Ela ÖZTÜRK
Evde herkes kendi halinde bir şeylerle ilgileniyordu. Annem bahçesinde çiçeklerine bakarken, babam bulmacasını eline almış çözmeye çalışıyordu. Ben… bense boş boş oturmuş meyve yiyordum.
Telefonuma gelen peş peşe mesaj sesiyle kucağımdaki tabağı masaya bıraktım. Ekranı açtığımda Burcu’dan gelen mesajla hızla merdivenlere yöneldim. Koşar adım merdivenleri çıkarken annem ve babama seslendim.
“Atamalar açıklanmıış…”
Odama girip bilgisayarı açmak için peş peşe tuşa bastığımda annem ve babamda odanın kapısından içeri girdi.
Annem;
“Kızım sakin ol. Bozacaksın…” derken heyecanla konuşmaya başladım.
“Ayy aşırı heyecanlıyım atanabilmişimdir umarım.” diye mırıldandım. Ekran açıldığında hızla internete girip Milli Eğitim Bakanlığı’nın atama sayfasına girdim. Ellerim titrerken zorla kullanıcı adı ve şifre kısmını doldurup bekledim.
Sistemde oluşan yoğunluk yüzünden derin bir nefes aldım.
“Off… hadi ama açıl artık!” diye kendi kendime sitem ederken babam ve annem halime gülüyorlardı. Belki 50. kez giriş yaparken en sonunda atama sayfası açıldı.
Ela ÖZTÜRK…
Ağrı- Doğubeyazıt
Gözlerim şaşkınlık ve sevinçle ekrana bakarken annem;
“Hayır… asla gitmeyeceksin! Sakın… sakın aklından dahi geçirme.” diye söylenmeye başladı.
Hep ilk duam atamamın ilk senesi doğuya düşmekti. Evet belki hayallerimden daha fazla doğuya düşmüştüm ama bu benim için üzüntü değil, sevineceğim bir şeydi.
“Anne saçmalama istersen… ben hep bu anı hayal etmiştim.” dedim bıkkın bir sesle. İstediği kadar konuşsun gideceğimi o da çok iyi biliyordu sonuçta. Babam;
“Tebrik ederim güzel kızım.” deyip kollarını açtığında olduğum sandalyeden kalkıp kollarının arasına girdim.
“Teşekkür ederim babacığım” dediğimde sarılmasına karşılık verdim. Annem gözleri dolmuş bir halde bakarken;
“Seni oraya göndermemek için her şeyi yapacağım Ela. Sen ne anlarsın köyde yaşamaktan. Yapamazsın oralarda…” diye söylenirken babam araya girdi;
“Ela istediği yere gidecek Tuğba hanım. Lütfen kızımıza saygı duy!” deyip annemi susturduğunda, annem öfkeyle odadan çıktı. Babam göz kırpıp annemin peşinden odamdan çıktığında hemen telefonu alıp Burcu’ya mesaj attım.
“Ağrı-Doğubeyazıt sen?”
Telefon elimde beklerken Burcu anında görüldü atıp yazmaya başladı.
Burcu: Olleey bee yakınız. Muş’a düştüm kızım… diye bir mesaj atmıştı.
Hemen haritadan düştüğüm yer ve Muş arasına baktım. Aşırı uzak değildi. Kendi arabamla en fazla 3-3.5 saatte gidebilirdim. Bu durum yalnız olmadığımı hissettirdi. Telefonumu kenara bırakıp bir süre daha ekranla bakıştım.
Ağrı - Doğubeyazıt…
İçimde oluşan evden gitmenin hüznü boğazıma oturdu. Çok istediğin atamam gerçekleşmişti. Hatta istediğim bölgeye. Ama annem ve babamı burada bırakacak olmanın hüznü kaplamıştı içimi.
Akşama kadar odamdan çıkmayıp Ağrı hakkında araştırma yaptığımda kışların aşırı soğuk geçtiğini, yanıma neler almam gerektiği hakkında küçük bir liste çıkarttım. Bilgisayarımı kapatıp odamdan çıktım.
Alt kata indiğimde annem suratıma dahi bakmaya tenezzül etmeden mutfağa yöneldi. Aklınca bu yaptığı hareketlerle beni vazgeçirebileceğini düşünüyordu. Ama asla böyle bir şey olmayacaktı. Orada okuma yazma öğrenmeye istekli o kadar çok çocuk vardı ki… hemde kısıtlı imkanların içinde buna mücadele veren. Oraya gidip hepsinin hayatına dokunmak istiyordum.
“Ben alışveriş için çıkıyorum. Birkaç gün sonra yola çıkacağım. Burcu’yla beraber arabayla gideceğiz.” dedim. Babam;
“Tamam kızım nasıl istersen.” dedi. Emekli öğretmen olan babam ne hissettiğimi, neden bu işi yapmak istediğimi çok daha iyi anlıyordu.
Aslında dedemden mal varlığımız vardı. Dar gelirli bir aile değildik. Ama babamda zamanında benim yaptığım gibi kendi mesleğini yapmış emekliliği geldiğinde ise dedemin şirketinin başına geçmişti.
Vatan, millet, bayrak, çocuk sevgisi en çok babamdan bana bulaşmıştı. Bana anlattıkları, öğrettikleriyle doğru ve karakterli nesiller yetiştirmek için elimden ne gelirse yapacaktım.
*******
Burcu’yu evinden alıp eve en yakın alışveriş merkezine gittik. Kendimize çeşit çeşit kıyafetler alırken gözüme çarpan mr.d** mağazasına girip çocuklar için çeşit çeşit kırtasiye malzemeleri ve etkinlik malzemeleri aldım.
Burcu;
“Kızım orada da kırtasiye tarzı bir yer mutlaka vardır. Abartmadın mı sanki?” diye sordu. Hayır anlamında kafamı salladığımda ödemeyi yapıp zor bela taşıdığım poşetlerle arabaya indik.
Bagaj ve arka koltuk dolduğunda içimde yuh demek dışında bir şey yapamadım. Arabaya binip ilk önce Burcu’yu eve bıraktım. Daha sonra kendi evime geldiğimde arabayı park edip indim. Annem evin bahçesinde oturmuş ağlıyordu.
“Anne… ne oldu?” dedim. Sert ama kısık bir sesle;
“Daha ne olsun Ela. Tutturdun gidicem diye…” derken araya girdim.
“Annecim lütfen böyle yapma. Oradaki çocuklarında eğitime ihtiyacı var…” derken babamın konuşmasıyla başım ona çevrildi.
“Yeter artık Tuğba hanım. Bu şekilde kızı üzmekten başka hiçbir şey yapmıyorsun. Gitmek istiyorsa, gidecek biz arkasından işi kolaylaşsın diye dua etmek dışında bir şey yapamayız.” dedi minnetle göz göze geldiğimizde hafifçe gülümsedim.
“Senin yüzünden böyle bu kız.” diye bağırdığında anneme sarıldım. Elimi yüzüne koyup
“Bak babam bana ne güzel şeyler aşılamış. Sende güven bana biraz…” dedim. Sessiz kaldığında arabadaki poşetleri çıkartmak için kapıyı açtım. Hepsini yere koyup sürükleyerek götürmeye çalıştığımda babam;
“Bırak kızım.” dedi. Elimde ki poşetlerin çoğunu aldıktan sonra kalanları alarak odama çıktım.
*******
2 gün sonra:
“Anne artık yola çıkmam lazım. Hadi ama!” diye bağırdım.
Elinde bir sürü yollukla yanıma gelip;
“Patlama kızım patlama! Al bunları yolda acıkırsanız yersiniz.” dedi. Elindeki alıp Burcu’ya uzattım.
“Teşekkür ederiz Tuğba teyze.” dediğinde annem önce ona sonrada bana sıkıcı sarıldı.
“Allah işinizi kolaylaştırsın inşallah. Birbirinizi hiç yalnız bırakmayın.” dedi. Başımla onayladığımda annemden ayrılığ, babama sarıldım. Konuşmak yerine gözlerimizden yaşlar akmaya başlamıştı bile.
“Ayy… yeter bu kadar duygusallık bir sürü çocuk beni bekliyor.” dedim gülerek. Arabayı çalıştırıp yola koyuldum.
Arabada şarkılar, sohbet, eğlence derken 5/6 saatlik yolu gelmiştik. Burcu’yla mola vermeden gitmeye karar verdiğimiz için sırayla dinlenecektik. Yol kenarında tesiste durup birer kahve aldık.
“Burcu biraz sen geçsen artık süremiyorum.” dedim. Başıyla onaylayıp sürücü koltuğuna geçti bende kendimi yolcu koltuğuna attığımda harekete geçti. Şoför değiştirere değiştire geldiğimiz yolda sonunda Muş’a ulaşmıştık. Burcu’nun kalacağı lojmana girip gerekli işlemleri hallettik. Geceyi onun yanında geçirip sabah Ağrı’ya geçecektim.
Lojmanın kapısını açtığımızda koca bir ev bizi karşıladı.
“Ayy… umarım benim lojmanımda böyle olur.” derken sıkkınlıkla nefes verdim.
“Gerçi benimki köy içi bakalım lojmanı var mı?” diye sorduğumda Burcu;
“Yapamazsan buraya gelebilirsin…” dedi.
“Yapmak zorundayım Burcu. Orada beni bekleyen bir sürü çocuk var.” dedim. Yorgunlukla kendimi koltuğa attığımda Burcu bir şeyler diyordu ama ben çoktan uykuya teslim olmuştum.
********
Sabah gözlerimi açtığımda vücudum tutulmuştu resmen. Muş aşırı sıcak olmasına rağmen evdeki klimayı açan Burcu sayesinde bu halde uyuyakalmış, hatta anladığım kadarıyla hasta olmama ramak kalmıştı.
“Senin yapacağın işe ben Burcu ya…” diye söylendim.
Yarım yamalak açmaya çalıştığı gözüyle
“Ne yapmışım ben yine…” dedi uykuyla karışık.
“Klima açık kalmış.” dediğimde öksürük sesiyle gözünü açtı.
“Ay… unutmuşum.” dedi. Gözlerimi baymakla yetinip kısa bir duş almak için yerimden kalktım.
Duştan çıktığımda kahvaltı hazırdı. Heyecanımı bastırmak için çeşitli yollara başvururken saatin öğlene yaklaştığını gördüm.
“Ben gidiyorum bacım.” dedim gülerek. Hiç sevmiyordu ona bacım dememi. Kafamı bir tane vurup kapıya doğru yöneldiğimizde
“En ufak bir şeyde arıyorsun.” dedi.
“Tamam. Dikkat et sende kendine.” deyip sıkıca sarıldık. Arabama gidip yola koyuldum.
Köye girmeme son 15/20 dakika kala askerlerin çevirme yaptığını gördüm. Zar zor çeken telefonumla buraya kadar gelmişken şimdi oyalanmak canımı sıkmıştı. Heyecandan kalbim zaten boğazımda atıyordu. Derin bir offf çektikten sonra çantamı yan koltuktan alıp ehliyetimi aramaya başladım. Bulamadığımda panikle söylenmeye başladım.
“Neredesin ya off..” diye bağırırken camdan gelen sese döndüm.
“Merhaba ehliyetinizi görebilir miyim?”
Bıkkınlık ve endişeyle çantama baktığımda derin bir nefes aldım.
“Maalesef ehliyetimi bulamıyorum. Kimliğimi versem?” diye sorduğumda
“Bir dakika bekleteceğim?” dedi. Elindeki telsizden durumumu komutanına geçtiğinde bana dönüp;
“Nereden geliyorsunuz?” diye sordu.
“İzmir… İzmir’den geliyorum.” dedim. Şaşkınlıkla yüzüme baktığında
“Hiç çevirmediler mi sizi?” diye sordu. Hayır anlamında başımı salladığımda tekrar telsize döndü. Kimliğimi uzattığımda TC’yi sisteme girip bekledi.
“Ben aslında öğretmen olarak atandım buraya. Sanırım heyecanla ehliyetimi unuttum…” dedim.
Askeri personel olmasının ağırlığının verdiği ciddiyetin ardında bulunan, yumuşak ve güleç haliyle
“Öyle mi? Memnun oldum öğretmen hanım. Ben Tuna…”.deyip elini uzattı.
“Bende Ela. Memnun oldum.” dedi. O sırada arkasında bizi izleyen adama döndüğünde;
“Komutanım.” deyip selam durdu.
“Rahat…” dedi.
Tuna asker rahata geçtiğinde kısa bir süre göz göze geldik.
“İşin bittiyse laklakı kes… işine dön!” dediğinde. Başıyla onaylayıp ehliyetimi verdi.
“Görüşürüz öğretmen hanım.” dediğinde başımla onayladım. Son kalan yolumu da gitmek için heyecanla yola koyuldum.