4.Bölüm

1093 Words
Selamlar dostlarım. Nasılsınız? Bölümler nasıl gidiyor? Hikayeye giremedik tam daha ama yazdıkça atacağım biraz biraz. Siz de yorum yapmayı, arkadaşlarınıza önermeyi ve hikayeye oy atmayı unutmayın. Yazarın notu kısmına diğer hikayelerimi ekliyorum, beklerken okumak isterseniz... Keyifli Okumalar ________________________ Akşamı zor etmiştim. Ne Gamze’nin gidesi gelmişti gelen hediyelerimden sonra ne de Seher’in. Dahası onlar gittikten sonra babam gelmişti, ben çıkamamıştım evden yine. Ellerinde poşetler yemeklik malzeme almıştı. Şaşkınım, pek huyu değildir. Sofrayı kurduktan sonra anlatmıştı derdini. “Eee ablanla konuştun mu? Nasılmış?” “Uçağa binmeden aramıştı. Daha inmemiştir belki, aramadı.” Yaptığım kırmızı mercimek çorbasını servis ettim. Balkondaydık. “Bir şişe de benim zıkkımdan almıştım. Ha şöyle bir parmak suya katta getir.” Rakı almıştı, ondan bahsediyordu. “Getireyim.” “Kendine de koy bir bardak. Konuşalım.” Ben içmek istemiyordum. Koymadım. Rakısını bıraktığımda o çorbayı bitirmiş, gelirken aldığı tas kebabını yiyordu. “Ne konuşacağız?” diye sordum çorbama limon sıkarken. Elini sürmediği salataya da sıktım ve karıştırdım. “O zibidi geziyor mu hala etrafında?” Zibidi dediği Kartal’dı. Yatağımın altına sakladığım hediye canlandı gözümde. “Nerden çıktı bu şimdi baba?” “Görmüşler sizi, sokak ortasında sana ilişiyormuş. Kızım namussuz mu bu çocuk? Etiler mi burası sokak ortasında-” “Bir şey yapmadı baba ya! Kim uyduruyor bu yalanları? Hayır yani ablam zengin biriyle evlendi, yalılarda düğün yaptı ya, ondan bu fitneleri.” “Ben onu bunu bilmem. İlişmesin sana.” Rakısından yudumlamaya başladı. Kavunu yarılamıştı rakıyla. Mezelerden de kaşıklıyordu arada. Sessiz kaldım ve çorbama devam ettim. “Sen bunu mu konuşacaktın benimle?” “Ha yo. Enişten dedi, bir iş varmış. Ilgaz diye bir ailenin yanında. Başvursun dedi, alınır dedi.” “Ablam söyledi. Yarın açılacakmış sanırım başvurular, baktım netten biraz. CV yollayacağım.” “Git kendin ver kızım onu. Ne yollayacaksın? Ekmek aslanın ağzında, kaçırma işi.” “Tamam baba, götürür kendim veririm.” Şimdi uzatsam, itiraz etsem ısrar edecekti. Bilmediği mevzular da değil ki, mühendis babam. Bir fabrikada makine mühendisliği yapıyor. “Güzel. Eniştenle arkadaş bir oğulları varmış.” hah! Çıkar bakayım ağzındaki baklayı. “Eee?” dedim ilgisizce. “Bana ne? Ben işe gideceğim.” “Sana nesi şu, eniştenle bacanak edelim o oğlanı. İşi al, göster biraz kendini. Temiz mahalle kızı bulamaz o kendi çevresinde.” “Baba ben işe gideceğim. Patronun oğlunun peşinde falan gezemem.” Sinirlendi. “Aman gezme! Amman burnun düşsün de eğilip alma! Anası kılıklı kibir kumkumaları. Ona da dedim zamanında git babanlarla barış, küs ölme diye. Dinlemedi beni. Hastalıktan öldü de ne anası ne babası ne bacısı uğramadılar hastaneden içeri.” Bunun sebebi annem değildi. Yine de annemi suçluyordu. “Ne alaksı var baba? Of ya! Sanki annem küs oldu. Dedem yüzünden hepsi.” Babamla annem ilk görüşte aşık olmuşlar. Dedeme istemeye gitmiş babamlar. Bir dedemler laikçiyken diğerleri Siyasal İslamcılardanmış. Annem evi terk edip babamla evlenmiş, başlarda ablam doğduğunda barışır gibi olmuşlar ama 28 şubat sonrası annemi reddetmiş dedem. “Sus sus. Haksız da değil haklı da değil.” Babam iki tarafı da desteklemeyerek ortayı bulmuştu yine. Beni ay sonunda aldığım maaşla oturduğum evin kirası ilgilendirir diyordu. Evi aldıktan sonra kirayla da ilgisi kesildi. “Haksız. Sırf dedemler laik diye annemle küs oldu.” Ben baba tarafı dedemi severdim. Annemle babam evlendikten sonra annemi okutup öğretmen yapmışlardı. Gerçi onlar da annem öldükten sonra babamla küs oldular. Velhasıl kelam herkesle küsüz. “Sus sus, senin aklın ermez böyle şeylere.” Neden ermeyecekmiş ki? Kaç yaşında kadınım? Hayır siyaset görmesem neyse? “Ben yemekten sonra bir Seher’e uğrayacağım,” dedim konuyu değiştirerek. Gündüz giderken görmemiştir umarım. “NE yapacak Seher’de?” diye sordu gözlerini kısarak. “Ya kızın abisi askere gitti. Gideyim bir Allah kavuştursun diyeyim, düğüne denk geldi.” Dün gitmiştim ama babam bunu bilmiyordu. “İyi git, geç kalma.” “O zaman mutfağı gelince toplayayım?” “Yemeğini ye önce!” diye söylendi ardımdan ama ben hoplaya zıplaya kalkmıştım bile yerimden. “Gazete kapat bulaşıkların üzerine,” diye seslendim üzerime bir ceket alıp çıkarken. Merdivenleri inerken telefondan Kartal’ı aradım hemen. “Alo, gül güzelim,” dedi gülen sesiyle. Ah be, sesine bile eriyorum senin. “Evdesin değil mi? Geliyorum.” “Gel gel de, nasıl izin aldın babandan?” “Seher’lere gidiyorum dedim. Oyalama beni hadi.” KArtal ailesiyle yaşamıyordu. Üniversiteyi bitirdikten sonra cadde üstünde bir ev tutmuştu arkadaşıyla ve çıkmıştı evden. Semtten uzaklaşmamıştı gerçi, daha iyi bir muhite taşınmıştı sadece. Yürüyerek yirmi dakika da vardım Kartal’ın evine. Yolda tanıdığa denk gelmemek için bizim eşrafın olmadığı sokakları tercih etmiştim. Zile bastıktan birkaç saniye sonra açıldı otomat. Bu apartmanın görüntülü diyafonu falan var, bizimkinin asansörü bile sonradan ekleme. Ah ah! Şöyle rahata eremedik bi. Bazen babama katılmıyor değilim. Hayatta her şey için mücadele etmek zorunda olmak çok yorucu. Ama tabi zengin koca çözüm değil. Kapı açık beni bekliyordu sevgilim. Kollarına attım kendimi. Sarıldık. Kartıl belimden tutup kendine yasladı beni ve ayaklarımı yerden kesti. Ölüyorum! Eve çekti, sırtımı yasladı kapıya. Ben bu ateşle nasıl başa çıkayım? Beni böyle yakıp kavururken nasıl direneyim? Dudaklarına kapandım ve tutkuyla öpüşmeye başladık. Nefeslerimiz kesilene, harımız dinene kadar öpüştük. Alnını alnıma yasladığında ciğerlerim körük gibi yanıyordu. “Gel içeri geçelim, kapı ağzında kaldık.” Elimden tutup salona çekti beni. Kartal’ın iki oda bir salon evinde, odanın biri de arkadaşınındı. Bu evin en sevdiğim kısmı büyük mutfağı. Odaları çok büyük değil ama mutfağı kocaman. Bir gün evlendiğimizde bu ev gibi istiyorum. “Geçelim bakalım,” dedim ve peşinden girdim salona. Bir ikili bir de üçlü iki koltuğu vardı. Diz dize oturduk ikiliye. “Yemek yedin mi, yemek söyleyim de yiyelim.” “Fazla vaktim yok, babam esereklenir.” “Aldın mı hediyemi?” diye sordu bu defa. Ellerimi avuçları arasına hapsetti. Baş parmağıyla avuçlarımı okşuyordu ve ben bu hissi tarif edecek Türkçeyi kaybediyordum. “Aldım ama açamadım, babam geldi hediyeden sonra. Gidince bakarım gece.” “Bak bakalım, beğeneceğin bir şey. Hususi gittim aradım buldum.” “Ama kurye getirdi.” Şaşırmıştım. Hediye’yi internetten aldığını sanmıştım ama kendisi özel olarak gidip seçmişti. İnsan değer gördüğünü hissediyor böyle anlarda. Elimi elleri arasından kurtarıp yüzüne yasladım. Nefesim nefesine değecek kadar yakındı yüzlerimiz. Gözleri gözlerimden bir saniye ayrılmıyordu. “Ben getiremeyince kuryeyle yolladım,” dedi sakince. Senin o gözlerin var ya! Kalbimin kolu kanadı olduğun yetmezmiş gibi tüm mutluluğumsun. Yaşam kaynağımsın. Düşlerimsin sen benim, geleceğe dair umudumsun. Ah Kartal ah! Aşkının esiriydim ben senin. Kalbimin kanatlarıydın sen. Beni kapattığın aşktan kafeste mahkumdum ben. Oysa Saruhan benim kafesimin kapılarını açan, beni özgürlüğe uçuran ruhumun kanatları olacaktı. Aşk mı? Özgürlük mü? İnsan nasıl seçim yapabilirdi ki? Kartal, hep benim kalbimin kolu kanadı olmuştu. Beni aşktan kafesine hapsetmiş meğerse. Oysa Saruhan benim özgürlüğe açılan kanatlarımdı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD