4

2819 Words
Annem çocukken bizi kandırmaya bayılırdı. İnsan anne deyince böyle daha aklı başında, çocuklarını disiplinli biçimde yetiştiren birini bekliyor tabii ama bizde işler biraz farklıdır. Annemin aklı başında bir insan olmadığını söylemiyorum size. Zaten böyle bir şey diyecek gibi olsam annemden önce babam bana çatık kaşlarının altından bakarak kızar. Sırf o kızdığı için lafımı geri alıp hemen tepesine çökerim ben de adamın. Yani elbette annemi gayet aklı başında bir insan olarak görüyorum. Bazen. Yer yer. Belki benden biraz daha fazla… Ama o kadar da çok değil. Konuyu açmam gerekirse, annemin değişik ve bu değişikliği etrafındakilere de yaymaktan geri kalmayan bir insan olduğunu söyleyebilirim. Sanırım en çok ona çekmişim bu ailede. Baktığınız zaman teyze yerine koyduğum, annemin kuzeni Özge Dağlı’ya da çekebilirdim. Elinde büyüdüm sayılır sonuçta. Ama onun da hafif deliliğe kayan hareketlerini örnek almak dışında bir şey yapamamışım. Hiç değilse Özge teyzemin kızı Ada gibi oyunculuğa yeteneğim olsaydı. O da tiyatrocu ya da sinema oyuncusu olduğundan değil fakat gerçek hayatta işe yarayan bir rol yeteneği var. Benim asla yok. Böyle anlarda, yani rol yapmaktan başka şansımın kalmadığını düşündüğüm zamanlarda telefon joker hakkım olsun istiyorum. Dünyanın en kıymetli oyuncularından birini arayıp bana bu işi nasıl kıvıracağımı on beş saniye içinde anlatsın. Ben de hemen söylediklerini uygulayayım ve bu zorlu mücadelenin hakkından geleyim. Joker hakkım yok. Bir tanecik bile yok, anlıyor musunuz? Böyle mağdur, böyle dramatik, böyle içler acısı bir noktadan konuşuyorum. “Ne yapıyorsun burada?” diyen Işık’a gerçekleri tek tek anlattığımı hayal ediyorum. Kafamın üstünde beliren, benden başka kimsenin göremeyeceğini bildiğim hayali baloncukta görüntüler canlanıyor. Işık’a Kuzey’le nasıl tanıştığımızı ama aslında pek tanışamayarak kendimi ne hale soktuğumu anlattığımda benimle tokalaşmıyor tabii ki. Tebrik etmek için eğilip saçlarımdan da öpmüyor. Bana yardım edecek profesyonel biriyle konuşmamı öneriyor. Arın’ı da alıp büyük bir sessizlik içinde eve gidiyoruz. Annemlere benim tam bir hayal kırıklığı olduğumdan söz ediliyor. Hadi ama! O kadar da korkunç bir yerde olduğumu düşünemezsiniz. Kendime göre bazı metotlarım var benim de. “Ne yapayım canım?” diye oyalanma cümlesi dudaklarımdan süzülürken omuzlarımı kaldırıp indiriyorum. Hayali baloncuk kayıplara karışıyor bu esnada. Işık da öyle mi dercesine kaşlarını hafif bir kavisle alnına doğru yükseltiyor. Bundan sonrasında olacaklar karnımı ağrıtacak bir elma kurdu olacak diye endişeleniyorum. Işık ise beni elma kurdumla baş başa bırakmayı tercih etmiyor. Daha yakınıma gelerek, “Beni arkadaşlarınla tanıştırmayacak mısın?” demeyi seçiyor. Çenem ağrıyana kadar ağzımı üç karış açık tutmanın ağına yuvarlana yuvarlana düşüyorum. Çünkü canım erkek kardeşim dur durak bilmeden elimi sıkı sıkı tutuyor ve bana sinsi bir tilki misali gülümsüyor. Demek sen Dağlı ailesinin bazı yeteneklerini almayı başardın Işık Çandar Beyefendisi. Ne hoş! Olan yine bana olmuş bu ailede. Konser alanında ne kadar sağlıklı sohbet edilebileceği hususunda derin şüphelerim var. Üstelik sohbet çift taraflı yapılan bir eylemdir. Işık sorusunu yönelttiğinde kimseden ses çıkmaması pek de iyi olmuyor. Benimle aynı fikirdeymiş gibi homurdanmaya benzer bir gülüşle kendini hatırlatan –ki inanın onun bunu yapmasına hiç gerek olmayacağı biçimde varlığını yok sayamıyorum- Kuzey lafa giriyor. “Yalnız biz arkadaşı değiliz. Yanlış anlaşılma olmasın şimdi.” Seni bal süzdürürken nişan alıp hedefi tutturmayı da iyi öğrenmiş olan artist bozması! Seni hain! Seni… Seni pis! Grubun solisti insanları coşturmak için ekstra yükseldiğinde, Kuzey’in yanında duran genç kadın bana doğru eğilerek konuşmaya başlıyor. “Kurtarmamız gereken bir şey varsa söyle.” İri kahverengi gözlerini kısarak bana yanımda olduğunu belli etmek gayesinde sanırım. Kadın dayanışması diye buna derim işte ben. Hiç tanımadığım bir insana sıkıca sarılarak ne kadar iyi bir kalbi olduğunu söylemek istiyorum. “Hemen hallederim süper güçlerimi kullanıp.” “Sahra!” Kuzey’in diğer yanında duran genç adam benimle muhatap olmayı seçen kadına sesleniyor. İri kahverengi gözler benden çekilip onun yüzüne sabitlendiğinde kaşlarının da epey çatıldığının farkına varıyorum. “Bütün bunlar senin planınsa, bizi zor durumda bırakmak falan derdindeysen söyle. Uğraşmayalım şimdi.” “Parçalarım senin gözünü yüzünü komple,” diyor isminin Sahra olduğunu öğrendiğim güzel kadın. “Beni hayatımda dinlemediğim adamların konserine getirdiniz. Gıkımı çıkarmadım. Şimdi de siz gıkınızı çıkarmayacaksınız, anladınız mı?” “Ay sen de mi hiç dinlemedin?” diyorum yüksek bir canlılıkla. Ortak noktamızdan yürüyerek şu saçma vaziyeti kurtarmayı denerim belki de. Sonuçta her yolun mubah olduğu bir savaşa koştura koştura gider gibiyiz. “Ben de hayatımda ilk kez duyuyorum bu grubu. Ama enerjileri çok iyi… Solistin sesini de beğendim.” “Sen seversin değişik ortamları,” diyor Işık adeta bağırarak. “Değişik insanları. Yani değişikliği. Değil mi canımın içi?” “Öyle canımın içi,” derken onun gibi bastırıyorum son harflere. Gözlerimi belerterek gülümsüyorum aynı esnada. Umarım korkunç görünmüyorumdur. “Arkadaşlarla ben de yeni tanışıyorum. İçlerinden sadece Kuzey’i tanıdığım için bana yardımcı oluyordu.” Boştaki elimi kaldırıp Işık bahsettiğim adamı göremeyecekmişçesine işaret ettiğimde Sahra sesli bir şekilde gülüyor. “Kendisiyle Fransa’dan tanışıyoruz da. Aynı konsere geldiğimizi öğrenince bir yanına uğrayayım dedim.” “Allah Allah.” Işık’ın gözlerini direkt Kuzey’e dikmesi benim daha geniş gülümsememe yol açıyor ve artık Joker’e benzediğim fikrine kapılıp ağlamak istiyorum. “İçlerinde senin arkadaşın olmadıklarını söyleyen tek kişi de o oldu. Ne kadar ilginç…” Çünkü içlerinde en haini, en halde anlamayanı, en sinir bozucusu o. İlham kaynağım satıcının teki çıktı, kalbim çok kırık. Kuzey ne haltlar karıştırdığımı çözmek isteseydi, bana baksaydı mesela uzun uzun, ara sıra başını ağır ağır sallasaydı işler umduğum gibi giderdi. Ne umduğumu sormayın şimdi bana. Ama bu hale de gelmezdik herhalde sevgili arkadaşlar. Kardeşimle el ele tutuşuyor olmazdım. Çakırkeyif olduğunu görebildiğim genç kadından yardım ister gibi daha çok ve daha berbat gülümsemezdim. Bir parça, çok değil tırnak ucu kadar bayram havası solumaya yanaşırdık böylelikle. Fakat gelin görün ki bu galaksinin örtüsü bozuk çıktı. “Kuzey biraz hızlı içti de bu akşam,” diyor Sahra Işık’a bilge bir kadın gibi bakmayı deneyerek. Veyahut vakur bir duruş sergilemek istiyor. Netice olarak bana yardım etmeye çalıştığını anlıyorum ve sırf bu sebeple tanımadığım birine karşı pozitif hisler besliyorum. “Sen ona bakma. Neydi adın?” Sanki benim adımı öğrenmiş gibi kardeşiminkini öğrenme çabası beni benden alıyor. Gerçi ne yapsın kadıncağız? Çat diye elimden tutan adamın sevgilim olduğunu zannediyor. İlişkimi kurtarmanın derdinde zavallım… Evet, olmayan ilişkim… “Aynen,” diyor diğer adam elini Işık’a uzatarak. Genişçe sırıttığında buğday rengine yakın sakalları dikkatimi çekiyor. Yeşil gözleri, gülünce ortaya çıkan bembeyaz dişleri… Bir de hayli heybetli bir duruşu var. Kuzey’den büyük görünüyor kendisi. Belki de kuzeni ya da uzaktan akrabasıdır diye düşünüyorum. “Fazla kaçıran bizim koç zaten. Mesela Sahra’ya bakarsanız çok rahat anlarsınız aradaki farkı.” Öne doğru eğilip Işık’a elini uzatmayı sürdürüyor. Sesini duyurmak gibi çok mühim bir derdi de var üstelik. “Her şeyiyle ayık bir insan profili çiziyor, öyle değil mi? Birader sen de şu eli sıksan mı artık?” Işık’tan hamle gelmeyince diğer eliyle kendi elini sıkıyor ve arada sallayarak tokalaşıyor. Oh çok şükür! Ortamdaki tek aklı başından uçup gitmiş insan ben değilmişim. “Memnun oldum Tolga. Ben de memnun oldum Tolga.” “İşte bu yüzden ayrıldım senden,” diyor Sahra kahkaha atarak. “Memnun olmadım Tolga. Yine de memnun olduklarına sayarsın sen. Üzülme.” Kuzey tahammül sınırlarının çok üstünde bir performansla karşı karşıyaymış gibi başını kaldırıp iki saniyeliğine gökyüzüne bakıyor. “Ne yapacağım biliyor musunuz?” dediğini duyuyoruz sesini yükselttiği için. “Gidip bir sigara yakacağım.” “Bunu yap kanka,” diyor Tolga denen adam abartıyla başını sallayarak. “Bunu yapalım,” diye atılıyorum hemen. “Ben de bir sigara içsem iyi olacak çünkü. Nerede içebiliriz?” “Sare,” diyor Işık ama onun elini hemen bırakıp çoktan harekete geçen Kuzey’in peşinden ilerliyorum. “Sare!” Hayır, bana öyle seslenmeyeceksin canım Işıkçığım. Aslında sigara kullanmadığımı açık edemeyeceksin. Kusura bakma, müsaade etmeyeceğim. Işık beni takip etmesin diye konserin en kalabalık kısmı olduğuna inandığım köşelerden eğile eğile geçiyorum. Kuzey’in üstünde gri bir tişörtle, siyah kot pantolon olduğunu fark etmiştim. O gri tişörtü kaybetmemek için gözlerimi daha çok açıyorum. Kim ne düşünürse düşünsün. Gözlük ya da lens kullanıyor olsak da biz gözü bozuk insanların böyle bir korkusu vardır. Bir saniye gördüğümüz şeyi diğer saniye görememe ihtimaliyle yaşarız. Gözden kaçırmak her birimiz için farklı kâbuslar doğurur. Kuzey Dağhan’ı bu kâbuslardan biriyle savaşmamak için daha dikkatli takip ediyorum. Onun peşinden gittiğimi gayet iyi bilen adam ise ara vermeden yürüyüp bira fıçılarının oraya gidiyor. Arka tarafında grubun afişini astıkları direkler var. Onlardan birine yaslanarak cebinden sigara paketini çıkarıyor ve silkeleyerek bir dalı dudaklarının arasına yerleştiriyor. Bunun havalı bir hareket olduğunu düşünüp kendimi onu daha dikkatli incelerken bulabilirdim fakat ben sigara içilen ortamlarda durmaya meraklı biri bile değilim. Babam uzun bir dönem sigara kullanmıştı. Annem ise ona bıraktırmak için bazı taklalar atmak durumunda kaldığından bahseder. Bu yüzden bizim evde lafı bile geçince en çok annemin suratı asılır ve babam da hızlıca konuyu kapatmayı seçer. Çantamın fermuarını açıp içini gereksiz yere karıştırıyorum. Kuzey ise bu sırada bana bakıyor. Gözlerini üstümde hissedince çok sevilen bir çizgi film karakteri gibi şımarıp kulaklarımı sağa sola oynatmak istiyorum. “Hay Allah,” diyorum en sonunda. Bağırmak zorunda kalmayışım fena hissettirmiyor işin aslı. Kaç dakikadır çenemi ağrıtmışım sesimi duyuracağım diye. “Paketi düşürdüm herhalde. Bulamıyorum.” Kuzey küçük numaramı yutuyor olmalı ki bana arka cebine sıkıştırdığı sigara paketini çıkarıp uzatıyor. “Al buradan,” dediğinde keskin yüz hatlarını odağıma almayı tercih ediyorum. Karşımdaki adamın bahsettiği şey bu olmasa da şirince gülümsüyorum. En nihayetinde bir dal sigarayı paketin içinden çekip çıkararak iki parmağımın arasında tutuyorum. Şimdi bunu ateşleyip karşındaki adamdan feyz alacaksın ve püfür püfür içeceksin akıllı bıdık. Hadi bakayım. “Çakmağını da düşürdün sanırım,” diyor Kuzey puslu sesini duyurarak. Sakin sakin konuşuyor ama bir anda bağıra bağıra konuşmaya başlasa böyle etkileyici bir sesi olduğunu ispat edemez. “Bunu kullan.” “Teşekkür ederim,” diyerek uzattığı çakmağı alıyorum ve sigarayı ateşlemeyi başarıyorum. Elimde komik duran, yere atıp üstünden birkaç kez geçmek istediğim sigaranın dumanını içime çekiyorum. Belki de çektiğimi zannediyorum. Öksürmemek için kendimi nasıl kastığımı Allah’tan başkası bilemez. “Alabilirsin.” Çakmağı uzattığımda soğuk parmak uçları elime dokunup geçiyor. Direğe iyice yaslanarak benim rezalet sigara içen halimi süzüyor. “Sevgilin sana göre biraz küçük değil mi?” dediğinde duman boğazıma kaçıyor ve beni üst üste gelen küçük öksürüklere mahkûm ediyor. “Dur, dur. Sana büyük gösteriyorsun demek istemedim.” Elimi havada sallayarak önemi olmadığını anlatmaya çalıştığımda yamuk bir gülüş sergiliyor. “Sigara içtiğinden ya da içebildiğinden emin misin sen?” “Çok sık gerçekleştirdiğim bir şey değil tabii,” diyorum konuşabilecek hale geldiğimde. O an bir şeyi fark ediyorum. Kuzey Dağhan ta onun peşine düştüğüm saniyeden itibaren benim sigara içmediğimin bilincinde. Sadece gösterime karışmadan izlemekten yana kullanıyor oyunu. “Öf.” Dudaklarımdan çıkan iki harflik nidaya karşılık başını iki yana sallıyor Kuzey. “Tamam, içmiyorum.” Sigarayı ilerideki çöp kutusunun üstünde söndürüp attıktan sonra hızlı adımla aynı yere dönüyorum. “Gördün mü? Artık içmiyorum.” “Çok hızlı bıraktın sigarayı,” derken havaya üflediği dumanı eliyle dağıtıyor. “Tebrik ederim. Dünyada bir ilksin muhtemelen.” “Işık’ın benden küçük görünmesini eleştiriyordun en son.” Bu konuyu kapatmak istediğimi anlamış gibi kaşlarını eğiyor ve ağzımdan çıkan her lafı dikkatle dinliyor. Bayılsam ne güleriz, değil mi? Ya da siz gülersiniz ama ben uyanınca ağlaya ağlaya uyurum bir köşede. “Işık işte. Yanımda gördüğün çocuk… Ay işte çocuk demişim, adam!” Adam gibi adamdır benim kardeşim. Karıştırma orasını sakın. “Okul mu gezi düzenledi?” Sorusuna karşılık afallayarak yüzüne bakıp duruyorum. “Üniversiteye yeni başlayan birkaç grup da geldi konsere. Onlardan mısınız diye soruyorum.” “Dalga mı geçiyorsun şu anda?” Kollarımı göğsümde kavuşturup onun yüzüne yıllardır görüşüyormuşuz gibi küskün bakışlar yollamam kirpiklerinin daha çok iç içe geçmesine neden oluyor. “Işık üniversiteye yeni başlamadı. Üçüncü sınıfta şu anda… Bense okulu bitireli neredeyse iki yıl oluyor. Yani sandığın kadar da küçük sayılmayız.” Burnumdan bir nefes bırakarak gözlerimi deviriyorum. “Kendisi bana otuz beş yaşında adam sanki. Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirini de oku istersen, tam olsun.” “Cahit Sıtkı’yı karıştırman iyi oldu,” diye söyleniyor Kuzey de homurdanırcasına. “Bir o eksikti bu iç açıcı muhabbette çünkü.” “Dante gibi ortasındasın ya ömrün,” derken alaycı bir ifadeyle kaşlarımı kaldırıp dudağımı büküyorum. “Ay neyse! Buraya kadar geldim çünkü senin benimle bu tarz diyalog kuracağını hiç düşünmedim. Sonuçta seninle Fransa’da, balodan-” “Bozma bir partide tanıştık, evet.” Lafımı kesip bunu gayet normal bir şeymiş gibi göstermesi beni daha çok harlandırıyor. “Arkadaşına anlatmışsın,” diyerek onun da bu konuyu hiçbir şey yaşanmamış gibi rafa kaldıramadığını hatırlatıyorum. “Bunun anlamını herkes bilir. Senin için de ilginç bir anıydı. Neticede her dakika hem bu kadar absürt hem de bu kadar ilham veren şeyler yaşamıyoruz. Her şeyin bir sebebi olduğuna da inanıyorum ben. Sen inanmıyor musun? Bizim orada, yani benim vazgeçmeye çok yakın olduğum bir anda karşılaşmamız tesadüf mü? Değil. Hiçbir şeyin tesadüf olmadığını sen de biliyorsundur.” Kuzey sigarasını bitirdiğinde yaslandığı direkten doğruluyor ve birkaç adım uzağımızdaki bira fıçısına yöneliyor. Kendine bir bardak çekip doldururken, “Devam et sen,” diye beni teşvik edişi de ona bu akşam ikinci artıyı yazmama sebebiyet veriyor. Eksilerini kurtarmak için biraz daha gözüme girmelisin Shakespeare karakteri. “Senin benim ilham kaynağım olacağını düşünüyorum,” dediğimde fıçıdan akan biraya bakmayı bırakıp aniden bana dönüyor. Bardaktan taşan içkinin elinin üstünü ıslattığının farkına varınca da ağzının içinde bir şeyler mırıldanıyor fakat ne dediğini duyamıyorum. “Bak ben akıl hastanesinden falan kaçmadım. İki yıl önce işletme bölümünü bitirdim ve üniversite sırasında yaptığım staj dışında kendi alanımla ilgili hiçbir yerde çalışmadım. Bunu istemediğimi fark ettim çünkü. Aslında uzun zamandır istediğim şeyin ne olduğunu arıyorum ve bulamadığım için kafayı yiyeceğimi hissediyorum. Fransa’daki o berbat partiye katılmamın nedeni bile buydu.” Kuzey elini silecek bir şey bulamayıp kaşlarını çattığında çantamın fermuarını açıyorum. İçinden çıkardığım ıslak mendil paketini ona uzatıyorum. “Al hadi,” dediğimde itiraz etmeden söylediğimi yapıyor. Elini silip paketi tekrar bana veriyor ve ben de çantama atarak alttan alta onu incelemeyi, hareketlerini hafızama atmayı sürdürüyorum. “Bir saniye,” diyor birasından irice bir yudum almasının ardından. “Ne yapacağını bilmediğin için Fransa’ya gittin, orada tuhaf bir an yaşadın ve sonra bu anı yaşadığın adamı bulmak istedin. Doğru mu anlamışım?” “Böyle söyleyince mantıklı gelmediğinin farkında değil miyim sence?” Tersten esen rüzgâr saçlarımın bir kısmını yüzüme uçuruyor ve onu görmemi engelleyecek hiçbir şeye tahammülüm olmadığı için hızla kulaklarımın arkasına sıkıştırmaya çalışıyorum. Ancak elimi çeker çekmez aynı rüzgâr tarafından hırpalanacağımı anlıyorum. Saçlarım gözlerimin önünde ahenkle dans etmeye koyuluyorlar. “Buraya gel,” diyen Kuzey ise elindeki pet bardakla direğin arkasını işaret ediyor. Ben de söylediğini yapıp o direğe yaslanarak rüzgârın agresifliğinden kurtuluyorum. “Sana nasıl yardımcı olacağımı anlamadım.” Dudaklarını birbirine bastırıp doğru kelimeleri arar gibi etrafına baktıktan sonra gülüyor. “Saçma bir komedi filminin içinde olsak her şey normal gelirdi ama olmadığımız için sorguluyorum işte. Bir de…” Duraklayıp üstten bana bakarken gülüşünü pet bardağın ardına gizliyor. “Adını bile söylemedin.” “Sare,” diyorum elimi uzatarak. “İsmim Sare Çandar.” Elimi kavramak için bardağı sol eline taşıyor ve parmakları benim sıcak elimi kavrayarak hafifçe sıkıyor. Onun teni muhtemelen bira bardağını tuttuğu için daha soğuk. Aldırış etmiyorum. Hislerime güvenme ihtiyacıyla beraber, “Senin adını biliyorum,” dediğimde buna şaşırmayarak başını hafifçe oynatıyor. “Söylediğim gibi peşinde değilim. Yani zannedileceği şekilde değilim. Benim daha farklı planlarım var.” “Öyle mi?” derken elimi bırakmıyor. Belki de bırakamıyor çünkü dişlerimi göstermek suretiyle sırıtıp ellerimizi aşağı yukarı sallıyorum. Kimlik numaramı isteyecek. Raporum olup olmadığına bakacak. Başka çaresi yok. Kesin bunu yapacak. “Beni araştıracak kadar önemli planlar olmalı bunlar. Sadece sana şunu soracağım.” Merak ettiği şeyi cevaplama arzusuyla sırıtışımı büyütüyorum ve bunu bilinçli yapmadığım için karşımdaki adamın da daha fazla gülümsemesine yol açıyorum. “Sevgilin sana ne istediğin konusunda yardımcı olmasını istediğin adam hakkında ne düşünüyor?” “Benim sevgilim yok ki,” diye ağzımdan kaçırdığım gerçek Kuzey’in başını geriye yatırarak gökyüzüyle bakışmasına neden oluyor. “Yani biz ayrılmak üzereyiz aslında. İlişkimiz pek de iyi gitmiyor.” Elini aniden bırakıp kollarımı kendi bedenime sararak dışarıdaki zalimlikten korunuyorum. “Yukarıya bakarak sinirleri bozacak ölçüde sırıtman korkutuyor, haberin olsun Dağhan Kuzey.” “Dağhan mı Kuzey?” diyerek bana bakıyor birdenbire. “Şaşırdım,” diyorum gözlerimi kaçırarak. Gıcık olduğumda insanların adlarının ve soyadlarının yerlerini değiştirmek gibi tuhaf bir huyum var. Ama Kuzey bunu bilmediği için açıklama yapmayacağım. “Dakikalar önce sana söylemiştim. Gündemimde aşk yok. Yani böyle şeylere takılmamıza da lüzum yok.” Kuzey bardağını kafasına dikip kalan içkisini de bitirdiğinde alt dudağını ısırarak düşünüyor. “Bu çok saçma,” dediğini duyduğumda hayal kırıklığıyla omuzlarımı düşürüyorum. “Mantıklı olunca ne değişiyor?” Sorum yeniden bana bakmasını sağlıyor o sırada. “Çok çalışkan bir öğrenci oldum. Derslerim ortalamanın epey üstündeydi. Nerede çalışacağım, nasıl bir iş yapacağım bile belliydi. Tüm bunlar ne işe yaradı? Ben şu anda içimdeki boşluğu dolduracak bir şeye sahip miyim? Eğer öyleysem de bunun farkında mıyım? Hayır, asla değilim. Bak tamam. İstediğim şey çok garip geliyor. Daha doğrusu ne istediğimi bilmeyişim sana nasıl bir çatlak kafalıya denk geldiğini sorgulatıyor. Ama çok mu mühim? O gece sen de ne olduğunu bilmediğini söylememiş miydin?” Bu gerçeği ona söylemem yüzündeki ifadeyi değiştiriyor ve beni anlamak için harekete geçmeyi istediğini ufak da olsa hissediyorum. Ne olur bu his beni yanıltmasın. Ne olur böyle kalmayayım. Ne olur.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD