Masada boş bulunup konuşmamın ardından uzun bir sessizliğe gömülmüş yemek faslını sonlandırmıştım. Herkes tabağını mutfakta ki makinaya attığında şaşkınlıkla onları izledim. Aslında garip bir durum yoktu babamda hep böyleydi ama asker olmaları sanırım bende ayrı bir izlenim bırakmıştı. Oturma odasında tekli koltuğa kendimi atıp oturmaya devam ettim. Herkes kendi arasında konuşmaya devam ederken bende telefonumu çıkartıp Burcu'ya bugünün kısa bir özetini geçen mesajımı yolladığımda anında görüldü attı ve hızla telefonuma mesaj geldi:
"Ne yani sen şimdi birbirinden yakışıklı bir sürü askerin içinde mi kalacaksın?" ekrana boş boş bakarken bu kızın asker aşkına anlam veremedim. Yeter ki kamuflajlı erkek görsün.
"Evet canım bir sürü kamuflajlı erkek ve bir tane de dünyalar tatlısı bir kızın yanında kalacağım..." yazıp ekranımı kitledim. Buse'ye baktığımda elinde çay tepsisiyle içeri giriyordu. Köşede durduğunu fark ettiğim sehpaları almak için yerimden kalktım. Sehpalardan birini alıp tam dönerken sert duvara çarpmamla alnımı tutup;
"Siktir..." demem bir oldu. Kafamı kaldırdığım da hala alnımı ovuştururken bay suratsız komutanla göz göze geldim. Timin geri kalanı kıs kıs gülerken Mert komutan kaşlarını çatmış bir şekilde bana bakıyordu.
"Ne bakıyorsun be... senin ne işin var burnumun dibinde." diye çemkirdim. Çatık olan kaşları havaya kalktığında
"Suçlu olan sensin yalnız. Özür dilemen gerekiyordu." dedi. Öfkem burnumdan dumanlarla çıkarken sinirle;
"Bir de ben mi özür dileyeceğim. Duvar gibi adamsın alnım acıdı burada. Asıl sen özür dileyeceksin..." diye bağırmayı ihmal etmedim. Timin gülmesi sessizlik yerine kahkahalara bıraktığında Mert komutan;
"Daha önce duvar gibi bedenim olduğunu söyleyen çok oldu." dediğinde yüzünde memnun bir ifade vardı gözlerimi bayıp;
"Egonuda tatmin ettiğine göre çekil şuradan sehpaları koyacağım." dedim. Time dönüp;
"Sizde biraz daha anırırsanız askerler, daha tanışalı bir kaç saat geçti demeden girişeceğim hepinize" derken parmağımı sallıyordum. Herkes ağzına fermuar çekmiş gibi yapıp içlerinden gülmeye devam ederken gözlerimi baymadan edemedim. Telefonuma gelen peş peşe bildirim sesiyle sehpaları hızla yerlerine koyup tekli koltuktan telefonumu almak için yöneldim. Daha mesajlara giremeden gelen görüntülü aramayı açtım. Telefondan yükselen sesle herkes bana döndü.
"Bebeğim napıyorsun?" bende hayretle ekrana döndüğümde Burcu'nun aradığını düşünürken ekranın karşısında Selim'i görmeyi beklemiyordum. Alpay sessizce yanımdaki koltuktan beni dürtüp "Senin sevgilin mi var?" diye sordu. Hayır anlamında başımı sallarken ekrandan tekrar Selim'in sesi duyuldu.
"Kim var senin yanında Ela? Erkek sesi duydum!"diye öfkeyle söylendi. Gözlerimi bayıp;
"Sana ne Selim. Bir daha beni arama..." diye ekrana çemkirerek konuştum. Selim;
"Bana ayrıldığını bile söylemeden çekip gittin İzmir'den..." diye cümlesini devam ettirirken artık sinirim tepeme çıkmıştı;
"Sen kimsinde sana haber vereceğim gerizekalı.." diye bağırırken cümlemi bölen bu sefer o oldu.
"Sevgilin..." dedi. Sabrımın son demlerini de elimden alıp götürdüğünde ne çevremdekilerin ne de beni dinliyor olmalarını gözüm görmedi...
"Ne sevgilisi lan... seninle biz hiç bir zaman sevgili olmadık. Laf kaşarlığı yapma bana..."deyip derin bir nefes aldım. "eğer ki bir daha beni ararsan o tuşa basan elini de, sana beni arayacak cesareti veren beynininde o çok kıymetli götüne sokarım." diye bağırıp telefonu kapattım. Derin bir nefes alıp verdikten sonra gözlerimi açtığımda bana hayretle bakan gözlere tanık olunca utançla gözlerimi tekrar kapattım. Tuğra Astsubayın sesini duyduğumda kafamı kaldırıp ona baktım.
"Helel olsun kız ne laflar varmış sende?" diye beni alkışlamaya başladığında diğer herkesin kahkahası duyuluyordu. Gözlerim Mert komutana denk geldiğinde sadece ciddiyetle bana bakıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Çocukların goygoylarına ortak olamayacağım kadar gerginlik üzerimdeyken yerimden kalkıp portmantoda duran çantamı almak için o tarafa yürüdüm. İçinden sigara paketimi aldığım çantayı geri yerine astım. Oturma odasından çay bardağımıda alıp az önce Mert komutanın sigara içmek için çıktığı balkona kendimi attım. Paketten bir sigara çıkartıp ağzıma götürdüğümde çakmağımı almadığımı fark ettim. Masanın üzerinde çakmak ararken gözümün önüne uzatılan çakmakla yerimden sıçradım.
"Sen ne zaman geldi be..." diye çemkirirken Mert kasıla kasıla;
"Ben bordo bereliyim öğretmen. Beni ben istemedikten sonra duyamazsın, hatta gözünün önünde bile beni göremezsin." dediğinde dediklerini ağzımın içinde gevelerken uzattığı çakmağı aldım. Sigaramdan derin bir nefes aldığımda sıkıntıyla üfledim. Telefonumun ekranına gelen bildirimlerle gözüm oraya kaydığında Selim'in peş peşe mesaj attığını gördüm. Derin bir nefes verip sessizce;
"Orsopu çocuğu..." diye mırıldandım. Mert duymuş olmalı ki bakışları bana döndü. Bende ona döndüğümde yüzündeki ifadesizlik hoşuma gitmişti. Gözleriyle telefonumu işaret ederken;
"Bir sıkıntı mı var?" diye sordu. Hayır anlamında başımı salladım. İkna olmamış gibi bakışlarıyla üzerimde kurduğu ağırlık yüzünden anlatmak zorunda hissetsemde detaya girmeden;
"Takıntılı bir çocuk meselesi..." deyip kestirip attım. O da sağ olsun sorgulamadı. Başıyla beni onayladığında balkon kapısını açıp içeri girdim. İlk söze giren Buse oldu.
"Eğer ki canını sıkan bir durumsa yardımcı olabiliriz." dediğinde hayır anlamında başımı salladım. Bir kaç saatte beni içlerine almaları hoşuma gitmişti. Tuna'ya dönüp;
"Burda kalamıyorum değil mi?" diye sorduğumda onun yerine arkamdaki ses cevap verdi.
"Hayır. Buse!" diye sert bir sesle seslendiğinde Buse hazır ola geçip "Emret komutanım!"deyip selam verdi. Şaşkınlıkla onları izlerken Mert komutan anahtarı Buse'ye fırlattı. Buse havada yakalayıp yüzüne bakarken Mert komutan konuştu;
"İkiniz bugün benim evde kalıyorsunuz. Öğretmene yardımcı ol." dediğinde Buse başıyla onaylayıp. Bana gel tarzı bir işaret verdiğinde herkese iyi geceler dileyip Buse'nin peşinden gittim.
Eve girdiğimde bizi sade bir hol karşıladı. Oturma odasına geçtiğimizde koyu renklerin hakim olduğu fazla eşya bulunmayan bir oda bizi karşıladı. Buse telefona bakıp bana döndü;
"Sen yatak odasında yat bende oturma odasında." dedi. Günün yorgunluğuyla itiraz etmeye gücü kendimde bulamadım. Başımla onaylayıp yatak odasına doğru yürüdüm. İçerisi sert ve insanın hafızasına işleyecek bir kokuyla beni karşıladığında gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. İçime işleyen kokuyla yüzümde oluşan saçma sapan tebessüme anlam veremediğimde hızla başımı sallayıp kendime gelmeye çalıştım.
Kıyafetlerimin olduğu çantayı arabada unuttuğumu fark ettiğimde ne yapacağıma karar veremedim. Daha sonra ellerim dolap kapaklarına gittiğinde kendime kızdım. Daha sonra içimden banane kudursun diye geçirip ilk bulduğum t-shirt ve şortu aldım. Dizlerime uzanan t-shirt ve kapri gibi duran şortla kendime gülerken buldum kendimi. Yatağa attığımda kendimi uykunun huzur bulmuş kollarına kendimi bıraktım.
Sabah alacaklı gibi çalan kapıyla yerimden sıçrayıp koşarak kapıyı açtım. Gözlerimi ovuştururken kapıdan gelen öksürük sesiyle gözlerimi karşımdaki kişiye diktim. Bana tek kaşı havada bakarken, bende kendimi baştan aşağı süzdüm. Zorlukla yutkunduğumda kekeleyerek konuşmaya başladım.
"Be...ben...şey...yani şey işte öfff kıyafetlerimi arabada unutmuşum. Bende dolabını karıştırmakta bir sakınca görmedim." dedim hızlıca.
"Öyle mi?" diye sorarken hoşuna gitmiş bir yüz ifadesiyle bana baktığını fark ettiğinde kendini topladı.
"5 dakikaya çıkacağız hızlı ol." deyip arkasını dönmüştü ki tekrar bana döndü. "Beğendiysen sende kalabilirler." deyip muzip bir ifadeyle yüzüme baktı. Gözlerimi bayarken kapıyı hızla suratına kapattım. Kapının arkasından gelen sesle kendime geldim.
"Benim kapımı benim suratıma çarptın öğretmen. Bunun hesabını sorarım."
Off off benim başıma gelenlerde neyin nesiydi. Kendi kendime söylenmeyi bırakıp hızla hazırladım. Saate baktığımda son 1.5 dakikam olduğunu gördüm. Koşarak evden çıkıp asansöre baktım. Aşağı kata indiğini gördüğümde koşarak aşapı inmeye başladım. Binanın kapısından çıktığımda karşıda arabasına yaslanmış beni beklediğini gördüm. Arabaya yaklaştığımda nefes nefes kalmış bir halde ellerimi dizime koyup nefeslendim. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda pis pis sırıttığını gördüm.
"Ne gülüyorsun be..." diye çemkirirken bana bakıp başını ileri geri salladı
"Şu hallerini biri görse öğretmen olduğunu kanıtlayamazsın..." dedi ayıplar bir sesle kaşlarımı çatıp suratına bakarken arkasında duran Range Rover'ın Sport modeli dikkatimi çekti.
"Ohaa... diye ağzımdan bir ses kaçtığında "İlk defa mı görüyorsun?"diye kaşlarını havaya kaldırdı. Evet anlamıında başımı sallarken ona laf yetiştirmek yerine arabanın yolcu koltuğuna geçip oturdum. Arabada süren uzun sessizliğin ardından köye geldiğimizi fark ettiğimde hızla arabadan indim. Köy halkı bana bakarken bazılarının kinle baktığı gözümden kaçmadı. Hele bir tane genç kız vardı sanki kıskançlık ve öfkeyle bana bakıyordu. Neler olduğunu anlamadığım için umursamadan komutana dönüp teşekkür edip yanından ayrıldım.
Eve girdiğimde ustaların çalışmaya başladığını gördüm. Kimisi duvarlara sıva yaparken kimisi tesisatları yeniden döşüyordu. Anladığım kadarıyla burada işleri uzun sürecekti. Umarım tez vakitte biterdi de komutanda evinde rahat ederdi. Evden çıkıp arabama doğru giderken komutan ve muhtarın hararetli bir şekilde konuştuğunu gördüm. Yanlarına gidip gitmemek arasında kaldığımda yavaşça adımlarımı onların olduğu yere doğru çevirdim. Her hareketimin izlendiğini fark ettiğimde etrafa baktığımda aynı kızın hala bana dik dik baktığını gördüm. Sanırım komutanı kıskanmıştı. Gözlerimi devirip önümü döndüğümde Sirac'la karşılaştım.
"Merhaba" dedi.
"Merhaba" diye karşılık verdim. Sirac;
"Nasıl geçti dün? Umarım komutanla sıkılmamıştırsın." dediğinde gülüyordu. Hayır anlamında başımı salladığımda benimle beraber o da yürümeye başladı. Bir şeyler sorarken Mert Yüzbaşı ve muhtarın yanına gelmiştik. Bizi fark etmedikleri herhalallerinden belliydi.
"Mert yüzbaşım." diye seslendiğimde bakışları ilk önce yanımda duran Sirac'a kaydı. İstemsizce bende ona baktığımda çok yakınımda olduğunu fark ettim. Bir adım yana kaydığımda Sirac bana şaşkın gözlerle bakıyordu. Daha sonra bana baktığında tek kaşını havaya kaldırmış bakıyordu.
"Ben okula gidiyorum bilginiz olsun." deyip arkamı dönüp yürümeye başladım. Arabamın kapısını açıp direksiyona geçtiğimde camım tıklatıldı. Sirac'ı karşımda görünce camı açtım.
"Bir şey mi oldu?" diye sorduğumda Sirac hayır anlamında başını salladı.
"Bende seninle geleyim diyecektim."dedi. Olur anlamında başımı salladığımda arabanın yan koltuğuna geçip oturdu. Arabayı çalıştırdığımda Mert Yüzbaşı'nın bakışları beni rahatsız etsede bozuntuya vermeden arabayı sürmeye başladım. Okul evimin çok yakınındaydı ama, içinde okul içinde malzemeler olduğundan dolayı tek tek taşımak istemedim.
Okulun önünde durduğumda Sirac benimle birlikte arabadan inip okulun içine girdi. Çok bakımsız değildi ama güzel bir boyaya ve dolaplara ihtiyacı vardı. Duvarda duran kadın öğretmenin resmi dikkatimi çektiğimde Sirac'ta anlamış olmalı ki hemen konuşmaya başladı.
"Adaşın... Ela öğretmen geçen sene teröristler tarafında kaçırıldı." dediğinde tüylerim diken diken oldu. Sirac konuşmaya devam etti;
"Mert ve timi onu arıyor hala." dediğinde gözlerim doldu. Demek ki hala buralarda tehlike devam ediyor diye düşündüm. Sirac'a döndüğümde "Köyümüzün içinde hala teröristlerle iş birliği halinde olan insanlar var. Kim olduğunu çok güzel saklıyor." dediğinde başımla onayladım. Arabamdaki eşyaları indirmek için çıktığımda Sirac'ta peşimden geldi.
"Tuana'ya dikkat et..." dediğinde
"O kim?" diye sordum.
"Bugün sana dik dik bakan kız işte." dedi. Meraklı bakışlarımı fark ettiğinde "Yüzbaşına fena yanık. Başına bela almanı istemim. Mert biliyor fakat konusunu dahi açtırmıyor. Aramızda gizli bilgi gibi düşün." deyip göz kırptı.
Gizli bilgi mi? diye düşünmeden edemedim. Komik gelmişti. Ama içimi sebepsiz bir kıskançlık sardı. Bana neden böyle oluyor anlam veremiyorum. Beni ne ilgilendiriyorsa.