UMAY'IN AĞZINDAN...
"Ettiğin yardımı göz ardı edemem. Kimse yapmaz yaptığını ama lütfen, lütfen ilerisine karışma!" dedim.
Düşmanı daha fazla inime sokmak istemiyordum. Kendi işimi kendim halletmek, ayaklarımın üstünde desteksiz durmaktı amacım.
Oturduğu koltuktan kalktı. Bunda da bir boy var, gerisi yok! 1.90'lık adamdı. Abilerimde uzundu fakat 1.80-1.85 arası falandılar. Bunun gübresi çok atılmış herhalde.
Şimdi üzerimdeki t-shirtün bana neden bu kadar büyük olduğunu daha iyi anlıyordum.
"Israr etmeye devam edersen Toprak'ı arayacağım şimdi!"
"Karışma Altay!"
"Umay! Beni dellendirme! Bak, burada ikimizi atacağın bi dere de yok!"
"Oha! Siz dereyede mi düştünüz? Olaya gel!" dedi Gonca.
Kız açık açık bizim kavgalarımızdan zevk alıyordu. Oturduğu koltukta bacak bacak üstüne, yüzünde kocaman bir sırıtışla bize bakıyordu.
"He düştük ama ben düşürdüm!" dedim ellerimi belime koyarak. Sıcak duş sahiden de bedenimi baya toplamıştı.
"Şaşırmadım. Ee sonra ne oldu?"
"Ne mi oldi? Ben abini derenin içinde bi güzel dövdüm. Evire çevire, dinlene dinlene!"
Hee dövmüştüm esse. Yolumu kesip de bütün arazilerimizi alacağını söylerse döverdim. Bizim elimiz armut mu topluyor ki onca araziyi salak gibi ona vereceğiz?
"Doğru mu abi?" dedi Gonca.
"Doğru! Kadın diye el kaldırmadık ama o tüm hıncını çıkarttı."
Aslında o kadar fazla dövmezdim fakat şu son 3-4 aydır çok fazla kaşınıyordu. Köyümüz pek büyük sayılmazdı. Karşılaşmamız, yüz yüze gelmemiz gayet normaldi. Ama bizim rastlaşmamız çokluğa kayıyordu artık.
Hadi karşılaşmayı da geçtim, laf atmasa herkes yoluna dönecek. Ama bu düşmanın tohumunun çenesi susmay! Köylü görse yanlış anlar, abimler görürse bacaklarımı kırar.
Daha şurada bir buçuk ay falan önce 2-3 saniye yüzüne baktım diye abim ortalığı ayağa kaldırıyordu. Hele bir de aynı evde kaldığımızı öğrenseler köyü ateşe verirlerdi.
"Ee sen de nedu her yerda karşumdasun!" dedim.
"Belki sen karşumdasundur!" dedi.
Öyle olabilir miydi? Bir ihtimal. Belki de adamın yoluna şans eseri olarak gerçekten ben çıkıyordum.
"Çok tatlısınız!" dedi Gonca.
Tatlı mı? Ne kadar iğrenç bir yakıştırma! Ne olursa olsun ben evliyim, o adam sözlü!
"Ağzını yırtarım senin!" dedim Gonca'ya.
Gonca'da mert kızdı fakat benim kadar sinirli olduğu söylenemezdi. Daha çok cilveli ve işveli olduğu kesindi. Ne zaman bizim köyün başından geçip teyzesine gidecek olsa üstündeki kıyafetleri hep bir özenli, saçları hep bir şekilli, yüzü hep bir makyajlı olurdu hanımefendinin! Çarşıya bile inerken bu kadar süslenmiyordu.
"Ne ya?" dedi bacağını diğer bacağının üstünden alıp oturuşunu düzelterek.
"Anlaşma olduğuna göre plana geçiyoruz." dedi Altay.
"Anlaşma olmadı Yıldırım!"
"Sorduk mu sana, hayır! Oldu dediysek olmuştur. Şimdi gel şuraya otur yoksa abinleri sana mumla aratırım."
Onu ilk kez böyle sinirli yüz ifadesiyle görmüştüm. Yalan söylemek uygun olmadığı için size doğruyu itiraf etmem lazım ki korkmuştum.
"Tamam." dedim tam karşısındaki koltuğa oturarak.
Beni dize getiren ilk kişi olarak tarihe geçecekti sanırım.
"Heh, şöyle! Laf dinle Koçyiğit kızı!"
Öyle bir böbürlendi ki gören de sanır dünyayı fethetti. Gerçi o da haklıydı. Bir Koçyiğit kızına, hele ki Umay Koçyiğit'e sözünü geçirmek hiç kolay bir iş değildi.
O da oturdu koltuğa.
"Şimdi aklında ne var senin?" dedi.
"İso'yu bitirmek!" dedim gözlerimi karartarak.
"O herkesin isteyeceği şey! Şimdi plana geç!"
"Şimdi her yerde beni arıyor doğru mu?"
"Maalesef doğru!"
"Karşısına çıkacağım."
"Hayatta olmaz!" dedi oturduğu yerden kalkarak.
"Asla olmaz, unut onu!"
"Yapmak zorundayım! Nereye kadar kaçak yaşam süreceğim? Eğer beni arıyorsa aklındaki planı değiştirmiş olmalı. Sözde beni köy meydanına bırakınca 'Umay ne yaptı da İso iki günde kapıya attı?' diyeceklerdi!"
"Vay or-..."
Göz göze geldiğimiz an sükutu tercih etti. Yanımda küfür etmemesi tuhafıma gitmişti.
"Kusura bakma! Bazen kendimi tutamıyorum Umay."
"Sorun yok." dedim.
"Ee devam et!"
"Ama ne oldu bilmiyorum. Yani neden beni arıyor, hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim; ailemin yanına gitmediğimi biliyor. Bilseydi böyle açıktan arayamazdı beni."
"Doğru!" dedi ayaklarını tekrardan sallama moduna alarak.
"Acaba ailene ne dedi şerefsiz?"
"Bilmiyorum." dedim derin nefes eşliğinde.
Sahiden bilmiyordum ve tahmin edemiyordum.
"Gün açınca gizliden köye ineceğim."
"Ben bırakırım."
"Olmaz! Adımızı çıkarırlar Altay."
"Ne alaka? Düşman değil miyiz biz?"
"İso senden pek haz etmiyor. Daha nişanlıyken bile senden uzak durmam konusunda sürekli uyarıyordu beni. Neymiş, dibime girmek için fırsat kolluyormuşsun, kendini bile bilerek vurdurmuşmussun! Haboyle de saçmaluk!"
"Dimi?" dedi gülerek.
"Nasıl bir saçmalıksa, sırf seni görebilmek, gözünün içine bakabilmek için kendimi vurduyormuşum!"
"Ee yani! Neyse..." dedim ayağa kalkarak.
O kadar çok uyumuştum ki saat gece 3 olmasına rağmen hâlâ uykum gelmemişti. Gün açınca Gonca beni köye biraz uzak, tenha bir yerde bırakır, ben de yürüyerek geri dönerdim.
Bakalım İso'nun derdi neymiş? Niye her yerde beni arıyordu acaba?
"2 saat sonra beni aşağı indirir misin Gonca?"
"Ben de gelicem!" dedi Altay'da ayaklanarak.
"Olmaz dedim ya! Niye zorluyorsun? İkimizde aynı anda köyde belirirsek İso'nun ekmeğine yağ süreriz. Sen şimdi Ömer'i ara, gelip seni gizlice alsın."
"Ömer abi diyecektin herhalde!"
Kaşlarımı çattım, yüzümü buruşturdum. Konu ne saçma bir yere gitti böyle?
"Ne alaka?" dedim.
"Sen 23'sün, Ömer 29. Abi demen gerekmez mi?"
"Ömer seninle yaşıt değil miydi? O zaman sana da Altay abi diyeyim. Evet evet! Düşman olmasaydık sana kesinlikle Altay abi derdim."
"Başlarım senin abine!"
Sert çıkınca geri vites yaptım.
"Tamam ya!" dedim.
"Boş boş konuşma Umay! Valla bak, sinirleniyorum ha!"
Eli ayağı boşaldı, titremeye başladı. Düşmanız ya tabii, abi dememi bile istemiyordu.
"Pekiyi aşağı indin. Ee, sonra Umay. Bu planın ben neresinde kalıyorum acaba?"
Konuyu en kısa yoldan asıl meseleye çevirmişti.
"Kusura bakma ama sen benim hayatımın hiçbir yerinde değilsin zaten Altay!" dedim.
"Peki Umay!" dedi. Sesinden bana doğru akan hüznü anlayabiliyordum.
Yüzünün aldığı vaziyete içim gitti fakat böylesi daha iyiydi. Yardımını şu can bedenden çıkana kadar unutmayacaktım ama onun dışında benim için hiçbir şeydi.
"Gonca seni aşağı indirir."
Altay'a mecburdum. Planın üstesinden tek başıma gelemeyeceğim aşikârdı. Erkeğe ihtiyacım vardı gerçekten de. Ama korkuyordum işte. O erkek, kolay sıyrılır dedikodulardan. Pekiyi ben? Köylünün dilinin altında ezilen ben olurdum.
Altay montunu alıp tekrardan dışarı attı kendini.
Gonca ile baş başa kalmıştık.
"Çok bencilsin!" dedi Gonca.
Ona döndüm. "Neden?" dedim.
"Kusura bakma ama abimin yaptığını sana kimse yapmazdı Umay! Bütün tehlikeleri göz önüne alarak sana kapısını açtı, yardım etti."
"Pekiyi sen hiç benim penceremden baktın mı Gonca? Bazen insan kalp kırmak zorunda kalır ki karşısındaki geri adım atsın diye. Altay'dan yardım alacağım, almak zorundayım da fakat şimdilik geriye çekilmesi lazım. Çok öfkeli. Öfke; insana hata yaptırır. Benim konum ise hatayı kaldıramaz. Boşanmam lazım Gonca. Kurtulmam lazım. Ya ben ölümü gördüm o pisliğin ellerinde. Sen de hâlimi gördün. Acımı bile yaşayamıyorum ben! Psikolojim altüst olmuş durumda, bitiğim bitik! Şimdi karşıma geçip de bana nasıl bencilsin dersin? Üzgünüm ama bu bencillikse evet, bencilim! Ömrümü o itin soyadının gölgesi altında tamamlamak istemiyorum."
Anlaşılmak, anlamaktan geçerdi. Gonca'nın neden böyle dediğini biliyor, saygı da duyuyordum. Cümlem Altay'ı kırmıştı, farkındaydım. Fakat düşman olmamıza rağmen böylesine kırılması tuhafıma gitmişti.
Koltuğun üstündeki battaniyeyi omuzlarıma örterek ben de dışarı çıktım. Sanırım vefasız gözükemiyordum. Belki de Altay gelip beni bulmasaydı daha fazla açlığa dayanamamış, çoktan ölmüştüm.
Kapıyı açtım, çaktırmadan kim diye baktı.
Aramızda mesafe bırakarak yanına oturdum. Yaklaşık 1 metre vardı. Yüzüme bakmıyordu. Yerdeki toprakla oynuyor, eşeliyor, bir şeyler karıştırıyordu.
"Hava da çok soğukmuş!" dedim laf olsun, torba dolsun diye.
Cevap vermedi.
"Gece de ne kadar karanlık dimi?"
Yine laf attım fakat ağzını bıçak açmıyordu. Çok kırılmıştı. Bizim köyün delikanlıları konu kadın olunca düşmanlığı kenara koyar, tüm varıyla savaşırdı. Altay'da öyle yapmak istiyordu fakat benim hikayemin kahramanı olamazdı. Hele az önce gözümün gördüğü alyanstan sonra, hiç olamazdı.
"Bu köy çok küçük yer Altay." dedim uzaklara bakarak.
"Köy küçük, olaylar çabuk yayılıyor. Yanlış izah ettim biliyorum, öyle dememem lazımdı. Ama beni buna mecbur bıraktın. Eğer müdahil olursan hata yaparsın. Hata yaparsan farkedilirsin. Farkedilirsen köylü adımızı çıkarır. Bu yüzden şimdilik geride kal."
"Sıkıntı yok!" dedi mesafeyle. Bu mesafe düşmanken bile yoktu aramızda. Her zaman bana sıcak kanlı olmuştu Altay.
Ki hatta ne zaman karşı karşıya gelsek "Bırak şu düşmanlığı Koçyiğit kızı! Ailelerimizden bize ne? Bizim aramızda düşman olacağımız hiçbir olay geçmedi." derdi.
"Ne zaman istersen sana yardım ederim ama onun dışında benden uzak dur tamam mı?" dedi oturduğu yerden kalkıp eve geri girerek.
O gitti, ben gitmedim. Normalde karanlıktan korkan bana o geceler karanlık gelmiyordu. İso'nun yaşattıklarından sonra bana hiçbir şey artık zor gelmiyordu.
Oturduğum yerde ağlamaya başladım. Başımı dizlerimin üstüne koyarak hıçkıra hıçkıra ağladım. Kime, ne yaptım ki bana böyle davranıyorlardı? Oysa elimden geldiği kadarıyla herkesin yardımına koşar, insanları güldürürdüm.
İç çeke çeke, acımı dışarı vura vura ağladım. Umay kırıyordu evet ama kırılıyordu da. Umay'ın da kalbi vardı, taştan değildi.
Orda öylece yarım saat ağladım. Ben ağladım, dağlar duydu. Dağlar duydukça ben daha çok ağladım.
Ayağı taşa değse ortalığı ayağa kaldıran 3 tane aslan abim vardı. Halimden haberleri yoktu ve olmayacaktı da. Yoksa vaziyet perişan olur, köy karışırdı. Bu yaşıma kadar onlar beni korudu, bende canım pahasına onları koruyacaktım.
"İçeri girsene! Oturmuşsun toprağın üstüne! Soğuk çekecek Umay! Kalk şurdan!"
Altay'dı. Arkam dönük olduğundan görmüyordum ama muhtemelen camdan konuşuyordu.
Omuzlarımı yukarı kaldırdım. Hemen ardından dış kapının açılma sesi geldi.
"Kime diyorum katır inatlı keçi!"
"Kalkmıcam! Bırak beni düşman tohumu!"
Sanki çok karanlıktı hava. Acaba girse miydim ki? Ya uyumaya giderlerse ve dışarıda kalırsam? Dağın başı, kimse de koşamaz yardımıma.
Gitmekle kalmak arasında mekik dokurken hayatta en korktuğum hayvanın sesini duydum. Kurt uluması.
Panikle oturduğum yerden ayağa kalkıp battaniyeyi başıma çektim. Çok yakından gelmişti ses.
"K-Kurt mu uludu az önce?" dedim karşımdaki Altay'a.
"Evet." dedi.
"Neyse, sen gelmiyorsan biz uyuyoruz Umay. Sabah çıkarsınız yola." dedi, arkasına döndü.
Yutkundum.
Tekrar kurt uluyunca küçük bir çığlık atarak Altay'ın yanına koştum.
"Nerde?" dedim korkuyla. Bu sefer kesin çok yakındı. Sanki arkamdan ulumuştu.
"Altay çok yakın! Valla çok yakından geldi sesi!"
Omuzlarımız birbirine çarpıyordu. Titreyen parmaklarımla battaniyeyi zar zor kavrıyordum.
"Korktun mu Koçyiğit kızı?"
"İçeri girelim mi?" dedim küçük kedi gibi iyice Altay'a sıvışarak.
"Aa! Sen kurttan mı korkuyorsun? Silahtan korkmayan kız kurttan mı korkuyor?"
Dediklerini duymadan kendimi evin içine attım. Altay'ı da kolundan tutup çekerek içeri aldım, kapıyı kapattım.
"Herhalde bu akşamki yemekleri sen olmak istiyorsun!" dedim.
"Senin dilinden daha iyidir!" dedi gözlerini devirerek.
"Sen kendine bak! Zeliha'ya üzülüyorum! Kız seninle nasıl ömür geçirecek acaba?"
"Zelihe seviyor beni! Emin ol insan sevince bütün kusurlara karşı körleşiyor Koçyiğit kızı!"
İso'ya olan körlüğümü söylemişti üstün körü. Gözlerim doldu fakat bu sefer toparladım kendimi. Çakıldığım beton öyle sertti ki beni paramparça etmişti.
"Çok yorgunum." dedim. Yaşları geri yollasam da sesim hüznümü ele vermişti.
"Gonca seni kendi odasına çıkartsın, dinlen biraz."
"Şey..." dedim çekinerek. "Makas var mı acaba?"
Pis ellerin değdiği saçlarımı istemiyordum. Küçüklüğümden beri büyütür, özenle bakardım onlara. Masumiyetimi simgeliyordu.
"Ne yapacağına bağlı." dedi.
"Gonca'ya saçlarımı kestireceğim."
"Niye? Saçların çok güzel Umay."
Ellerimle tıpkı İso'nun yaptığı gibi okşadım saçlarımı. Parmaklarımın arasından geçirdim, aşağı kadar geldim.
"Bazı güzellikler pis ellerde heba olur." dedim.
"Var!" dedi sadece.
Ne onun konuşmaya dili vardı ne de benim dinlemeye gönlüm yetti... Az ilerideki eski dolabın içinden makası çıkarıp bana verdi.
Teşekkür ederek yukarı çıktım. Gonca odada beni bekliyordu. Altay ise aşağıda kalacaktı.
"Rahatsız mı ettim?" dedim Gonca'yı yatarken görünce.
"Yok yok!" dedi hemen oturup.
"Şey... Saçımı kesebilir misin acaba?"
"Neden?" dedi elimdeki makasa bakarak.
"İşte, canım öyle istedi. Kırılan, incinen her kız böyle yapmaz mı? Şimdi kesecek misin yoksa ben kendim mi halledeyim?"
Ayağa kalktı. Kenarda duran tozlanmış sandalyeyi kırık aynanın önüne çekerek beni üstüne oturttu.
Son kez dokundum saçlarıma. Gerçekten onları çok seviyordum. Neredeyse belimden aşağı kadar uzundu.
"Emin misin?" dedi Gonca.
Gözümden akan yaşla "Eminim." dedim.
Makastan çıkan her gıcır sesle, yere düşen her telimle ağlamam şiddetlendi. Canımdan çok sevdiğim saçlarım küt haline bürünürken içim dağlandı. Bir hainin ellerinde harab olmuştu kızıl güllerim. Babam hep böyle derdi. Saçlarıma bile isim takmıştı. 'Olar benum kizul güllerum. Sakin dokunma tek bir telune!'
Şimdi bu halimi görseydi kesin çok kızar, haftalarca konuşmazdı benimle.
Saç kesme işlemi bitince aynadan yeni Umay'a baktım. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. O enerjik, hayat dolu Umay ölmüştü...
"Her halinle çok güzelsin." dedi Gonca.
Gülümsedim. Konuşursam eğer dayanamaz, yıkardım buraları.
"Uyuyalım. Bir kaç saat sonra abim uyandırmaya gelecek bizi."
"Hı hı!" dedim kısa yoldan.
Saçlarımı toplamaya niyetlendiğimde Gonca engel oldu.
"Sen yat, ben hallederim." dedi.
***
Bir kaç saat sonra Altay bizi uyandırdı. Gonca ile yola çıkarak köye inmiştik. En müsait, kimsenin yaşamadığı yerde aşağı inmiştim ben. Doğrudan baba evime geçecektim. Henüz neler gelişti, İso ne anlattı bilmiyordum.
Evimizin başı gözüktüğünde mutluluktan oturup ağlamak istedim. Dayanağım... Koçyiğit evi benim tek dayanağımdı.
"Çok şükür..." diyip gözlerimdeki yaşları sildim.
"Nereye karıcığım?"
Sesini duymamla korkuyla irkildim.
"Hi!" diyerek ardımı döndüm. İso tam karşımda, elleri cebinde bana bakıyordu.