymadım.”
“Tek başına yurt dışına çıkmayı planlıyor.”
“Gerçekten mi? ”Sinem’in şaşkın gözlerine aynı şaşkınlıkla bakıp bakışlarımı Barış’a çevirdiğimde bu konudan bıkmış gibi dudaklarını sola oynattı. Bu kesinlikle bir plandı, Barış ve onun planlarından biri olmalıydı.
“İş için bir toplantı olacak. Kendime birkaç hafta izin verebilirim diye düşündüm ama bu imkansız geliyor sana.”
“Bir kız yoksa, tabiiki imkansız.”
Tabii, yoktu öyle bir şey. Sorunun kökünün bu olduğunu düşünüyordum. O kız olamadığı için uzaklara gitmek istiyordu. Gözden uzak olan gönülden de ırak olur muydu? Kimi zaman bunu test etmiş biri olarak, yeniden karşılaşma yaşandığı an ilk gün ki gibi hissedilirdi. Bunun manası yoktu. Yalnızca, Barış’ın başka çare bulamadığı sezgileri içindeydim.
Onunla göz göze geldim, bakışlarını kaçırıp başını eğdiğinde düşüncelerimin gerçek olduğu kanısına çoktan varmıştım.
“Kendimi açıkça ifade ettiğimi düşünmüştüm.”dedi Barış. Ardından konuşmadı, fakat hemen sonra Sinem’e dönen bakışları konuyu kapatması için emir veren bir komuta benziyordu.
“Dün bazı şeyleri hallettiğimizi düşünmüştüm ama şimdi bu halin beni düşünmeye itiyor, abi.”
Evet, o da incinmişti. Bunun sorumlusu olarak kendimi nasıl hissetmeliydim?
Barış muhtemelen bu sözlerden sonra kendini sıkışıp kalmış gibi hissederdi. “Sinem,”diye soludu, gözlerini irice açtı ve nefesini havaya seslice vermek zorunda kaldı. “Konu dün konuşulanlar için olmayacak. Herkes izin kullanır. Bir insan olarak buna muhtaç olamaz mıyım?”
“Ama beni almadan!”
“Tamam,”dedi son çare. “Sende gel o zaman. Beraber gidelim.”
Sinem kaşını kaldırdı. “Okulum ne olacak?”
Aslında onu davet ederken gerçekten gelemeyeceğini bildiğinden sorduğunu biliyordum. Barış yüzünü döndü, doğrudan gözlerimin içine baktı. Aniden üzerime çöken, sıcaklık baskısı çayı yudumlamaktan beni alıkoydu. Bakışlarını çekene kadar gözlerinin içini gözledim. Sanırım düşerdim, eğer o bakmayı kesmeseydi.
Birden ortaya Sinem’in sözleri döküldü. “Yurt dışı gezini iki ay sonraya ertele, tatil istiyorsan eğer İzem’in memlekete gidişini bekle. Onunla gidersin, olmaz mı?”
Yutkundum, hemde sertçe.
“Bu onunla bir değil, Sinem.”
“Elbette öyle,”dedi ve beni, doğrudan parmağı ile gösterdi. “Neredeyse ay içinde iki kere gidiyor. Hem o da yalnız saatlerce yolu çekmemiş olur. Yolda konuşursunuz, sıkılmamış olursunuz. Bence mükemmel bir fikir, hatta mükemmel ötesi!”
Barış hemen cevap vermedi. Uzunca gözlerimi yüzüne bıraktığımda, bir şey söyleyerek yanlış hatalar yapmamak için konuşmayı ona teslim etmiştim. Barış ağzına götürdüğü peyniri yedikten sonra, dudakları sağa keyifle yansırken,”Olabilir.”dedi.
Hayır, hayır. Ne olabilir? Hayır, olmamalı.
Daha dün konuştuklarımızı ne çabuk unutmuştu?
Sinem başını salladı. Sanki ilk başta fikir için izin almış gibi, yeniden beni test edercesine,”Senin için de uygun, değil mi?”diye sordu.
“Olur, onun için de uygunsa…gelebilir.”
Bir saniye kadar Barış’a baktım. Hayır diyemeyeceğim nadir konular hakkında fikri vardı. Ben asla acele verilmiş bir karara hayır diyemeyen aptal biriydim. Şuan buna hayır, tek yolculuk yapmaktan haz duyuyorum deseydim Sinem bir şey demezdi ama o hayır kelimesi dilimin ucunda dolaşmıyordu.
Bu fikir berbattı.
“Harika!”diyerek şakıdı Sinem. Ekmek alıp üzerine bal sürerken gözlerinin içi gülüyordu.
Açıkçası yurt dışı gezisi benden uzaklaşmak içindi, fakat son anda bu fikri terk ederek benimle yolculuk yapma fikrine sıcak bakar olmuştu. Anlamıyordum ve anlamayacaktım. Bütün gayretime rağmen, içinde bulunduğum hayatı anlayamıyordum.
Sinem gözle görülür şekilde mutlu olmuştu. Onu gülerek ve keyifle kahvaltısını yaparken görünce işi suya batıracak bir şey söyleyemedim. Bazen onun gülen gözlerinin içini görürken, aklıma annemin gülerken kısılan gözleri geliyordu. Saçma sapan bir karşılaştırmaydı, daha gözlerinin rengi bile uyuşmuyordu! Yine de mutlu olmasını görmek içimi ferahlatıyordu. Acımı dindiriyor.
Masadan çıktım ve pencereye doğru yürüdüm. Sinem bulaşıklar için biraz oyalanacaktı. Kollarımı karnımda bağladım, omzumu duvara yaslarken pencereden dışarıyı hayranlıkla izledim. Birkaç zamandır olmak istediğim yerdeydim ama birazdan gidecektik. Gerçeklik gibi, her güzel şeyin illa ki bir sonu olurdu.
Bir hisse kapıldım aniden, gözlerimi kaydırıp baktığımda Barış’ı gelirken gördüm. Onu eskiden de sık görüyordum ama artık gözlerim onu fark ettikçe içimi garip bir şey kaplıyordu, onu görmek sözlerini hatırlamaktı. Beni sevdiğini hatırlamak.
Yanıma geldi ve hiçbir şey söylemeden iki adım öteden omzunu duvara teslim etti. “Ne zaman gidiyorsun?”
“Yarın.”
“Programımı düzenlemem gerekecek.”diye cevap verdi Barış.
“Ben programımı değiştiremem, önceden söyleyeyim kesin olarak yarın gidiyorum.”
Gülümsedi ve gözleri parladı. “Yarını boşaltacağım, güzelim. Sadece seninle güzel bir gün geçirmeye hazırlanıyorum.”
Bunu beklememiştim. “Yolda agresif olabiliyorum.”
“Sen genelde de öylesin.”
“Ne?” Özellikle bunu hiç beklememiştim. Bozuntuya uğrayıp, ağzımdan oflayarak gözlerimi devirdim. “Agresif birisi değilim ben. Yalnızca ben, sadece, günlerin düzene girmesi için uğraşıyorum.”
“Merak etme, bu halinden de şikayetçi değilim. Yalnızca daha sakin olduğun zamanlar bir meleğe benziyorsun.”
Ağzım açık kaldı. Ağzımı kapatmakla meşgul olduğum sırada sol kaşım alnıma havalandı. “Şikayetçi olman için o şikayete sahip olman gerekir.”
“Sahibim zaten.”
“Kardeşinin arkadaşına karşı mı?” Bozmak istiyordum onu. Ancak böylece kendini geri çeker diye düşündüm.
Aldırmadan cevap verdi: “Sevdiğim insan olarak.”
Barış, yüzünde muzip bir ifade ile bana bakarken tek kelime söyleyemedim, gözlerim yanımıza elini beze silerek gelen Sinem’e kaymıştı. Telaşlı adımlarla geldi. Barış lafı ağzımdan çalarcasına,”Noldu?”diye sordu.
“Okuldan arkadaşım, trafik kazası geçirmiş. Hastaneye kaldırmışlar.”
Yüzüm durulup, düşünceyle gözlerimin içi gölgelendiğinde kaşlarım hafifçe çatıldı. “Hangisi?”
“Can.”
Barış,”Hadi.”diyene kadar çocuğu kafamda canlandırmaya çalışıyordum. Sinem hızlı adımlarla yürümeye başladığında arkasından koşturdum. O gittiği için ve çoğu arkadaşını bende tanıdığımdan dolayı bir çevrede görünmeliydim.
Sinem, ağzının içinde homurdandı, fakat söylediği kelimelerin birini bile anlayamamıştım. Dakikalar içerisinde arka koltukta yerimi aldım, Sinem hastanenin konumu için telaşla telefondan konumu açıp Barış’a telefonu uzatmıştı. Korkusunu hissediyordum. Endişesini hissediyordum. Elimi uzattım, kolundan tutup bana dönmesini sağladım. Sakin olması için dudaklarımı oynatarak buradayım dedim.
Yola koyulmuşken, hastaneye gideceğimiz kafama dank etti. İçimde yükselen korkuya karşı yutkundum ve bu fikre devam etmek için yutkunma ihtiyacı duydum. Annemin ölümünden sonra çok nadiren, kendi vakalarım ile hastanede bulunmuştum ve o anlarda bile oradan nefret ediyordum. İlaç kokuları, eldivenlerin esneyen dokuları ve öksürüş seslerinin verdiği elemli acı tüylerimi ürpertiyordu. Gitmek istemediğim yerlerin başında geliyordu, fakat Sinem’i öyle yalnız bırakamazdım. Benim acılarım boyunca yanımda olan ve beni acılarımdan sıyırmaya çalıştığı anların içinde kendimi bilirken, şimdi kalabalık bir desteğe sahip olsa dahi tek göndermezdim.
“Kim bu çocuk?”diye sordu Barış.
“Bizim fakültede okuyor. Aynı masaya oturup kalkmışlığımız var. Final haftası az ders çalıştırmadı beni.” Burnunu çekti, o arada kağıt kaptan peçete çıkarmaya uğraşıyordu. “Bin kere o motoru öyle kullanma dedik. Dinlemiyor ki. Aptal! Canını sokakta bulmuş gibi davranıyor.”
“Hatırlamıyorum,”diye itiraf ettim. “Senin motorcu arkadaşın mı vardı?”
“Sadece okulda görüşüyoruz. Okul dışında samimiliğimiz yok.” Peçete toplarını burnuna bastırıp, “Biraz hızlı sür şu arabayı!”dedi, sesinin tonunu ayarlayamadan bağırınca oturduğum yerde irkilerek sırtımı koltuğa yasladım.
“Sesine hakim ol.”diye uyardı Barış, buz kesilen semsert bir ses tonuyla. “Okuldan kalma bir çocuk hastane yatağında bekliyor diye ne sizin canınızı riske atarım, ne de sesinin bana öyle yükselmesine izin veririm.”
Sinem’in yüzünün yarısı görünmemesine rağmen sesinden korkuya biraz daha düştüğü gözümden kaçmamıştı. “Özür dilerim.”
“Sakin ol. Beş dakikaya oradayız.”
Sessiz caddelerden geçip, hastanenin otoparkında durduk. Önce Barış arabadan indi ve arkasından bizde inerken güneşin sıcaklığı saçlarımı tel tel yaktı. Şu anda adımlarımı hızlandırsam bile Sinem’e yetişemezdim.
Hastane kapısından az geride durdum. Bekledim, içeri girmek için tüm cesaretimi topladım ve ilk adımı attığımda gözlerim Barış ile birleşti. Dudaklarındaki samimi gülümseyiş yüzüme sancı gibi bulaştı, bu sefer bundan tereddüt duymadım.
Hastanedeydim, içeri girmiştim ama hala gergindim. Sinem ise, büsbütün kendi dünyasında endişeleri ile cebelleşiyordu. Yürümeye başladım, benim ayaklarımın attığı beş adımı tek adımda koşturarak atarken bir kat yukarıdaki odalardan birinin önünde durduk. Barış ile ne olduğunu anlamaya çalışırken, Sinem kapı önünde kızarmış gözleri ile bekleyen genç kıza,”Nerede?”diye sordu sadece.
Sinem, kızın kaldırdığı parmağın gösterdiği odaya girdi. Sıcak hava üfleyen o kapıdan içeri girdiklerinde hemen gitmedim. Gözlerim başka yöne kaydı. Duvara tutunarak köşeye sendeleyerek çekilen adamın arkasından hızla sedyede götürülen adamın görüntüsü içler acısıydı. Sedye yürürken, sedyede yatan ve baygın adamın parmağından bir damla kan hastane fayansına damlamıştı. Beynimde aydınlanan görüntü bana aitti. Elimi kesen ayna, parçalara bölünmüş kırıkların ayaklarıma battığı küçük bir an. O gecenin sabahında el ve ayaklarım sargı ile bağlanmıştı. Titreyerek silkelendim, kendime gelmeye başlarken odaya girmek için yürüdüm.
Kapıyı bilerek açık tuttum, oda leş gibi tentürdiyot kokuyordu. Yürüyüşüm hız kestiği an kendimi duvarın dibinde, Sinem’in gözyaşları içinde baktığı oğlana bakarken buldum. Çocuğun bir ayağı sargıda ve yüzünün çoğu bölümündeki yaralardan dolayı pansuman izleri görünüyordu. Çocuk esmer ve orta boylarda gibiydi, baygın bakışları ise Sinem’in yanaklarına inen gözyaşlarında kederle geziniyordu.
Sinem bir damla yaş daha dökerken,”Sen niye ağlıyorsun?”diye sordu çocuk sırıtarak. Yüzünde aptal sarhoş ifadesi vardı. “Biraz önce amcam yemek getirdi. Eşi çok güzel yapmış, salça fazla sevmem ama yemeği cidden güzeldi. Bir ara söyle sana da yapsın, lezzetten gülmeye başlarsın.”
Sinem güldü, bir yandan da gözyaşlarını siliyordu. “O amcan değildir, amcan İstanbul’dan buraya nasıl gelsin? Hastane görevlisi olmasın o.”
“Yok yok! Amcamdı, aynı yüzü. Ciddi diyorum bak.”
Yüzümü ekşiterek,”Ne içirmişler buna?”dedim.
“Bir şey içmedim kızım ben,” Çocuk bana döndü, yavaşlıkla kaba yüz hatları yumuşamaya başladığında sırıtıyordu. “Aaa, kim bu? Keşke beyaz giyinseydin, o zaman kim olduğunu söylerdim sana.”
Ona bakarken kaşlarım arasında gözle görülür bir çukur oluştu. Ameliyatlık ne durumu vardı bilmiyorum ama narkoz verildiği kesindi.
Barış bir yandan burnundan derin nefesler alıp verirken, kulağıma eğilip,”Ben söyleyince trip yiyorum, herifin dediğine bak sesini çıkarmadın.”diye homurdandı.
Yüzüne baktım. Halini çenemle işaret ettim. “Kendinde değil. Görmüyor musun?”
Bir şey söylemek için ağzını açtı, sonra vazgeçti ama onun yerine yine konuştu. “Eski sevgilisiymiş. Bizi kim için getirdiğine bir bak. Eski sevgilisi için ağlıyor, adam geliyor sana yürüyor. Kendinde olsa kim bilir neler diyecek!”
Bir şey söylemedim.
Açıkçası Sinem’in sevgilileri konusunda fazla detaylara da hakim değildim. Sadece nasıl kişiler olduğundan bahsederdi, fakat her ikimiz de sevgililer ile bir buluşma tarzı şeylere sıcak bakmıyorduk. Bilmeyişime şaşırmadım, yalnızca sedyede yatan çocukla sevgili olabildiğine şaşırdım. Sinem istediği şeyleri bilen, güçlü kişilerden hoşlanıyordu ama burada gördüğüm kişi bunun tam aksiydi.
Barış, Sinem’e sert bir bakış fırlattı. Yüzüne oturmuş olan asabiyet ile,”Vedalaş, gidiyoruz.”dedi.
“Biraz daha kalmak istiyorum.”
Tam o anda Barış,”Vedalaş.”diyerek, ardından tek kelime duymaya tahammülü yokmuş gibi kapıdan geçti ve sadece soğukluğunu odada bıraktı.
Sinem derinden nefesini serbest bıraktı. Kimi zaman bir abiye sahip olmanın garipliğini yaşardı, fakat şu anda daha baskın yaşadığını gözlerinden okuyordum. Uzun uzun Can’ın yüzüne baktı ve son veda sözlerini ben odadan çıktığımda söylemeye başlamıştı.
Bir abiye sahip olmak nasıl bir duygudur bilmiyorum. Bunu bilmemem fazla trajediydi, lakin annemin benden önce doğurduğu bir erkek çocuğu vardı. Bir yerlerde belki hala yaşıyordu. Hala sokak aralarında duvarları boyayan sapsız serserilerden biri olmuştu, bilemiyorum ancak şu anda benimle aynı rotada dolaştığını hiç düşünemezdim. Büsbütün hayat kartlarımız açıktı, ne ben annemin yolundan gidebilmiştim ne de abim babamın yolundan.
Barış’ın arkasından koşturdum. Bacakları uzundu ve adımları büyüktü. Birden elimi koluna atıp,”Bekle,”diye soluklanırken hızını yavaşlattı ve beni merdiven boşluğunda köşeye çekti. “Bu kadar hızlı yürüme yetişemiyorum.” Nefes nefeseydim, yutkunmaya ihtiyacım vardı.
“Arkamdan koşmak yerine seslen o zaman.”
“Barış,”dedim sakince. “Eğer öfken Sinem’e karşıya gidip biraz konuş, aranızdaki sorunu halledin. Sorunlar konuşarak halledilir. Bunu sana ben anlatacak değilim.”
Yüzünden milim milim akan soğukluk, sözlerimin hemen arkasından kendini bir kat daha belli ederek,”Konuşamıyorum, sorun da bu!”diye hiddetlendi. Bir sağa bir sola kımıldandı homurdanmaya başladığında. “İşlerim yüzünden iki yılı öyle böyle geçirdim. Şimdi abisi olduğunu göstermeye çalışıyorum ama benim karakterimde bu tür olaylara sakin karşılamak yoktur. Yanlış şeyler söylersem kırılacak, konuşursam daha kötü olacak.”
“Konuşmadan anlaşamazsınız.”
“Ne yapayım o zaman? Göz mü yumayım?”
O büsbütün kendi dünyasında bir hakimiyet kurmuştu. Orada kurallar vardı. Adımlarını dikkatle atması gereken o insanlar bizdik ve kendini her kastığında öfkenin ateşi bütün hücrelerini yangına çeviriyordu.
“Büyüteceğin bir durum yok. Bazen insanlar eskiden sevdikleri insanlara karşı bile hisler besleyebilirler.” Sözlerime gözlerini devirdi. “Dinle,”diye yeniden girdim cümleye. Soluklanarak bana baktı. “Belli ki çocuk için endişelenmiş ve görmek istemiş. Bunu eski sevgili olarak düşünme, herhangi bir arkadaşını da görmek için gelebilirdi. Yine mi sorun yaratmak isterdin?”
“Eğer o arkadaşı da sana yükselecek olsaydı öyle olurdu, İzem.”diye tersledi Barış.
“Narkozlu olsa da mı?”
“Evet!”
“Allahım!”diye soluklandım. Baş ve işaret parmağımla burun kemerimi kıstırıp sıktım. Başımı kaldırdığımda, yeniden odaklandım. “Sinem’le sakince konuşmayı dene, en azından kendinize bazı sınırlar koyabilirsiniz.”
Barış’ın yüz hatlarında netlik vardı. “Zamanla ne yapması gerektiğini, hayatının nasıl şekilleneceğini benimle deneyimleyerek öğrenecek.”
“Bu baskı olmaz mı?”
Başını onaylamayarak salladı. “Kesinlikle değil, baskı olsaydı şu an o çocuğun diğer bacağını da ben kırmış olurdum. Sakince uyaracağım.”
Barış’a biraz yaklaştım ve yüzüne bakarak, kelimelerin üzerine bastırırcasına fısıldadım:”Sakin olacağına söz ver.”
Barış’ın keskin bakışları bana döndüğünde, yanaklarını geren dudakları hafifçe gülümsedi. “Merak etme, sakin olurum.”
Bir zamanlar nezaketi ve ağırbaşlı oluşuna göz kabarttığım adam, şimdi gitgide yakından tanıdıkça nezaketini sözlerde uyguladığını ve içten içe bir koruyucu kişiliğe sahip olduğunu görüyordum. Bu hoştu. Bir abi olarak herkesin edinmesi gereken bir karakterdi. Barış arkasını döndü ve aşağı kata inerken arkasından takip ettim onu. Bir yandan ağzımdaki o sırıtış hareketine engel olamadım. Bir yerlerde bir kızı koruyan erkeğin erkek arkadaş yerine abi olabilmesi resmen gözlerimi yaşarttı. O, çoğunluk düşüncesinde gelişen, aile kabadır, düşüncesi anında çökmüştü. Bu davranışların üzerine Sinem’in el üstünde tutulacağına olan inancım bir kat daha artmıştı.
Barış, otoparktan çıkardığı arabayı hastanenin önündeki kaldırımın dibine çekmişti. Arabanın içinde, sakince Sinem’i bekliyorduk. Ellerim dizlerimin üzerinde, bakışlarımı dikiz aynasından Barış’ın yüzünde tutarken ağzımın içindeki nefesleri sabırla tutmayı kendime görev bilmiştim. En son kendimi sanırım, bir iş mülakatında heyecanımı gizlemek için bu duruma sokmuştum. Gülünç zamanlardan nice durumlara atlamıştım, ki bunu fark eden Barış karşısında o anın hayallerindeyken yanaklarımda oluşan kırmızılıklara asla engel olamadım.
Yüzüne bakmadım, fakat kıkırdadığını duydum. “İzlemende sakınca yok, güzelim.”
Bakışlarım, Barış’a döndü. “Bir şey düşünüyordum, sana baktığımın farkında değildim.”
“Evet,”dedi, gülerek ve inanmayarak.
Ellerimi koltuğun omuzlarına yerleştirip öne kaydım. Hiddetle,”Gerçekten!”diye yükseldim. Sesim, bir kelime ağzımdan dökülürken yükselmişti. Barış ile gözlerimiz aynada karşı karşıya geldiğinde, sertçe yutkundum. Çoğunlukla doğru olduğunu bildiğim şeyler yanlış olduğu sanıldığında kendimi savunma anlarımda sesim yükseliyordu, fakat bu kez kendimi tuhaf hissettim. Açıklama ihtiyacıyla,”Abimi düşünüyorum, sende arkadaşımın abisisin. İçten içe sana baktım.”diye konuştum.
Barış, kemerin sıktığı vücuduna rağmen bana dönerken,”Nasıl?”diye sordu. Şaşkınlıkla açıldı göz kapakları. “Senin bir abin mi var?”
Kararsız bir şekilde, gülümsedim. “Evet.”
“Daha önce bahsetmedin. Laf arasında, Sinem’den filan da duymadım.”
“Sinem’e söylemedim. Abim yok diye biliyor.” Birkaç saniyelik boşlukta nefeslerimi düzene sokmaya çalıştım, gözlerim uzaklara daldı. “Onunla sağlam bir iletişimimiz yok. Görsem, belki, tanımam bile. Yıllardır görmüyorum onu.”
“Neden?”diye sordu, ses tonu ilgi havuzuna düşmüş gibiydi. “Yarın gittiğimizde, onu görmeyecek misin?”
“Hiç gittiğimde onunla karşılaşmadım ki. Sadece annemi ziyaret ediyorum ben, amacım abim olmadı hiçbir zaman.”
“İzem,”diye soluklandı. Barış, biraz önce elimi attığım koltuğun omzuna elini koyarken tüm yönünü bana dönmüştü. “O senin abin. Eğer ben kardeşimi bu kadar geç bulmuşken bu kadar iyiliğini isteme halindeysem, zaten bir kardeşe sahip olduğunu bilen bir abinin nasıl bir telaş içinde olduğunu düşünemiyorum.”
“Onu tanımıyorsun,”diye fısıldadım.
İçimden, en derinlerde saklanan bir hisle, onunla karşılaştığımda bile beklediğimden daha kötü bir anı yaşayacağımı hissediyordum. Lakin, Barış elimi avucunun arasına alırken,”Merak etme, bende yanında olacağım.”dedi.
Bunu istemiyordum, özellikle böyle bir durumda. Elimi elinden çektim, sırtımı koltuğa yaslarken,”Olmaz.”dedim. Başımla da gösterdim onaylamadığımı. “Görmek istemiyorum, görürsem bile bunu yalnız yapmalıyım. Öylesine bir yer değil gittiğim yer, ahlak kuralları daha baskındır. Arkadaşımın abisiyle yolculuk yaptığımı duymaları bile farklı algılarla düşünmelerine sebep olur.”
“O zaman sizi uzaktan izlerim.”
“Bunun asla olmamasını umut ediyorum.”
Sözlerim, yüzünde şenlenen bir çiçeğin açılışı kadar mutluluk saçıyordu. “Umut edebileceğini biliyorum, sadece bunun için zaman olduğunun farkındayım. Biraz bu düşüncelere hakimken bence biraz daha umut etmeye kalkabilirsin.”
Onun ne demek istediğini, ben anlamıyorum. Sormak ile sormamak arasında çelişkide kalırken ön kapının kilidinin düşme sesini duydum, hemen ardından Sinem asık suratı ile koltuğa yerleşti. Açıkçası Sinem’i gördüğümde, Barış’ın anında renginin değişmesi ile kollarımı karnımda bağladım ve ikisi arasındaki kaba kuvvete dikkatli gözler ile baktım.
Sinem gözünün kenarıyla baktı. “Biraz daha kalsam ne olacaktı? Buraya kadar gelmişiz,”
Barış bu kez ters bir bakış attığında,”Çocuğun kim olduğunu daha detaylı anlatsaydın buraya kadar bile gelmezdik.”diye konuşmayı ihmal etmemişti.
“Ama abi,”
“Kemerini tak, sonra konuşacağız bunları.” Ve ardından Barış arabayı çalıştırdı, kaldırımdan toz kaldırarak hareket ettik.