13

1784 Words
Geçen günlerin ardından Erna nihayet tamamen toparlanmış ve dinlenerek, karnını doyurarak geçirdiği şükür dolu günlerin sonunda gerçekten kendine gelmişti. O sahiden de ne bir dilenci ne de parazitti. Ahu ile kalırken de hep iş aramış, evin temizliği ve yemeğiyle ilgilenmeye gayret etmiş, arkadaşını yaptığı yardımdan pişman etmemek için sahiden de çok uğraşmıştı. Belki Ahu’nun o adi erkek arkadaşı olmasaydı, durumu bu kadar kötüye gitmeyecekti ama dikkatli düşündüğünde Doğu’nun söylediği acımasız gerçeklerdeki haklılık payını o bile görebiliyordu. Belli ki Ahu konusunda yanılmıştı. Bu gerçeği daha kalp kırıcı bir olay yaşamadan öğrenebildiği için mutluydu. Eğer dostlukları onun sandığı gibi gerçek olsaydı bu durumda olmazlardı, değil mi? Artık üzülmeyi bırakıp yoluna bakacaktı. Belki tek umudu Ahu’nun çöpe atmadığı birkaç parça eşyası varsa veya ailesine ait kalan hatıraları sakladığı kutusu duruyorsa onları geri alabilmekti ama bunu nasıl yapacağını da henüz bilmiyordu. Gidip kapısını çalsa Ahu sahiden de onu polise ihbar eder miydi acaba? Herhâlde başına öyle bir şey gelirse bu evden tamamen gönderilirdi. İç çekerek akşam yemeği için hazırladığı sofrayı son bir kez daha kontrol etti. Burada kaldığı on günlük sürenin ardından ikizlerle bir düzen kurmayı başarmışlardı. Sağlığı düzelene dek ona anlayışlı olmuşlar, iyileştiğindeyse yükünü arttırmak yerine her zamanki gibi gerekli gördüğü işleri yapması ve eksikleri gidermesi konusunda onu tembihlemişlerdi. Daha doğrusu bunu yapan Dağhan’dı. Doğuhan pek de evin durumuyla ilgili değildi. Hatta çoğunlukla Erna’nın iş yükünü arttıran o oluyordu. Gerçekten inanılmaz dağınık ve pasaklıydı. Bir yemek yerken nasıl oluyorsa kullandığı tüm alanı batırmayı becerebiliyordu. Banyoyu kullandığı her seferinde savaş alanına çeviriyor, çamaşırlarını sağa sola fırlatıyor, tüm akşam gürültü yapmaktan da rahatsızlık duymuyordu. Dağhan’ın ondan çok çektiği belliydi. Adam ikiziyle aynı banyoyu kullanmaya bile tahammül edemiyordu. Ofisi ise Doğu için kesinlikle yasaklı bölgeydi. Dağhan gerekirse kapıyı kilitleyebilmesi için ona yedek anahtarını vermişti. İkisi gece ve gündüz gibiydi ama düşününce tıpkı onlar gibi gerekli olduklarını hissediyordu. Dağhan’ın hayatında biraz rahatlığa ihtiyacı vardı, Doğu’nun ise bir disiplin örneğine… Tabii bu konuda yorum yapmak ona düşmezdi ama Erna ikisini ayrı düşünebileceğini sanmıyordu. Nisan ise bambaşka bir konuydu. Dağhan onunla konuştuktan sonra Erna’yı aşağılayan sözlerini bir hayli azaltmış olsa da onu ara sıra kışkışlamaya devam ediyor, sürekli emirler yağdırıyor ve ilginç bir şekilde bunu çoğunlukla ikizler yokken yapıyordu. Yine de onu kovmayı başaramamıştı ve Erna’ya soracak olursanız bu büyük bir adımdı. Doğuhan veya Dağhan ile flört etmediği ya da daha ileri gitmediği sürece bu evde kalma şansı vardı. Olur da kardeşlerden herhangi biriyle gereksiz bir yakınlık kurarsa başı belada olacaktı. Haftada iki ya da üç gün boyunca Nisan’a katlanması, sesini çıkarmaması ve o buralardayken ikizlerle arasına sınıfsal bir çizgi çekmesi de şarttı. Bu bir düzen sayılır mıydı bilmiyordu fakat şimdilik durumdan bir şikâyeti yoktu. Dağhan gerçekten iyi ve cömert bir adamdı. Evinde istediği gibi yiyip içmesine izin veriyor, bir ihtiyacı olursa muhakkak temin ediyor, odasını istediği gibi düzenlemesine bile izin veriyordu. Sanki gerçekten de bu evde kalıcı olacakmış gibi hissetmesine sebep oluyordu ve bunun için Erna ona karşı ömür boyu minnettar olacaktı. Zil sesi onu daldığı düşüncelerden ayırırken kapıyı açmak için harekete geçti. Şu an evde yalnızdı ve kimin gelmiş olabileceğini bilmiyordu ama Nisan olmadığı sürece bir sorun çıkmazdı herhâlde? Eh, kimse hayatın kolay olduğunu iddia etmiyordu zaten, değil mi? Kapıyı açmasıyla burnuna dolan ağır parfüm kokusu onu bir an boğsa da yüzünü ifadesiz tutmak için elinden geleni yaptı. Dağhan ve Nisan kol kola içeri girerken saygılı bir şekilde geri çekildi. “Hoş geldiniz.” “Hoş bulduk,” diyen adam ona başını hafifçe sallarken Nisan “İyi akşamlar,” diye lütfetti. Göz ucuyla Erna’ya baktıktan sonra kızı tamamen görmezden gelmişti. “Doğuhan geldi mi?” Dağhan bir yandan ceketini çıkarmak için Nisan’ın kolunu bırakırken bir yandan da Erna’ya dönmüştü. Deri evrak çantası elinde sallandığı için Erna istemsizce uzanıp çantayı tuttu. “Hayır Dağhan Bey, kendisi sabahtan beri hiç gelmedi.” “Öyleyse tüm gün evde yalnız mıydın?” Nisan bunu imalı bir sesle sormuştu. Erna iç çekmemek için gayretle başını salladı. “Evet, Nisan Hanım.” “Hım…” Kadın onu bırakıp mutfağa geçerken Dağhan yorum yapmadan çantasını geri aldı ve önce her zaman yaptığı gibi ofisine, ardından da odasına geçerek Erna’yı holde yalnız bıraktı. Doğuhan ona daha fazla yakınlık gösteriyor olsa da gerek Erna’nın uzak durma çabası gerek de Dağhan’ın uyarısı sebebiyle adam onu artık pek de rahatsız etmiyordu. Zaten abisinden öğrendiği kadarıyla Doğuhan evi otel gibi kullanır, haftanın çoğu gününü dışarıda geçirir, sık sık başkalarının evinde kalırdı. Erna o kişilerin kim olduğunu sormaya bile gerek duymuyordu. Doğuhan yüzünden kovulmaktansa ondan uzak durmayı yeğlerdi. Nisan da genelde haftada iki gün muhakkak evlerine gelir, bunun için genelde cumartesi akşamını ya da Doğuhan’ın evde olmadığı günleri seçerdi. Dağhan’ın söylediğine göre ayın bir günü muhakkak ofisteki arkadaşlarıyla bir buluşma düzenler, üç seferden birisi muhakkak onun evinde gerçekleşirdi. Erna şu an Dağhan gibi birinin arkadaşlarına nasıl hazırlık yapacağını pek bilmiyordu ancak bir aydan uzun bir süre boyunca bunun için stres yapmasına gerek yoktu. Bunu yapmayı hiç istemese de mutfağa girip yemekleri ısıtmaya başladı. Evin en büyük alanı mutfak ve onunla bitişik hâldeki salondu. İkizler kendi odalarında olmadığı zamanların çoğunu burada geçiriyordu. Doğuhan evdeyse televizyon izleyerek onları rahatsız ediyor, Dağhan bir şeyler okuyarak ya da yazarak kahve içiyordu. Evin olmazsa olmazı kahveydi. Haftada üç gün, akşam yemeğinden bir buçuk saat sonra, Dağhan spor salonuna gidiyordu. Doğuhan ise kafasına estiği an gitme alışkanlığına sahipti. Erna’ya söylediğine göre spor salonunda yeni biriyle tanışmak onun için oldukça eğlenceli bir rutindi. “Bu akşam sana izin veriyorum.” Nisan birden arkasında belirince Erna elindeki kaşığı yere düşürdü. Kadın o kadar sessiz gelmişti ki ödü patlamıştı. “E-Efendim?” Şaşkınlıkla arkasını döndü. Nisan dudağının kenarıyla gülümserken onu şöyle bir süzdü. “Bu akşam izinlisin,” dedi ardından. “Anlayamadım?” “Ah, neden buna şaşırmadım acaba?” “Efendim?” Kadın gözlerini devirerek iç çekti. “Bu akşam için sana izin veriyorum. Dağhan ile baş başa vakit geçirmek istiyorum. Mümkünse gece yarısına dek geri dönme.” Her kelimeyi tane tane söylerken kodlama yapar gibiydi. Erna ağzını açtı, kapattı, gözlerini kırpıştırdı ve nihayet Nisan’ın söylediklerini idrak ederek başını salladı. “A-Anladım,” dedi aniden başını sallayarak. “Emin misin?” “Evet.” “Güzel. O zaman çıkabilirsin.” “Peki…” Nereye gidecekti ki? Hayretle mutfağa göz atıp elindeki kaşığı bir kenara bıraktı. Yemeklerin altını kapattı. Masayı son kez kontrol etti. Ardından mutfaktan çıkmak için hareketlendi. “Anahtarın var mı?” “Evet, Dağhan Bey vermişti.” “İyi.” Erna tam kapıya ulaşmıştı ki Nisan sesli bir şekilde nefes aldı. “Dur!” Belli ki yine aklına bir şey gelmişti. “Buyurun?” dedi tekrar kadına doğru dönerek. Nereye gidecekti? Aklı buna öylesine takılmıştı ki bir an kadının ona doğru yürüyerek çantasını karıştırdığını bile anlayamadı. Nisan cüzdanından saymaya tenezzül etmediği bir miktar parayı çıkarıp eline tutuştururken şaşkın bir şekilde avucuna baktı. “Yemek güzel görünüyor. Bunu avans gibi düşünebilirsin. Merak etme, maaşından kesilmez.” Vay canına! Demek Nisan Hanım ilk kez onun yaptığı bir şeyi beğenmişti? Bunun üzerine ona bir de gülümserse Erna düşüp bayılırdı herhâlde? “Teşekkürler, böyle bir şeye hiç gerek yok-” diye itiraz etmeyi denese de kadın dönüp gittiği için sözlerinin bir anlamı kalmamıştı. Erna, patronuna yakalanmamak adına önce odasına geçip birkaç parça eşyasını bez çantasının içine doldurdu. Sonra da Nisan’ın verdiği ‘harçlık’ eşliğinde evden çıktı. Bunun üzerinde düşünmeye hakkı olmadığını biliyordu ama kadın onu evden gönderiyorsa bu yalnızca tek bir anlama gelebilirdi, değil mi? Bir an utanç ve hayretle yüzünü buruştursa da apartmandan çıkarken başını iki yana sallıyordu. Belki de Ahu’nun evine gitmek için bu bahaneyi kullanabilirdi? Elindeki parayı verirse eski dostu ona eşyalarını geri verir miydi? Olanları çok fazla düşünmek istemiyordu ama en azından ailesinin hatıralarını geri alabilmeyi sahiden de çok isterdi. Bir süredir Erna’nın elinde ne bir fotoğraf vardı ne de başka bir şey… İnsanlar anne ve babanı kaybetmenin ne demek olduğunu belki de idrak edemiyordu, bunu bilemezdi ama Ahu onca zaman arkadaşı olmuşken nasıl böyle bir şeyi ondan esirgerdi? O sapık sevgilisi gözünde bu kadar mı önemliydi? Cebindeki telefon çalmaya başlarken amaçsız bir şekilde öylece yürüyordu. Hava kararmış, sokaklar sakinleşmişti. Meteorolojiden pek anlamazdı ama bulutların gökyüzünde yoğunlaşan varlığı ve havadaki kasveti doğru yorumluyorsa yağmur yağacaktı. Belki bir otele gidip bu geceyi orada geçirebilirdi? Nisan’ın ona bu kadar çok para vermesini ummazdı ancak kadın bir gece için kullanabileceğinden çok daha fazlasını vermişti. Anlaşılan o da nişanlısı gibi cömertti. “Alo?” “Erna, neredesin?” Arayan Doğuhan’dı. Etrafına şöyle bir bakıp omzunu silkti. “Evin yakınlarında yürüyüş yapıyorum.” Bu yalan sayılır mıydı? “Nisan bana bu gece geç gelmem için mesaj atmış.” “Ah...” dedi istemsizce. Yanakları yanmaya başlarken dudağını ısırdı. “Hı hı…” “Öyleyse seni de evden göndermiştir?” “Bana izin ve harçlık verdi.” “Hım…” “Üstelik bugün yaptığım yemekleri beğenmiş gibiydi.” “Eh, bu bir gelişme sayılır.” Doğu gülerek konuyu değiştirdi. “Ne yapacaksın peki?” “Nasıl yani?” “Nereye gideceksin?” Onun için mi endişelenmişti? Erna buruk bir tebessüm eşliğinde yüzünü göğe çevirdi. “Belki Ahu’nun evine uğrarım diyordum.” “Ne?” diye haykırdı Doğu hayretle. “Neden böyle bir şey yapacakmışsın ki?” “Şey… Aslında evinde aileme ait fotoğrafların olduğu bir kutu vardı. Eğer onu çöpe atmadıysa…” Sesi azalarak kayboldu. Birden kendini yine ağlayacak gibi hissetmişti. Annesi ve babası hayatta olsaydı acaba şu an Erna ne yapıyor olurdu? Sınava girer ve üniversiteye mi başlardı? Bir işe mi girerdi? Evde mi otururdu? Birlikte her akşam yaptıkları gibi yemek yerken kelime oyunları mı oynarlardı? Annesi bulmaca aşığı bir kadındı ve bu yüzden genelde onları da eğlencesine dahil olmaya zorlardı. Babası ve Erna gürültülü itirazlar eşliğinde onu kızdırmaya çalışır, içten içe bu oyunu çok sevseler de kadını her zaman delirtirdi. Şimdi o günlerin uzak bir anıdan başka bir anlamı olmaması ne kadar da ilginçti. Bazen hâlâ ailesinin öldüğünü düşünmek ona gerçek gibi gelmiyordu. Sanki bir yerlerdeydiler ama Erna onlara ulaşamıyordu. Yeterince çalışır ve iyi birisi olursa belki ailesine kavuşurdu. Böyle tuhaf bir şeydi yoklukları onun için… “Erna?” Doğu’nun sesi endişeyle yükselirken irkildi. “Efendim?” “İyi misin? Sana birkaç kez seslendim.” “Özür dilerim, bir an dalmışım. Ne diyorduk?” “Oradaki kafelerden birine git, ismini bana mesajla yaz ve ikimiz için güzel birer içecek söyle. Birazdan yanına gelmiş olurum.” İtiraz etmeye niyetlendiyse de Doğu ona fırsat vermedi. Telefonu kapatıp Erna’yı şaşkın bir tebessümle yalnız bıraktı. Bu yakınlaşmak sayılmazdı, değil mi? Sonuçta Erna’nın gidecek bir yeri yoktu ve belli ki Doğu bunu anladığı için ona yardım etmeye karar vermişti. Ona acıyordu, bunun farkındaydı ama bu kadar hüzünlü bir ruh hâlindeyken böyle bir iyiliği görmezden gelemez ve reddedemezdi. En yakınındaki kafeyi gözüne kestirip yürümeye başladı. Bir yandan da yağmur çiseliyor, Erna’yı nazikçe ıslatırken nedense hiç rahatsızlık hissi vermiyordu. Daha Doğuhan yanına bile gelmemişti fakat şimdiden kendini neşelenmeye başlamış gibi hissediyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD