Erna o kadar çok şeye ihtiyacı olduğunu fark etmişti ki hangisini alacağını şaşırıp duruyordu. Sonunda önce mutfak, sonra temizlik malzemeleri almaya karar verdi.
Yapacağı temizlik ve yemekler için ayrıntılı bir şekilde düşünüyor, bu arada onu izleyen Doğu’yu nasıl güldürdüğünü fark etmiyordu.
Doğu onun peşinden koştururken kendi davranışlarını anlamsız buluyordu. Kadınların alışveriş yapmaları onu her zaman çileden çıkarırdı, beklemekten nefret ederdi ve genellikle ayağına dahi kapansalar hiçbiriyle alışverişe çıkmazdı. Ama Erna ile bunu yapmak bile çok eğlenceliydi. Domates alırken bile didik didik her şeyini inceliyordu. Hiç onun kadar tuhaf birini görmemişti.
Marketten çıktıklarında ikisinin de elleri doluydu ve bir kişi de onlara yardım ediyordu. Her şeyi arabaya koyduktan sonra sırıttı. “Bizi batırmaya mı çalışıyorsun?”
“E-efendim?”
Kızın gerçek bir dehşetle irkilmesi üzerine “Şakaydı,” diyerek omzunu hafifçe dürttü. “Bin arabaya da artık sana kıyafet alalım.”
Erna gülümseyerek ön koltuğa oturdu ve Doğu’ya baktı. “Peki ama uygun şeyler satılan bir yere gidebilir miyiz?”
“Onlar için ayrı yerler mi oluyor?”
“Evet,” derken gözleri öylesine irileşmişti ki Doğu’yu yine küçük bir gülme krizinin eşiğine getirmişti. “Sen öyle yerler bilmez misin?”
Omzunu silkti Doğu. Böyle şeyleri bilemezdi, değil mi? O canı ne isterse gördüğü an alırdı. Çocukluğundan beri durum böyleydi. Alışveriş derdi olmazdı. Para konusunu da pek önemsemezdi. Sonuçta abisi oldukça zengindi.
“O hâlde bir dakika arabada bekle de ben öğrenip geleyim.”
Erna arabadan inip yoldaki nazik görünümlü insanlardan birini çevirdi. Kadına en sevimli ve kibar hâliyle derdini anlattıktan sonra elleriyle ve “Şuradan sağa, şuradan sola” deyişleriyle tarif ettiği yeri kafasında tutmaya çalıştı.
Sora sora Bağdat bulunur diye boşa demiyorlardı. Bir şekilde yolu bulabileceklerinden emindi.
Arabaya döndüğünde adamın şaşkın bakışlarıyla karşılaşıp gülmeye başladı. “Niye bana öyle bakıyorsun? İnsanlardan yardım isteyebiliriz, değil mi?”
Doğu bunun tuhaf olduğunu düşünerek hata mı ediyordu? Yine de kıza cevap vermek yerine arabayı çalıştırırken başını sallıyordu. “Neredeymiş şu uyguncu?”
Erna kadının sözlerini aynen tekrar etti. Önce cadde boyunca dümdüz gidecekler, ardından büyük bir market görüp onun sokağına sapacaklardı. O sokağın sonundan sola dönüp dümdüz ilerlediklerinde önlerine dükkânlar çıkacağını söylemişti. Öyle lüks yerler değildi ve fiyatları çok çok uygundu. Hatta bazılarında ikinci el ama temiz kıyafetler bile satılıyordu.
Doğu kahkahayı patlatırken kaşlarını çattı. “Neden gülüyorsunuz?”
“Yine siz mi oldum ben?” Arabayı bahsedilen cadde boyunca ilerletirken alayla sırıttı. “Erna, ben tek bir kişiyim. Bana Doğu de, sadece Doğu... Aslında Doğuhan ama sanırım ailem bile bu ismin anlamsızlığının gayet farkında. Bana genelde herkes Doğu der.”
“Evet ama Dağhan Bey nişanlısının en ufak hatamda beni kovduracağını söyledi.”
Sırıtarak kıza kısa bir bakış attıktan sonra söylenilen marketi görüp sokağa girdi. “Ben Dağhan’ın nişanlısı değilim. Oyunculuğunu akşama sakla.”
“Peki…”
Sessizce yola devam ettiler. Birkaç dakika içerisinde söylenilen yere varmışlardı. Ufak tefek dükkânlar yan yana dizilmişti ve birkaç esnaf kapıda muhabbet ederken kadınlar kıyafetlere bakarak söyleniyorlardı.
Erna her şeyi göz kamaştırıcı bulmuştu. Bir elbise ona satın alınmak için yalvarıyor, bir pantolonsa resmen sesleniyordu. Ama sonuçta çok fazla parası yoktu ve önce temel şeyler almalıydı. Mesela gecelik, iç çamaşırı, eşofman… Ve bir sürü şey daha! Verilen avansın ne kadarlık bir miktarı kapsadığını bilmiyordu ama yüzsüzlük edecek değildi.
“Önce şu tarafa,” diyerek bir dükkânı işaret etti. “Pijama almalıyım.”
“İç çamaşırı da,” dedi Doğu çok doğal bir şeymiş gibi. Erna dehşetle ona doğru dönerken omzunu silkti. “Kullanmıyor musun yoksa? Tahtaya da benzemiyorsun hâlbuki.”
“Susar mısın lütfen?”
Doğu kızın kızarmaya başladığı fark ederek güldü. Bir yandan da kaşlarını kaldırıyordu. “Ne o, yoksa utandın mı?”
Erna’nın yanakları şimdi kıpkırmızıydı. Bunun bahsi bile onu yerin dibine sokmaya yetmişti. Bir erkekle nasıl böyle şeyler konuşabilirdi? Doğuhan hiç utanma nedir bilmez miydi?
“Ben hemen ihtiyacım olan şeyleri alırken sen burada beklemeye ne dersin?”
Hayal kırıklığıyla kıza baktı. Şimdi resmen somurtuyordu. “Önce bir şeyler denemeyecek misin? Kadınlar fikirlerime önem verir.”
Şaka mı yapıyordu?
Erna ağzı açık bir şekilde adama baktığı saniyelerin ardından dürüst olduğunu anlayarak dişlerini sıktı. “Ben onlar gibi değilim!”
“Yardımcı olabilirim, gerçekten anlarım böyle şeylerden.”
“Sus artık!”
Eğer patronunun kardeşi değil de bir tanıdığı olsaydı herhalde şimdi ona vururdu. Ama bunu yapamayacağı için onu öylece bırakıp hızla dükkâna girdi ve elleriyle yüzünü serinletmeye çalıştı. Arkasına baktığında Doğu’nun içeri girmek yerine arabaya yaslanarak sırıttığını fark etti ve rahatlayarak alışverişine başladı.
Yaklaşık yirmi dakika sonra elinde iki poşetle Doğu’nun yanına yürüyordu.
“Şimdi eşofman tarzı şeyler almalıyım. Bir kot ve gömlek de aldıktan sonra işim bitecek.”
“Ya elbise? Veya etek? Belki bir hizmetçi kostümü? Öyle şeyler almayacak mısın?”
İşte şimdi şaka yaptığı çok belliydi. Erna gözlerini devirmek dışında tepki vermedi.
“Tamam kızma ama bence en azından bir elbise alabilirsin. Eminim sana çok yakışır. Saçlarını ve makyajını da yapınca mükemmel görüneceğinden hiç şüphem yok.”
Yüzünü buruşturup kaşlarını kaldırdı. “Neden? Banyo ciflerken güzel mi görünmeliyim?”
“Hayır ama birlikte dışarı çıkabiliriz. Ankara’yı gezmeni isterim. Bence kötü anılarını unuttukça burayı seveceksin.”
Sahiden bu adam anormaldi. Yine de böyle nazik bir söze karşı kabalık edemezdi. İç çekerek gülümsemeye çalıştı. “Teşekkür ederim ama dışarı çıkarak para harcamak istemem.”
Doğu hayretle sesini yükseltti. “Ne kadar da cimrisin!”
“Param olmadığı için olabilir mi acaba?” Adamı elindeki torbayla hafifçe itekledi. “Hadi yürü.”
Doğu reddedilmekten hiç hoşlanmamıştı ama kızın poşetlerini teklifsizce elinden alıp kolunu omzuna attıktan sonra yürümeye başladı. Erna kolundan kurtulmaya çalışsa da pek başarılı olamamıştı. Bu yüzden az ötedeki mağazalardan birine itişip kakışarak girerek bir sürü başın onlara dönmesine sebep oldular ama adam bunu pek de umursamıyordu. Genelde insanlar ona tuhaf tuhaf bakar ya sözlerine karşı garip tepkiler verirdi zaten.
“Kolunu çeker misin lütfen?”
“Çekemem.”
Erna hayretle onun gülen suratına baktı. “Niye bana sarılıyorsun ki?”
“Arkadaşız diye.”
“Ben arkadaşın değil hizmetçinim,” dedi kaş çatarak. Aklına Dağhan’ın bu kelimeyi söyleyiş tarzı gelince nedense birden dudaklarını bükmüştü. Nedense kelimeyi o kullandığında kulağa oldukça aşağılayıcı geliyordu.
“Üzülme, ben statülerle ilgilenmem.”
“Ona üzülmedim.”
“Neye üzüldün?”
“Seni ilgilendirmez!”
“Elbette ilgilendirir. Sonuçta ben artık senin koruyucunum!”
Erna başını iki yana sallayarak nihayet Doğu’nun kolundan kurtuldu ve birkaç tişörtü eline alıp aynaya yaklaştı. Belli ki adam kendine yeni bir eğlence bulmuştu. O da Erna’nın ta kendisiydi!
“Siyah olanı almalısın.”
“Ben ikisini de almayı düşünüyorum,” dedi aynadaki aksini incelerken. Biri siyah, üstünde karmaşık şekillerin olduğu bir tişörttü. Diğeri lacivert ve sade bir şeydi.
“Ama ikisi de renksiz, böyle olmaz ki! Şunu da al o zaman!” Petrol mavisi bir tişört adamın elinde duruyordu. “Hem bu renk sana çok yakışır.”
Erna onun haklı olduğunu biliyordu, hem üçü epeyce uyguna gelecekti. Biraz da pazarlık yaptıktan sonra yüzünde koca bir tebessümle dükkândan çıktı.
Birlikte birkaç yere daha girdiler. Bütün eksiklerini tamamladığında gözü ilk başta gördüğü elbiseye takılmıştı. Yeşilin en tatlı tonuna sahipti ve çok kısa görünmüyordu. Elbisenin eteği aşağılara doğru bollaşıyordu ve gerçekten çok güzeldi. Kıyafet seçmekten pek anladığı söylenemese de bu elbisenin çok güzel olduğunu düşünmeden edememişti. Yine de aldığı onca şeyin ardından ihtiyacı olmayan bir şeye adamın parasını harcamak doğru değildi.
“Onu da alalım.”
Doğu’nun sesiyle irkildi. Öylece durmuş elbiseye bakıyordu. “Anlamadım?”
“Geldiğimizden beri gözün o elbisede... Onu sana hediye etmek istiyorum.”
“Olmaz.”
“O zaman sen almalısın.”
Erna dudaklarını büktü. “Bir elbiseye ihtiyacım yok.”
“Öyleyse ben senin için alabilirim,” diye diretti Doğu. “Maaşını aldığında bana ödersin,” diyerek itiraz etmesini engelledi. “Satılırsa çok pişman olursun.”
Adam yine haklıydı. Gözleri elbisenin üzerinde bir süre daha oyalandığında kararını vermişti. Dönüp ciddiyetle yüzüne baktı. “Ama sonra parayı almamazlık yok?”
Belli ki iki kardeşte çok cömertti ve o iki adamın da dilenmediğini anlamasını istiyordu. Ona acıdıklarını biliyordu. O bile şu sıralar kendine acıyordu ama sonuçta gerçekten de dilenci değildi.
“Söz veriyorum, alacağım.”
Doğu izci sözü vererek sırıtırken gözlerini devirdi. Ardından gülümseyerek tekrar elbiseye döndü. “O zaman hadi gidip alalım!”