UMAY'IN AĞZINDAN...
Evlilik oldu bittiye gelirken içimi kemiren düşüncelerin içinde boğuluyordum. Babamların yanında pat diye ortaya attığı düğün tarihi karşısında ne diyeceğini şaşıran dilim salak gibi kabul edince kökünden söküp atasım geldi bulunduğu yerden.
Yangından kaçırılan mal gibi evlendirilecektim. Ve bir ses bana yanlış yaptığımı fısıldıyordu.
Avucumdaki taşları denize fırlatıp anlık soluma döndüğümde gördüğüm kişiyle sinirlerim gerildi.
Habu düşmanın burda ne işi vardı? Ula! Ula yoksa beni mi takip ediyor habu gaybana?
Ayağa kalktım.
"ULA!" diye bağırdım.
Arkası dönük hâlde duran Altay ve Ömer bir anda bana baktılar.
Bir elimi belime, ötekini de onlara doğru tuttum.
"ULA SENİN BURDA NE İŞİN VAR DUŞMANUN TOHUMİ!"
"HO KATIR İNATLI KEÇİ, HAYİRDUR!"
"ASIL SANA HAYİRDUR! BENİ Mİ TAKİP EDİYSUN SEN?"
"KİM?" dedi gülerek.
"BEN Mİ? BELKİ DE SEN, BENİ TAKİP EDİYORSUNDUR!"
"ŞİMDİ GÖRÜRSÜN SEN!"
Sahil kenarından kayalıkların olduğu yere çıktım. Uzaktan da yakından da lüzumsuz olduğundan aradaki mesafe farketmez dedim, doğrudan yanına gittim.
"Oyh!" dedim.
Nefes nefese kalmıştım. Bi günde şu öfkemin altında kalacağım diye korkuyordum ya...
"Ne işin var senin burda?"
"Ben de buradayım yenge!" dedi Ömer, elini önümde sallayarak.
Yenge mi?
Altay omzuna vurdu uyarıcı bir dokunuşla. "Lan!" dedi.
"Nerden yengen oliyrım la senin?" dedim.
"Ağız... Laf... Alışkanlık... Aman of! Bir sürü abim olunca karıştırdım Umay."
"Yanlışlık olmuş işte..." dedi Altay.
Yüzünde anlam veremediğim sıkıntının belirtileri, alnındaki terlerde gizliydi.
Sağ eliyle kafasını kaşıdı.
"Balık tutmaya gelmiştik biz. Sen burada mıydın?"
"He! Habu aşağıda oturuyordum." dedim gözlerimle az önce geldiğim yeri göstererek.
"Bura ikimizden birine fazla! Dön git!" dedim.
"Niye, tapulu malun mi?"
"Hee! Ne edeceksun duşmanun tohumi!"
Yüzüğüme baktı, yavaşça yutkundu.
Ben de hâlâ iyileşmemiş ayağına baktım. Akşam kafamı yastığa koyunca keşke vurmasaydım diyorum ama bana her katır inatlı keçi dediği an alnının çatundan vurasım geliyor. Böyle dengelerimle oynuyor işte benim.
"Gidiyordum zaten, korkma!" dedi.
Bir dakika! O az önce inatlaşmadan gideceğini mi söyledi? Ne zaman karşı karşıya gelsek ne o geri adım atardı ne de ben... Hatta geçen ay ikimizde bizim köye yakın köprüde karşı karşıya gelmiş, ikimizde dereyi boylamıştık.
Her yerde önüme çıkıyordu. Tesadüf olduğunu biliyordum ama canımı sıkıyordu bu durum.
"Yürü Ömer, Sürmene sahiline geçelim." dedi.
Eşyalarını toplayıp vücudunu doğrultunca bana baktı ama sonra geri çekti gözlerini. Çekmeseydi ben oyardım ya...
"Hayde Ömer..."
Adım adım yürüdü, başı yerde.
Yanımdan geçerken durdu. Rüzgarının esintisi yüzüme çarptığında döndüm, aynı anda o da döndü ve ilk kez birbirimize bu kadar yakından baktık.
Yeşilmiş... Gözleri yeşilmiş. Ben bunu yeni fark ettim, Altay'ın gözleri yeşilmiş...
Yutkundu.
Pişmanlık taşıyan yeşilleri beni hiç olmayacak kapılara itiyordu.
"Altay!" dedi Ömer.
Büyülü anın ambiyansını bozan sesle her ikimizde önümüze döndük.
"Gidelim kardeşim. Zeliha yenge mesaj attı, seni arıyormuş ne zamandır."
Zeliha mı? Yıldırım soyundan olan, Altay'ın uzaktan akrabası Zeliha Yıldırım mı? Onunla mı görüşüyordu Altay?
Bizden uzak olsun da...
Onlar gidince ben de ufaktan ayaklandım. Keyif mi bıraktılar bende? Kafa dağıtmaya diye geldiğim yerden kafa dağıtarak ayrılacaktım neredeyse...
Sahil boyu yürüdüm. Ara ara yüzüğü parmağımdan çıkarıp denize atacakken vazgeçtim. Niye böyle yapıyordu İso? Bu konuyu konuşmamıza rağmen babamların yanında sanki ikimiz bu kararı vermişiz gibi anlattı.
Hamsi! Kafasını kopartacağım onun. Bir de alışveriş işi çıktı başımıza! Emine teyzenin ısrarlarından kaçmak mümkün değildi. Haftaya da eşya bakacaktık. Evimiz Akçaabat'ta hazırdı. Yani Of'tan ayrılacaktım. Buna üzülüyordum...
Saat 11'e çeyrek kala İso aradı.
Açtım.
"Hazır mısın canım? Alayım seni evden." dedi.
"He... Hazırım ama evde değilim." dedim.
"Nerdesin?"
"Meydan'daki sahile indim."
"Tamam, oraya geliyorum."
Kapattım telefonu. Doğru mu yapıyordum ki? Belki de hoşlantı aşka dönüşür Umay... Biraz sabır kızıl kafa...
***
ALTAY'IN AĞZINDAN...
"Lan oğlum! Yenge ne lan Ömer?"
Nerdeyse çakılıyordum yere. Zaten bana her yakınlaştığında dengem şaşıyordu, niye beni delirtiyorsun ki?
"Ne bileyim oğlum? İstemeden çıktı ağzımdan."
"Hadi onu yanlışlıkla söyledin, Zeliha ne alaka Ömer?"
"Kıskansın diye söyledim."
Arabanın kemerini bağlarken durdum, öfkeyle yüzüne baktım.
Dudaklarındaki sırıtışı farkedince yumruk atasım gelmişti, zor eyledim kendimi.
"Çok kıskandı Ömer! Bu gece kıskançlıktan uyuyamayacak!"
Gülüşü havada asılı kaldı. Yönünü diğer tarafa çevirip "Evet kıskanmadı." dedi.
Bir de ciddi ciddi kıskanmasını mı beklemişti sahiden?
"Kız evleniyor! Umay evleniyor! Parmağında başkasının yüzüğünü taşıyan kadına daha fazla his besleyemem, bu bana uymaz Ömer. Anamın teklifini kabul edeceğim."
Kontağı çevirdim, arabayı çalıştırdım.
Ömer tekrardan bana döndürdü bakışlarını.
"Ne diyorsun sen Altay? Evlenecek misin Zeliha'yla?"
"Evet."
Vitesi geriye aldım, arabayı yerinden çıkardım.
"Zeliha bana aşık. Tek tarafın aşkı yeter bize."
"Saçmalama oğlum! Seninki yetti mi de Zeliha'nın ki yetecek?"
"Ne istiyorsun Ömer? Evlenecek bir kadına mı bel bağlayayım? Bundan sonra Umay benim için bitti. O ilk günden beri benim için düşmanın kızıydı, öyle de kalacak!"
Bazı adımlar atılmalı, bazı kararlar değişmeliydi...
Hiç gelmeyecek birini beklemekte benim suçumdu zaten...