Bardaktan boşalırcasına yağan yağmur sert bir vuruşla pencereye çarptığında, yeni ısınmaya başlamış petek evi ancak ısıtıyordu. Kış ayından çıkmış olsak da izlerini ilkbaharda bile gösteriyordu. Bu tıpkı her insanın hayatında yaşadığı hüzün yılının devamlı yıllarda da kendini göstermesi gibiydi. Bitmişti ama ilk gün gibi o anı yaşıyorduk.
Bıçak yarasına benzerdi hüzünlerim, kesiği ilk açtığı andan itibaren acıyı hissettiğim ve yarayı kapattığımızda iziyle beraber acılarını da peş peşe kendime sakladığım derin bir yaraydı.
Uyutmayan, uyuttuğunda kabuslar görmeme neden olan bazı şeyler uyanık kaldığımda bütün neşemi rüzgarın ağacın dallarından kopardığı yapraklar gibi alıp götürüyordu.
Misali olan yara ilk darbesini vurduğunda, hayat dediğim hayat uçurumdan aşağısı ölüm olan bir boşluğa sürüklemişti beni. İki yıl üç ay otuz sekiz saat önce bugün annemi kaybettim. Bir şeyi duyduğunuzda gerçekliğini sorgularsınız ya, günlerce kabullenemediğim ilk şeydi bu. Fikri kalbimde leke bırakırken, gerçek oluşu bütün zihnimi bulunduğum yerden koparıp ölüme an ve an teslim bırakmıştı.
Acıyı durduramıyordum.
Bu kasvetten bir gün vazgeçmem gerekecekti. Bir gün manşetlere düşecek, en alt bölümde küçük puntolarla yazılmış intihar vakası olmak istemiyordum, bir yandan ise amacımı bulamadığım bu yaşamı bir an önce terk etmek tek arzumdu.
Elimde çay fincanı, küçük salonumuzda televizyonda oynayan filmde göz gezdiriyordum. Filmin tarihi neredeyse 1935’li yıllara dayanıyordu. Bir nazi zamanında savaşı içeren, farklı ülkeler arasındaki karmaşık aşkı hayata döken olağanüstü bir yapımdı. Ekrandaki kötü adam alttan gönderdiği bakışlarıyla bana kibirlenerek bakıyordu. Tahminimce ölecekti. Fazla kibir, fazla neşe ya da fazla olan her şeyin sonu kötü sonuçlanırdı. Özellikle de bir savaş filminin içindeyse bu kişi elbette ölmesi kadere bağlıydı. Uzun zamandır görmediğim televizyonun karşısında çayın son yudumunu aldım ve gizlice içimden, bu akşamı yaşamama vesile olan en değerli arkadaşım Sinem için minnettarlık duydum.
“Belki başka bir şey izlemeliydik.” Sinem koltuğun üzerinden saldığı kolunu omzuma yasladı, bakımlı ve kırmızının en koyu tonundaki tırnakları tenimi çizerek kasetleri gösterdiğinde dudaklarını buruşturdu. “Baksana! Orada yeni aldığım şeyler var. İçlerinden birine aşık olacağından eminim.”
Bazı şeylerin içinde aşk, sevgi, birliktelik gibi kelimeleri geçirme merakı beni benden alıyordu. Açık sarı-kızıl saçları tırnaklarının kadın algısından basit bir ev topuzuyla toplanmıştı. Bana öyle alttan gülerken diş telleri gözüme çarptı. Bilinçli bir şekilde, kesinlikle bu diye yaptırdığı taşlı telleri gözleri kadar aydınlıktı. Omuzlarından taşıp akan asalet, bu hayat için yerinden fazla neşesiyle dinamik bir uyum içinde şahlanırdı.
Kaba omuz sıkışıyla,”Bunu izlemekten bıktım.”diye yakındı. Haklı bir isyandı belki de, bir saattir iki aşığın kaçamakları dışında alman ordusunun neden savaş açtığı nedenini anlatan belgesel tadında sahneleri görüyordu. “Daha spesifik fikirlerim var. Romantizm ile drama karışımında birkaç film biliyorum, neden izlemiyoruz?”
“Aslında daha parlak bir önerim var sana. Neden izliyoruz? Bunun yerine odalara geçip uyusak.”
Her ne kadar cadde üzerinde Lerzan Boutiques ismiyle neşelendirdiğimiz bir iş yeri açmış bulunsak da, ona göre gece en geç saatlere kadar sadece film seyrederek de bir iş kadını unvanına sahip olabilirdim. Bunu yapamayacağımı Sinem biliyordu, istekle ve inatla kendi söylediğini yaptırmakta kararlıydı. Reddedecektim, her zaman; benim lügatimde planlı olmak yatıyordu.
“Gün içinde yeteri kadar çalışıyorsun ve sonra saatlerce odadan çıkmayıp yeni elbiseler için çalışıp duruyorsun. Biraz öylesine vakit geçirmeye herkesin ihtiyacı vardır İz.”diye karşılık verdi gözlerini kocaman açarak.
“Artık birer yetişkin olmanın üstünlüğü ile iş hayatına atılmış olmakla kendime görev edinmiş olabilir miyim acaba?”
“İnsanlar eğlenmeyi de hak eder.”
Tartışmak veya haklı çıkmaya çalışmak, özellikle eğer bunu Sinem ile yapıyorsam, en beter beteriydi.
Tartışmaya kulak kesmeyerek başımı iki yana salladım. Sinem’in ise gözlerinde bir şey belirdi, bir fikir gibi. Onu çok iyi tanırdım. Yıllardır aynı evde yaşıyorduk ve daha öncesinden de tanışmışlığımız olması ile nefes alışından bile ne düşündüğünü anlayabilirdim. İşaret parmağımı doğrulttum,”Hayır,”diyerek.
Serserice güldü. “Hazırlan, dışarı çıkıyoruz bebek.”
“Saat gecenin biri, nereye gidiyoruz bu saatte Allah Aşkına ya!”
“Bu saatte kulüpler kapanmaz, İz.”
Bu şekilde düşüneceğini tahmin etmiştim, bu ana kadar söylememiş olsa da. Dilimi şaklatarak gözlerimi yumup açtım. “Hayatta olmaz. Fena uykum var ve şimdi uyumak için yatağa gidiyorum.”
Yüzüme eğildi ve,”O zaman hayat sınırları dışına çıkarız.”diye fısıldadı.
Kendimden emin olamayarak dilimi alt dudağım kenarında bir tur beklettim ve çevreme bakındım. Sinem cevap beklemeden, hatta buna gerek bile duymadan televizyonu kapatarak ayağa fırladı. Arkasından beni de oturduğum yerden çekip kaldırarak elimdeki fincanı masaya indirdi. “Hadi, gidelim. Söz veriyorum çok güzel olacak.”
“Sinem,”
“Söz veriyorum.”
Neden bilmiyordum ama onun neşesinin yatağında kaybolan bir tüy parçası gibi sadece hareketleniyordum. Sinem beni odasına sürüklerken kendimi ona bağımlı gibi hissettim. Birkaç parça kıyafet aldık. Ne giyecektik? En son birkaç yüzyıl önce kulübe gitmiş olmalıydım. Saçlarımı tarayıp bıraktıktan sonra onun önerdiği kıyafete baktım. Dizimin bir karış yukarısında, vücudumu saran koyu bordomsu bir elbiseydi. Kasık bölgesinden göğüs hizasına kadar olan düğmeleri düğmelerken Sinem de göz gezdirdim. Parlak sarı bir elbise giymişti ve fileli etekleri uçuşuyordu. Yan yana geldiğimiz an iki farklı dünya gibiydik. Gülüp geçtim.
Çoğu zaman onun tüm bu hızına ayak uyduramadığım için ayrı düştüğümüz de olurdu ama bu kez ihtiyacım var gibi geliyordu. İhtiyacım olan şeyin dışarı çıkmak mı yoksa biraz içip kafayı dağıtmak mı olduğu konusunda kararsızdım.
Sinem parmakları arasına aldığı koyu kırmızı ruju sürükleyerek önüme iteledi. Gözlerinin içine baktım, vişneli nemlendiriciyi dudaklarıma götürüp bir tur gezdirdim. Gözleri devirdi. Onu sürmezdim. Patlayan bir adet kuru dudak istemiyorum.
Evden çıkmadan önce,”Kabanını alacak mısın?”diye sordu.
“Sadece telefonum. O kadar soğuk değil, bence sende alma.”
Bana gözlerini devirmişti.
Koyu gri vosvos farları aydınlandı. Sinem telefonu aracın müzik sistemine bağlamaya çalışırken gideceğimiz mekanın konumunu telefondan bulmaya çalışıyordum. Evin rotasından neredeyse 20 km uzaktaydı. Gözlerim hızla sarı sarı ışıldayan gözlerini bulurken alt dudağını ısırdı gülüşünü bastırmaya çalışarak.
“Eve geri dönüyorum.”
“Hayır! O kadar hazırlandık, ki şuan yola girdik bile. Buna ihtiyacımız var, İz.”
“Yarım saat boyunca şehrin trafiğinde heba olacağız, Sinem. Başka bir yere gidelim en azından.”
Bu isteksiz cevap üzerine Sinem itina ile gözlerini ayırdı. “Elbette olmaz. Abim herhangi bir yerde eğlenmeye gittiğimi birinden duysa canımı okur! Bilerek oraya gidiyoruz ya zaten, şu cins ahbapları ne yaptığımızı görsün de sıkıntı çıkarmasın diye.”
“Seni gördükçe abim olmadığı için şükrediyorum.”
Sinem, rahat bir hareketle saçını omzunun üzerinden süpürdü ve gülümsedi. “Ne demezsin, babadan farksız bir baskı uyguluyor beyefendi bana.”
Trafiğin içinden geçerken bende kaybolmuş gibiydim. Konuşuyordu, şarkıyı fısıldıyor ve sonra saçlarını camdan dışarıya sarkıtıp rüzgarla yüzüne masaj uyguluyordu. Camı hafifçe araladım ve trafik fazla değilken kolumu camdan sarkıtıp rüzgarın soğuk esişini tenimde hissettim. Görünüşe göre hava fazla soğuktu ve telefondaki hava durumu tahmin botu yalan söyledi. Gece biraz daha çöktükçe soğukluk ayaza ulaşmış, gökyüzü utanmasa kırağı dağıtacaktı. Yine bir hataya düşmüştüm. Kıçımın donmaması için dua etmem lazım.
Kulübün önüne durduktan sonra Sinem kabanını çıkarmakla meşguliyete dursun, ben anahtarı valeye uzattım. O sarışın çocuk,”Dökülmez değil mi?”dedi alayla dudaklarını yanağına gererek.
“Merak etme, sizin tutumunu koruduğunuz riyanız kadar sağlamdır.”
Kuyruğa doğru yürüdük ama sonra, Sinem bir korumaya el hareketi çektiğinde birbirlerine güldüler. Kendimizi kuyruğun yanından geçerken bulduk bir anda. Soğukluktan sıcaklığa çarpılan bedenime yanaştı, kulağıma kıkırdayarak,”Yattım onunla.”dedi.
Gözlerim kocaman açıldı. “Abinin işçilerine karışma!”
“Bir gece eğlencesiydi, hayatım.”
“Düzenbazsın.”
Kalabalığın içine daldık ve itip kakışan insanların arasından bara ulaştık. Ben bir tabure çektim. Sinem gelmedi. Vücudunu kıvırtmaya başladığında ayaküstü bir shot bardağı alıp gözden kayboldu. Kaybolduğu yere bakarak sırıttım. Hemen ardından ise onun elbisesine bakarak tekrarladım bu eylemi. Onun gardırobu cıvıltılı kıyafetlerle doluyken benim gardırobum birkaç pantolon, gömlek ve kazaklarla çevriliydi. Sürekli söylediği gibi sanırım kazandığım paraları birleştirip bir şirket açmalıydım. Oysaki Sinem, dahiyane fikirlerini ailesinden aldığını savunurdu. Sadece bu değil, tam bursla özel bir kolejde eğitim alıyordu. Onun çizimleri ile birkaç elbiseyi butiğimde yayınlamış ve defileye çıkması için onayı vermiştim. Bir gün düşüncesi ikimizin de kafasında yoktu, çünkü Sinemin hedefi bir butikte elbise tasarlamak değil bir mimar olarak ev tasarımları çizerek hayalindeki masal diyarını inşa etmek olacaktı. Bazen, belki de çoğu zaman ona imrendim. Hayatındaki enerjisine, neşesine ve kazandığı birçok samimiyete. Arkadaşı olduğu için şanslıydım. Hayatımda bana kalan tek iyi ki buydu.
Egzotik aromalı bir koku genzimi yaktı. Yönümü şişelerle kaplı duvara döndüğümde karşımda barmen duruyordu ve,”Ne istersin?”diye sordu, tuhaf İngiliz aksağanıyla. Kokunun merkezine döndüğümde kalın sigarasını tüttüren yaşlı bir amcanın birasını yudumladığını gördüm. Çenemle adamı işaret ettim. “Burada sigara içmek yasak değil miydi?”
“Birkaç kural değişikliği getirdik. Havalandırmalar birazdan devreye girer, koku rahatsız etmeyecektir.”
Başımı salladım. “Bira olsun.”
Başımı çevirip etrafa bakındım ve gözümün alamayacağı bir topluluk gördüm. Neredeyse herkes iç içeydi. Dans eden insanlar vardı. Hangisinin kız ya da erkek olduğunu seçmek zordu, vücutlar birbirine girmiş kadar karmaşıktı. Özel localarda birkaç iş insanı tipli gruplar oturuyor ve sahnede sergilenen canlı müziği dinliyorlardı. En sağımdaki birkaç çift ise müziği kameraya alırken gülerek şarkıya eşlik ettiler. Bu tipler en basit tabiri ile, ergenlikten yeni çıkmış ve kulüpte ilk anısını yaşayan insanlar grubuydu. On dakika içinde işleri biterdi.
Adam bardağı masaya çarpıp diğer adama yöneldi. O adam ise kokteyl isteğini söyledikten sonra bana döndü ve gülümsedi. “Tuvalet uzakta.”
“Anlamadım.”
Adamın, şeytanı anımsatan tehlikeli gülümsemesi gözlerinin kırışmasına neden olmuştu. Kısa bir an kuruyemişlerden avucuna doldurup ağzına attı. Güldü ve,”Bilmiyor musun?”diye konuştu. İnsanı yakacak kadar kırmızı görünen eli buzlarla çevrili kokteyl bardağının belini sardı. O ufak bakışı gerçekleştirerek konuştu: “Tuvalet yakın değilse bira içmemelisin. Tabii yaşın da fazla yoksa içme, çarpıntı yapar.”
“Ergenliğe yeni girmiş gibi mi görünüyorum?”
Yüzüne doğru hırlayışıma biraz güldü. “Biraz öyle. Basit bir kıyafet, az makyaj ve yalnız başına bira içiyorsun. Sevgilinden de yeni ayrıldın muhtemelen.”
Gerizekalı, diye geçirdim içimden. Bir hayli zaman geçmiş olsa da üzerinden ayrılma konusu açıldığında kendimi bir zamanlar düşürdüğüm o aptal durumları hatırladım ve ağzımdan yüklü bir nefes fırlattım. “Ergen olan biraz sen olabilir misin?” Baştan aşağı süzdüm onu. Bol paça pantolonu ve eskimiş gri tişörtü içinde cılız vücudu ile gergince oturuyordu. Kim bilir, belki de gündelik hayatında beyaz yakalı bir memurdu.
“Niye öyle düşündün?”
“İnsanları giyimi ve yalnız içmesi ile yargılayan bilinçsiz bireyler ergenler olur, muhtemelen yani. Basit veya şaşalı giyinmek kişi zevkine bağlıdır. Bir insan yalnız da içebiliyorsa ona karışma derim, ahbap.”
Mırıldanır bir homurtu çıktı ağzından. “Bu tehlikeliyim demek mi oluyor?”
Görünüşe bakılırsa öyle demem onun arzularını ayağa kaldıracaktı. Sırtımı tabureye yaslayıp bardağı parmaklarımla kavrayarak ağzıma götürdüm ve büyük bir yudum aldım. Boğazımdan akıp giden soğuk bira yüzüme geniş bir gülüş yayarken,”Bu ya defol ya da susup bardağındaki içip başkasına sar demek oluyor.”dedim.
Adam söz söylemeden bardağını alıp giderken, içimde belli belirsiz küfür etme isteği doğmuştu. Yalnız oturmak bir erkeğin bir kadına asılması için çok olağan bir sebep gibi görünüyordu belki, ancak en haksız nedendi bu. Birisi yalnız oturuyorsa onu öylece bırakın. Buna ihtiyacı olduğu için yalnız o, ne derdine gelip sokuluyorsunuz! Şimdi başka birine asılacaktır. Bir sonraki kadın ise sertçe tokadı bastığında mekandan kovuluşunu eğlenen gözlerle izleyecek çok kişi olacaktı.
Birkaç bardak biterken birkaç şarkı daha değişmişti. Bardan çıktığımda kafamın içinde ufak bir esinti hissettim. Denizin dalgalanması gibi, ölü bir balığın şiddetli dalgalarda savunmasız olarak dalgalarda savrulmasını yaşıyordum. Ağır bir yavaşlıkla yürümeye başladım. Omzuma çarpıp geçen bir kız sola doğru savrulmama neden olurken ağzımdan kaba bir küfür savruldu. Parmaklarım saç tellerimden sertçe geçti. Çıkmak istiyordum ama önce Sinem’i bulmam lazımdı.
Tuvalet kapısının önünde durdum. Sırtımı duvara yasladım, telefonu üzerimde bir tur arayıp bulur bulmaz Sinem’i aradım. Çaldı ve çalmaya devam etti. Bu arada onun telefonunu bir yere bırakıp gittiğine çok emindim.
Koridordan grupla erkekler geçti ama içlerinden birisi ağır ağır gelmeye başlamıştı. Adam kaşının birini yukarıya kaldırdı ve ben kafamı geriye çevirirken onun diğerlerine,”Siz gidin, birazdan geleceğim.”dediğini duydum. Adamın bakışlarıyla beni süzdüğünü hissediyordum. Telefonu avucumda sıkıştırdım, eğer bir şey olursa dizimi, topuklularımı ve telefonumu kullanacaktım. Son anda yüzüme eğilen adamın Barış olduğunu fark ettim. Ah, Allahım! Gerçekten bir ara, farkında olmadan dua etmiş filan olmam lazımdı.
“Barış,”diye soluklandım. Duvardan destek alıp doğruldum ve onun bana olan şaşkın bakışlarını def ederek kalabalığı çenemle göstererek konuşmaya başladım. “Sinem’i arıyorum ama açmadı. Nerede olduğunu bulamadım.”
“Burada ne arıyorsunuz?”diye cevap verdi Barış, bakışlarıyla kıyafetimi ve yüzümü süzerek.
“Biraz içmeye geldik.”
Güler gibi oldu ama yüzünde mimik oynamadı. “Siz ve biraz içmek, öyle mi?”
“Tamam,”dedim elimi kaldırıp hafif salınarak bir adım atarken. “Ucunu kaçırmış olabilirim ben ama Sinem ne durumda onu bilmiyorum. Benimle içmedi, yani ne kadar içtiğini de hala bilmiyoruz, öyle değil mi?”
“Sarhoş musun sen?”
“Belki.”
Kolumdan tuttu. Yaklaştı ve yüzüme yakından bakmaya başlarken,”Seni yalnız bıraktığına inanamıyorum.”diye fısıldadı, yine de sözlerinin benden cevap bekler nitelikte olduğunu sanmıyorum.
Gözlerimi kırpıştırarak açık kahve gözlerine baktım. “Onu bulacak mısın?”
Bir şey söylemedi ama gitmeye başlamıştık. O yürümeye başlayınca bende yürümek zorunda kalmıştım doğrusu. Kalabalıktan hızlı hızlı çıkarken aniden soğuğa kapıldım. Hangi ara dışarıya çıktığımızın farkında bile değildim. Barış’ın valeye dönüp aracını getirmesini söylediğini duydum ve sonra bana bakıp homurdanarak,”Bu soğukta hangi akıl kaban almadan çıkar ki!”dedi. Sonra çıplak kollarımı sarmakta olan geniş kabanın sıcaklığını hissettim. Düğmelerini düğmeledi ve yakasını düzeltti.
“Üşeyeceksin.”
Boğazından tuhaf bir ses çıktı, bir aslanın kükreme öncesindeki hırlayışı gibiydi. “Sen ne yapacaksın peki? Onu düşündün mü, hanfendi?”
Dudaklarımı büzdüm. Barış ellerimi tuttu, kabanın içine soktu ve tamam olup olmadığımı kontrol etti. “Bir sonraki gelişinizde geldiğinizi haber verin ki bileyim.”
Suçsuz çocuklar gibi baktım yüzüne. “Sinem haber vermiştir diye düşündüm. Buraya gelmek istedi, üstelik,” Hızla dudağımın kenarını ısırdım ve sustum. Sol kaşı kalkıp devamını bekler gibi bakınca,”Yani,”diye zırvaladım. “Kapıdaki adamlar da erken aldı içeri bizi. Haber gelmiştir diye düşündü sanırım.”
Eğer o ufak ayrıntıyı söylemiş olsaydım Sinem keserdi beni.
“Bilerek geldi herhalde.”dedi. “Bugünkü planımın yoğunluğunu öğrenince seni de kaçırmış. Saat gecenin üçü! Bir ortaya çıksın göstereceğim ben ona yoğunluğun nasıl olduğunu. Anlamıyorum ki derdini, seni niye araya karıştırıp getiriyor buraya? Epeydir de gelmiyordunuz oysaki.”
Gözlerinin içini gözlerken baktı bana. “Tabii.”dedi sonra. “Sen gelmiyorsun diye gelmiyordu. Senin kararını değiştiren neydi?”
“Kafa dağıtmak iyi olurdu.” Bu da bir gerçekti. Amaç da buydu zaten. Sonradan itirafım için utandım, tabi söylediğimden bunu geri almak epey geçti.
Bir adım yaklaşarak eğildi ve boyumuz neredeyse aynıydı artık. “Belli ki amacına ulaşabilmişsin. Şimdi yapmak istediğin içerek kendini öldürmek mi yoksa komaya girip zihnini mi sıfırlamak istiyorsun?”
“Buna benzer bir şey,”diye cevap verdim. Yüzüme bozgun bir şekilde baktı, hızla atılıp,”Hayır, sadece şaka yaptım.”diye devirdim cümleleri. “Lütfen dalgadayken konuşma benimle. Saçmalıyorum.”
“En azından bunun farkındasın. Gelişme yaşanıyor.”
Ellerimi ceplerime gömüp, olanları kafamda canlandırırken utançtan yanaklarımın kızardığını saklamak için başımı başka yere çevirdim. İşin şansıydı belki de. Sinem, arkasında onunla konuşan koruma ile gelirken telaşla koşturuyordu. Sinem, Barış’ın B harfini duyduğu an etekleri tutuşmaya başlardı. Gözleri beni onunla görür görmez özür dileyen bakışları gözlerimi saliselik buldu. Kaybolup dans etmeye başladığı an onunla gitsem beni birileri ile tanıştırmaya çalışırdı, aksi olarak yanıma çekmeye çalışsam en az beş dakika benimle içip kaybolurdu. O el avuca sığmaz bir sıvı gibi akıp gidiyordu. Onu katıya dönüştürecek tek şey soğukluktu ve o Barış oluyordu..
“Abi, ben, içerideydim.” Yutkundu. Saçlarından elini geçirirken sözleri yenilemek için cümleyi oluşturmaya çalışan karmaşık bir yüz ifadesine sahipti. “Bir şey yapmıyordum, yemin ederim sadece içtim ve dans ediyordum.”
Barış, yalnızca,”Arabaya geçin.”diye emir verdi.
Sinem arkamızda parka geçen siyah jeep’e baktı. Yüzünde bir işaret aradım, konuşmanın gereksizliğini anlamış olarak harekete geçtiğinde bende yürümeye başladım. Arka koltuklara oturduk ve Barış’ın gelip aracı kullanmasını bekledik. Sinem’i getiren koruma ile kısa bir konuşma yapıyordu. Sert yüz hatlarından, el kol hareketlerinden adamı azarladığını fark ettik. En son birkaç saniye durmuştu ve bir şeyler söyledi. Adam şoka uğramış gibi baktı ve başını eğdi.
Barış araca geldiğinde aramızda bir sessizlik hakimdi, kimse buna kalkışmadı. Öyle ki Barış,”İkiniz de çocuk değilsiniz. Bu saatlere kadar içip sarhoş olmak hangi akıllı başın harcıdır sizce?”diyene kadar hiçbir şekilde konuşmadık.
Sinem,”Ben sarhoş olmadım..”diye savundu kendini.
Bilmiyordu ki, o sırada benim kafamda dalgalar esiyordu. Boğazımı temizledim, sakince,”Ayarını tutturamamış olabilirim.”diye itiraf ettim.
“Birayla nasıl sarhoş oluyorsun kızım ya!”
“Bazılarınızın bünyesi fazla dayanıksız.”dedi Barış. Başımı salladım. “Ama yine de bunu dikkate almaktan çekinmiyor.”diye de ekledi.
İçten sarsıldığımı hissettim. Bunun nedeni sözlerinden değildi, tümsekten geçmiştik. Midem çalkalanıyordu sanki. Uzun uzun konuşmaları duyarken kafamın içinde halay seken bir deli grup vardı sanki.
Sesler uğulduyordu. Başımı cama yaslayıp elimle karnımı sardığımda Barış’ın gözleri dikiz aynasından beni kontrol ediyordu. Hayır, bence ben yürüyerek eve gitmeliydim. O yarım satlik yolu yürümek bile çok olağan geliyordu şuan.
Sinem,”Arabaya sakın kusma.”diye uyardı. Ara ara kıkırdadığını duyuyordum.
“Keşke gelmeseymişiz, uyuyor olacaktım şimdi. Midem de çok kötü oldu zaten. Sabah nasıl uyanacağım ben?”
Elini ağzına götürdü. “Aşk olsun İz, sadece ben istemedim. Açılmaya ihtiyacın vardı senin de.”
“Oradan yalnız çıkabilmemiz bile mucize.”
Sinem bana göz kırptı. “Ama seni gördüm, biriyle konuşuyordun.”
Gözlerimi kıstım. Alev gibi yanan mideme elimi bastırdığımda sırtımı koltuğa yapıştırdım ve öfkeyle dişlerim arasından tısladım. “O herif manyağın tekiydi. Kıçından haberi yoktur. Birkaç kıza asılmak için beş altı iki yüzlülüğü çöpe gitmiştir.”
“Sana mı asıldı?”diye sordu Barış.
Sertçe yutkundum. “Evet ama sonra gitti. Bende Sinem’i beklerken içtim. Çok beklemiş olabilirim.”
“Topu yine bana döndürüyorsun!”
Sırıttım. Gözlerimi camdan dışarıya çevirdiğimde birkaç ağacın yolda bize eşlik ettiğini gördüm. Gözlerim dalıyordu. Yol boyunca uykuyu çekebilirdim çünkü uyanık kalırsam midemdeki her şey dışarı çıkardı.
Uyanık gibiydim ama bir yandan da sanki uykunun içindeydim. Bilincin kesinlikle dışarıda. Midemin çok çalkalandığını hissettim. Havanın soğukluğunu ve sonradan sıcaklığa gidişimi hissederken midemin de yandığını çok net hissediyordum. Ağzımı sıkıca kapadım. Kusmak ve o iğrenç tadı ağzımın içinde bilmek istemiyorum. Uyuyana ve uyanana kadar idare edebilirdim bence.
Başım ipek yastığımı bulduğunda hoşnut mırıltı savruldu dudaklarımdan. Çok kısa sürdü. Saçlarımın arasına giren parmaklar başımı yastıktan kaldırdığında dudaklarımdan içeriye bir kapsül yerleştirdi ve sonra bardağın dokusunu ağzımda hissettim. “İç.”
“İstemiyorum.”
Sisli bakışlar üzerinden Barış’ın diklenen ifadesiyle,”İç.”diye direttiğini gördüm. “İyiliğin için.”
Sudan birkaç yudum aldım. Kapsül mideme doğru inerken burnumu kırıştırdım ve başımı yeniden yastığa gömdüm. Vücudum yatakta kıvrılarak sağ koluma döndüğü sırada avucundaki hap kutusunu işaret ederek,”O neydi?”diye sordum.
“Bulantılar için.”.
Gülümsedim ve buna karşılık yanaklarına esneyen dudaklarını kısa bir an görebildim. Kendine yer edinip oturduğu yerde bana uzun bir süre bakarken,”Yeniden bunu yalnızken yapma. Ölümü sana hatırlatan ufak bir eylemde bile bulunma. Ailen yaşıyor olsaydı kahrolacaklardı.”diye konuştu.
Haklıydı ve haklı olması çok kötü etkiliyordu düşüncelerimi. Bazen bu eylemlerden vazgeçmek istiyordum ama sonra kalbime bir bıçak saplanıyordu.
“Kafa dağıtmak istersen beni ara. Birkaç şişe alkol bulabilirim.” Elini saçlarımın üzerine götürdü. Nazik dokunuşu gözlerimin kapanmasına neden oldu. “Yaşadığım şeyleri bir başkasında görmek geçmişi anımsamamı sağlıyor, İzem. Artık düzelmen gerekiyor.”
Başımı yastığa gömdüm. Sesim biraz daha incelirken,”Çok özlüyorum.”diye fısıldadım. Boğazımdan kopan hıçkırık gözlerimi sulandırdı.
“Unutacaksın.”
Kimi? Annemi mi eski sevgilimi mi? Unutmamı istediği kişi sanırım annem olamazdı, öyle değil mi?
“Uyu biraz.”
Omuzlarıma örtüyü çekerken lambanın hemen sonra kapandığını fark ettim. Karanlığı anlıyordum. Odadaki varlığın gidişini, yalnız bir uykuya esir oluşumu usul usul fark ettim.