ALTAY'IN AĞZINDAN...
Yakti beni habu gaybana sevdaluk...
Kahkahaları kulaklarıma her iliştiğinde içim yanıyor, kendimi Karadeniz'in hırçın sularına bırakasım geliyordu.
"Gül gül! Baba! Habu kızın varya! Beni düşmanın kapısının önünde tek bıraktı!"
"Sende benimle düzgün konuşsaydın!"
Düşman bendim, bizdik. Düşman soyadımdı.
Soyadım Yıldırım olmayaydı sevdiğimin yanında, yüzüğünü parmağımda gururla taşıyan ben olurdum.
Öyle mücadele verdimki bu amansız aşka tutulmamak için... Gönül sevmiş, kalp istemiş bir kere. Kim, nasıl karşı çıkabilir ki?
"Yetar da! Uğraşma kizumla Toprak!"
Sohbet koyu, yüzler mutlu... İki ailenin arası gittikçe pekişirken ben de pişiyordum. Acımla beraber buhar oluyordum da bu zalımın kızı görme bile görmüyordu beni.
"Biz de Umay'la konuştuk bugün, önümüzdeki aya düğün yapmayı düşünüyoruz."
Tüm buzullar döküldü başımdan aşağı. Gerçeklerin soğuk yanıyla baş başa kalmıştım. Koskoca Altay Yıldırım, duyduğu cümle ile ayakta zor duracak hâle gelmişti. Dizlerimin bağı her an çözülebilirdi. Ben nişanlandıklarını bile sindirememişken, evleneceklerini duymak ölümden beter duruma yol açtı ruhumda.
"Bi dahaki ay mi? Erken değul mi?" dedi Salim amca.
"Bence de erken İso. Daha 2 hafta önce yaptınız nişanı." dedi Orhan abi.
"Uzatmak istemiyorum."
Konuşsana Umay! Sen neden sessizsin? Neden bir şey demiyorsun? Konuşsana, istemiyorum desene! Niye susuyorsun, niye? Senin suskunluğun benim içimdeki kavgaları coşturuyor. Senin suskunluğun beni çağlatıyor. Konuş be kızım! Konuş da su serp şu yüreğime...
"Karar verduysenuz yarun gidun alun günu." dedi Salim amca.
"Nasıl uygun görürsen baba." dedi Umay.
Sana böyle mi konuş dedim ben? Yaktın beni Umay! Yaktın da kül ettin beni... Evlendiğin gün koyarsın beni habu kara toprağa. Etma, eyleme, acı bana...
"O zaman izninizle ben kalkayım. Yarın seni alırım Umay."
İso kapıdan dışarı çıktığında boğazına yapışmamak için nefsimle boğuştum. Sevdiğim kadını ellerimden almış, karısı yapacaktı.
"Hayde cümleten hayırlı akşamlar Salim baba!"
Yumruğumu sıktım.
Düşmanlık kadar saçma bir şey yoktu. Hele bizimkilerin düşmanlığı apayrı saçmalıktaydı.
İso gidince Orhan abi geçti Salim amcanın karşısına.
Dışarıda yalnızca ikisi kalmıştı.
"Baba ben habu İso'ya hiç ısınamadum!"
Hay ağzını öpeyim senin Orhan abi! Yani kız kardeşinin ağzını öpmeyi tercih ederdim tabi...
"Niye Orhan?"
"Bilmiyorum baba ama ısınamıyorum. Çok aceleye getiriyor evliliği. Yangından mal kaçırır gibi. Umay bizim tek kızımız ve ben böyle olsun istemiyorum."
Hadi Orhan abi! Bu işi sen çözersin. Tek umudum sensin...
"İkisi da istey. Karşi çikmayalum. Umay inada bindururse habu işi o zaman sıkıntı olur."
Ne inadı ya? Bacaklarını kırarsam görür o inadı!
Daha fazla konuşmadılar, içeri geçtiler.
Yıktınız beni Koçyiğitler! Sabahın açmasıyla köye çöken sis gibi dağıttınız beni. Bundan sonra nasıl yaşardım ben?
Ayaklarımın zor taşıdığı bedenimi eve sürükledim. Kapısının önünde de yatsam bizden olmazdı...
"Geldun mi paşam?"
Cevap verecek güç yoktu bende. Odama gitmek ve kafamı yastığa gömmek istiyordum. Kalbim yanıyordu lan benim.
Aşk bana göre değildi. Hatta tüm aşık olan arkadaşlarımla dalga geçerdim. Şimdi o kahkahalarla dalga geçtiğim durumun tam ortasında cayır cayır yanıyordum.
"Niye ses vermiysın Altay?" dedi annem.
"Yorgunum." dedim sadece.
"Yemok yemiycek misun?"
"Aç değilim ana. Odama geçicem, kimse rahatsız etmesin beni."
Evin sakin yanından yararlanarak hızlı adımlarla odama girip kapıyı kapattım.
Düşünmek dahi istemiyordum. Doğrudan yatağa yatıp gözlerimi kapattım ama yapamıyordum.
Bu aşk acısı insanı ne fena yapıyormuş lan! Baktım olacak gibi değil, kalkıp camı açtım, dışarıyı izledim. Gecenin karanlığını aydınlatan aya baktım. Tıpkı Umay'a benziyordu. Parlak ve güzel... Ama aydınlığı bana değil, başkasının kaybolmuş yoluna ışık tutuyordu.
Geriye yolladığım, akmasını kabul edemediğim tüm yaşlar yanağımdan aşağıya süzülüyordu. Kimisi yere, kimisi de tam yüreğimin orta yerine... Yanıyordum lan ben! Yangınım tüm köyü sarmışken bi katır inatlı keçi görmemişti ya beni...
Açık pencerenin önüne çöktüm. Yaralı ayağımı ileriye uzatıp sağlam olanı karnıma doğru çektim, kolumu da üstüne koydum.
Evlenmez diye düşündüğüm kız 30 gün içinde başka bir adamın nikahına girecekti. Belki de daha kısa bir sürede...
Niye sevmedin beni Umay? Gözün beni görsün diye her gittiğin yerde önüne çıktım, varlığımı hatırlattım sana. Pekiyi neden beni her görüşünde siyahlarını mümkünmüş gibi daha da karartarak baktın bana? Ben ne yaptım? Seni sevmekten başka ne suç işledim ben?
Yaktım sigaramı, koydum dudaklarıma. Dertli dertli içtim tam tamına bir paketi. Ne sigaranın ateşi söndü ne de benimki...
1 saat geçti pencerenin dibinde derdime dertlenişimin ardından.
Cebimdeki telefon çaldığında son sigaramı da söndürüp ekranına baktım.
Can dostum Ömer arıyordu.
Açtım, kulağıma dayadım.
"Duydun mu lan?" dedi doğrudan.
"Neyi?" dedim.
"Umay... Önümüzdeki aya evleniyormuş."
"Duydum." dedim duymamış olmayı dileyerek.
"Altay... Boşver kardeşim, nasip değilmiş."
"İso olmasaydı da nasip olmazdık ki Ömer. Biz birbirimize baştan yasaklanmışız bir kere, olur muydu hiç bizden bir halt? Ayrıca sen nerden duydun lan?"
"İso efendi arabanın kıçı yere değmeden tüm köylüye verdi müjdeyi. Hemen başladılar hazırlıklara. Konuşurken duydum, yarın alışverişe çıkacaklarmış."
"Ne yapayım?" dedim derin nefes alarak.
"Bize de böyle yazılmış Ömer. Sevdim ama kavuşamadım..."
"Sana kız mı yok Altay? Çarşıya insen 10 tane belirir hemen yanında. Ama sen gittin, düşmanın kızına sevdaluk ettun."
"Nasihatlerin bittiyse kapatıyorum!" dedim sinirle.
Kalbime söz geçirebilseydim Umay'a aşık olmayı ister miydim hiç? Ne gönül ferman dinliyordu ne de ben. Kapıldık bi fırtınaya gidiyoruz...
"İstersen sahile inelim, kafa dağıtalım."
"Yok kardeşim. Adım atacak derman yok ayaklarımda. Zaten uyurum az sonra."
"Tamam kardeşim. Kendini fazla üzmüyorsun tamam mı? Yarın sabah saat 7'de gelip alıyorum seni. Biraz sahile ineriz."
"Tamam." dedim.
Telefon kapanınca acım gün yüzüne çıktı yeniden.
Orada sabaha kadar oturdum, düşündüm. Gözüme tek damla uyku girmemiş, gözlerim kan çanağına dönmüştü.
***
"Meydan'daki sahile inelim." dedim şoför koltuğundaki Ömer'e.
"Tamam kardeşim."
Saat 7 diye anlaşma yapmıştık fakat ev üstüme üstüme geldiğinden 6'da aradım Ömer'i, çıkalım dedim. O da sağolsun, hep ayak uydurur bana.
Radyoda çalan hüzünlü aşk şarkısını öfkeyle kökünden kapattım. Sanki herkes el ele vermiş, benim acımın üstüne tuz basmaya gayret gösteriyordu.
"Hay ben böyle şansın!" dedim.
***
"Al habu oltalari!"
Balık tutacaktık. Kafamın dağılması lazımdı ve balık tutmak en iyi yoldu.
"Akşama hamsi yiyelum." dedi Ömer oltayı denize atarken.
"Hayde vira Bismillah!"
Şansımın yaver gittiği tek yer denizle olan aramın güzel olmasıydı. Elimden midir bilmem, balığa çıktığım zaman herkes çekilirdi denizden. Çünkü bilirlerdi ki bugün bize mahsul yoktur.
"Gerçi seninle gelmek delilik! Bütün baluklari toplayup alacaksun şimdu!"
"Dilun değil elun çaluşsun Ömer Küçük! Ya da Küçük Ömer!"
"Lan oğlum! Bak! Şöyle deme lan bana!"
"Ne yapayım kardeşim? Sana takılmak hoşuma gidiyor."
Küçük Ömer! Bu espriyi 10 yıldır yapıyordum, hem de hiç sıkılmadan. O da soyadını güzel seçseymiş.
"Öme-..."
Gözümün takıldığı yerde gördüğüm kadınla elimdeki olta denizi boyladı.
"Lan! Ne yapıyorsun lan? Olta gitti!"
Kalbim gitmiş, olta gitse ne olur? Ayrıca bu katır inatlı keçinin burada ne işi vardı?
Az ilerideki sahil kenarında oturmuş, yerdeki küçük taşları denize fırlatıyordu. Duruşunun altında gizlenen dertli ruh hâlini metreler boyu uzaklıktan bile fark edebiliyordum.
"Oo yengem olamayan yengem mi o benim?"
"Sus lan! Kız duyacak, saçma sapan konuşma!"
"Çok dertli duruyor."
Bakışlarımı zor da olsa çevirdim.
"Bana ne!" dedim.
Yakında evlenecek bir kıza gözümü dikmek bana yakışmıyordu.
Elini omzuma koydu.
"Gidelim mi?" dedi.
"Gidelim." dedim. Çünkü biliyordum, biliyordum ki dayanamaz yanına giderdim, dayanamaz yamacına sıvışırdım. Bazen de gitmek, kalmaktan daha iyiydi...