26. İLK...

1353 Words
UMAY'IN AĞZINDAN... "NEEE!" Ev annemin gür sesiyle çalkalanıyordu. Hatta biraz daha bağıracak olursa tüm köylü bir şey mi oldu diye bahçeye akın edecekti. "SEN NE DERSUN TOPRAK!" "Bağırma ana! Sevdik birbirimizi, kaçtık işte!" Yalanı bile Gonca'yı sevindirmişti. Merak etme güzelim, gerçeği de olacak, az sabır, o iş bende... Babam sessizdi. Tam da tahmin ettiğim üzere keyiflenmiş, masanın en başına gururlu bir duruşla oturmuştu. Ne de olsa asırlardır düşman olduğumuz ailenin kızını alıyordu. Bir ilk yaşanacaktı bu köyde. "Salim sen da bir şey desana!" dedi annem. Yanına destekçi arıyordu. "Uşağum sevmiş, almiş! Bağa da bubasu olarak duğun etmak duşer." Annem ayıldı, bayıldı, süt hakkını haram etti, kendini yerden yere vurdu ama kimseyi ikna edemedi. Bu kadının neyini seviyorum biliyor musunuz? Öfke beyninden bile fışkırıyor olsa Gonca'ya ağzını açıp tek kelam etmedi. Çünkü yıllar önce o da babamı sevmiş, ona kaçmıştı. Kaçmanın ne demek olduğunu iyi biliyordu. Zaten ailesi sırtını döndüğünden bir de ben bıçaklamayayım kızı diye düşünüyordu. ••• Öyle ya da böyle herkes zorla da olsa kabul etmişti. Aslında Orhan abimin sessizliğine şaşırmıştım ben. Yaman abim biraz daha İstanbul'da yaşadığı, köyden uzak kaldığı için şehirli olmuş, olgun karşılamıştı fakat Orhan abim imkânı yok ki karşı çıkmasın. Sanki Toprak abimin boğazına çökmek için an kolluyordu. Annem bahçedeki sandalyede, başına başörtüsünü sarmış vaziyette oturuyordu. Gözleri kapalı, kolunda tansiyon aleti vardı. "Oy! Oy başuma gelenlar! Oy Salim oy!" "Kari dırdır etmak yerune kalkta duğun hazurluklaruna başla! Öyle bir duğun edeceğum ki tüm Trabzon bizi konuşacak!" "Bi da duğun diy! Umay! Silahumi getur bağa, ilk bubandan başlayacağum!" Yok, olacak gibi değil. Ben en iyisi Gonca'yı alarak yukarı çıkartayım. Aksi halde kızın başını şişirecek Fadime hanım... "Gonca..." dedim omzuna dokunarak. Yemyeşil gözlerinin kıpkırmızı hâliyle bana bakınca çok kötü hissettim kendimi. Toprak abim elinden geldiği kadarıyla sahip çıkmıştı ona ama arada sendeliyordu. Normaldi. Pat diye evleneceksin dedik adama. Zamanla, zamanla alışacaktı... "Hadi gel, biz yukarı çıkalım." dedim. Kafasını salladı. Ağzını açıp tek kelam etmemişti kimseye. Toprak abim ne derse susuyor, başıyla onay veriyordu sadece. "İmam gelsun de nikahlarunu kiysun." dedi babam. "Uyy! Sen ne dersun herif?" "Olmaz öyle nikahsuz Fadime! Bize yakişi kalmaz! Madem seviylar, uzatmanun manasi yok!" "Sevdiğine kavuşacaksın!" dedim Gonca'ya fısıltıyla. Yüzü kızardı, hafiften güldü. Akşam hoca geldi, nikahları kıyıldı. Yani annemin ayılıp bayılmaları hiçbir işe yaramadı. Toprak abimle Gonca nikahlı karı kocaydı. Şaka gibi! Kız nasıl dua ettiyse abim resmen kucağına düşmüştü. *** GONCA'NIN AĞZINDAN... "Madem evlendunuz! Ayni odada kalacaksunuz!" diye direten Fadime teyzenin yüzünden küçücük bir odaya tıkıştırılmıştık. Çift kişilik yatak ve giysi dolabı haricinde hiçbir eşya unsuru bulunmayan o oda... Çekinir adımlarla yatağın üstüne oturup başımı yere eğdim. Toprak'la ilk kez baş başa kalıyorduk. Aşkım başımdan çıkmak üzereyken onun rahatsız oluşu sevincimi hüzne dönüştürüyordu. Küçücük odanın içinde volta ata ata dolaşıyordu. "Of!" Sadece arada ofluyor, bir süre bana bakıyor, ardından nöbetine kaldığı yerden devam ediyordu. Yaklaşık 1 saattir aynı döngünün içindeydik. 'Yeter!' diye çığlık atasım geliyordu. Neden benden kaçmak yerine oturup konuşmuyordu? Düşman da olsak insanım, kadınım, duygularım var... "Of Gonca!" Ve nefesimi kesen hareketi yaptı. Tam yanıma oturarak kollarını dizlerinin üstüne yerleştirdi. Hafif eğilimle yüzüme baktı. "Nasıl uyuyacağız, karıcığım!" dedi sitemle. Tükürük bile yolunu şaşırmıştı. Gözden akmak için sıraya giren yaşlarımı yerinde zorla tutuyordum. "Tek yatak var Gonca. Neyse..." dedi oturduğu yerden kalkarak. "Sen yatakta uyu, ben yerde kıvrılırım." "Olmaz!" dedim. "Neden?" dedi kaşlarını çatarak. "Dağdan gelip bağdakini kovamam." "Sen artık dağdaki değil, bağdakisin Koçyiğit gelini." diyip göz kırpınca utanç bürüdü bedenimin her yerini. Amacı biraz da olsa rahatlamamdı ama acı içimde büyüdükçe büyüyordu. Babam resmen beni satmıştı. Ve ben şimdi abimin kolları arasında teselli bulmak, anamın o şefkat dolu göğsünde dinlenip huzuru bulmak varken içine dahi dün akşam ilk kez girdiğim konağın gelini olmuştum. "Özür dilerim Toprak." dedim. Sesimin titremesine engel olamıyordum. Her ne kadar güçlü gibi durmaya çalışsam da ben çok güçsüzdüm. Umay gibi değildim, çabuk pes ediyordum. Oysa yaşadığı bunca acıya rağmen karşımda dimdik duran Umay, örnek almam gereken kişilerin en başında yer alıyordu. Ne kadar da güçlüydü. Bedeninde gördüğüm o izleri hatırlıyorum da, ben olsaydım yaşayamazdım. Umay ise tüm bunlara rağmen başını asla eğmiyordu. Belki de abim gücünden dolayı ona böylesine aşıktı. "Hm..." dedi yeniden yanıma oturarak. Öteki tarafa kaymak istedim ama elimden tuttu, engel oldu. "Korkma, sana dokunmam!" dedi. "Burada Koçyiğit sözü veriyorum ki, Altay'ın gözünde neysen benim gözümde de osun Gonca. Yani sakın benden korkma! Sana dokunmam, o gözle bakmam! Aciziyetinin farkındayım, bunu asla kendi lehime çevirmem!" Sabahtan beri içimde biriktirdiğim gözyaşlarım kendiliğinden aşağıya akmaya başladı. Beni kardeşinden ayırmadığını söylüyordu açık açık. Hiç olmayacak duaya amin demişim. Toprak beni asla sevmeyecek, asla aşık olmayacaktı... "Ağlama Gonca! Her şey yoluna girecek, ailenin yanına geri döneceksin." Ağlamakla gülmek kardeşti. Ben bu kardeşliği bugün pekiştirmek üzere kurulmuştum. Adam gözümün içine baka baka beni hiç sevmeyeceğini söyledi. Hiç sevmeyecek, hiç istemeyecek, hiç aşık olmayacak... Neden düşmanın kızını sevsin ki? Dünya üzerinde onca kız varken, onca güzel kadın varken neden bu düşmanın kızı Gonca Yıldırım'ı sevsin? Zaten bana yardım etmesinin nedeni de abimin zamanında Umay'a yaptığı iyilikten ötürüydü. Vicdanını rahatlatmak için, vefa borcunu ödemek için yapıyordu biliyorum... Ah Toprak... Benim derdim sanıyor musun ki tek ailemdi? Ben ezelden beri sana aşığım, kalbimin yollarında seni saklamışım. Şimdi karşıma geçip de 'Altay'ın gözünde neysen bende de osun!' ne demek bilir misin? Bi yolda yürüyorsundur. Geçtiğin yerler çakıl taşları, cam kırıklarıyla doludur. Ve ayakların çıplaktır. Yürümek gelmez içinden fakat mecbursundur çünkü geride bıraktıkların uçurumdur. İşte ben bu yolun ortasındaydım. Geriye dönmek istesem uçurumun başında beni aşağıya atmak için babam bekliyor, ileriye gitmeye kalksam sözleriyle beni anlamadan kıran Toprak var. Ne yapacağım, nasıl toplayacağım dağılan ruhumu? Sırf yanlış anlarım diye nasıl teselli vereceğini bile bilmeden yanımda oturuyordu sevdiğim adam. Alsan başımı, göğsüne yaslasan... "Her şey düzelecek." dedi parmak uçlarıyla sırtıma dokunarak. Yüzümü kapatan ellerimi geriye çekerek sonsuza kadar görsem de asla doyamayacağım mavilerine baktım. "Az önce dedin ya..." dedim boğuk sesimle. "Beni Altay bil diye. Abim... Ben ne zaman ağlasam başımı göğsüne yaslar, saçlarımı okşardı. Yapabilir misin?" dedim. Çok ihtiyacım vardı. Babam kaçtığımı öğrendiği an buraya gelecek, insanların da huzurunu kaçıracaktı. Uzun zamandır yerlerinde duran silahların konuşmasını istemiyordum. Ben sadece sevdiklerimle mutluluğun kapısından içeri girmek ve bir daha asla çıkmamak istiyordum. "Elbet gelebilirsin!" dedi kollarını iki yana açarak. Garipsemedim, çekinmedim. Bir kedi yavrusu misali göğsüne sıvıştım. Sanki aramızda olan nikahın sıcaklığı içime işlemişti. Helaldim ona, dokunmasının yasak olmadığı helal. Ve helaldi bana, dokunsam yanmayacağım helal... Kollarımla bedenine öyle sarılmıştım ki sanki beni bırakıp gidecekti. "Ağla Gonca. Ağla, dök içini." Ağlamakla dökülseydi içim, sabahlara kadar susmazdı kalbim. Kolay mıydı acını dışarı taşırmak? En ağır yıkımı babasından yemiş kız çocuğunun içini iki üç gözyaşıyla dökmesi kolay mıydı? Çıksam dağlara, haykırsam derdimi biter miydi bu acı, geçer miydi kabuk bağlayan yaralarım? Ben sarılırken ona, o dokunamıyor bileydi bana. Korkma Toprak, korkma, dokun bana... Sar bedenimi, sarmala ruhumu, iyileştir kalbimin en derin yarasını. Sanki içimden yine içime doğru akan düşüncelerimi duymuştu. Sağ koluyla belimden öyle bir sardı ki beni, ilk kez sıcaklığını böyle derinden hissetmiştim. Ve diğer kolunu da aynı şefkatle omzuma koydu. Gözyaşlarım, gözyaşlarına karışırken ne zaman uykuya daldığımı hatırlamıyordum. Gözlerim aralanıp o kabus dolu güne merhaba dediğinde yatağın üstünde, Toprak'ın göğsünde yattığımı fark ettim. Rezil oldun Gonca! Kim bilir adama nasıl yapıştım ki burada, benimle yatmak zorunda kalmış! "Ay!" dedim sessizce üstünden kalkarak. Derin uykunun eşiğinde, bu odadan apayrı bir dünyada gibiydi. Onu ilk kez uyurken görüyordum. Normalde çatık olan kaşları sevgiyle yumuşamış, göğsü hafifçe inip kalkıyordu. Orada öylece durmak, saatlerce yüzünü izlemek istiyordum ama aniden açılan kapıyla ne yapacağımı şaşırıp, yataktan aşağı yuvarlandım. "AYYHH!" diye bağırdı Umay. Sözde eliyle gözlerini kapatmış, aralıklardan bize bakıyordu. "Ne oluyor lan?" diye uyandı Toprak. Bi gözü hâlâ kapalı, diğeri de bulunduğu mekanı idrak etmeye çalışıyordu. "Çok! Çok özür dilerim! Ben sizin evlendiğinizi unutmuşum!" Açıldığı gibi kapanan kapıyla düştüğüm yerden ayağa kalktım. "Aptal bu kız!" dedi Toprak. Ses çıkartmadım. Durgun halimi farkeden Toprak "Ha!" dedi. "Alışsan iyi olacak çünkü Umay hanım beni her sabah böyle zorbalayarak uyandırıyor." Kaçamak kahkahamla Umay'ın abisini rahatsız edişine güldüm. "Hasta bu kız ya!" dedi yatağın üstündeki pikeyi çekiştirerek. "Manyak, kafadan kontak!" Gülmek mi? Biraz gülmüştüm dimi ben? Kuşlar anında haber uçurmuş, kahkahalarımı söndürmek uğruna gökyüzüne kanat çırpmıştı. Şimdi ise o kanatlardan bize yağan kurşun sesleriyle çığlıklarım bütünleşiyordu. Babam gelmişti... Beni almaya ya da Koçyiğitler'den birini vurmaya...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD