Yol kenarındaki elbise satan mağazaya yanında annesi ve ağabeyiyle girdiğinde mutsuzluğu yüzünden okunuyordu. Annesi elbiselere bakarken arada, ‘’Bu nasıl?’’ diye soruyordu ama cevap vermiyordu.
‘’Bunu üzerine dene.’’ diyen Hicran Hanım, kızının eline siyah çiçekli elbiseyi tutuşturdu.
Defne yine sessiz kalıp deneme kabinine girip elbiseyi üzerine geçirdi. Boyu dizlerinin biraz altındaydı ve kolları uzundu. Yakası çok olmasa da açıktı. Dışarı çıktığında ağabeyi anında itiraz etmişti.
‘’Yakası açık olmaz bu.’’
‘’En kapalısı bu oğlum diğerlerinin ya boyu kısa ya kolu, dikerim yakasını kimse anlamaz.’’ dedi annesi.
‘’İyi ama bacakları da açıkta olmasın çorap falan ne alıyorsanız alın gelen aile mutaassıp sonra laf etmesinler.’’
Defne konuşulanlardan kendisini soyutlamıştı. Deneme kabinine girip üzerindeki elbiseyi kendi kıyafetleriyle değişip geri çıktı. Annesinin elbisenin altına aldığı siyah kalın külotlu çorabı görünce çığlık atmamak için kendisine hâkim olmaya çalışıyordu.
Ardıç alınacakların ücretini ödedikten sonra biraz da market alışverişi yapıp gecekondu evlerine geri döndüler.
Yağan yağmurla mahallenin her tarafı çamurlaşmıştı ve yıkık dökük evler bu çamurların arasında kalmıştı. Kendi evlerine girdiklerinde sobanın sıcaklığı karşıladı.
Defne tek kelime etmeden odasına kapanıp yatağına yatarak cenin pozisyonu aldı. Babasının, ağabeyinin ve annesinin konuşmalarından Seyfi dedikleri adamın kim olduğunu az çok öğrenmişti.
Babasının ve ağabeyinin köye gitmesinin sebebi buydu. Aile amcası aracılığıyla haber gönderip Defne’ye talip olmuştu babası da gidip yüz yüze konuşup anlaşmıştı. Kendisi için istenen başlık parasını duyduğunda babasının neden çalışıp eve para getirmesi yerine evlendirmek istediğini anlamıştı.
Hep kaçıp gitmek isterken şimdi evlenip köye gidecekti ve dua ettiği tek konu evleneceği adamın ilk gecesini sorun etmemesiydi. Yaptığı bir hatayla kendi ölümünü hazırlamış olabilirdi.
Annesinin ve yengesinin mutfaktaki seslerini duyuyordu. Bir yerden sonra babası eve gelmişti ve akşam yemeği için bir araya gelmişlerdi ama gitmek yerine odasında yatmaya devam etmişti. Babasının neden sofraya gelmediğine dair kızmalarını duyuyordu annesi ise evlenip evinden ayrılacağı için üzülüyor normal böyle üzülmesi üstüne gitmeyin diye idare etmeye çalışıyordu.
İlerleyen saatlerde kapı zorlanarak açıldığında yeğeni içeri girdi ve tekrar kapıyı kapattı. Yatağa yanına tırmanıp çıkarak kolları arasına sokulmuş, yatmıştı. Uyuduğunda saçlarından öptü. Yeniden çocukluğuna dönmek istiyordu. Tek derdinin oyun oynamak ve akşam eve gelen babasının kızmalarını dinlemek daha kolaydı.
Yeğeniyle sarmaş dolaş uyuduğunda Emel elindeki yemek dolu tabağı vermek için içeri girmişti ve oğluyla görümcesini görmüştü. Yorganı üstlerine örtüp odanın ışığını söndürerek sessizce dışarı çıktı.
‘’Yemedi mi yemeğini?’’ diyen kaynanasına baktı.
‘’Eymen ile koyun koyuna uyumuşlar anne kıyamadım uyandırmaya sonra isterse yer.’’
‘’Bu kız böyle nasıl alışacak evliliğe?’’ Hicran Hanım’ın gözlerine hüzün bulutları çökmüştü. Kızı için çare olamıyordu olamadıkça içten içe kendini bitiriyordu.
‘’Bilmiyorum anne.’’ dedi Emel. Kendisi de kocasıyla isteyerek evlenmemişti ve yaşadığı hayatta mutlu değildi sadece uyum sağlıyordu. Görümcesinin hissettiklerini anlıyordu ama bu evliliğe engel olabilecek konumda değildi.
Yatmak için odasına girdiğinde kocası yatağın içindeydi. ‘’Eymen nerede?’’ diye sormuştu.
‘’Kardeşinin yanında uyumuş.’’ Kıyafetlerini değişip yatağa girdi. ‘’Dün söylediklerin doğru mu?’’ dedi. Kocasının söylediklerini kendisine saklamış dile getirmemişti.
‘’Defne’ye tek kelime etme bir de onunla uğraşmayalım.’’ diyen Ardıç sigarasının dumanını havaya savurdu.
‘’Söylemedim ama Ardıç, kardeşin daha yirmi beş yaşında Seyfi dediğiniz o adam için kırk beş yaşında diyorsun. Defne zaten evlenmek istemiyor bir de yaşını öğrendiğinde iyice delirecek.’’
‘’Ne olmuş kırk beş yaşındaysa hâli vakti yerinde; evi, tarlası, hayvanları var. Burada garsonluk yapacağına gitsin kendi evini istediği gibi çekip çevirsin.’’
Emel içinden, ‘Seyfi dediğiniz adam kendisine çalışacak genç hizmetçi arıyor siz de yolunacak kaz arıyorsunuz arada olan Defne’ye oluyor.’ dese de dilinden, ‘’Babam doğrusunu bilir.’’ Kelimeleri dökülmüştü ve kocasına sırtını dönüp yatmıştı.
Defne sabah öğlene kadar yine odasından çıkmamıştı ama sonra mecbur kalmıştı. Annesi aldıkları elbiseyi üzerine giydirdiğinde yakasını dikmek için yanına oturdu. ‘’Şu elbisenin kenarını al ağzına kısmetini de dikmeyeyim.’’ dedi Hicran Hanım.
‘’Dik dik hepsini beraber dik ki kısmet olmaktan vazgeçsinler.’’ diyen Defne’nin sözleri iğneleyiciydi.
Annesi yaka kısmını dikene kadar bekledi. Boğazına kadar kapatmıştı. Zorla külotlu çorabı da giydi. Saçları dışında her yeri kapanmıştı. Emel mutfakta ikramlıkları hazırlamakla uğraşıyordu. Eymen evin içinde elindeki arabasıyla koşturup duruyordu. Sefa Bey ve Ardıç oturdukları yerde çaylarını içip keyif yapıyorlardı.
Hava karardığında çalan zil sesiyle kapıyı açan Ardıç olmuştu. Misafirleri salona aldıklarında Defne mutfakta sessizce bekliyordu ve açık kapıdan gelenlere bakıyordu.
Anne ve babası yaşlıydı. Yanlarında iki adam ve bir kadın ile iki çocuk daha vardı. Kadın ile adamlardan birinin evli olduğu ortadaydı. İki adam da ağabeyi miydi yoksa kadın ablasıydı ve adamlardan biri eniştesi miydi? Kendisi neden gelmemişti? Görücü usulü olduğu için düğüne kadar göremeyecek miydi?
Yengesi yanına geldiğinde, ‘’Kahveleri yapıp getir.’’ dedi.
‘’Sözümü verecekleri adam gelmemiş mi?’’ diye sordu merakla.
Emel gerçeği bilse de dile getiremedi. ‘’Kimin kim olduğunu ben de bilmiyorum.’’ diyerek mutfaktan çıktı.
Defne kahveleri hazırladığında fincanları tepsiye yerleştirip salona doğru ilerledi. İlk olarak aile büyüklerine vermişti ama sonra kime vereceğini şaşırmıştı. İki adamın arasındaki yaş farkını anlayamıyordu. Ağabeyinin kaş göz işareti yaptığını görünce ona uyum sağlayıp ilk önce işaret ettiğine verdi sonra diğerine.
Karşısındaki kahveyi tepsiden alırken yüzüne bakıp gülümsemişti. Sigara dumanından sararmış dişleri ve bıyıkları midesini bulandırmıştı. Gülümsemesine karşılık vermemiş, yüzünde tek bir mimik oynamamıştı ve elinde boşalan tepsiyle salondan çıkıp mutfağa dönmüştü.
İçeriden diğer ailenin babasının sesini duydu. ‘’Allah’ın emri peygamberin kavliyle kızınız Defne’yi oğlumuz Seyfi’ye istemeye geldik.’’
Babası, ‘’Verdim gitti.’’ dediğinde sesi keyifliydi.
Genç kız gözünde biriken yaşı sildi. ‘’Neyi veriyorsun baba eşya mıyım ben?’’ diye fısıldadı.
‘’Kızım buraya gel.’’ diye babasının seslenmesiyle yaşlarla dolan gözlerini bir kez daha silip salona geçti.
Annesi sırtına elini koyup karşısındaki adamın yanına itmişti. Olanı anlamaya çalışırken diğer kadın çantasından kurdele bağlı yüzükleri çıkardı.
Yüzükleri evleneceği adamın babası eline almıştı ve birini yanındaki adamın parmağına takmıştı. Olanı fark ettiğinde anın şaşkınlığıyla babasına bakınca tehdit edici bakışlarını görmüştü ve dudaklarının ucuna gelen çığlığı geri yutmuştu.
Elini tutan kayınbabası yüzüğü parmağına takarken bedeni titriyordu. Kurdele kesildiğinde koluna takılan bileziklere baktı. Sözünün kesildiği Seyfi boynuna kalın bir altın zincir takmıştı. İçinden, ‘Tasmamı da taktınız tam oldu!’ dese de yüzü sabitti. Alnına değen dudaklarla kusmamak için kendisini zorluyordu.
Emel hazırlanan yiyecekleri ikram etmeye başladığında Defne de bunu bahane bilerek salondan çıkmıştı ve koşarak tuvalete gidip kusmaya başlamıştı. Yüzünü yıkarken alnını sertçe ovuyordu. Biraz zorlasa babası olabilecek yaştaki bir adamla evlenme fikri dayanılmaz bir duyguydu ve buram buram sigara kokan nefesiyle öpmesi midesini bulandırmıştı.
Babası ve ağabeyinin öfkesinden kurtulmak için istemese de geri dönüp yengesiyle beraber yiyecek dolu tabakları misafirleri için salona götürmeye başladı. Seyfi’nin gözü sürekli üzerindeydi ve bunun farkındaydı.
Düğün için yapılan konuşmaları duymamak için kulaklarını kapatmak istiyordu. Yaza kadar bile beklemek istemediklerinden bir buçuk ay sonra düğünü yapmaya karar vermişlerdi.
Misafirler gittiğinde Defne kendisini tutamamış ağlayıp isyan etmeye başlamıştı. ‘’Kendi kızını babası yaşındaki adama nasıl gelin diye verirsin?’’
‘’Kes sesini o adam senin kocan olacak kullandığın kelimelere dikkat et.’’ diyen babası bütün öfkesiyle geri bağırmıştı.
‘’Susmayacağım işte değer verip, sevmeyecektiyseniz neden dünyaya getirdiniz? Evlatlık hakkım size haram, zehir zıkkım olsun.’’ Parmağındaki yüzüğü çıkarıp babasının yüzüne fırlattı. ‘’Asla evlenmeyeceğim. Bundan sonra sizin kızınız değilim.’’
Gitmek istediğinde babası kolundan tutup geri çekmişti ve yüzüne gelen tokatla yere savrulmuştu. Ardından ikinci tokat gelmişti ve sırtına bir tekme yemişti.
‘’Senin üzerimde ne hakkın var ki haram edeceksin? Bu yaşına kadar sana bakıp büyüttüm sende benim hakkımı ödemek için o evliliği yapacaksın.’’ Sefa Bey yerdeki yüzüğü alıp kızının parmağına geri taktı. ‘’Bundan sonra işe gitmeyi unut. Evden dışarı adım atarsan seni gebertirim.’’
Salondan çıkıp gittiğinde Emel koşarak yanına gelmişti. ‘’Geçti güzelim, geçti bir tanem.’’ Görümcesini kolları arasına alıp teselli vermeye çalışırken Defne’nin hıçkırıklarıyla bütün bedeni sarsılıyordu.
‘’Yenge ben o adamla evlenemem, olmaz yapamam.’’
‘’Keşke seni kurtarabilecek kadar söz sahibi olabilseydim.’’
‘’Haya.’’ diyen Eymen geldiğinde halasına sarıldı. ‘’Ağyama.’’ deyip yaşlarla ıslanmış yanağından öptü. ‘’Ben seni seviyoyum.’’
Defne üzüntüsüne rağmen yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve yeğenine sarıldı. ‘’Ağlamıyorum ki biraz karnım ağrıyordu sen beni öpünce geçti.’’
‘’Yine öpeyim.’’ diyen Eymen, halasının yanağına bir öpücük daha bıraktı.
‘’İyileştim teşekkür ederim.’’ dediğinde Emel omzunu sıvazladı.
‘’Hadi odana git yatıp dinlen.’’
Defne yerden kalktığında sırtındaki ağrıyı umursamadan odaya gitti ve kapıyı kapattı. Hicran Hanım, kocası anlamasın diye banyoya girmiş kızı için sessizce ağlıyordu.
Genç kız yatağına oturduğunda bakışları parmağındaki yüzükteydi. Daha fazla direnecek gücü kalmamıştı. Evlenecekti ve ilk gecesinde namus diye öldürdüklerinde hepsinden kurtulacaktı. Düğün günü ölüm günü olacaktı ve üzerindeki kefenini kendi elleriyle giyip, süslenecek ölümüne davul zurnalarla gidecekti.